Yönetmen Ali Kanıbelli ile, Efe Demiral için çektiği “October” klibi üzerine

Efe Demiral’ın enfes şarkısı “October”a çekilen harika klip, yaklaşık bir hafta önce yayınlandı. Şarkının 2019 çıkışlı Uyku Pansiyon albümündeki versiyonu için çekilen video, bir müzik klibinin ötesine geçiyor; bir kısa film gibi izleniyor. Yönetmen Ali Kanıbelli ile klibin hikâyesine, ilham aldığı sanatçılara ve hissettiklerine dair zevkli bir sohbet gerçekleştirdik.

Röportaj: Işıl Saykan

“Tarkovsky’den ilham aldığım çoğu şeyi düşündüğüm ve sindirmeye gayret ettiğim bir süreçteydim. “October” da favori şarkılarımdandı ve bir gece adeta evreka misali, ne yapmak istediğimi buldum. Sanki 6 aydır kuluçkada olan fikirler bir anda birbirini bulmuştu.”

Merhaba, 2018 yılında çektiğin İstanbul Punk adlı kısa filminle tanımıştık seni. Ayrıca birçok klibin yönetmenliğini yaptığını da biliyoruz. Şimdi de Efe Demiral’ın “October” şarkısına çektiğin kliple karşımızdasın. Kliple ilgili sorulara geçmeden biraz film geçmişinden bahseder misin?

Aslında film kariyerimi başlatan iki tane majör olay var. İlki 2011 kışı, üniversite yelken kulübüyle ekip olarak Hisarönü Körfezi açıklarında büyük bir fırtınaya girişimiz. Karaya ayak bastığımızda (eğilip iskeleyi öptükten sonra) “Bu yaptığımız çok tehlikeli ve muazzam bir şeydi ve benim bunu ne yapıp ne edip çekmem lazım. Çünkü yaşamayanın anlamasının mümkün olmadığı bir deneyim” demiştim. O zamanlar GoPro Hero 2 yeni çıkmıştı. Video hikâyem onu almamla başladı. Liseden beri DSLR kullanıp fotoğraf çekiyordum fakat kameram video çekemediğinden GoPro’nun hayatımdaki yeri ayrı olmuştu. Bu beni kurgu anlamında da epey geliştirdi. GoPro’nun “bas-çek” mantığı farklı açılar bulmanızı, kurguyu tasarlamanızı sağlıyor. Bir yandan kamera elimdeyken etrafımda olanları belgelemek sorumluluğum gibi hissediyorum. Garip bir duygu. Yalnızca onun üzerine bile uzun uzun konuşulabilir.

İkinci olay ise, okul sonrası iş hayatına başladığım dönemde gerçekleşti. Lisansımı tasarım, yüksek lisansımı pazarlama üzerine yaptım ve kreatif direktör olma yolunda ilerliyordum. Fotoğraf/video benim için hâlâ “ciddi hobi” kategorisindeydi. Fakat tam reklam ajansına girmek üzereyken benim bulduğum fikri başka bir prodüksiyon ajansının çekeceğini öğrendim; “Bir dakika” dedim, “Ben kendi fikrimi kendim çekeceğim”. Hız kaybetmeden bir prodüksiyon ajansı olan DepoFilm’e stajyer olarak girdim. O zamanlar henüz videolarını GoPro ve iPhone ile çeken biri olarak endüstri standartlarını ve görev dağılımlarını görmek adına benim için çok önemli bir süreçti. 2016’dan beri de kendi kendimi geliştirip freelancer olarak devam ediyorum. 

“October”, Demiral’ın ilk albümü Inside Out’tan sonra Uyku Pansiyon’da da dinleyicisyle buluştu. Peki ya bu harika klibin ortaya çıkış süreci nasıl gelişti? Efe’nin müziğini takip ediyor muydun?

Efe ile tanışıklığım 2019 Ocak ayında, Tuna Erlat ile beraber çektiğimiz Barış Demirel’in “Kanadıkırık” klibi çekimlerine dayanıyor. Grubun bateristi Tibet (Akarca) çok yakın arkadaşımız, onun sayesinde Efe, Barış ve Tolga (Tohumcu) ile tanıştım. O ara Efe’nin Uyku Pansiyon albümü de yeni çıkmıştı. 

Öncelikle bu projeyi kendi adıma özel yapan, kimsenin bir acelesi olmayışıydı. Benim içimde yaklaşık bir senedir slow sinema fırtınaları kopuyor. Tarkovsky’den ilham aldığım çoğu şeyi düşündüğüm ve sindirmeye gayret ettiğim bir süreçteydim. “October” da favori şarkılarımdandı ve bir gece adeta evreka misali, ne yapmak istediğimi buldum. Sanki 6 aydır kuluçkada olan fikirler bir anda birbirini bulmuştu. Hemen Efe’ye yazdım.

Şarkıyı ilk dinlediğinde nasıl bir şey hissetmiştin? Neler canlandı mesela sende? Klipte onları ne kadar görselleştirdiğini düşünüyorsun?

Samimi olmam gerekirse, ilk dinlediğimde albümün kesinlikle evrensel bir kalitede olduğunu, Efe’nin inanılmaz bir iş çıkardığını ve ne yapıp edip elimden geldiğince yanında olmam gerektiğini hissettim. Hissetmenin de ötesinde, kendime borç bilmiştim. Eğer gerçekten bu duygular içerisinde olmasaydım; projeye, oyuncularıma ve destek olan tüm arkadaşlarıma inanmasaydım zaten ortaya hepimizin içine bu kadar sinen bir iş çıkmazdı. Klibin sinematografisi son derece içime siniyor. Denemek istediğim çoğu şeyi denedim. Ne kadar görselleştirdiğimi sabaha kadar tartışabiliriz fakat ben en çok ne hissettirdiğiyle ilgileniyorum diyebilirim. Peki siz ne hissettiniz?

Hemen röportaj yapmalıyım dedim! Peki, klipte Paris-İstanbul, Seine Nehri-İstanbul Boğazı gibi ikilikler görüyoruz. Bunlar mekânsal referanslar yapmakla birlikte aynı zamanda bir mekânsızlık hissi de yaratıyor. Klibin siyah beyaz oluşu da yaratılan mekânsızlığa bir de zamansızlık ekliyor. Bu ikilikler için yani hem her yerde olma hem de hiçbir yerde olmama haline ne dersin?

Ne güzel analizler… Benim için bir duyguyla başladı ve sonuna kadar onun peşinden gittim. İstanbul’da da onun peşindeydim, Paris’e de onun peşinden gittim. 

October için oyuncular Bige Önal ve Mertcan Tekin’de nasıl karar kıldın? Onlarla çalışmak nasıl bir deneyimdi?

Mertcan’la 2016 yazında bir kısa film çekmiştim. Orada tanışmıştım. O günden beri potansiyelini, ne kadar derinleşebildiğini, içindeki fırtınaları (kendisi de kaptandır bu arada) hissetmiştim. Geçen süre zarfında bağımızı hiç koparmadık ve kendimizi geliştirdik. Kısmet bu projeyeymiş. 

Bige ise ilkokul ve liseden beri arkadaşım. Nasıl yürüdüğünü, beklediğini, baktığını bilirim. Bunların yanı sıra, etik değerlerini ve samimiyetini hep takdir ettiğim, oyunculuk tutkusu ile yıllardır süren azmi ve yeteneği ile arkadaşı olmaktan gurur duyduğum birisi. “October” projesini rüyamda gördüğümde aklıma gelen ilk iki kişi Mertcan ve Bige’ydi. İkisi için de birer B planım yoktu. Çok emindim. Oyuncularımla konuştuğum gün de projeyi kafamda bitirdim. Bana inandılar ve istediğim her şeyi verdiler. Zaten gerisi yokuş aşağı. Buradan kendilerine tekrar teşekkür etmek isterim. 

Çok güzel yorumlar geliyor. “Klip değil âdeta kısa film” diyenler çoğunlukta ki ben de onlardan biriyim. Gelen tepkiler için ne söylemek istersin?

Bunları duymak çok güzel. Pozitif yorumlar sık sık karşılaştığımız şeyler değil ne yazık ki. Yaptığımız işin karşılığı yok. Hiçbir tepki gelmeyebilirdi de. Beklentiyi her zaman için düşük tutmaya çalışıyorum. Dolayısıyla bu derece bir tepki gelmesi beni ne kadar mutlu etti anlatamam. Günün sonunda hepimiz anlaşılmaya ihtiyaç duyuyoruz. 

Klip ilhamını sadece şarkısından mı alıyor yoksa etkilendiğin kişiler, fikirler var mı?

Tarkovsky den bahsetmiştim. Kubrick, Bergman, Hitchcock… Hepsinin ortak bir özelliği vardır. O da bir dertlerinin oluşu. Ve bu dehalar dertlerini eserleri boyunca taşırlar, anlatmaya çalışırlar. Denklemler değişir fakat x, y değerleri aynıdır. Bizler ne kadar anlarsak o kadar ölümsüzleşirler. Bu şarkı da aslında benim yakın geçmişte dert edindiğim birtakım şeyleri iletmemi sağlamak için biçilmiş kaftandı.

Bu yüzyılın en büyük sorunlarından biri olan hız, her şeyi çabucak isteme, kolaycılık, kısa yolculuk, sabırsızlık ve ilgisizlik, günümüzde en çok rahatsız olduğum konulardan. Uğruna gece gündüz çalıştığımız değerlerin içlerinin boşaltıldığını görmek beni üzdüğü kadar uğruna savaşmam adına motive de ediyor. Filmin DNA’sına inecek olursak bu duygular beni tetikledi.

Peki bize yakın gelecekteki planlarına dair ne gibi ipuçları verebilirsin?

Madem hazır müzik üzerine konuşuyoruz, yönetmen Mu Tunç ile birlikte yurtdışı bazlı klipler üzerine çalışıyoruz. Fakat hepsinin yanı sıra Nükhet Duru hakkında, görüntü yönetmenliğini üstlendiğim bir belgesel yaptık. İsmi Becoming Duru. Bambaşka bir İstanbul deneyimi yaşatacağız. Şimdilik bu kadar ipucu yeterli… Sohbetimizi Mu ile ilk çalışmamız, benim için de yeri apayrı olan, İstanbul Punk belgeseli ile açıp bu şekilde kapamak güzel denk geldi. Sevgiler.