Bu arada “master”a başlıyor: Gazinoda pişiyor, plaklarıyla büyüyor, halkın sevgilisi oluyor. Sahnelere yeni bir tarz, söyleyişe yeni bir tavır getiriyor. En yakın rakipleri, sahnede ve plak mevzuunda ondan bir adım önde olan Hamiyet Yüceses ve Safiye Ayla. Aralarından hızla sıyrılmasının müsebbibi gazino sahnelerinde fırtına gibi esmesi. Alaturkanın iki büyük ismi plaklara ve salonlara sıkışmışken “genç” Müzeyyen Senar gazinoda büyüyor, yaygınlaşıyor ve bu sayede evlere giriyor. Bu tavrını ilerleyen yıllarda da sürdürüyor. Gazinoya kordonlu mikrofonu getiren, dimdik durmak yerine sahnede dolaşarak şarkı söylemeyi yeğleyen, salonu seyirciye rahat ulaşmak için düzenleyen, Müzeyyen Senar. Sahne kurallarını yıkıyor ve kadrosundayken heyecanla gözlemlediği Münir Nurettin Selçuk’un sahnelere getirdiği yenilikleri bir adım öne götürüyor. Bayrağı devrettiği isim, Zeki Müren: Döner sahneden şatafatlı giysilere farklı yeniliklerin öncüsü! Şunu söylemek yanlış değil: Bugünün konser ortamını oluşturan isimler, Münir Nurettin Selçuk, Müzeyyen Senar ve Zeki Müren. Aralarından sıyrılan, Müzeyyen Senar. Alaturkayı popa yaklaştıran, Batılı sazları ve tonları bu müziğe sokarak onu popüler kılan, 1960’lı yıllardaki kırılmanın, 1970’li yıllardaki yükselişin müsebbibi de o. Münir Nurettin Selçuk bir noktada bıraktı, stabil kaldı. Zeki Müren, Müzeyyen Senar’ın getirdiği yenilikleri çoğalttı.
Arada gazino sahnelerinden uzaklaşmasına sebep bir evliliği daha var. Bu yüzden sözünü ettiğim yenilikler bir süre erteleniyor ama bunları yapan yine Müzeyyen Senar oluyor. Memleket müziğinin tartışmasız en büyük seslerinden biri. Alaturka, türkü, pop fark etmiyor, ne söylerse güzel söylüyor. Bu anlamda tek bir rakibi var: Zeki Müren. O da ilerleyen yıllarda arabeske meylediyor ve söyleyişini giderek ağdalı bir hâle getiriyor. Müzeyyen Senar’ı ondan ayıran, ölümüne kadar aynı tarzı, tavrı devam ettirmesi. Hiçbir şeye yenilmiyor, tarzını ve tavrını sonuna kadar koruyor.
1940’lı yıllarda başlattığı bu tavır 1960’lı yıllarda oturdu, 1970’li yıllarda bir dönüşüme sebep oldu. Söylediği şarkılar ve türküler kendi kulvarını aştı, her türden müziği dinleyen farklı kesimlerdeki ve farklı yaşlardaki dinleyicilere ulaştı. Buradan bakıldığında bir birleştirici, Müzeyyen Senar. 1970’li yıllarda gazino sahnelerinden beyazperdeye transfer olan, asrî televizyon programlarından eski usul salon konserlerine uzanan farklı ortamlarda bulundu ve sesini herkese (mübalağa yok, sahiden herkese) duyurdu.
Repertuvarında 10 binden fazla şarkı olduğu söyleniyor. Bunların 5 bin civarı kayıtlı. Taş plak döneminde başlayan kayıt serüvenini 45’lik ve 33’lük plaklar sonrasında kaset ve CD’lerle sürdürdü. 70 yılı aşkın sahne deneyimi boyunca bütün bu gelişmelere ayak uydurdu ve hatta ucundan mp3 dönemini de yakaladı.
Alaturkada bir ekol, Batı’ya uzanan öğrencileri yetiştiren bir okul
Müzeyyen Senar, bir okul. Pek çok insan onun tavrını alarak sahneye çıktı ama hiçbiri onu taklit etmedi ve ondan etkilenenlerin hepsi kendi yolunu başarıyla çizdi. Benzersizliği buradan: Etkiliyor ve ilham veriyor. Herkes biliyor ki kimse onun gibi söyleyemez.
Müzeyyen Senar’dan etkilenen çok isim var ama yakın dönemde onun bayrağını devralmış ve şarkılarında ona selam çakmış kimi isimleri anayım… İlki, Aylin Aslım. 2013 yılında yayımlanan Zümrüdüanka albümünde yer alan “İşte Sana Bir Tango” adlı şarkı “Bu gece benim gecem / Önümde tek kişilik rakım, mezem” sözleriyle başlıyor ve şu nakarata bağlanıyor: “Ağladım Zeki Müren’le / Coştum Müzeyyen’le / Ne olmuş canımı yaktıysa / O yâr benim, kime ne?” Güzel dergi Bir+Bir ’in Nisan 2013 tarihli 21. sayısı için Aylin Aslım’la konuşmuş, bu şarkıyı sormuştum. Söyledikleri, Müzeyyen Senar’ın büyüklüğüne dair bir açıklama aynı zamanda: “Çok net söyleyeyim: Müzeyyen Senar benim olmak istediğim kadın. Onun gibi olsam başka hiçbir şey istemem. Felç olmadan önceki son konserine şahit olmuştum, belki de son sahneye çıkışıydı o ve hayran kaldım. O kadar güçlü bir kadın figürü ki alaturkanın seyrini değiştirdiği yetmiyormuş gibi dünyayı da elinde sallıyor. Ağzına geleni söylüyor, kimseden korkusu yok. (…) O sahne kadını hali, o heyecanı koruması ve diğer yandan işveleri bana çok cazip çok çekici geliyor. (…) Kendisi bir yandan çok ağırbaşlı aslında ama sahnede bir başka karaktere bürünüyor. Belki de oradaki o ağır erkek hegemonyasına karşı bir tavır bu. ‘Kadın ol, oturaklı ol, kadınlığını bil’ durumuna karşı çıkıyor Müzeyyen Senar. Bu anlamda o da bir yol açıcı. Türk Müziği’nin gerektirdiği o edep, o ağırlık onunla birlikte kalkıyor ortadan. Muhabbetçiliği, rakı durumu, hayat dolu olması, güçlü duruşu bana çekici gelen şeyler… Birilerine imreneceksek ben öyle tiplere imreniyorum.”
Gaye Su Akyol, son dönemde yaptığı “farklı” çalışmalarla dikkatleri üzerine çeken isimlerden. Müzeyyen Senar’ın tavrını, söyleyişini ve sahne duruşunu bugüne taşıyor. Onu çok seviyor, örnek alıyor ve şarkıları biraz da bu yüzden anason kokuyor. Taklit etmiyor, ondan dinlediklerini, biriktirdiklerini kulağındaki başka seslerle birlikte şarkılarına yansıtıyor. Senar’ın ölümünün ardından Twitter’da yazdıkları, bayrağı nasıl da sırtladığının göstergesi: “Müzeyyen Senar son yüzyılın en devrimci, en muazzam karakterlerinden biriydi. Rahat, içten bir nehir gibi müziğiyle ruhları yıkadı. Aynı zaman diliminde yaşadığım için şanslı hissediyorum.”
Ondan etkilenen bir başka isim, sahnedeki duruşuyla farklılık yaratan Ceylan Ertem. Ölümünün ardından yazdıklarını buraya almak elzem: [Çocukluğumda yazlıkta çalan] Şarkıların çoğunu hatırlıyorum ama Müzeyyen Abla’ya gelince bi dururdu ahali. Efkar herkesi basardı. Nerdeyse annem ve babaannem de içecek. Sesiyle herkesi bir yerlere sürüklerdi Müzeyyen abla. İstemsiz mırıldanmaya başlardı halalar, teyzeler; ‘Haydar haydaaaar, günaah beniim kime nee’. Böyle gecelerde ezberledim O’nu. Sonra çok dinledim. Bir kelimeyi vurgulayışı, güfteyi seslendirişini ders gibi okudum. Büyülendikçe büyülendim. (…) Şimdi ne zaman âşık olsak, biri göçüp gitse, bir rakı dolsa bardağa, hatta hiç sebep olmasa koyarız plağı, döndükçe sesi, bizim döner başımız. O’nun hançeresi hançer gibi saplıdır gönlümüze.”
Yakın dönemde Şevval Sam, “Müzeyyen”i sahnelere taşıdı. “Neden Müzeyyen?” sorusunun cevabını bir söyleşisinde şöyle veriyor: “Her şey gençliğimde pop dinlerken eski alaturka kayıtlarını kovalamamla başladı. O dönemden sonra çıkardığım albümümü dinleyen Müzeyyen Senar albümü çok beğendiğini bana iletti. Çok mutlu oldum ve ziyaretine gidip, elini öptüm. Bir iki söyleşisinde ‘Benim yerimi Şevval doldurabilir’ dedi. 2007’de ilk kez buluştuk. ‘Çok doğru yoldasın. Alaturkayı çok güzel söylüyorsun’ dedi. (…) O da benim gibi özgür ruhlu. Bir dönem her şeyi kapatıyor, teknede yaşamaya başlıyor. Ben de bir dönem karavanda yaşadım. Müzeyyen hanım da bir dönem sıkılmış şehir hayatından. Bütün kaptanlar, denizciler arkadaşları. Efe bir tarafı var. Kendi kendine yetebiliyor. Aslında yalnız değil. Her şarkısına aşık oldukça onunla çoğalıyoruz. Müzeyyen dediğinizde aklınıza başka kimse gelmez.” Şevval Sam, Müzeyyen Senar’dan el almış. Bu bir tür devir teslim aslında: Müzeyyen Senar da bayrağı hasta yatağında Deniz Kızı Eftalya’dan devralmıştı.
Müzeyyen Senar dünya döndükçe yaşayacak. Şarkılara giren kaç isim var ki? Buyurun, 2000 yılında piyasaya çıkan Sezen Aksu albümü Deliveren ’in en güzel şarkılarından “Yine mi Çiçek?”: “Kur masayı Madam Despina / Kirli beyaz muşamba örtüleri ser / Çek sediri asmanın altına / Yanında bir ince Müzeyyen Abla…”
Müziği ve yaptıkları hakkında iki kelam etmeden önce gazino yıllarında en yakın arkadaşlarının Neyzen Tevfik ve İbrahim Çallı olduğunu söyleyeyim… Her akşam kurdukları bir dost meclisi var: Neyzen çalıyor, Çallı resim yapıyor. Neyzen çaldıkça Müzeyyen Senar türkü söylüyor, Çallı bunu ilham addediyor. Bir gün Müzeyyen Senar’ın portresini yapmak istiyor ama olmuyor. Bir kere daha deniyor, yine olmuyor. Art arda yaptığı denemelerde sonuç hep aynı… Beceremediği günlerden birinde tuvali parçalıyor, evden çıkıyor ve bir daha gelmiyor. Bu meclisten kalan enteresan anılardan birini Müzeyyen Senar anlatsın: “Onlara hemen içki ikram ederdim. Bir gün Çallı, getirdiğim içki bardağını beğenmedi. ‘Bana lame bir pabucunun tekini getir’ dedi. İçerden lame pabuçlarımdan birinin tekini getirdim ve ona verdim. Rakıyı ayakkabının topuk kısmına koydu ve içmeye başladı. Çok şaşırmıştım. Onun ise dünya umurunda değildi. O gün giderlerken, ‘Bunu iyi sakla, bu benim kadehim’ dedi.”
Şarkı söylemenin anayasası
Tavrını özetleyen çok önemli bir cümle var: “Ben şarkı söylemiyorum, güfteyi anlatıyorum.” Benzersizliğini, büyüklüğünü özetleyen cümle bu. Bütün şarkıcıların motto olarak kabul etmesi gereken cümle. Şarkı söylemenin anayasası. Onu da Müzeyyen Senar yazdı.
Bana sorarsanız, Müzeyyen Senar şarkılarına sinmiş rayiha, anason. Onu hep rakı içerken dinledim, şarkılarını dinlerken rakıyı özledim. Dost meclislerinde kurduğumuz küçük çilingirlere muhakkak girdi ve muhabbetin en koyu yerinde kadehler hep onun için kalktı. Abdullah Yüce meyhane şarkılarının babasıydı, Müzeyyen Senar annesi oldu. Anason kokusunun şarkılarına sinmesi, rakıyı sevmesinden. Çilingir sofralarını plakları aracılığıyla evlere taşıdı: Dostlarıyla kurduğu meclislere konuk olduk, sadece şarkılarına değil muhabbetlerine de eşlik ettik. Çilingir Sofrası başlıklı albümler serisi, bilhassa 1970’li yılların ikinci yarısından itibaren piyasaya bambaşka bir renk getirdi. Onu dinlerken kendimizi yalnız hissetmeyişimiz belki de bundan. Müzeyyen Senar, bizi çoğalttı, çoğaltıyor.
Tam da bu noktada, benim için çok özel bir buluşmadan söz edeyim: Müzeyyen Senar’ın 100. yaşını memleketin değerli müzik yazarlarıyla yan yana gelerek kutladık ve bu şahane kadını, onun şarkıları eşliğinde bir kere daha andık. Mazereti yüzünden katılamayanlar oldu ama masadaki muhabbet muazzamdı. Müzeyyen Senar hatıraları uçuştu, şarkılar sözlere karıştı. Müzik üzerine kalem oynatan, yaptıkları radyo ve televizyon programlarıyla pek çok dinleyiciye ulaşan bu değerli isimler, her şeyden önce ortak paydada buluşmanın keyfiyle geceyi meze-müzik-muhabbet ekseninde tamamladı. Geceyi düzenleyenlere teşekkür, boynumun borcu.
Bu yıl Müzeyyen Senar’ın 100. yaşını kutluyoruz. Daha nice yüzyıllarda sesi kuşaktan kuşağa aktarılacak; şarkıları çilingirlerden çıkacak, odalara dolacak. Türkiye’nin gördüğü en büyük seslerden biri ve asla bir benzeri gelmeyecek. Onunla aynı zaman diliminde yaşamış olmak, şansımız. İlerleyen yıllarda efsane gibi anlatılacak hikâyelere bizzat tanık olduk. İzninizle şu cümleyi kurayım ve huzurdan ayrılayım: Tanık olduğumuz, bir masaldı. Her kula nasip olmayacak güzellikte bir masal. Kıymetini biliyorsak, bundan.
Birbirinden değerli müzik insanları “Müzeyyen” yemeğinde buluştu.
Levent Kömür gecenin açılış konuşmasını yapıyor.
Brakı üstatları Mehmet Başkaya ve Zafer Oylan rakı kültürü üzerine konuşuyor.
Konuklar geceye özel menüyü inceliyor.