5 soruda Unrelica ve gizemli albümü Heaven Has Come

Röportaj: Metin Akdemir, Ozan Ünlükoç - Fotoğraf: Nur Ural

2000’lerin başlarından bu yana birçok farklı projeyle üretimlerini sürdüren çok yönlü müzik insanı Unrelica, Heaven Has Come adını verdiği dokuz şarkılık ilk albümünü Tamar Records etiketiyle geçtiğimiz günlerde yayımladı. “Kişisel ve prematüre kıyametlerimize kaldırılan bir kadeh” olarak tanımladığı albümün temellerini pandemi kapanmaları sırasında atan Unrelica; modüler synthesizerlar, çok katmanlı mikro ritimler ve klasik orkestrasyon elementleriyle hibrit bir işitsel dil yaratıyor.

Metin Akdemir ve Ozan Ünlükoç’un kapısını çaldığı Unrelica, hem kişisel müzik geçmişi hem de Heaven Has Come’ın hazırlık sürecine dair soruları yanıtladı.

Nasılsın, umarım her şey yolundadır. Albüm ekim sonunda çıktı…Nasıl hissediyorsun? Ben seni tanıyorum tabii ki; herhalde 9-10 sene olmuştur arkadaşlığımız. Bilmeyenler için ne zamandan beri müzik üretiyorsun?

Merhaba, evet uzun bir bekleyişten sonra yayımlanmış olması beraberinde bir sorumluluk getirse de açıkçası. Çok rahatlamış hissediyorum, yolunda olup olmadığını ise yolun sonunda göreceğiz ama geri dönüşler çok güzel. 

Çocukluğumdan beri müzikle uğraşan biriyim, bas gitar çalarak başladım. Arayışımızın arttığı, farklılığın en önemli özellik olduğunu düşündüğümüz yıllarda Taner’le (Özel) senfonik black pop diyebileceğim türde konsept bir albüm yapma hazırlığındaydık. Bir nedenle uzaktan devam etmesi gereken bu projedeki -internet de henüz çok yaygın değildi- elektronik alt yapıları üstlendim ve 2004’te bu işe koyu bir giriş yaptım. Çeşitli gruplarda bas çalarken bir yandan da evdeki tüm mesaimi ilgili programları öğrenmek ve beat yazmakla geçirdim. Bu albümün fikirleri de sanırım o zamanlarda oluştu. 

Farklı janrlarda müzikler de üretiyorsun, Soundcloud’daki kayıtlar ya da Queer Elizabeth ile birlikte düşünürsek bu noktaya gelişin nasıl oldu?

Uzun zamandır şarkı yazıyorum ve kaydediyorum, müzikoloji okurken yavaşlamış ve uzaklaşmış olsam da zorunlu çalgımız olan piyano, yazdığım eskizleri geliştirmemi sağlarken farklı bir bakış açısı da kazandırmıştı. Bu süreç pek kitlesi olmayan ama benim çok severek dinlediğim türde işler üretmemi destekledi.

Queer Elizabeth ise Depeche Mode’dan GusGus’a, sevdiğimiz parçaları set hâlinde neredeyse canlı çaldığımız bir EDM cover projesi. Sadece sahne için başladığımız proje pandemi sırasında sekteye uğrayınca, karantinanın yarattığı boşluğu işlerimi temize çekerek tamamlama çabasına çevirdim.

unrelica kapak

Albümün hazırlık aşaması nasıldı? Nasıl bir süreçte oluştu, kimlerle çalıştın?  

Evde yapılacağı için öncelikle stüdyomun eksikliklerini giderdim, 6 ay gibi bir sürede son hâllerine ulaşmasa da 18 parça kaydettim. Armonik ve mod olarak birbirine en uyumlu olan parçalardan konsepti oluşturdum. Okült yönünü Burcu Güler’in, seküler yönünü Cüneyt Cansever’in seslendirmesini rica ettim. Üç parçada ise canlı vokal yerine sample kullandım. Kullandıklarımdan en özeli Zeynep Köken’in seslendirdiği, hocam Levent Ergun’un yörüklerde boğaz çalma tekniği üzerine yaptığı araştırma sırasında Antalya’nın Kovanlık köyünde kaydedilmiş bir boğaz havası. Geri kalan tüm prodüksiyon, icra bana ait. Kayıtları tamamladığımda yine Soundcloud’a yükledim ve label arayışına başladım. Hakan Tamar parçaları sevdiğini ve gri, bulutlu bir İstanbul gününde arayıp “yapalım” dedi ve süreç heyecan verici bir hâl almaya başladı. Lastfm’i aktif kullandığım yıllarda hem Radiofil, hem de Dream TV aracılığıyla onlarca çok iyi müzisyeni tanımamı sağlamış Hakan Tamar’ın label’ından yayımlanacak olması, albümün cilalı da olmasını gerektiriyordu. Bu nedenle kulağına çok güvendiğim ses mühendisi Burak Ataş’la çalışmaya karar verdim. Üç ay kadar süren miks ve analog mastering süreci sonrasında albüm tamamlandı. 

Albümün kapak görseli ise geceleri uykumu kaçırıyordu. Ret cevabı alma korkusu yüzünden uzunca bir süre yazamadım. Internetten görseli çekip üzerine Unrelica yazıp duacıya dönüşürken cesaretimi toplayıp “A Shadow of A Doubt” isimli işin sahibi Gizem Akkoyunoğlu’na sonunda yazdım. Mail’e şarkıları da iliştirmiştim. Çok sevdiğini ve parçası olmayı istediğini belirtip bütünlüğe hayal ettiğim görsel katkıyı sağladı. Nur Ural da ihtiyacımız olan imajı kurguladı ve fotoğrafları çekti. 

Nelerden etkileniyorsun? Edebiyat, güncel sanat ya da müzikler, müzisyenler, neler, kimler?

Çok değişken bu ama sabit fikirli olduğum konular, ona paralel vazgeçemediğim albümler, filmler, kitaplar var. Sıklıkla onlara dönüyorum, akışa kapılmamak için tutunduğum “ben”ler, “biz”lermiş gibi. Bu yıl her yıl olduğu gibi Death in June’un Peaceful Snow albümü dışında Nick Cave’in Idiot Prayer’ını ve Víkingur Ólafsson’un Debussy – Rameau albümünü çokça dinledim. Ayrıca Björk’ün Fossora’sını çok beğendim. 

Peki bundan sonra bizi neler bekliyor, konserler olacak mı? Albümün tanıtımını etkileşimini nasıl yapacaksınız?

Açıkçası ayda iki milyon parçanın yüklendiği bir platformda reklamsız dinleyici bulabilmek imkânsız. Piyasanın vahşi anaakım plak şirketleri ve onların listeleri olmadan, dar bir networkle nasıl yol alınır bilmiyorum, keşfediyorum. Bu projeyi canlı dinlemek isteyecek bir kitleye ulaşmayı beklemeyeceğiz elbet, yaylı grubu ile provalar tamamlandıktan sonra birkaç live video ile projenin canlı deneyimini sergileriz diye umuyorum.