ÇIFIT: Cesaret sorunsalı, overdesign, Aftersun'ın tortuları

Görüyoruz, beğeniyoruz, dinliyoruz, ilgileniyoruz, kızıyoruz, yiyoruz, bayılıyoruz, okuyoruz, etkileniyoruz, şaşırıyoruz, sonra aramızda muhabbetini çevirmekle kalmayıp sizinle paylaşıyoruz. 

“Cesaret” sorunsalına Aleyna Tilki’den net yanıt

Bazen birisi bize ne kadar da cesur olduğumuzu söylediğinde hiç de iyi hissetmeyiz. Sanki bulunmamamız gereken bir yerde durmuşuz, aslında tutmamamız gereken bir alanda ısrarcı olmuşuz demeleriyle aynı kapıya çıkmış gibi gelir. “Ne kadar cesursun” cümlesi “Neye güvenerek bu yaptığını yapıyorsun, hiç anlayamıyorum.”, “Ne gerek var bu kadarına?” ya da “Eğer ben senin gibi olsaydım asla böyle yapamazdım.” gibi cümlelere tercüme olur. Cesurluk unvanlarıyla ilgili sinir bozma potansiyeli taşıyan daha birçok şeyden bahsedilebilir aslında. Kısacası bu unvanın her zaman minnetle karşılanacağını, karşıdakini iyi hissettireceğini varsayıyor olamayız. Hele ki söz konusu baskı düzenlerinin darlayıp sıkıştırmaya çalıştığı, haklarını yok saydığı özneler olunca. Yani var olmanın dahi cesaret gerektirdiği baskıcı ortamlarda gerçekten de var olmaya çalışanların “cesaretleri” midir sorgulanacak şey? Dönüp esasen işlenen devasa ayrımcılık suçlarını sorgulamak gerekmez mi? Rahat nefes almayı sürdürenler için gerekmediğini açıkça görüyoruz işte.

Türkiye’de çok uzun yıllardır sahne bulamayan, sansürlenen, yasaklanan pek çok konser, tiyatro, film oldu, oluyor. Üç yıldır yasak üstüne yasaklarla tırmandırılan bu gidişat son aylardaysa zirve yapmış durumda ve son sürat ilerlemeye de devam ediyor. “Cesur” olan sanatçılar işlerini yapmaya, söz söylemeye çalışıyor. Bazı başka “cesurlar” haklı tepkilerini ortaya koyuyor. Gelelim konumuza… Birçoklarının gık çıkarmadığı, İstanbul’da 18 Eylül’de düzenlenen LGBTİ+ karşıtı yürüyüşe tepkisini gösteren paylaşımı nedeniyle Çorum’un Osmancık Belediyesi tarafından Aleyna Tilki’nin de konseri iptal edilmişti. Geçen gün televizyon karşısında zap yaparken bir magazin programında kendisiyle yapılan röportaja denk gelince hemen durdum. Meşhur dış ses, “Ve konu Aleyna Tilki’nin zaman zaman yaptığı cesur paylaşımlara geliyor…” şeklindeki girizgâhını yaptı. Aleyna’ysa bu soruyu öyle net ve iyi bir cevapla karşıladı ki güne puanımı bir anda yükseltti. Kendisine verilmeye çalışılan ama almayı reddettiği “cesurluk” denen unvanı bir kez daha şu sözleriyle sorgulattı: “Benim paylaştıklarımı paylaşmayanların daha cesur olduğunu düşünüyorum. İnsanlık ayıbı işliyorlar çünkü!” İşte bu kadar basit. Sonrasında röportajı YouTube’da arattım, videoya “Aleyna Tilki’nin cesur paylaşımları hakkında cesur yorumu!” başlığını koymazlar mı. Ekin Sanaç

Her eve lazım değil galiba: Project Ironside

Kutu oyun ve FRP meraklıları Cloud Puncher Games ismine aşina olabilir. Geçtiğimiz yıllarda oyun tutkunlarına yönelik raf sistemi tasarımıyla isimlerini duyurmuşlardı. Yeni bir projeyle geri döndüler: Geekler için şekilden şekle giren, modüler bir board game masası! Project Ironside adı verilen tasarım, 4-8 kişi aralığında oyunlara uygun şekilde düzenlenebiliyor. Yüzeye boyut katmak üzere yükseltici sistemler, yiyecek içeceklerin “güvenli şekilde” koyulabileceği alanlar, oyundaki parçaları ya da kartları dizebileceğiniz bölmeler, zarların masada kalmasını sağlayacak kenarlıklar gibi hemen her oyun seansında ihtiyaç duyulacak detaylar düşünülmüş. Günler süren serüvenler de unutulmamış, oyunu kaldığı gibi muhafaza etmek üzere bir kapatıcı sistem de eklenmiş. Üstelik kurulumunun da ortalama bir IKEA mobilyası kadar kolay olduğu söyleniyor. Hatta ekip, kurulumun maksimum beş dakika süreceği iddiasında. İki masayı bir araya getirerek 10 kişi için ideal MEGA-TABLE da kurulabiliyor. Fiyatı da TL’ye çevirmediğiniz bir senaryoda makul bir düzeyde tutulmuş: 400 dolar.

Belirtmekte fayda var, Project Ironside eşine az rastlanır bir kitle fonlama kampanyasıyla gerçek oluyor. Bundan yaklaşık iki ay önce, 50 bin dolar hedefiyle açılan Kickstarter çağrısı deyim yerindeyse bir kasırga etkisi yarattı. Nitekim yalnızca altı saat geçtiğinde, 1 milyon dolar toplanmıştı. 12 Ekim’de sona eren kampanya, toplam 4.500 destekçiyle 4 milyon dolara ulaştı. Kutu oyun tutkunları için çok cezbedici bir tasarım olduğu, yıllardır olagelen bir sürü çıkmaza çözümler ürettiği aşikar. Her eve lazım asla değil, 400 dolarlık fiyatıyla lazım olsa kaç yazar ama birtakım evlerin de en işlevsel mobilyası olacaktır elbet. Cem Kayıran

Hisler, hisler ve hisler…

Charlotte Wells’in, bir baba kızın birkaç günlük yaz tatiline mercek tuttuğu ilk uzun metrajı Aftersun’ı Ayvalık Film Festivali’nde izlemekle kalmayıp Bant Mag. okuyucularına da heyecanla anlatmıştım. Altın Portakal, Filmekimi derken dünya prömiyerini geçtiğimiz mayısta Cannes’da yapan filmin namı Türkiye’de de dalga dalga yayılıyor; bana son birkaç yılın en etkileyici seyir tecrübelerinden birini yaşatan Aftersun, sinemasal büyüsüyle başka ruhları da ele geçirmeye devam ediyor. Filmi görenlerin arasında oluşan tuhaf bağın bir ucundan tutmak, bu vesileyle tanıdığım ve tanımadığım insanlarla aynı his kuyusunda buluşmak oldukça iyileştirici. İzleyeli tam 25 gün olmuş; sürekli kendini hatırlatmaya, dönüşen duygularla etrafımı sarmaya, zihnimde yer kaplamaya devam ediyor. 

Durduk yere (mi acaba?) gözünüzün önünde bazen filmden bazen de kendi çocukluğunuzdan bir sahne belirdiğini ve aynı anda onunla ilişkilenen yoğun bir hissin kalbinizin içine sızdığını, kanınıza karıştığını düşünün; bunun haftalar boyunca, defalarca tekrarladığını düşünün. Ne büyük bir güç değil mi? İzleyicisini, hayatla bağı ellerinden istemsizce kayıp giden bir baba ve tüm bunlardan habersiz, ona ve kendi yaşamına sıkı sıkıya tutunmaya çalışan, meraklı bir kız çocuğunun arasında bitmeyen bir empati döngüsüne sokan Aftersun’ı özel kılan en önemli etkenin, yönetmenin incelikle inşa ettiği sezgisel sinema dili olduğu söylenebilir. Filme bu denli teslim olunca, üreticisinin zihninden başka nelerin çıktığına, bu dilin nasıl oluştuğuna merak duymamak kaçınılmaz oluyor tabii. İlgililere duyurulur: Yönetmenin serüvenine dair taşları yerine oturtacak iki Charlotte Wells kısasına Vimeo üzerinden göz atılabiliyor. Aftersun’daki Sophie’den yaşça daha büyük bir kız çocuğunun, babasının ardından tuttuğu yası konu edinen Tuesday, aynı hikâye üzerinde zaman yolculuğu yaptırmış gibi hissettiriyor. Belli ki Wells bu duyguyu çok iyi biliyor. Laps ise bir metro yolculuğu esnasında tacize maruz kalan bir genç kadına, olabildiğince “yakın”dan baktırıyor. Aftersun’ın biçimsel tercihleriyle ilgili çokça deneme görebileceğiniz, nefesinizi kesecek bir beş dakika olarak özetlenebilir. Başından benzer hikâyeler geçenler için tetikleyici unsurlar barındırabileceğini söylemeden geçmemeli. İzlemeye niyetlenenlere iyi seyirler. İlayda Güler