Barış Aygen sinemanın sonsuzluğuyla hayata bağlanıyor

Bant Mag. No:76 için çalışmalarını ilgiyle takip ettiğimiz görüntü yönetmenlerinden bir kısmına ulaştık, yanıt alabildiklerimize mesleklerine ve bir sanat formu olarak sinematografiye dair sorularımızı sorduk: Üretim süreçleri nasıl işliyor? Yönetmen ile verimli bir iletişim süreci nasıl yürütülüyor? Ne gibi durumlarda inisiyatif kullanıyorlar? Bir proje teklifi geldiğinde ne gibi motivasyonlarla kabul ediyorlar? Teorik eğitimin gerekli olduğunu düşünüyorlar mı? Seyirci kimlikleriyle, bir filmin sinematografi çalışmasından ne gibi beklentileri oluyor? Kalpleri pelikül mü dijital için mi atıyor?

Barış Aygen yanıtlıyor

“Işığı kaydedebilmek başlı başına bir mucizedir. Bugün bu duruma çok alışmış ve her zaman olan bir olguymuş gibi davransak da insanlık tarihinde çok kısa bir zamandır bunu yapabiliyoruz.” 

Filmografisinden kimi duraklar: Eden (2018), Aidiyet (2019), Biz Bir Aileyiz (2020), Kumbara (2020)

Ben bu işi yapan çoğu insan gibi sinema aşkı ile büyümedim. 20 yaşında kamera asistanı olarak işe başlarken tek derdim gelişebileceğim ve para kazanabileceğim bir işti. Ancak sinemayı sevdikçe, sonsuzluğunu gördükçe yaptığım iş beni hayata bağlayan en büyük şey hâline geldi.

Işığı kaydedebilmek başlı başına bir mucizedir. Bugün bu duruma çok alışmış ve her zaman olan bir olguymuş gibi davransak da insanlık tarihinde çok kısa bir zamandır bunu yapabiliyoruz. İnsanın akan ve değişen dünyayı beyhude sabitleme çabasının en çarpıcı başarı öykülerinden biridir o ânı kaydedebilmemiz. O günkü gün batımını, bulutların şeklini tüm formları ve renkleriyle tekrar tekrar izleyebilmemiz… Bu keşif ile birlikte bir kara deliğin fotoğrafını bile çekmeyi başardık. Carl Sagan’ın Mavi Soluk Nokta dediği o muhteşem görselle, evrendeki yerimize dair yeni ve farklı bir bakış açısı kazandık. Ben o fotoğrafı çeken vizörün arkasındaki ilk göz olmayı seviyorum.

Doğa zaten güzeldir. Çamlıhemşin’de ya da Kapadokya’da kameranızı nereye çevirirseniz, gözünüze güzel gözükür. Ancak sinematografi sadece güzel göstermek çabasından çok daha fazlasıdır. Bazen görsel kaos ya da beklenmeyen bir ışıklandırma filminizi daha üst bir noktaya taşıyabilir. İyi bir sinematografinin temel meselesi hikâyeye hizmet edebilmesi ve bir bütün olmasıdır. Atmosferinizi filminize uygun kurabilmek ve devamlılığını sağlayabilmek çok daha önemlidir. Bu, her sahne için birden fazla plan alınan filmlerde (Eğer bir stüdyoda çalışmıyorsanız) çok daha zordur. Dünya değişir ve o değişirken siz, her yeni çektiğiniz planda atmosferin ve ışığın devamlılığını sağlamaya çalışırsınız. Kendi adıma iyi bir sinematografinin filmin kendisinin ne istediğini bulmaktan geçtiğini düşünüyorum. Doğanın güzelliklerini de isteyebilir; asimetrik, klostrofobik bir dünyayı da.

Barış Aygen fotoğraf

Sinematografiye olan ilgimde fotoğrafçılığın etkisi olmadı, fotoğrafla ilgilenmeme sebep sinematografi oldu. Bir video kamerasının nasıl çalıştığını merak etmeye başladığınızda bu sizi fotoğrafa hatta Camera Obscura’ya götürür. Çünkü izlediğimiz bir hareketli görüntü belirli bir sayıda fotoğrafın arka arkaya belirli bir süreyle gösterilmesinden ibarettir. Sonra fotoğraf sizi ışığa, elektromanyetizmaya, dolayısıyla fiziğe götürür. Bu da hayata bakışınızı değiştirir. Hareketli görüntünün fotoğraftan büyük farklarından biri kamerayı ve öznenizi hareket ettirerek aynı plan içinde birçok fotoğraf çekebilmenizdir. Tabii ki bazen karmaşık bir kamera hareketi ile tek bir kare fotoğrafın yarattığı etkiyi yaratamayabilirsiniz, orası ayrı bir konu. Son tahlilde fotoğrafa hâkim olursanız kompozisyon oluşturmak, ışığı doğru kullanabilmek, lensi doğru tercih edebilmek gibi birçok konuda çok daha ucuza tecrübe edinme şansı elde edersiniz. Sinema pahalı bir iştir. Fotoğrafa ise çok daha kolay ulaşılabilir.

Bazı şeyleri sadece sette öğrenirsiniz, bazı şeyleri sette olsanız da öğrenemezsiniz. Bu sizin ne kadar olayın içinde ve orada olduğunuzla ilgilidir. Ustanız olması önemlidir fakat kendi içinde tehlikeler de barındırır, özgün olamamak gibi. Ustanız olmaması da zordur çünkü her şeyi kendi başınıza çözmeniz gerekir ki bu da hataları beraberinde getirir. Ben burada arada bir noktadayım. Ustamdan erken ayrıldım ve kendi başıma çözmem gereken çok şey oldu. Teorik olarak birçok şeyi kitaplardan ve internetten öğrendim. Teorik bilgi önemlidir demeyeceğim, zaruridir çünkü en nihayetinde yaptığımız işin yarısı teknik ve matematiktir. Bunun yanında sanat dallarından ve sinema alanından kendinize kattığınız her teorik bilgi, yapacağınız yeni işlerde kullanılabileceğiniz yan cümlecikler olarak orada durur.

İlk baktığım şey incelikli düşünülmüş bir hikâye, içinde bana da dokunan dertler ve aniden gelen “Bu filmi ben yapmalıyım” hissi. Eğer senaryoyu seversem ve anlaşırsak daha sonra ön hazırlık süreci başlıyor. Bu süreçte hangi mekânlarda kamerayı nasıl konumlandıracağımızı, görsel dünyamızı, kamera ve ışık dilimizi, bütçe dâhilinde hangi kamerayı, lensi ve ışıkları kullanabileceğimizi, nasıl bir ekiple çalışacağımızı yönetmen ve yapım ekibi ile tartışıyoruz. Benim bu süreçte en keyif aldığım şey, yönetmenle filmi nasıl çekeceğimiz konusunda yaptığımız kreatif tartışma ve çalışmalar. Bu aşamada referans görsellerden ve filmlerden konuşuruz, beraber film izleriz, kafa kafaya verip film için en doğru olanı ararız. Çalıştığım birçok yönetmenle bu süreçten sonra arkadaş olduk zaten. Ön hazırlık sürecinin en zor kısmı ise bütçe dâhilinde doğru ekibi ve ekipmanı toplayabilmek. Bağımsız film yapanlar bilirler, en büyük konu filmin bütçesidir.

Barış Aygen’in yanı sıra A. Emre Tanyıldız, Ahmet Sesigürgil, Deniz Eyüboğlu, Feza Çaldıran, Gözde Koyuncu, Hayk Kirakosyan ve Orçun Özkılınç’ın yer aldığı 8 görüntü yönetmeniyle konuştuk dosyasının tamamını okumak için buradan Bant Mag. No:76’ya ulaşabilirsiniz.