5 unutulmaz performansıyla: Andrew Scott

Yazı: Beyza Yıldırım

Halesi olan oyunculardan biri Andrew Scott. Kendine has ışığı ve isabetli karakter canlandırmalarıyla kalpleri kazanmış durumda. Güncel işleri ve filmografisinin unutulmaz parçalarını göz önüne alınca; külliyatını karakter odaklı incelemek de iyice zevkli hâle geliyor.

4 Nisan’da Netflix’te gösterime giren Steve Zaillian imzalı Ripley, hikâyesiyle tüm renklere inat capcanlı bir mini dizi. Andrew Scott tarafından canlandırılan baş karakter Tom Ripley, New York sokaklarında kendine yer edinen akıllı bir dolandırıcı. Patricia Highsmith’in kurgusal ama bir o kadar da ikna edici karakteri, bir film uyarlamasının ardından sekiz bölümlük bir mini diziyle tekrar karşımızda. Tom’u tanımak veya tanımlamak çok zor; kılıktan kılığa giriyor ve çoğu sahtecilik olan bir dizi olaya karışıyor. Andrew Scott, dizinin ikonografik olarak sahip olduğu karanlık temasına sahip çıkıyor, ne de olsa burası koca bir yanılsamalar dünyası. 

Bir anti-kahraman olarak var olurken ikna gücünün sınırlarını zorluyor. Zengin bir iş insanı, oğlu Dickie’nin aklına girebilmek için Ripley’i görevlendirerek İtalya’da hiç sahip olmadığı bir hayatı yaşamasını sağlıyor. İzleyicisini zamansız ve kararsız bir atmosferde peşinden sürükleyen Scott, gençliğini geride bırakmış hırslı bir adamla bile empati kurmamızı sağlıyor bir şekilde. Kendi deliliğinde ikilemlere düşse de bir bukalemun gibi her ortama sızabilen bir karaktere hayat vermek ise büyük iş. Ripley’nin başarısı, zalimliğiyle özlediğimiz bir aşırılığı dışa vurmasından mı yoksa Andrew Scott’ın performatif varlığı mı, karar vermek zor.

Ripley vesilesiyle Andrew Scott’ın oyunculuk serüvenindeki köşe taşlarına bir göz atma zamanı.


Adam

Film: All of Us Strangers (2023)

Sessiz sakin, izole evinde kendi doğasından çok da uzak olmayan Adam’ın hayatından kesitlerle başlıyoruz. Kapısı çalınana kadar kendini neden dış dünyadan kopardığını anlamak mümkün. Salt duyusal bir yalnızlık değil Adam’ın yaşadığı, kendine has bir yasın kabulü. Konuşamadığı birçok kelimeyle beraber ailesini kaybetmenin sebep olduğu yükü, geriye dönüşlerle hafifletiyor. Ailesiyle ilgili yazmakta olduğu kitap, onların hayaletleriyle yaşadığı yüzleşmelerle değişiyor. Paul Mescal’in hayat verdiği Harry ise onunla ilk karşılaşmasında çakırkeyif bir zihnin verdiği cesaretle Adam ile dertleşiyor. Hepimizin birbirimize yabancı olduğu bu uzamda arkadaşlık kurmak bazen en basit şey olabiliyor. Bir mabet hâline gelen evine başta Harry’yi almak istemese de aslında onunla birlikte kapıdan içeri giren anılarını da geri çevirmenin eşiğinden dönüyor.


The Priest

Dizi: Fleabag (2016-2019)

Masada sözün kendisine gelmesini beklerken en umulmadık anda ’’Sen neler yapıyorsun?’’ sorusuyla bir kadının hayatını aşk hikâyesiyle bozuma uğratan Priest, düşünüldüğünden daha güçlü bir karakter. Yüzünü maneviyata dönse de insanları iyi gözlemliyor, duyuyor ve anlıyor. Ölçülü sözleri, herkese açık kalbi, yüzünden eksik olmayan tevazusu ile sadece Fleabag’in değil, bizim de kalbimizi kazanıyor. Onu sıradan bir rahipten öte ’’Hot Priest’’ yapan küfürlü şakalarının arkasındaki zekâ pırıltısı. En çekici yaşlarında hayatta istediği birçok şeyi bulmuş gibi görünse de yalnız olması bilinçli bir tercih gibi geliyor. Tam bu noktada yeni bir çekicilik kilidi açılıyor: Ulaşılamazlık. Fleabag, bu kişinin babasıyla üvey annesinin nikahında ve bazen kilise ziyaretlerinde karşılaşacağı bir rahip olmadığını ânında anlasa da nadiren takındığı ciddiyetiyle ona duygularını açıyor. Karşılığında aldığı tepki, rahibin yanıldığı anlardan biri çünkü bu his kolay kolay geçmiyor.


Gethin Roberts

Film: Pride (2014)

80’lerden beri mücadelesi devam eden LGBTİ+ aktivisti Gethin Roberts’dan esinlenen ve onur yürüyüşleri, madenci grevleri, dönemin politik hareketlerinden beslenen bir “olduğundan başka biri gibi görünmeme” ile vücut bulmuş kurgusal bir Gethin var karşımızda. Yaşadığı kasabadan, uzun zaman önce ayrı düştüğü annesinden kabul görme ihtimalini sakin doğasıyla birlikte kucaklıyor. Arkadaşlık kurmak ve beraber mücadele etmek isteyeceğimiz bir sadakati var. Kalabalığın bir araya geldiği kitapçısıyla kasabanın tanıdık simalarından biri olsa da ayrımcılığın çeşitli yüzleriyle o da karşılaşıyor. Bayrağın gölgesinde renklenen morluklarıyla sevgilisi Jonathan’a her fırsatta verdiği destek, Pride’ın umut havasını besliyor. Toplumun karşı karşıya gruplanan yapısına tüm neşesiyle katılan ve o grupları bir araya getirmek için çabalayan bir umut bu. Andrew Scott, Gethin’i anlamaya, anlatmaya hevesli bir şekilde çıkıyor karşımıza.


Jim Moriarty

Dizi: Sherlock (2010-2017)

Yıllar önce, Moriarty’nin henüz 13 yaşındayken kendisine güldüğünü iddia ettiği bir çocuğu öldürmesiyle başlıyor hikâye. Londra’da işlenen her suç onda başlamasa bile onda bitiyor. Bir matematik profesörü ve suç örgütünün beyni olarak bilsek de Moriarty’yi zihinlerde tutan zokasına sıkça düştüğümüz deliliği. Her seferinde bir havuzda biten bu hikâyenin sarmalı olduğu kadar düğümü de kendisi oluyor. Takıntılı bir ilgi duyduğu Sherlock’un yoluna döşediği taşlar doğrudan karşısına çıkarak hep ona varıyor. Bir külliyatın acımasız yan karakteri olarak kalmayarak zırh gibi giyindiği takım elbisesi ve katatonik gülüşleriyle stabillikten çok uzak biri olduğunu biliyoruz. Jim Moriarty, Andrew Scott’ın tek değil ama yaratılan en büyük anti-kahramanlardan biri olarak aklımıza kazındığı ilk rollerden biriydi aynı zamanda.


Chris Gillhaney

Dizi: Black Mirror “Smithereens” (2019)

Black Mirror evreninde nispeten günümüze yakın bir zamanda, benzer teknolojilerin ağında Chris karşımıza çıkıyor. Chris’in derdinin nihayetinde kendine dönen bir bağımlılık olduğunu anlamamız uzun sürmüyor ama bazı soruları sormak gerek. Smithereen gibi günümüz teknoloji şirketleri gibi uygulamalar üzerinden insanlara hizmet sunan bir mekanizmaya neden erişmek ister ki insan? Kendi ülkesinde bile yaşamayan, sanallığından şüphe duyduğumuz tek bir kurucuya ulaşmak ve ona derdini anlatmak ne işe yarayabilir? Chris, bütün bunlara yönelik bir kâr-zarar hesabı yapmadan yola çıkıyor. İlk haftasında olan bir stajyeri kaçırarak gerilimi bize kadar ulaşan bir sinir krizinin eşiğinden geçiyor. “Tanrı modu” kullanan kurucular, manipülatif polisler, ekranlara boş boş bakan insanlar arasında tek isteği trafik kazasında kaybettiği eşinin yanında olması… Gerçekleşmesi mümkün olmayan tek şey de o.


Bonus
National Theatre Live: Vanya (2024)

Birden çok karaktere hayat verdiği bu tekil uyarlamada duygular cam parçaları gibi birçok parçaya ayrılıyor. Londra’nın West End’inde canlı olarak çekilen tiyatro oyunu Vanya, Anton Çehov’un düzlemine uzanıyor. Birden çok duyguyu yaşamakla yükümlü olmak kadar zor bir şey varsa, bunu savaş alanına dönüşen toplumsal uzamda, sahnede canlandırabilmek. Vanya’nın birden çok boyutu var ama ön plana çıkan iki şey; Çehov’un trajikomedisi ve Scott’ın karakter inşa biçimleri. Kendine ait bir alan hâline gelen sahnede her nüansı yerli yerinde kullanabilmek bahsi geçen eseri çok iyi bildiğinden hareketle varılabilecek bir sonuç.