A. Emre Tanyıldız’a göre görüntü yönetmenliğinde esas olan, uygulama

Bant Mag. No:76 için çalışmalarını ilgiyle takip ettiğimiz görüntü yönetmenlerinden bir kısmına ulaştık, yanıt alabildiklerimize mesleklerine ve bir sanat formu olarak sinematografiye dair sorularımızı sorduk: Üretim süreçleri nasıl işliyor? Yönetmen ile verimli bir iletişim süreci nasıl yürütülüyor? Ne gibi durumlarda inisiyatif kullanıyorlar? Bir proje teklifi geldiğinde ne gibi motivasyonlarla kabul ediyorlar? Teorik eğitimin gerekli olduğunu düşünüyorlar mı? Seyirci kimlikleriyle, bir filmin sinematografi çalışmasından ne gibi beklentileri oluyor? Kalpleri pelikül mü dijital için mi atıyor? 

A. Emre Tanyıldız yanıtlıyor:
“Unutmamak gerekir ki her filmin görkemli bir görüntüye ihtiyacı yoktur ama senaryoyu destekleyen bir görüntüye ihtiyacı vardır. Bunun için kimi zaman vasat bir estetiğe sahip olma riskini alabilmelidir görüntü yönetmeni.”

Filmografisinden kimi duraklar: Yazı Tura (2004), Gitmek: Benim Marlon ve Brandom (2008), Kardeşler (2018), Beni Sevenler Listesi (2021)

Kamera, sinema sanatının bel kemiğini oluşturur. Kamera kaydetmediği sürece yapılan hiçbir çalışmaya sinema denemez. Bu sihirli enstrümanı kullanan ve altı sanatı sinemaya dönüştüren görüntü yönetmenliğini (sinematografiyi), içinde sinema kelimesi geçen tek mesleği bu yüzden seçtim. Vizöre gözümü koyup çekilen filmin ilk seyircisi olmak istedim.

Bana bir proje geldiğinde öncelikli motivasyonum senaryodur, ayrıca filmin yönetmeni ve yapımcısı da. Yönetmenin önceki işleri, size filmi anlatışı, heyecanı o projede var olmayı çok etkiliyor; zaten o heyecan bana geçiyorsa bir takım oluyoruz. El sıkıştıktan sonrası toplantılar, hayal etmeler, hayalleri somutlaştırmaya doğru atılan keyifli adımlar, kamera dilini oluşturma ve filme bir atmosfer kurma gibi ilerliyor süreç. Ben filmin her aşamasından çok keyif alıyorum, hepsi bambaşka dinamikler. Her aşaması meşakkatli ve keyifli.

Yönetmenle görüntü yönetmeni arasında verimli çalışma, karşılıklı duyulan güvenle inşa oluyor. Ancak bundan sonra iyi iş çıkmaya başlıyor. Sonrasında açık görüşlülük ve her iki taraf için de birbirini dinlemek ve sabit fikirli olmamak filme çok şey kazandırıyor. Unutmamak gerekir ki her filmin görkemli bir görüntüye ihtiyacı yoktur ama senaryoyu destekleyen bir görüntüye ihtiyacı vardır. Bunun için kimi zaman vasat bir estetiğe sahip olma riskini alabilmelidir görüntü yönetmeni.

Benim için sanatsal ve ticari projeler arasında matematiksel olarak bir şey değişmiyor, sadece ticari işlerin (reklamlardan bahsediyorum) hızı çok fazla. Hızlı geliyor hızlı gidiyor, çok kısa zamanda kusursuz bir sonuç bekleniyor. 30 saniyelik bir film için günlerce çalışılıyor ve bazen neredeyse bir uzun metraj film parası harcanıyor. Bu da işin stresini artırıyor, yaptığımız işler aynı olsa da sonuçlar yönetmenden sonra müşteri ve ajansın beğenisiyle şekilleniyor. Sinema filminde ise tek karar mercii yönetmen olduğundan dolayı sahneyi önce kendime sonra yönetmene sevdirmem yeterli oluyor, daha geniş bir zamanda farklı duygularla süreç ilerliyor.

Fotoğraf ile sinematografi arasında kadrajlama haricinde çok bir bağ kuramıyorum. İkisi de kendine göre çok zor ve farklı alanlar. Saniyede 24-25 kare dönen (kimi zaman 1000 kare) bir resme ışık yapmakla sabit bir görüntüye ışık yapmak bambaşka şeyler. Mesela güneşin heybetli bir şekilde aydınlattığı bir tren garında çekilen güçlü bir kare fotoğraf, oyuncunun yürümeye başlamasıyla sinemada ışık dengelerini yerinden oynatır. Bir kare fotoğraf saatler geçse de ışık değiştikçe kendine göre bir estetik dilini devam ettirebilir. Oysa sinemada çekilen sahnenin ışık devamlılığı her planda aynı olmalıdır; bir dakikalık bir sahne için, sabahtan akşama, ilk başta belirlenen ışığı taklit ederek gün geçer. Ama kadraj öğrenmek ve bir enstrümanı devamlı kullanmak adına fotoğraf harika bir yardımcıdır sinematografa, cebinde gezdirdiği küçük bir fotoğraf makinesiyle kadrajlama yeteneğini hiç kaybetmez ve bu yeteneği geliştirebilir.

Sinematografi eğitiminin teoriği pratikle desteklenmezse bana göre hiçbir kıymeti yoktur. Bizim meslekte uygulama esastır, öğrenme öyle başlar ve devam eder. Ama teorik kısım sadece “Nasıl çekilir, nasıl ışık yapılır?” değil, “Nasıl düşünülür, nasıl hayal edilir?” olmalıdır. Bu da diğer sanat branşlarını okuyarak, izleyerek dinleyerek geliştirilmelidir; bu durumda teori çok değerli. İyi bir sinematograf iyi tat almalı, müzik dinlemeli, edebiyata, resme hâkim olmalıdır. Ayrıca filmcilikte alet kullanmak ve çözüm üretmek çok değerlidir. Hâliyle okuduğumuz kitap, dinlediğimiz müzik kadar hayatın kendisi filmciliği besler. IKEA’dan aldığınız ve kurduğunuz bir dolap, oynadığınız bir LEGO balkonunuza astığınız tente zamanı gelince filmde karşınıza çıkan sorunları çözmekte yardımcı olur. Aslında film çekerken hayatı taklit ediyoruz; onun her alanını iyi tecrübe etmek, her yerde olmak ve hayatı deneyimlemek işimize de yansıyor.

Ben fotoğraf çekerken sadece pelikül tercih ediyorum, pelikülü seviyorum. Zamana karşı elimde somut bir objenin olması hoşuma gidiyor. Elime alabildiğim, tutabildiğim bir görüntü olması muhteşem bir his. Doku olarak da aynı şekilde, bana hissettirdikleri paha biçilemez. Aynı şekilde sinemada da imkânım olsa eskisi gibi pelikül çekmeyi çoğu zaman tercih ederim. Zaten günün sonunda renk yaparken peliküle çekilmiş gibi yapmaya uğraşıyoruz, sahte grenler veriyoruz o parlak dijital resmin üstüne. Neden gerçeği varken “mış” gibi yapalım ki? Sonrasında da kapalı bir kutuya koyup rafa kaldırıyoruz çektiğimiz dijital filmi, “Kendisi orada mı? Daha ne kadar orada kalacak? Açtığımda hâlâ orada olacak mı?” sorularıyla beraber. Ama artık her şey dijital; müzik de sanat eserleri de film de. Alışmamız gerekiyor, artılarını da iyi kullanmamız. Ne kadar katı analogcu olsam da dijital resmin bize kazandırdıkları da var elbette. Karanlıklara korkusuzca gitmek bunun başında geliyor. Yüksek kare çektiğimiz bir görüntünün sonuçlarını akabinde görmek de öyle, hatalarımızı ve başarılarımızı fark ederek. Sonrası yapımcıyı daha çok ilgilendiriyor.

Meslekte örnek aldığım ilham perilerim arasında Robby Müller, Georgi Rerberg, Sven Nykvist, Vadim Yusov, Christopher Doyle, Anthony Dod Mantle, Roger Deakins ve adını yazmadığım onlarca isim var. Onları her defasında izlemek işimi daha iyi yapmaya teşvik ediyor.

A. Emre Tanyıldız’ın yanı sıra Ahmet Sesigürgil, Barış Aygen, Deniz Eyüboğlu, Feza Çaldıran, Gözde Koyuncu, Hayk Kirakosyan ve Orçun Özkılınç’ın yer aldığı 8 görüntü yönetmeniyle konuştuk dosyasının tamamını okumak için buradan Bant Mag. No:76’ya ulaşabilirsiniz.