Rotamız Bali, rehberimiz Deniz Özdağ

Kişisel yolculuğunda Genetik ve Biyomühendislik, pastacılık, içerik üreticiliği gibi duraklar olan Deniz Özdağ; okudukları, izledikleri, dinledikleri ve gördüğü yerlerden ilhamla zihninde biriktirdiklerini Girift Notlar adlı bülteni aracılığıyla yayımlamakta. Kendisinden, seyahat deneyimleriyle ilgili hislerininin yanı sıra çok sevdiği rotalardan birini de Bant Mag. ile paylaşmasını istedik. Seçimi Bali oldu. Söz Deniz’de.

“Uzak ya da yakın, varış noktam neresi olursa olsun, aklıma düşen ilk his tabii ki heyecan.”

Bir an için gözlerimi kapatıyor ve yolda olma hissi neydi hatırlamaya çalışıyorum. Zira son iki senedir dünyayı sarsan gidişat, mesafeleri hayal etmesi imkânsız biçimde uzatsa da tünelin ucundaki ışığın görünmesinden olsa gerek, bu hissi hatırlamam zor olmuyor. Uzak ya da yakın, varış noktam neresi olursa olsun, aklıma düşen ilk his tabii ki heyecan. Ama yolda olmaktan çok, hedefe ulaşmaya çalışırken hissedilen heyecan.

Hep derler ya, hedefe varmaktan ziyade bu uğurda gidilen yoldur esas güzel olan. İşte bendeki seyahatin, yolda olma ibaresinin tam karşılığı bu. Varış noktasını düşlemek, yolculuğu gerçekleştireceğim aracın içinde kendimi hayal etmek, yapılacaklar listemin üzerinden tekrar tekrar geçmek ve döndüğümde gördüklerimi paylaşırken duyduğum hazzı hissetmek, benim için tüm yolculukları heyecanlı kılıyor.

Gittiğim her şehri durmadan, yorulmadan yürüyerek keşfetmeyi oldum olası sevdim. Yürüyüşün tüm duyuları açtığına, herhangi bir araçla tadamayacağım pek çok hissi aynı anda yaşattığına inanıyorum. Ama bir de çok yukarılarda, bulutların üzerinde olma hâli var ki işte o bambaşka bir his. Çocuklukta eğlenceli anlardan ibaretken, yetişkinliğe geçtiğimde varışa ulaşacak olmanın heyecanı ve çok yüksekte olmanın verdiği korkunun birleştiği tuhaf ama haz dolu bir deneyime dönüştü. Havadaki her bir titreşimin korkuttuğu bir an sonrasında ise hedefe ulaşmak için göze alınan bir duygu olmasının verdiği gururlu bir duruş oluverdi.

Güneydoğu Asya’da bir duyusal deneyim noktası: Bali

Bir gün hiç hesapta yokken, öylesine yapılan bir sohbette fikri geçen Bali’ye seyahat gerçekleştiğinde, inanması hâlâ zordu. Uzun zamandır yapmadığım kıtalar arası yolculuğu deneyimleyebilecek olmanın mutluluğu, Güneydoğu Asya’ya ilk defa ayak basacak olmanın heyecanıyla birleştiğinde, yola çıkmadan önce çok fazla uykusuz gece geçirdim hâliyle. Uçuş gecesi gelip çattığında senelerdir hayalini kurduğum Bali, iki adet uçak yolculuğu ve dört gün kadar uzaktaydı. O dört gün bambaşka bir hikâyenin konusu çünkü orada beni kıtaya alıştıran ve unutulmaz anılara ev sahipliği yapan Singapur macerası saklı.

Bali’yi anlatmadan önce, herkesin Bali’sinin kendine has özelliklere sahip olduğunu söylemek en doğrusu sanırım. Zira burası öyle bir yer ki kimisi için çok şık bir otelden çıkmadan geçen romantik bir balayı tatili, kimisi için yoga kamplarında inzivaya çekilerek geçen bir huşu hâli, kimisi için de muazzam koku ve tatların zihnini baştan çıkardığı duyusal bir deneyim rotası. İşte benim Bali’m tam olarak üçüncü şıktaki. 

Sarhoş eden kokular, tropikal lezzetler

Adada olmanın verdiği salaşlık ve evden 10 bin küsür kilometre uzakta olmanın verdiği özgürlük hissi başlı başına haz dolu. Üstüne üstlük inanılmaz bir doğa, kokularıyla sarhoş eden çiçek ve baharatlar, hâlâ tadını damağımda hissettiğim tropik meyveler, sivrisinek sürüleri misali hızla geçip giden scooterların keşmekeşi, insan kalabalığı, yerlisinin hiç ama hiç eksik olmayan gülümsemesi zihnimde hep sabit kalacak bir Bali fotoğrafı.

Hayatımda koku ve tat duyusunun büyük önemi var. Gerek şehirdeki yaşam şeklimde, gerekse seyahatlerimde öncelikli rehberim burnum ve damağım. Bali’de de bu gelenek değişmedi. Yaklaşık 10 gün süren ada yolculuğumu Seminyak, Ubud, Canggu ve komşu ada Nusa Lembongan’a böldüm. Tüm bu bölgelerde duyularım birbirinden farklı boyutlarda harekete geçti ve hâlâ düşündüğümde hissettiğim en güçlü şey, öncelikle kokular. Belki de tam kararında bir iklimin yaşandığı bir dönemde adada olmak, bu duyuları daha kolay harekete geçirmeyi sağladı.

Bölgenin iklimine has müthiş bir bitki olan frangipani çiçeklerinin kokusu âdeta Bali’nin kokusuydu benim için. Yürürken zaman zaman ağaçlardan saçlarıma düşen frangipaninin yasemini andıran parfümsü kokusunu her içime çektiğimde mest oluyordum. Bir de tattığım harika lezzetler vardı elbette. Mango, pitaya, Hindistan cevizi gibi muazzam tropik meyveler tüm öğünlerimin demirbaşıydı. Dijital dünyayı kasıp kavuran “smoothie bowl” furyasının, burada hakkının verilerek yapıldığını görmek ve tadına doyamamak sadece küçük bir detaydı. 

Medcezirli bir kumsal, dolunaylı bir gece

Yerel, baharatlı ve pirinçli özgün yemeklerle dolu warunglar, Endonezya çekirdekleriyle yapılmış muhteşem kahveler, The Common’ın Hindistan cevizinden ürettiği feta peynirli vegan tabaklar, The Shady Shack’in şahane bahçesinde edilen kahvaltılar, Echo Beach’in medcezirli kumsalında gün batımları ve adım başı karşıma çıkan tapınakların güzelliği, Bali’yi özel kılan onlarca şeyden yalnızca birkaçıydı. Tirta Empul’un kutsal sayılan suyuna dokunup da içinde yıkanan yerlileri ve turistleri izlemek ne hoş deneyim derken daha da iyisine, bir dolunay ritüeline denk gelmek, gerçekten şanslı olduğumun göstergesiydi.

İklimi, kokuları, tatları ve uçsuz bucaksız pirinç tarlalarının manzaralarıyla unutulmayacak anılar bahşetti Bali. İyi ki gittim, iyi ki gördüm, iyi ki deneyimledim. Güneydoğu Asya’da geçirilen her dakika çok farklı ve özgündü. Seyahatsiz geçen uzun bir dönemin ardından bu diyara yeniden ayak basmak en büyük dileğim. Kim bilir, belki de çok yakındır…