“Benzemez Dijital Sana” sergisi katılımcıları yanıtlıyor
Benzemez Dijital Sana, Bant Mag.’ın Tunç Fotoğrafçılık iş birliği ile hayata geçirdiği, analog fotoğrafa adanmış yeni çevimçi sergisi. İstanbul’un köklü fotoğraf stüdyolarından Tunç Fotoğrafçılık’ın yeni ürünü NEVO filmini çıkış noktası olarak alan sergi sadece fotoğraf değil, farklı alanlarda da üretimlerde bulunan 15 sanatçıyı konuk ediyor. Buraya tıklayarak sergiyi gezebilirsiniz.
Serginin sanatçı seçkisi fotoğraf sanatçıları Aylin Güngör ve Ayşegül Karacan tarafından yapıldı. Sergiye katılan her sanatçıya iki adet NEVO film verildi ve fotoğraflar bu filmlerle ve sadece analog kameralarla çekildi. İçerik konusunda herkes tamamen serbestti.
400 asa, renkli (C-41) , 35 mm ve 24 poz olarak analog fotoğraf severlerin beğenisine sunulan Nevo 400 hakkında daha fazla bilgi için buraya tıklayabilirsiniz.
Serginin 15 katılımcısına sorduk: Sergideki fotoğraf(lar)ını nasıl anlarda, nerede ve ne hislerle çektiler? Analog fotoğrafçılık ve hissiyatı günümüz dijital dünyasında onlar için nasıl bir ayrışma taşıyor? Fotoğraf makinesinin arkasında olmak ne ifade ettiriyor? İç dünyaları fotoğrafladığı dış dünyalara nasıl yansıyor? Son zamanlarda kendileriyle ilgili keşfettiği bir şey oldu mu? Önümüzdeki günlere dair paylaşabilecekleri ne gibi havadisler var?
Ayşegül Karacan
“Fotoğraf makinesinin arkası sanki gizlice baktığımız anahtar deliği gibi. Benim bakıp da gördüğümü o an sadece ben görebiliyorum. Bir sonraki an her şey geçmiş, dönüşmüş oluyor.”
“Uzaktan bakıldığında her şey yolundaymış gibi görünen çocukluğumun manzarası olan Caddebostan denizi yaklaştığımda benim bildiğim deniz değildi. Manzara buna dönüşünce ve bu denli yakınlaşınca dünyanın pisliğinin burnunun ucuna kadar geldiğini düşünüyorsun, gün gelecek kaçacak hiçbir yer kalmayacak diye konuştuğun zamanların artık geldiğini hem de yavaş yavaş değil, büyük bir hızla.”
“Vizörden bakıp o ânı kaydettiğinde sanki herkesin unuttuğu ayrıntıları sonrasında da kendini her zaman anımsar hâle getiriyorsun. Artık kafanda da basılı şekilde ve hiçbir zaman yok olmayacak bir hatırlatmaya dönüşüyor. Bence fotoğraf çeken herkesin laneti de kutlaması da tamamen bu. Mucize hep devam ediyor.”
“Dijital dünyaya ayak uydurmaya çalışıyor gibi görünsem de asla kendimi iyi ve evimde hissettiğim bir dünya değil. Basılı bir fotoğraf ya da hâlâ analog fotoğraf çeken, seven birine rastladığımda, sosyal medya kullanmayan arkadaşlarımla sohbete oturduğumda, sanki bildiğimiz hatırladığımız dünyaya anlık bir ışınlanma yaşıyorum ve keyifle gülümsüyorum, dijital dünyanın tüm yabancılaşma efektini kaşla göz arasında üstümden alıveriyor. Ait olduğumuz yer burasıydı neye evrildik, diye çoğuna göre belki eski kafalı bana göre pek gerçek olan sorgulamalara düşüyorum.”
“Hiçbir zaman maket olan şeylerden çok hoşlanmadım, bir fotoğraf karesinde de o ânı yansıtan olay, mekân, insan, bir bakış, hareket, her ne ile ilgiliyse tamamen gerçek olduğunda bana en büyük tatmini veriyor. Kurgusal fotoğrafa pek yakın değilim.”
“Fotoğraf makinesinin arkası sanki gizlice baktığımız anahtar deliği gibi. Benim bakıp da gördüğümü o an sadece ben görebiliyorum. Bir sonraki an her şey geçmiş, dönüşmüş oluyor. Yalnızca bana ait; çocukluğuma, ergenliğime, yetişkinliğime, okuduklarıma, dinlediklerime, mutluluklarıma, travmalarıma, bakış açıma, bana ait. Sanki tüm yolculukları yanımda o an için taşımışım ve şimdi tüm bunlar cebimdeyken baktığım şeyi donduruyorum, aslında her şeyiyle kendime ait bir an.”
Bala Atabek
“Sokak fotoğrafçılığına ilgim olduğundan, anlık hareketle bir vapura atlayıp karşıya geçtim, gittiğim mesafe kadar hesaplamadan karşılaşacağım anları yakalamaya çalıştım.”
“Sokak fotoğrafçılığına ilgim olduğundan, anlık hareketle bir vapura atlayıp karşıya geçtim, gittiğim mesafe kadar hesaplamadan karşılaşacağım anları yakalamaya çalıştım.”
“Sokakta, köprüde, İstanbul’un kıymetli noktalarında, yetişen, düşünen, koşturan ve sadece duran, özellikle yalnız başına olan insanların halleri ve şehrin levhaları ilgimi çekmiştir çocukluğumdan beri. Sıcak bir gündü, kalabalıktı, tek başımaydım ve sadece bu fotoğrafları çekmek için, Eminönü-Galata Köprüsü arası bir kısa yürüyüş gerçekleştirdim.”
“Fotoğraf konusunda biraz eski kafalıyım, dijitali takipte zorlandığımda oluyor. Analog film benim için insanın kişisel kütüphanesinin olması gibi bir şey. Veya yazı yazarken daktiloyu tercih etmek gibi.”
“Fotoğraf makinesinin arkasında olmak bazen içinde kalmayı unutup, hıza yenik düştüğüm anların kıymetini bilmeyi öğretiyor tekrar ve tekrar. Kendimle kalmayı kıymetli bulduğum her zamanın altını çiziyorum, bunun inadı görsele muhakkak yansıyor.”
“Yaşadığım ve doğup büyüdüğüm şehri seviyorum, doğum belgem olan bu yeri yani İstanbul’u ve yolculuklarımın güncesini tutmak keyif verici. Fotoğraflarımla bunları paylaşmak, oradaki duygu durumu ile ‘izleyen’ arasında görselden hisse bağ kurdurabilmek, uyarıcı değeri taşımak benim için yeterli.”
“Şu sıralar bir müzik belgeseli çekiyorum. Müzikle, İstanbul’un arasında bulunan duraksamayı ve devamlılığı belgelendirmek heyecan verici.”
Cem Yiğit Üzümoğlu
“Kendimi fotoğrafçı olarak görmüyorum. Ben fotoğraf çekmeyi seven, üstüne düşünen okuyan, araştıran biriyim yalnızca. Bunun dışında yine bana göre fotoğraf çeken birinin kendi filmini banyo etmesi ve basması kadar heyecan verici pek az şey var.”
“Fotoğrafların ikisi 23 Nisan bayramında Fikirtepe’de çekildi ve ikisinde de çocuk değil yaşlı kadınlar var. Bir fotoğraftaki oturan teyzeye iyi bayramlar dedim ve bir anda hakaret etmeye ve beni dinsiz olmakla suçlamaya başladı. Gaza basıp uzaklaştım fakat 10 metre geçti geçmedi, motorsikletin aynasından diğer fotoğraftaki yansıyan teyzeyi gördüm ve durdum. O ne yaptığımı anlamamıştı. Aynadan onu çektiğimin asla farkında değildi. Sadece bana bakıyordu. Yansıma, teyze ve aynanın çerçevesinin oluşturduğu etki çok hoşuma gittiği için deklanşöre bastım.”
“Yansıma fotoğraflarından bir diğeri Heybeliada’da arkadaşımın evinde çekildi. Yıllardır görüşmediğim çocukluk arkadaşımla onun evinde buluştuk. Köpeği ‘Lily’ ile yaşayan devrimci bir filozof. Uzun süredir temizlenmemiş havuzundan yansıyan evinin fotoğrafı. Ev olması gerektiği hâliyle duruyor; suyun yansımasından çekilmiş olduğu izlenimi vermekten uzak. Fotoğrafı boydan boya kesen tahtalar ise havuzun çerçevesi. Su üstünde yüzen küçük yapraklar ise bulanık odakla birlikte eve ve fotoğrafa yanık bir hüzün katıyor.”
“Kırmızı olan fotoğraf evimin balkonundan çekilen bir gün batımı fotoğrafı. Gündüzün ve gecenin göğü ikiye böldüğü bir an. Yerde oturan ayakkabısız çocuğun olduğu fotoğraf karantina zamanında işimden ötürü haftasonu Karaköy’deyken çekildi. Karantina zamanı çok fazla dışarıya çıkmıyordum, çıktığım zamanlar fotoğraf çekmeye vakit ayıramıyordum çünkü maskeli kimseyi çekmek istemiyordum.”
“Benim için analog fotoğrafçılığın en büyük önemi çektiğin poza daha çok değer vermeni, üstüne düşünmeni, gözlemlemeni, acele etmemeni ve hata yapmanın öğretici gücünün ayırdına varmanı sağlaması. Kendimi fotoğrafçı olarak görmüyorum. Ben fotoğraf çekmeyi seven, üstüne düşünen okuyan, araştıran biriyim yalnızca. Bunun dışında yine bana göre fotoğraf çeken birinin kendi filmini banyo etmesi ve basması kadar heyecan verici pek az şey var. Benim dijital fotoğraf makinem yok. Almayı da düşünmüyorum. Son dijital makinemi 60 yıllık bir Rolleiflex ile takas ettim.”
“Cesur biri olduğumu söyleyemem. Fotoğraf çekerken de çok fazla yaklaşamam ve sohbet edemem. Fotoğrafları çektiğim anlar genel olarak bir iki saniyelik küçük ayarlamalarla oluşur. Objede oynama yapmam, lens değiştirmem, enstantane ayarım sabittir. Objektifim insana yönelmişse kameranın varlığını hissetmesini istemem. Varlığı filme yandığı haliyle yakalamaya çalışırım, yakalayamazsam da yakalamam.”
“Uzun süredir -çocukluğumdan beri- düşündüğüm bir şeye kendimce açıklık getirdim. Bunun analog fotoğrafçılıkla bağlamı oldukça kuvvetli. Şöyle ki bizler, bir imkânlar dünyasına doğuyoruz ve imkânların imkânları gün geçtikçe genişliyor, büyüyor ve erişilebilir hâle geliyor. Tarihsel olarak film fotoğrafçılığından dijital fotoğrafçılığa geçiş, böylece ışık hassasiyetinin tek bir tuşla değiştirilebilir olduğu, gündüz gece, siyah beyaz veya renkli çekim yapabilmek iyi bir örnek olabilir. Bu gelişim kendi başına oldukça cezbedici ve kimi zaman da çok faydalı olabiliyor. Ancak bizdeki bitmek bilmez gelişme, yükselme ve büyüme isteği -buna kapladığı fiziksel alanın dışına çıkma diyelim şimdilik- hem kişisel yolculuğumuza hem de bugün dünya içinde yürüdüğümüz zaman ve yola oldukça zarar verici olabiliyor. Benim uzun sessizlikler ve düşünce yumaklarından sonra kendi adıma verdiğim karar şu: Daha iyisi diye bir şey yok. Bir şey olduğu kadar vardır ve o şeyin imkânını kullanıp kullanmamak kişiye bağlıdır. Ben bilerek daha fazla imkânlı olan şeyleri tercih etmemeye karar verdim. Elbette yaşadığımız zamanda buna ne kadar karşı duracağımı göreceğim ama bu zamana kadar yeterince uyum sağladığımı düşünürsem değişikliğin vaktinin geldiğine inanıyorum.”
“Şu anda Yunanistan’da Atina ve Epidauros Tiyatro Festivali için bir tiyatro oyununda oyuncu olarak çalışmaktayım. Bir süre daha burada kalacağım gibi duruyor. Bu esnada bulabildiğim her vakitte Atina’nın uyuşturucu ve fuhuş sokaklarında yürüyor ve fotoğraf çekmeye çalışıyor olacağım.”
Deniz Bankal
“Uykular atlanmış, önceki gece yeni güne bağlanmış ve kocaman bir hangover’ı evlat edinmişiz… gibi… Double exposure fikri de tam olarak kafamın o anki halinden çıktı. Tuğçe’nin [Şenoğul] süper güçlerinden biri zaten bütün filtreleri atlayıp insanlara gözlerinden sızabilmesi. Makarayı bitirmem 3 dakika sürmemiştir.”
“Anlatmaya önceki geceden başlamalıyım. Bir arkadaşımın doğum günü için evde toplanmıştık. Ertesi gün sergi için filmleri banyoya göndermem gerekiyordu. Bütün süreci pandemi yüzünden evde geçirmiştim ve haziran ayında bile nevo’nun renk skalasını deneyeceğim bir yaz günü göremediğim için mızmızlanıyordum. Tuğçe, ‘yarın hava güzel olacak galiba, ben sana yardım ederim’ dedi. Hoop buradan kesiyoruz. Ertesi gün Moda sahilinde çimlere uzanmışız. Tuğçe [Şenoğul], Görkem [Karabudak], Volkan [Judocu]… Uykular atlanmış, önceki gece yeni güne bağlanmış ve kocaman bir hangover’ı evlat edinmişiz… gibi… Double exposure fikri de tam olarak kafamın o anki halinden çıktı. Tuğçe’nin süper güçlerinden biri zaten bütün filtreleri atlayıp insanlara gözlerinden sızabilmesi. Makarayı bitirmem 3 dakika sürmemiştir. Böyle anlar için en az 10 rulo gerek.”
“Telefonumdaki kamera aplikasyonuyla iki senede 25.799 parça çekmişim, ne kadar saçma. Analog o el tiryakiliğini terbiye ediyor öncelikle. Bir şeyler çekmeden önce düşünmeye teşvik ediyor. Konuşmak gibi… Analogda daha az boş yapıyorsun!”
“Fotoğraf makinesinin arkasında olmak onlu yaşlarda sosyal fobilerimin üstesinden gelmek demekti, sonrası tamamen hafıza inşaasına döndü. Mekânları, insanları ve anları kendi dilimde hatırlamaktan başka bir niyetim yok.”
“İç dünyamın geometrik formu da iç bükey. Fotoğraf çekerken de kalabalık bir rampada sağa sola ‘grind’ atıyorum diyebilirim. Yinelenen, dokusu bol görseller oluşturma eğilimim bu yüzden olabilir. Fotoğraflarıma bakınca birilerinin alnına üflediğimi düşünmeleri hoşuma gider.”
“Sürekli ekipman almaktan ve daha yüksek çözünürlükte imajlar kovalamaktan sıkıldım. Kendimi sürekli bunları düşünürken bulmaktan da sıkıldım. O yüzden son iki – iki buçuk senedir yanımda sadece Contax G2 ve tek lens taşıyorum. Sadece siyah / beyaz çekiyorum ve kendi işimi görecek kalibrede bir karanlık odam var. Oh diyorum.”
“Son zamanlarda fotoğraf ve videolarımın el değiştirmesi fikrinden çok yorulduğum için film ve dijitalleri kolayca imha edebilecek bir arşivleme sistemi kurgulamaya çalışıyorum. <neden?> desen anlatamam.”
“Önümüzdeki günlere dair havadis değil de olgunlaşmasını beklediğim planlar ağır basıyor. Mesela Aylin [Güngör] ve Sadi’yle [Güran] bir süredir konuştuğumuz yeni bir video kolektifi oluşturma fikrinden daha çok heyecanlandığım başka bir şey yok.”
Deniz Sabuncu
“Büyük dertleri olan İstanbul’da hiçbir derdi yokmuş gibi yaşamaya çabalayan insanları göstermek istedim. Her gün yeni bir can sıkıcı gündem ile uyandığımız şehir o sıralar ne ile uğraşıyor diye düşündüm ve karşıma çıkanları çektim.”
“Büyük dertleri olan İstanbul’da hiçbir derdi yokmuş gibi yaşamaya çabalayan insanları göstermek istedim. Her gün yeni bir can sıkıcı gündem ile uyandığımız şehir o sıralar ne ile uğraşıyor diye düşündüm ve karşıma çıkanları çektim. Sonuçlara ulaşmak için heyecan dolu 1 hafta geçirdim. Dijitalde bu heyecan 1 saniyeden az sürüyor.”
Edze Ali
“Bu fotoğraftaki iki çocuğun iç içeliği bana iki beden bir baş olma hâlini anımsatıyor. Kameramın aynası aracılığıyla onların birbirlerinde buldukları aynılaşan yansımayı, bir nevi aralarındaki aynayı kırarak belgelediğimi hissediyorum.”
“Çocukluk döneminde özneliğimiz halen gelişirken en yakın arkadaşımız aynadaki yansımamız gibi gelir bana. Bu fotoğraftaki iki çocuğun iç içeliği bana iki beden bir baş olma hâlini anımsatıyor. Kameramın aynası aracılığıyla onların birbirlerinde buldukları aynılaşan yansımayı, bir nevi aralarındaki aynayı kırarak belgelediğimi hissediyorum. Bununla birlikte orada olmayan, fakat orada olduğunu bir tek benim bildiğim küçük bir kızın çizimi, geçip gitmiş çocukluğumu bana yansıtıyor.”
Analog fotoğrafçılık hissiyatının günümüz dijital dünyasında onun için taşıdığı ayrışmaya dair
“Ailede bulduğum eski siyah-beyaz fotoğraflar, anı fotoğrafından ziyade çoğunun kime ait olduğunu bilmediğim ve kimi hapishane, boks ringi veya Yugoslavya zamanından babamın askerlik fotoğrafları. Fotoğrafı anı üzerinden değil, hikâye olarak bakmama iten bir şey gibi oldu. Dijitalde ayrıştığı kısım çektiğim şeyleri unutmak, sonrasında sürpriz bir şekilde elime geçmesi. Ya da bu sergi için fotoğraf çekmeye çalışırken yanan 3 film rulosunu düşünecek olursam bazen de elime ulaşamıyor olması gibi bir yerden de ayrışıyor. Bu bağlamda analog, biricikliği ile bir hikâye sunarken bana, dijital yakalanan kimi anlardan ibaret gibi geliyor.”
Fotoğraf makinesinin arkasında olmanın nasıl hissettirdiğine dair
“Makineyi dışsallaştırmıyorum. Arkasında olmak gibi hissettirmiyorum. Sanıyorum benim bir uzvum kamera. Gözüm olduğu kadar kimi zamanlar elim. Kimi zamanlar onunla dokunuyorum dünyaya, kimi zamanlar onunla görüyorum, kimi zamanlar ise onunla hatırlıyorum. Bilincim oluyor.”
İç dünyasının fotoğrafladığı dış dünyalara nasıl yansıdığına dair
“Dış dünyada (sizin tabirinizle) kendi iç dünyamdan parçalar buluyorum demem daha doğru aslında. Nihayetinde fotoğrafın kendisi orada. İç dünyam yalnızca onu sezinlememi ve durup kaydetmemi sağlıyor.”
Fotoğraflarıyla geçirmek istediği hisler ve ekipmanının bununla ilişkilenmesine dair
“Fotoğraf adına genellemeyi doğru bulmuyorum. Her bir kare kendi adına konuşabilmeli. Elbette, kimi anlarda belli kürasyonlar veya temalar üzerinden ortaklıklar kurgulanabilir fakat her kare kendi başına bir fikirler ve duygular dünyasıdır bence.
Son zamanlarda kendisiyle ilgili keşfettiği şeylere dair
“Yakın dönemde pek çok ölümle karşılaştığım oldu. Keşfettiğim denemez fakat düşün dünyamda baskın gelmeye başladığını söyleyebilirim.”
Yakın gelecek havadislerine dair
“Fotoğrafla birlikte görüntü yönetmenliğine başladım. Benim için yepyeni olduğu kadar bir o kadar da tanıdık gelen bir yanı var. İlerleyen zamanlarda daha detaylı konuşabilirim elbet. Şu an için her şey çok yeni.”
Feza Çaldıran
“Fotoğraf makinesine film takmak, deklanşörüne basmak, renk skalası gerçekçiliği büyüleciydi. Haydarpaşa tren istasyonundaydım, film çekimini beklediğim için vaktim vardı. Akşam üzeri ışık için güzel bir zamandı. Fotoğrafları çekmemi, Fatih’in doğal hâli ve bakışı sağladı.”
“Sergi için teklif geldiğinde çok heyecanlandım, yıllar sonra negatif film çeken bir fotoğraf makinesiyle çekim yapacaktım. Uzun süreli film çekim programım vardı. Sanat ekibinde çalışan Fatih’i çekmeye karar verip, doğal halinde fotoğraflama hissi heyecanlıydı. Fotoğraf makinesine film takmak, deklanşörüne basmak, renk skalası gerçekçiliği büyüleciydi. Haydarpaşa tren istasyonundaydım, film çekimini beklediğim için vaktim vardı. Akşam üzeri ışık için güzel bir zamandı. Fotoğrafları çekmemi, Fatih’in doğal hâli ve bakışı sağladı.”
“Görüntü yönetmenliğine başladığımda analog film kameralarıyla çalışıyordum. Kendimi daha çok geliştirmek için analog fotoğraf makineleriyle çekim yaparak deneyim kazanıyordum. Günümüz kameraları dijitale geçince analog çekim tecrübelerim benim şu anki çekim tasarımlarıma harika katkılar sağladılar.
“Fotoğraf makinesinin arkasında olmak benim için heyecan verici; vizörden bakıp kadrajı ayarlamaya çalışmak, ışığın doğru zamanını beklemek harika bir his.”
“Görüntü yönetmenliği yaparken senaryomun anlattığı atmosferi duygularımla görselliğe dönüştürmek hep ilham kaynağım oldu. İç dünyamdaki ruh halim dış dünyamdaki yarattığım kadrajlarıma öylece yansıyor. Fotoğraflarımla ilgili fikirler bana daha çok fotoğraf çekmem gerektiği hissini veriyor.”
“Günümüzdeki ekipmanların hem fotoğraf çekme hem de video çekme özelliklerinden dolayı benim yaptığım işe katkıları oldukça fazla. Gerektiğinde video, gerektiğinde fotoğraf olarak iki şekilde katkı sağlıyorlar.”
“Son zamanlarda kendimle ilgili keşfettiğim şeye gelince, pandemi süreciyle evlere kapandığınız günlerde kendime, aileme ve arkadaşlarıma daha çok zaman ayırmam gerektiğini fark ettim.”
“Önümüzdeki günler için havadisim ise, Netflix için çekimlerini tamamladığımız senaryosunu Hakan Günday’ın yazdığı, yönetmenliğini Onur Saylak’ın yaptığı Uysallar dizisini seyretme durumu olacak.”
Hazar Ergüçlü
“Hayatımın sıkıcı bir bölümüydü aslında. Çirkin yerlerde çalıştığım, hevessiz olduğum bir dönemdi. Görebildiğim en güzel şeyler bulutlardı. Ve işte o çirkin camlı bina ilginç olabiliyordu en fazla.”
“Açıkçası güzel bulutları görünce durmadan çekmeye başladım, iki filmim olduğunu düşünerek, kötü kullanmışım o yüzden filmleri… Hayatımın sıkıcı bir bölümüydü aslında. Çirkin yerlerde çalıştığım, hevessiz olduğum bir dönemdi. Görebildiğim en güzel şeyler bulutlardı. Ve işte o çirkin camlı bina ilginç olabiliyordu en fazla.”
“Fotoğraf makinemin arkasında olmak, benim için daha da fazla kendim olabilmeyi ifade ediyor. Ne yaptığımı hiç denetlemeden sadece yapıyor olmak süper bir şey. Benden başka o anı, o noktadan, o vizörden bakarak yaşayan yok. Yalnız ve güzel bir durum.”
“Dijital dünyada hiçbir şekilde analogun verdiği duygunun, dokunun yakalanamadığını görüyorum. Baskısı, çekmesi yani bütün süreçleri alışık olduğumun dışında şeyler yapmaya mecbur ediyor beni. Bunu çok seviyorum. Normalde hiç gitmeyeceğim yerlerde buluyorum kendimi. Fark bu bence. Emek vermek gerekiyor.”
“Çok teknik bilgiye sahip değilim. Analogla ilgilenen arkadaşlarımdan ve baskı yaptırdığım abiden falan biraz kafa göz yararak öğreniyorum. Ama çektiğim fotoğrafların gerçekle dopdolu olmasını isterdim.”
Kıvılcım Güngörün
“Çoğu zaman fotoğraf makinesinin arkasında bekleyen oluyorum, fotoğraf benden geç geliyor. Dakikalar sonra pes ediyorum, istediğim ihtimal kendini âna salıyor, sağda kamyonun üzerindeki kişiyi ilk gördüğüm anda pencereden vazgeçmiş oluyorum, artık yalnızca onun hareketlerini izliyorum, kolunu uzattığı anda, otomatik basıyorum deklanşöre.”
“Harbiye’de yol kenarındayım. Market manavındaki pırasa üzerine konmuş sineğin daha iyi poz vermesini bekliyorum, biraz daha sağa konmalı, ancak bir yandan da uçup geri gelmeyebilir de, riskli, bekliyorum yine de. Uçuyor. Geri konuyor, pat çekiyorum, tam istediğim noktada değil ama yeteri kadar cesur olamıyorum, ilk uçuş ardı konuşta basıyorum deklanşöre.”
“Kadıköy’de kurulumunda olduğum serginin sanatçılarından Dila Yumurtacı, işlerini yerleştireceği küçük odanın içerisinde, çıkarılmasını istediği ışığın altında, onunla son bir defa aydınlanıyor. Sinek ile Dila hangi noktada iç içe geçiyor?”
“Pek bilmediğim bir mahallede rahatlamak için sokağa çıkıyorum, hedefsiz yürümek işe yarayabiliyor, sol, köşeden sağ, bildiğim bir sokağa gelip gitmediğim sonuna doğru ilerliyorum, köprü görüyorum bitiminde, sonra üzerindeyim, tek pencereli koca bir binaya bakıyor bu köprü. Binada çalışma var. İzlemeye başlıyorum. Aklımda olan tek şey pencerenin önüne bir insan figürü gelmesi ihtimali, bu ihtimal beni köprüye kilitliyor, makine deliğinden izliyorum aynı kareyi. Çoğu zaman fotoğraf makinesinin arkasında bekleyen oluyorum, fotoğraf benden geç geliyor. Dakikalar sonra pes ediyorum, istediğim ihtimal kendini âna salıyor, sağda kamyonun üzerindeki kişiyi ilk gördüğüm anda pencereden vazgeçmiş oluyorum, artık yalnızca onun hareketlerini izliyorum, kolunu uzattığı anda, otomatik basıyorum deklanşöre.
“Şişli Eftal hastanesindeyim, güneşsiz sakin bir gün, covid testi yaptırılan yerde sıramı bekliyorum, hemşirelerin ellerini uzattıkları deliklerden gözlerimi alamadan. Sıra bana geldiğinde önce boş hâlini çekiyorum bu platformun, aklımdaki hâli elli bir versiyon ama içimde bir his boş halini de istiyor, sonra soruyorum hemşire kollarını bana doğru uzatırken, çekebilir miyim? Hayır, diyor maalesef. Hastane içinde fotoğraf çekmek yasak diye ekliyor. Tamamdır, diyorum. Çantama geri koyuyorum makineyi, fotoğrafını çekmek istediğim eller o deliklerden çıkarak burnuma çubuk sokuyor, deklanşöre sormadan önce basmış olduğum için iyi hissediyorum, çubuğun en dibe değdiği esnada bile. Elsiz delikler ve kolunu uzatan adam birbirini tamamlıyor mu?”
“Bu seçkinin tek kolaj olmayan fotoğrafı günler sonra ilk sokağa çıktığım sabahtan bir yansıma öz-portresi. Dümdüz yürürken sağıma baktığım bir an meyvesi, önce ayna takılıyor gözüme, kendimi dışarıda görmeyeli epey oldu, ama hâlâ içeride gibiyim.”
“Pembe bina ilk Birce’nin dikkatini çekiyor, üzerine konuşuyoruz. Bu fotoğraf o günden değil, konuştuğumuz gün gökyüzü ilginç bir ışıkta, sanki binanın üstü yok gibi algılanıyor, sanırım bu sayede daha çok ilgimizi çekiyor. Yanımda makine yok, es geçiyorum. Sonraki bir gün dijital kamerayla çekiyorum binayı, odak dağınık, renkler soğuk geliyor. Bir diğer gün filmle de çekiyorum, dik almışım hoşuma gitmiyor. Ardından siyah-beyaz filmle de çekiyorum, his iyice kayboluyor. Bazen tekrar tekrar çekiyorum bir şeyi, farklı şekillerde, hiçbiri tek başına yeterli gelmiyor. Bunu çektiğim gün ışık şaşasız, ama favori analog makinem yanımda, emin olmasam da çekmek beni rahatlatıyor. Tatminsizce yürümeye devam ediyorum, sokağın diğer kısmında yerde yamuk su giderini görüyorum. Bir önceki bina fotoğrafını çekmeseydim bu yoldan gitmezdim diyorum. Binanın olduğu fotoğraf gökyüzüne uyuşuyor, bunu sonuçları aldıktan sonra fark ediyorum. Bina fotoğrafı kendisini bir sonraki karede de üretmeye devam etmiş oluyor.”
“Balkonuma giren kuşu flaş biraz hareketlendiriyor, ancak bu hareket açmış olduğum camdan kendisini çıkarmasına yaramıyor. Epeydir evime giren ilk canlı. İçeriye, bilgisayar başına dönüyorum rahat bırakmak için onu, uzun süre beraberce oturuyoruz, uzaklaşa, arada göz göze geliyoruz, benim açımdan her şey yolunda ama onun pek hoşuna gitmiyorum, sanıyorum.”
“Son poz Galata Köprüsü’ne bakan deniz kenarı insanları. Bu noktaya gelene kadar son kareyi tutuyorum, ama artık fotoğrafçıya az kalıyor, Son kare gerginliğini bitirmek adına geldiğim tarafa doğru arkamı dönüyorum, Galata Köprüsü, balıkçılar, deniz, tramvay, uzakta kule, önümde Eminönü, Sirkeci, yıllarıdır aynı rota, apayrı ben, önünde yollar beliren. Balkonumdaki kuşla benzeşiyor hisler, çıkmak istese çıkabilen ama çıkmamayı yeğleyen türden.”
Nilipek.
“Analog fotoğrafçılığın hissiyatını ifade etmek için bir anlık durma sanırım en net özet olabilir. Zamanı dondurma hâlâ hissettiğim bir şey analog fotoğrafta. Ama dijitalde, daha doğrusu telefon fotoğraflarında her şey akmaya devam ediyor gibi.”
“Uzun yürüyüşlere çıkmayı, etrafıma bakmayı seviyorum. Bir süredir akademik çalışmalardan pek yapamadığım bir şeydi, haliyle kafamı evden çıkarabildiğim, insanlarla karşılaştığım her an benim için çok değerli hâle geldi. Fotoğrafları çekerken de aslında şaşkın şaşkın etrafıma bakıyor, normal zamanda belki beni rahatsız edecek kalabalıklara, binalara, yüksekliklere seviniyordum.”
“Sıcak bir gündü. Yanımda Berkay ve köpeğimiz Fıstık da vardı. İnsanları sırtlarından çekmeyi seviyorum; yüz olduğu zaman insan ilk yüze bakıyor, ama yüz olmadığında insanların duruşları ayrı bir duygusal ifade hâline geliyor. Bir yandan da, özellikle analog fotoğraf çekerken kafamı kaldırıp bakmayı seviyorum. Kısa binaların, ağaçların arasından yükselen gökdelenler, bazen karşılaştığım, çok az göze çarpan küçük süslemeler, güneşin yaprakların arasından ışıldaması, trafik ışıkları… Hayatın kendi içinde bir akışı olduğunu ve ufak, bazen göze çarpmayan detaylarla ışıldadığını hissediyorum vizörden bakarken.”
“Analog fotoğrafçılığın hissiyatını ifade etmek için bir anlık durma sanırım en net özet olabilir. Zamanı dondurma hâlâ hissettiğim bir şey analog fotoğrafta. Ama dijitalde, daha doğrusu telefon fotoğraflarında her şey akmaya devam ediyor gibi. Yani nasıl anlatabilirim, belki o ânı hatırlamak için, ama o ânın duygusunu, o an olanı, o insanları dondurmak ve sarıp sarmalamak başka bir duygu. Dijital makine kullanırken de çok farklı değildi aslında, bu his yine vardı. Analogda buna bir de fotoğrafları görene kadar geçen zaman ekleniyor; bir bakıyorum sanki etraftan bir sürü şey toplayıp bir sandıkta saklamışım, kapağı açıyorum ve oradalar.”
“Fotoğraf çekmek çok uzun zamandır aktif olarak yaptığım bir şey değil, ama eskiden hem bir saklanma hem de bir gözlem aracıydı benim için. Özellikle anlık duygu ifadelerini ya da değişimlerini yakalamayı seviyorum. Önceden bulunduğum ortamlarda kimseyle konuşmadan hayalet gibi gezerek yaptığım bir şeydi, şimdi bizzat o makinenin arkasında olmak diyalogun kendisi gibi.”
“Ben insanlara yaklaşmaktan, canlarını sıkmaktan çekinirim çoğunlukla. Haliyle fotoğraflar da genelde uzaktan, fark ettirmeden gözleyen birinin gözünden çıkıyor. Sıradan olana, gündelik olana büyük bir sevgim var, büyük meselelerde de, atıyorum konser fotoğrafı çekerken de, aslında yine hayata dair ifadeleri, bağlantı anlarını, gülüşleri yakalamayı seviyordum.”
“Havadislere gelince, Mektuplar’ın canlı versiyonunu çekmiştik, video video yayınlamaya devam ediyoruz. Vesileyle ikinci bölümün canlı versiyonları da içeren extended edition’u çıkacak. Onun dışında da bazı işbirlikleri var çok heyecanlandığımız…”
Sadi Güran
“Analog fotoğraf da elimin değdiği pek çok medyum gibi hikâye anlatmada sevdiğim bir araç. Babam fotoğrafçıydı ve karanlık odası olan bi evde büyüdüm. Oradan gelen duygusal bir yakınlığım var. Hatta o karanlık odanın malzemeleri sayesinde annem, okuduğum lisede fotoğraf bölümünün açılmasına ön ayak olmuştu.”
“Mutlu’nun apokaliptik zamanlarda yalnız kalmış bi görev erini canlandırdığı fotoğraflar çektik. Askerdeyken yazdığım ufak bi hikâyeden yola çıktık aslında. Öncesinde evde biraz kostüm bakınıp, dikip boyayıp birşeyler hazırladım. Benim için işin asıl zevkli kısmı bu oluyor genelde. Bir şeyleri illüstre etmek, ortamlar, karakterler yaratmak.”
“Analog fotoğraf da elimin değdiği pek çok medyum gibi hikâye anlatmada sevdiğim bir araç. Babam fotoğrafçıydı ve karanlık odası olan bi evde büyüdüm. Oradan gelen duygusal bir yakınlığım var. Hatta o karanlık odanın malzemeleri sayesinde annem, okuduğum lisede fotoğraf bölümünün açılmasına ön ayak olmuştu.”
Er: Mutluhan Kasap
Zeynep Özkanca
“İstanbul’a döndükten birkaç gün sonra Ada’da çekmiş olduğum fotoğraflar banyodan geldiğinde ve fotoğraflara baktığımda, o ‘an’da göğsüme düşen o his hiç uğramıyor. Belleğimde özel bir muamele gören ‘en mutlu anlarım’ gibi ayrıcalıklı bir yer edinemiyor o fotoğraflar. Onları da diğer fotoğraflar gibi arşivime yolluyorum. Hatırlamak için fotoğraf çekmediğimi söyleyebilirim. Hatırlatmak için belki ama hatırlamak için değil. Kulağa biraz kibirli geliyor olabilir.”
“3 kadın ve 3 köpek, Büyükada’da kocaman bahçesi ve ormana bakan balkonu olan 2 katlı eski bir ada evindeyiz. Azra’nın önerisi ile aldığımız ‘pembe asitli şarap’ eşliğinde sohbet ediyoruz. Nelerden bahsettiğimizi zerre hatırlamıyorum. Ormana bakan o balkondayız. Gün batmak üzere. Bir anda göğsüme bir his düşüyor: ‘Şu anda gerçekten çok mutluyum’.”
“İstanbul’a döndükten birkaç gün sonra Ada’da çekmiş olduğum fotoğraflar banyodan geldiğinde ve fotoğraflara baktığımda, o ‘an’da göğsüme düşen o his hiç uğramıyor. Belleğimde özel bir muamele gören ‘en mutlu anlarım’ gibi ayrıcalıklı bir yer edinemiyor o fotoğraflar. Onları da diğer fotoğraflar gibi arşivime yolluyorum. Hatırlamak için fotoğraf çekmediğimi söyleyebilirim. Hatırlatmak için belki ama hatırlamak için değil. Kulağa biraz kibirli geliyor olabilir.”
“Adadan dönüşümün 1. haftasında o gün Ada’da birlikte olduğumuz Beril’e o ‘an’ı kastederek ‘Uzun zamandır kendimi hiç o kadar mutlu hissetmemiştim gerçekten.’ yazmama sebep olan şey kesinlikle bu fotoğraflar değildi. Dönüşümde koşarak gidip alıp dolaba koyduğum ‘pembe asitli şarap’ idi. Zaten hatırlamak için almıştım.”
“Bu fotoğraflar o ‘an’ın öncesi ve sonrasındaki 3 gün içinde çekildi.”
“3 kadın, 3 köpek, gün batımı ve pembe asitli şarap.
Ve göğsüme düşen o his.
Başka bir şey hatırlamıyorum.”
Ceylan Ertem
“Köy hayatını çocukluğumdan beri çok severim ve çocukluğumun yarısı da köyde geçmiştir, Sapanca’da Yanık köyünde. Bu geri dönüşü; Taksim’de, Beyoğlu’nda, Kadıköy’de ve çevresinde geçen 20 yıldan sonra dört gözle bekliyordum. Sonunda böyle bir ortama dönebildiğim için çok mutluyum. Bunun kutlaması olarak da görebiliriz çektiğim fotoğrafları.”
“Sergide yer alan fotoğrafları yeni taşındığım Kılıçlı köyünde çektim. Köy hayatını çocukluğumdan beri çok severim ve çocukluğumun yarısı da köyde geçmiştir, Sapanca’da Yanık köyünde. Bu geri dönüşü; Taksim’de, Beyoğlu’nda, Kadıköy’de ve çevresinde geçen 20 yıldan sonra dört gözle bekliyordum. Sonunda böyle bir ortama dönebildiğim için çok mutluyum. Bunun kutlaması olarak da görebiliriz çektiğim fotoğrafları.”
“2 ay evveldi, birkaç arkadaşım beni yeni evimde ziyarete gelmişlerdi. Bir yürüyüşe çıkmıştık; o yürüyüşte karşıma çıkan hayvanlar, enteresan evler, köy halkı fotoğrafları aslında bunlar. Daha elimde çok kare var ama aralarından seçebildiklerim bunlar.”
“Galiba son 20 yıldır memleketin en büyük şehrinin, en önemli şehir merkezlerinde geçti hayatım. Şarkıcılık, şarkı yazarlığı konusunda şehrin bana kattıkları yadsınamaz ancak dediğim gibi içimde hep o ağaçlar, kırlarda geçen saatler, doğaya uzun uzun bakmalar, dağ, orman aşkı hep ağır bastı. 20 yıldaki neredeyse bütün üretimlerimi fotoğraf ya da video ile anlatmam gerektiğinde genel olarak hep ağaç önünü, bir orman içini tercih ettim. Hatta 2 video klibimde şehirden koşarak kaçan ve doğayla mutlu olan bir insanı konu almışızdır. Galiba dış dünyaya aslında doğru olan bu, binalar / beton bizi mutlu etmeyecek, bizi insanlardan da çok mutlu edecek yaratıklar hayvanlardır demeye çalışan bir Ceylan var galiba. O nedenle de sanki fotoğraflara bu yansıyor.”
“Önümüzdeki günlere dair paylaşabileceğim havadislerle ilgili de aslında Bant Mag.’ın yaratıcılarının, yani Sadi, Hakan ve Aylin’in çok iyi bildiği gibi; şarkıcı, şarkı yazarı, müzisyen insanları beraber yaşadığı hayvanlarla fotoğraflamak ve bunu bir sergi olarak insanlarla paylaşmak hayalim var. Sezen Aksu’dan Hayko Cepkin’e, Korhan Futacı’dan Cenk Erdoğan’a herkesten söz aldım. Herkes, Mamiya’mın karşısına geçmek için şu anda hazır. Konserler ve bütün işler biraz durulduğunda, sanırım sonbahar – kış aylarında bu projeyi gerçekleştirmek gibi bir hayalim var. Fotoğrafla ilgili hayalim bu. Müzikle ilgili zaten hiç durmadan yoğun hayaller ve projeler devam ediyor. Onları zaten duyururum.”
“Sanırım kendimle ilgili keşfettiğim yeni bir şey yok. Sadece daha güçlü olduğumu, psikolojik olarak çok daha iyi hissettiğimi ve sanki her şeyin üstesinden gelebilir bir Ceylan’a doğru yürüdüğümü hissediyorum. Bu da artık 40 yaşın getirdiği bir armağan olsa gerek, hayatın bana verdiği.”
Aylin Güngör
“Benim için fotoğraf iç dünyamdaki değişimden etkilenmiyor. Orada hep tuhaf ama afacan bir dünya peşindeyim. Bana genelde çirkin bir ortamdan da güzel bir his çıkabilir mi acaba diye düşündürtüyor.”
Sergide yer alan fotoğraflarına dair
“Pandemi kapanması tam bitmeden İstanbul’dan birçok kez uzaklaştım ve daha önce gitmediğim tuhaf yerlerde buldum kendimi. Sessiz ama büyüleyici Göynük Kanyon’u aralarındaki gözdem oldu. Daha evvel görmemiştim ve görmem gerektiğini de düşünmemiştim. Delirtici güzellikte bu kanyonda bira patates ve bir görsel şölen…”
“Bozyazı – Silifke yolu üzerinde Yoğunduvar’da bir orman yangınına denk geldim, çok üzülerek izledim, çektiğimi hatırlamıyorum bile.”
“Ve bir de Ege’den Ildırı, Urla, Çiçekli Köy tarafları…”
Analog fotoğrafçılık hissiyatının günümüz dijital dünyasında onun için taşıdığı ayrışmaya dair
“Benim için ikisi çok ayrı dünyalar. Ben daha çok analog kameralarımla yaşıyorum. Dijitalleri de ayıp olmasın diye taşıyorum. İkisinin hissi çok başka benim için, ben aynı fotoğrafçı kişi olamıyorum. Kadrajım ve pozisyonum, detaylar her şeyi başka yorumluyorum. Analogda sevdiğim hissi, dijitalde filtreler uygulayarak bulmayı hiç sevmiyorum. Örneğin dijital olacaksa bence çok keskin, en berrak, fevkalade canlı olmalı.”
Fotoğraf makinesinin arkasında olmanın nasıl hissettirdiğine dair
“Eğer ki iş için bir çekim yapmıyorsam bana görünmez hissettiriyor.”
İç dünyasının fotoğrafladığı dış dünyalara nasıl yansıdığına dair
“Benim için fotoğraf iç dünyamdaki değişimden etkilenmiyor. Orada hep tuhaf ama afacan bir dünya peşindeyim. Bana genelde çirkin bir ortamdan da güzel bir his çıkabilir mi acaba diye düşündürtüyor.”
Muhsin Akgün
“Çektiğim fotoğraftan ziyade, yıllar sonra kullandığım analog makine ile mücadele ettiğimi hatırlıyorum.”
“Çektiğim fotoğraftan ziyade, yıllar sonra kullandığım analog makine ile mücadele ettiğimi hatırlıyorum. O kadar hızlanmışız ki bu makineler çok yavaş geliyor artık. Pozlama, netlik vs. derken fotoğrafları kaçırmışımdır ki dijital makinemi halen manuel ayarlarda kullanmama rağmen. Romantik bir durum olmadı yani bende, dijitalden devam!”