Kendi akvaryumumuza toslamak: Aşalım Bunları

Yazı: Yağmur Ruken Kahraman - Fotoğraf: Filiz İzem Yaşın

Reka Kolektifin ilk işi Aşalım Bunları, hem merkezine bu zamanda payına yetişkin olmak düşmüş Y kuşağının dertlerini almasıyla hem de bunu nasıl bir dil içerisinden anlatacağına uzundur kafa yorduğu belli biçimsel tercihleriyle; sezonda geleneksel anlatı formlarının çerçevesinden taşıyor ve içinden geçtiğimiz zamana dair kıymetli bir temsil alanı açıyor. Oyunun performansı Ceren Kaçar ile Görkem Örskıran’a; yazar ve yönetmenliği Aslı Ekici ile Rıza Efe Reis’e; hareket tasarımı Senay Arslan’a, video tasarımı ise Zeynep Duman ile yine Rıza Efe Reis’e emanet. Oyunun 19 Ocak’ta TiyatrOps’taki temsilin biletleri burada;  28 Ocak’ta Koma Sahnesi ve 14 Şubat’taki Pax Sahne biletleri ise burada.

Konu nedir?

Berke Kemal özel derse gittiği evin asansöründe ölür. Aşalım Bunları, ölen çocuğun anne babasının hayatlarını idealleştiren; onlar gibi yaşamak isteyen Y kuşağına mensup İmge ve Çağrı’nın hikayesini odağına alır. Berke Kemal’in bir performansa dönüşen yası, kendilerine ait olmayan bir hayata erişmeye çalışan çiftin; bu zamana büyümüş olmaktan menkul hüsranları, kayıpları, geleceğe dair tepelerinde biten kaygıları ve hırsları arasında bir döngü…

İzlemeden önce bilmemiz gerekenler

-Oyun, yaklaşık bir yıla yayılan bir araştırma süreci ardından tasarlanan bir ortaklaşa üretim (devising theater) örneği.

-Araştırma sürecinde ekibi bir arada tutan ve oyunu etrafında ördükleri kavram ise; Lauren Berlant’ın “Zalim İyimserlik” teorisi.

İlk intiba? 

Benzer hikâyeleri benzer biçimlerde sahnelemeye sıkışıp kaldığımız; ne sesimin ne de hislerimin bu sıkıştığımız yere denk düşmediği bir zamanda Aşalım Bunları ile karşılaşmak hem heyecanlandıran hem de ilham veren bir deneyim oldu benim için. Olan bitene razı olmayan kuşağımın neşesine tanıklık eden oyun, katarsis vadetmeyerek, derdine ahlanıp vahlanmayarak bana da sezona da bir nefes aldırdı diyebilirim.  

En çok neyi sevdin?

Oyunun hem kendisini hem de anlattığı dertleri pek de ciddiye almayan tonunu, her gün tekrar etmekten artık ezbere bildiğimiz deneyimlerimizin -kaybetmenin, korkmanın, hırslanmanın, heveslenmenin, büyük düşünmenin ve sıkışıp kalmanın- ağırlığına aldığı mesafeyi ve zamanın tepemize üşüşen kaygılarıyla olan neşeli mücadelesini.     

En çok hangi âna yükseldin? 

Patriarkaya keyfini çıkara çıkara kafa tutan monoloğa ve akvaryumun üzerinin örtüldüğü derin sessizliğe.

Ambiyans / ortam / mekân / kurgu / dekor için neler söyleyebilirsin?

Oyunun başında izleyiciyi karşılayan video, sahne ortasındaki akvaryum, kamera kullanımı ve lineer akışla oynayan yapısıyla Aşalım Bunları, oyunun tüm bu elementlerine eşit mesafede yaklaşan işlerden. 

Minimal dekoru ve pratik ışık/ses kullanımıyla gerekli mekânları hızlıca sahne üzerinde kuran oyundaki kıymetli detaylardan biri, Efe’nin kamerasıyla sahneye yer yer dâhil olduğu anlar. Kameranın oyunculara yönelttiği kadrajı, arkaya yansıyan görüntülerden takip etmek; seyirciye nereyi izleyeceğine kendisinin karar verdiği aktif bir seyir deneyimi sunarken oyunculara da çerçevesine dâhil olmak ve orada iyi / güzel / makbul gözükmek istedikleri bir katman yaratıyor. Kamerayla karşılaştıkları ya da onu fark ettikleri anlarda -kendilerini hizaya sokmak isteyen ya da birlikte hizalanmak istedikleri- bir çift gözle karşılaşmış gibi oluyorlar.

Açılış sahnesinde arkaya yansıyan videodan sahne ortasındaki akvaryuma, oradan kostüm ve makyaja sirayet eden su elementi detayı ise; bu zamanda yaşamaktan menkul üzerimize çöken ataleti de toprağı da atmak için bir nefeslik kapı aralıyor oyun boyunca.

Oyun, modunu nasıl etkiledi?

Başka türlüsünü bilmediğimiz için gözümüze tek ihtimal gözüken yaşama biçimlerinin arasında kendi akvaryumlarımıza sıkışmışken; buradan birlikte çıkmanın yollarını aramakta yalnız olmadığımı ve kaygılarda buluştuğum bir benzerimle birbirimize tebessümle el salladığımızı hissettim.  

Kimler sever? 

Geleneksel anlatı formundan başka türlü bir seyir deneyimine açık olanlar. Her şeyi nedensellik ilişkisiyle birbirine bağlamaktansa; anlamanın dünyayla ilişkimizin yalnızca bir yüzeyi olduğunu bağrına basıp başka türlü ilişkilenmeye, kucaklarına bırakılacak sorularla ve keyifli bir seyir deneyimiyle oyundan ayrılmaya razı olanlar.

Bunu seven şunları da sever

Geçenlerde izlediğim Umut Subaşı imzalı Sanki Her Şey Biraz Felaket filmi bu soruya cevabım olabilir. Hem odağına aldığı derdi hem de kendisini çok da ciddiye almayan tonu bana Aşalım Bunları‘yı hatırlatmıştı. 

Soru işaretleri / varsa açtığı tartışmalar… 

Kendi makbullük çerçevesine göre hizalanmamızı bekleyen, belirsizliklerle bezeli, bize biçtiği kaba sığmadığımız ama yeni bir kabı da nereden ve nasıl bulacağımızı bilmediğimiz; gerçekleşmemiş potansiyellerimizi onun oğlu / şunun kızı olan proje çocuklarla perçinleyen bu dünyada; sınırlarını duvarlarına tosladıkça hatırladığımız akvaryumlarımızın ötesinde bir hayatı nasıl inşa edebiliriz? Üstelik önümüzde bir örnek yokken… Bazen fazlaca sahiplendiğimiz hırsların, arzuların ne kadarı bize ait? Bizden beklenenleri biz kendimizden ne kadar bekliyoruz? Zamanın kucağımıza bıraktığı ağırlığınca yasla napıyoruz mesela? Kaybetmekle ne yapılır? Yaşadığımız yerle aramızda açılan çatlakla ne yapabiliriz, onu nasıl doldurabiliriz? Doldurabilir miyiz? O çatlakta debelenip durmak bizi yormaktan mı ibaret olur; yoksa kendimizi yeniden tanıma ve kurma imkanı taşır mı? Çok mu düşünüyoruz bazen? Tüm bunları nasıl aşacağız?