Deprem bölgelerinde salgın hastalık riskleri: Neler yapılmalı?

Fotoğraf: Çağlar Oskay

6 Şubat depremleri ve takip eden süreçte yaşananların ardından; erişilebilir tuvalet, temiz su, hijyen malzemeleri gibi ihtiyaçların hâlâ karşılanmaması sonucu depremden etkilenen bölgelerde salgın hastalık uyarıları sürüyor. Birçok kuruluşun raporlarında bulaşıcı hastalıkların yayılma potansiyeli açısından kritik süreç olarak tanımlanan ilk dört haftanın sonuna yaklaştığımız günlerdeyiz; konunun aciliyeti ortada. Sorumluluk sahibi kişileri sorunlar ile yüzleştirmeli, yetkililerden hesap sormalı; bir yandan da alternatif seçeneklere ve senaryolara dair bir an önce bilinç artırmalı.

Deprem bölgelerinde yaşanan içme suyu ihtiyacı ve bölgedekilerin yaşamlarını sürdürmeleri için gerekli olan seviyelerin altına düşen su stoğu; salgın hastalık riski için düzenli desteklerin sürmesinin ne kadar kritik olduğunun göstergesi.

Bu dosyada salgın hastalık risklerine ilişkin çalışmalarını sürdüren sivil toplum inisiyatifleri, gönüllü oluşumlar ve sağlık profesyonellerinin seslerini yankılıyoruz.

Doğal afetler ve “olağanüstü durumlar”da görülen salgın hastalıkların nedenleri

Afet, toplumun doğal yaşam dinamiklerini kısa bir süre içinde değiştiren ve insanın uyumlanma becerisine dair gözdağı veren çeşitli olaylar için kullanılan bir terim olsa da kendisini temelde bir şemsiye kavram olarak ele almak mümkün. Günümüzde artık deprem, sel ya da kuraklık gibi doğal addedilen afetlerin dahi insanın tabiata “karşı” konumlandığı yer ve insan dışı türler ile kurduğu hiyerarşik ilişkilerin bir yansıması olarak ortaya çıktığını biliyoruz. 

Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin açık kaynaklarında depremler gibi afetler sonrasında ortaya çıkan salgın hastalıkların olası nedenleri; su, kanalizasyon, elektrik gibi altyapısal hasarlar; kalabalık, kötü yaşam koşulları; gıda ve çevre denetimi dâhil aksayan rutin sağlık hizmetleri; dezenfektan, ilaç, aşı lojistiğinde bozukluklar; çevre değişiklikleri, yiyecek sıkıntısı, soğuk hava gibi ruhsal ve bedensel zorlanmaların direnci düşürmesi; bölgeye dışarıdan gelenlerin taşıyabileceği yeni patojenler ve yetersiz yönetimin sebep olduğu karmaşa olarak sıralanmış.   

Bölgedeki ulaşılabilir kaynakların yetersizliğine ek olarak, yerinden edilme sonucu ortaya çıkan kalabalık toplanma alanlarının gerekli insani koşulları karşılamaması, disiplini sağlama “görevi” ile gücü elinde bulunduran kolluk kuvvetlerinin koordinasyon eksikliği içeren faaliyetleri, iktidarın başı çektiği kamu kuruluşlarının elindeki kaynakları adil paylaştırmaması gibi pek çok endişe verici başlık da bu konuyla yakından ilişkili ve mevcut problemlerin katlanarak artmasıyla yüzleştiriyor bölgedeki her bir afetzedeyi. İlgili literatür, insani yardımların daha karmaşık, daha uzun süreli ve ele alması daha zor biçimlerine “complex emergencies” (karmaşık acil durumlar) diyor. Üstelik mevcut krizi “otoritenin tamamen veya önemli ölçüde bozulması”ndan kaynaklanan bir durum olarak ele alması yönüyle de dikkate değer. Daha fazla bilgi için, Türkiye odaklı çalışmalar da yapan Concern Worldwide oluşumuna erişmek mümkün. 

Afetlerden sonraki bazı enfeksiyonlar ve ilişkisel faktörler

Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Enfeksiyon Hastalıkları Kliniği’nden Salih Cesur ve Sami Kınıklı’nın derlemesine göre afetler esnasında görülen enfeksiyonlar; -afet sonrası kalabalık yaşam ortamları ile çevre koşullarının uygun olmamasına bağlı olarak- afetin olduğu gün ve sonrasında değişiklik gösteriyor. İlk hafta deri ve yumuşak doku enfeksiyonlarında artış oluyor; ilk bir ay içinde ise solunum yolu enfeksiyonları, su ve gıda kaynaklı enfeksiyonlar, çeşitli yara enfeksiyonları görülüyor. Damlacık yoluyla bulaşan influenza, kızamıkçık, kabakulak, boğmaca ve difteri gibi enfeksiyonlar ile hava yoluyla yayılan akciğer tüberkülozu, kızamık ve suçiçeği ise akılda tutulması gereken başkaca tehlikeler. Ne yazık ki alandaki bir başka önemli mücadele ise parazitlerle bulaşan hastalıklar ile travma ve yaralanmalarda uygulanan kan ve kan ürünleri ile bulaşan enfeksiyonlara karşı yürütülüyor. 

Konuya dair hazırladığı haberde DW Türkiye, kriz bölgelerinde diyabet veya kronik akciğer hastalıkları gibi temel hastalıkların da yeterince tedavi edilememesi riskini hatırlatıyor, hamilelerin ve yeni doğanların bakımına ise zorlu konular arasında yer veriyor.

Avrupa Hastalık Önleme ve Kontrol Merkezi (ECDC), Türkiye ve Suriye’de yaşanan depremlerden sonra afet bölgesi için risk oluşturacak bulaşıcı hastalıklara karşı uyarıda bulundu. Acil sağlık ihtiyaçlarının öncelikle birincil travmalarla ve sağlık hizmetlerinin aksamasıyla ilişkili olduğuna vurgu yapan kuruluş, iki ila dört haftayı bulaşıcı hastalıkların yayılma potansiyeli açısından kritik olarak görüyor ve ekliyor: “Hasar gören su ve elektrik tesisatı ile temiz suyun yanı sıra sağlık kuruluşlarına erişimde güçlükler ve gıdaların soğutulmasında yaşanan sorunlar, bulaşı artıran başlıca faktörler olarak kaçınılmaz bir öneme sahip.”

Bölgedeki soğuk havalar da özel bir endişe kaynağı. Rapora göre afetten etkilenen her türlü canlının, kalabalığın önlenemeyeceği geçici yerleşim yerlerine veya çadırkent gibi “kamp alanları”na taşınması salgın riskini artırıyor. Çünkü geçici yerleşim yerlerindeki yetersizlikler ve kalabalık; kızamık, suçiçeği, menenjit veya çocuk felci gibi aşıyla önlenebilir hastalık tehditleri ile el ele yürüyor. 

Fotoğraf: REUTERS/Thaier Al-Sudan
Salgın hastalık uyarılarına karşı neler yapılmalıydı? 

Türk Tabipleri Birliği’nin “Yanlışta Israr Eden Uygulamalar, Giderilemeyen İhtiyaçları Salgına Dönüştürdü” başlıklı deprem bülteni, kamu otoritelerinin afet sonrasında en temel ihtiyaçları dahi karşılamaktan yoksun kaldığını vurguluyor. Bölgede insanlarla birlikte tüm canlıların zarar gördüğü, köylerde hayvan yemlerine ulaşılamadığı ve hayvanların yaşamının da tehdit altında olduğu üzerinde duruluyor. Kuduz, tetanos, Hepatit B aşılamalarında -hâlâ- eksiklikler bulunuyor, ishal vakalarında artış gözlemleniyor, “çadırsızlık, tuvaletsizlik, temiz suya erişememe salgını” ilk günden beri geçerliliğini koruyor. Göçmen karşıtlığı üzerinden insan hakları ihlalleri yaygınlaşıyor ve kadın+ sağlığı konusundaki sürekli uyarılar dikkate alınmıyor. 

Dünya Sağlık Örgütü’nden, afetlerden sonraki salgınlar için risk faktörlerinin ana hatlarını belirleyen ve yerel hastalık ekolojisi bağlamında ele alan bir ekibin araştırmasına göre yerinden edilen nüfusun boyutu ve özellikleri konuyla yakından ilgili. İçme suyu kirlendikten sonra ortaya çıkabilen ishalli salgınların riski, gelişmekte olan ülkelerde çoğu sanayileşmiş ülkeye göre daha yüksek seyrediyor. Ekip, bölgesel etkilerin salgınların yayılımı üzerindeki değişkenliğini akılda tutarak, Pakistan’daki 2005 Güney Asya depreminden sonra “plansız, yetersiz donanımlı bir kampta” ortaya çıkan akut sulu ishal salgını örneğini veriyor. Üstelik sivrisinek üremesini teşvik eden bazı habitatlar; toprak kayması, ormansızlaşma, nehir barajı ve suyun yeniden yönlendirilmesi gibi karmaşık faktörlerden etkilenebiliyor. 

Ayrıca araştırmaya ek olarak sunulan tablo, doğal afetlerden etkilenen bölgelerde bulaşıcı hastalık riskini azaltabilecek beş temel adımı şöyle sıralıyor:

– Güvenli su, sanitasyon, saha planlaması sağlanmalı 
– Birincil sağlık hizmetleri karşılanmalı 
– Sürveyans/erken uyarı sistemi geliştirilmeli
– Bağışıklık düzeyi artırılmalı
– Parazit türlerine özel müdahaleler düşünülmeli. 

Tüm bunlar elbette, yereldeki durumun bilinçli bir değerlendirmesine dayanıyor. 

Türk Tabipleri Birliği de 11 Şubat’ta paylaştığı bilgi notunda bulaşıcı hastalıkların kontrolü için aşağıdaki temel önerileri yapmıştı:

– Uygun geçici barınma koşullarının sağlanması
– Uygun beslenme koşullarının oluşturulması
– Temel sağlık hizmetlerinin verilebileceği uygun birinci basamak sağlık birimlerinin kurulması,
– Rutin bağışıklama hizmetlerine başlanması
– Gebe, kadın ve kız çocuklarının acil üreme sağlığı hizmetlerine erişiminin sağlanması
– Etkilenen kişi sayısı ve özelliklerinin saptanarak kayıt altına alınması, bu kişilerin gereksinim duyduğu sağlık hizmetinin sunulması
– Temiz ve güvenli su sağlanması, atıklar, çöpler, tuvaletler, hayvan ölülerinin uygun şekilde toplanması ve zararsız hâle getirilmesi ile ilgili çevreye yönelik koruyucu sağlık hizmetlerini gerçekleştirebilmek için ilgili kurumlar ile iş birliği içinde çalışılması
– Maske tedariki ve kullanımının önerilmesi
– Dezenfektan temini ve dağıtımı.

Şimdi bu uyarıların gerekçelerini açarak 6 Şubat depremlerinden etkilenen bölgelerde nelerin yapılmadığını ve acil ihtiyaçları yineleyelim. Kaybedecek daha fazla zaman yok.

Depremlerde sürveyans

Sürveyans; salgın hastalıkların ilerleme modellerini belirleyebilmek için verilerin sürekli ve sistematik bir şekilde toplanması, analiz edilmesi, yorumlanması, yayılımlarının takip edilmesi ve uygun koruyucu önlemlerin önerilmesi süreçlerinin tamamını açıklayan bir kavram. Afet bölgelerinde karşılaşılabilecek bit, uyuz, influenza gibi salgınların yanı sıra bazı enfeksiyon hastalıklarına karşı da aciliyetle iyi işleyen bir sürveyans ağı kurulması ihtiyacının, alandan gelen bilgiler doğrultusunda belirgin olduğunun bilgisi ve bilincindeyiz. 

Türk Klinik Mikrobiyoloji ve İnfeksiyon Hastalıklar Derneği’ne göre ülkemizde Bulaşıcı Hastalıklar Dairesi tarafından yönetilen bir “Bulaşıcı Hastalık Sürveyans ve Erken Uyarı Sistemi” aslında var. Ancak deprem bölgesinde internet bağlantısının kesilmesi nedeniyle beş ilde manuel sistemler kurulmak durumunda kaldı. 16 Şubat tarihli KLİMİK Derneği Deprem Koordinasyon Kurulu raporu solunum yolu enfeksiyonu, ishal ve deri döküntüsü ile seyreden hastalıkların sıklığında -henüz- bir artış gözlenmediğini belirtse de mevcut yaşam koşullarının bulaşıcı hastalıkların ortaya çıkma riskini artırdığını ifade ediyor ve bunların önlenmesi için gereken tedbirlerin hızla alınması uyarısında bulunuyor. Kurul; “ishalli hastalıklar, solunum yolu enfeksiyonları, döküntülü hastalıklar ve sarılık olmak üzere dört ana grup enfeksiyon için sendromik sürveyans yapılması gerekli.” diyor ve her bir vakanın kayıt altına alınmasının önemine dikkat çekiyor. 

Ayrıca kapalı şişelerdeki içme sularının sürekliliğinin sağlanması, temiz kullanma suyu ve tuvalet olanağı yaratılması, el temizliği için sabunlu mendiller ve el antiseptiklerin temini, tuvaletlerin yerleşimleri ve donanımlarının uygunluğunun sağlanması, atıklarının doğru şekilde uzaklaştırılması, katı atıkların hızlı şekilde toplanması ve kemirgenlerle mücadele edilmesi de acil uyarılar arasında yer alıyor. 

Bölgede ağır yıkıma uğrayan Antakya, Adıyaman ve Maraş illerinde birincil basamak (acil sağlık hizmetleri istasyonları ve toplum sağlığı merkezleri gibi) sağlık hizmeti veren çoğu sağlık kuruluşu kullanılamıyor; 2. (devlet hastaneleri, semt poliklinikleri gibi) ve 3. basamak hastanelerin (Antakya’da sahra hastanesi gibi) şehir merkezinden uzak konumları ve deprem nedeniyle toplu ve kişisel ulaşım olanaklarının bulunmaması sağlık hizmetine ulaşımı aksatıyor. “Kısmi hasarlı” sağlık merkezlerinin hizmete devam etmesi sonucu ortaya çıkan güvenlik sorunları ve aynı raporda belirtilen “bölgedeki sağlık yöneticilerinin üst kademeye sorun iletmeme çabaları” gerekli önlemlerin alınmasını ve sürveyans çalışmalarının şeffaflığını zorlaştırıyor. 

Temiz suya koşulsuz ve bedelsiz erişim temel bir insan hakkıdır

Unutmamalı, Birleşmiş Milletler 28 Haziran 2010 tarihli Genel Kurul kararında belirtildiği üzere, “güvenli, temiz içme suyu ve yeterli sağlık koşulları hakkı; yaşam hakkı ve tüm insan haklarından yararlanmak için temel olan bir insan hakkı”. TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası, bu karara karşı Türkiye’nin çekimser oy kullandığını söylüyor. Bu, siyasi iktidarın su kaynakları üzerindeki politikaları ve afet durumlarındaki tercihlerinin sorgulanabilirliği açısından büyük öneme sahip.

Türk Tabipleri Birliği, afet ânında kişi başına düşen günlük su gereksinimini 20 litre olarak kabul ediyor. İçme, yeme ve temizlik için bölge nüfusunun gereksinim duyduğu güvenli su miktarı bu doğrultuda belirlenebilir. Denilene göre şişelenmiş su ihtiyacı karşılanamadığı ve su ihtiyacının şebeke suyundan sağlandığı durumlarda en güvenli yöntem, suyu dezenfekte etmek için bir dakika kaynatmak. Ancak sürdürülebilir olmayan çözümler yerine yetkililerin bu konuda acil önlem alması şart. 

Hayata Destek Derneği, geçici barınma merkezlerindeki su ve sanitasyon altyapısını karşılamak üzere WASH (Water, Sanitation and Hygiene/Su, Sanitasyon ve Hijyen) çalışmalarına odaklanıyor. İhtiyaç analizi tabloları üzerinden Maraş başta olmak üzere Malatya, Adıyaman ve Hatay’daki temiz su ihtiyacı taleplerine ve ped, sabun ve deterjan gibi hijyen ürünleri ihtiyacının ulaştığı korkutucu seviyeye bölge bölge göz atmak mümkün. Dernek adına 20 Şubat günü Gazete Karınca‘ya konuşan Çiğdem Usta Güner, geçici barınma alanlarındaki koşullara dair bilgi vererek “Sadece tuvaleti alıp afet bölgesine götürmek; su, sanitasyon ve tuvalet ihtiyacını karşılamak demek değil. Çünkü o tuvaletlere bir gün bakmazsanız, vidanjörü getirip temizlemezseniz bir gün içinde kullanılamaz hâle gelir. […] Hijyenik koşullara ulaşamamanın yarattığı en büyük risk şu: Bulaşıcı hastalık riskinin müsebbibi olan yer burası. Uyuz, bitlenme, kolera risk olarak önümüzde duruyor.” diyor. 

Deprem bölgesindeki kadın ve çocukların ihtiyaçlarının karşılanması için dayanışma çağrısı yaparak, mücadeleye çağıran Ekmek ve Gül inisiyatifi de bir kez daha belirtiyor: Kadınlar açısından hijyen hâlâ en büyük problem. Aktarılana göre bazı bölgelerde depremin 16. gününde sular hâlâ kesik, zaman zaman akan su da kirli ve çamur gibi. Suyun kullanılmamasına dair pek çok uyarı geliyor, suya erişimi olmayan ve temiz su ihtiyacı karşılanamayan insanlar kirli suyu kullanmaya mecbur kalıyor.

Fotoğraf: REUTERS/Nir Elias
Bölgedeki gıda ürünlerinin güvenliği, tuvalet ihtiyacı ve bazı tehlikeler

TMMOB ve Gıda Mühendisleri Odası tarafından yapılan saha gözlem tespitleri, “kamu otoritelerinin koordinasyonsuzluğu” sebebiyle beslenme, su ve sağlık hizmetlerinde yaşanan sorunları aktarıyor. Bu durum gıda güvenliği ve insan sağlığı riskleri, saha kargaşası, yardımların birçok merkez dışı noktalara ulaşamaması gibi olası sonuçları kar topu misali büyütüyor. Denetleme yetkinliği olan gıda mühendisleri ile teknikerlerin AFAD ve Kızılay başta olmak üzere, yetkililerce alana yönlendirilmediği / görevlendirilmediğini belirten rapor, gıda kaynaklı hastalıklara sebep olan patojenlerin bulaşma ve üreme hızlarını artırabilecegine dair uyarıyor. 

Alanlara daha fazla dezenfektan ve hijyen ürünü sevk edilmeli, kullanım suyu için daha fazla arazöz ve tanker tedarik edilmeli, atıkların toplanması için daha fazla çalışma yapılmalı, ulaşılabilir-kompost tuvalet ihtiyacı giderilmeli. Daha fazla bilgi için Tece Mimarlık’ın “Acil Tuvalet” yapım rehberi ve Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği’nin açık kaynaklarına ulaşmak mümkün.

Sağlık merkezleri ve profesyonellerinin karşılanmayan ihtiyaçları 

Türk Tabipler Birliği, 27 Şubat tarihinde Adıyaman, Hatay ve Malatya İlçeleri; Kahramanmaraş Aile Sağlığı Merkezleri (ASM); Malatya-Kahramanmaraş Geçici Yerleşim Alanları Hızlı Değerlendirme Raporları’nı yayımladı.

Maraş’taki kimi Aile Sağlığı Merkezleri’nde hâlâ su ve doğalgaz hizmetlerinin verilmediği, sağlık çalışanlarına düzenli yemek temin edilemediği ve bu merkezlerin öncelikli çalışma alanları olan üreme sağlığı ve aile planlaması hizmetlerinin durma noktasına geldiği anlatılıyor. Üstelik malzeme eksikliği nedeniyle deprem öncesinde de bu alanlarda faaliyet gösteremeyen merkezlerin sayısı hayli yüksek. Raporda sağlık hizmeti sunumunun hızla çadırlardan konteynerlere aktarılması, aşı dağıtımının bir an önce yaygınlaştırılması, sağlık kurumlarının deprem güvenliğinin gözden geçirilmesi, çalışmaya başlayan sağlık kurumlarına doğum kontrol malzemesi dağıtılması gerekliliğinin altı çiziliyor.

Adıyaman (Merkez, Gölbaşı ve Çelikhan) ve Malatya (Doğanşehir) bölgelerinden aktarılan raporda ise bölgenin coğrafi özellikleri ve kalan nüfusuna dair bilgilerin ardından öncelikli sorunlar ve yapılması gerekenler sıralanıyor. Bölgede suyla bulaşan hastalık sorunu sıkça duyulmasa da astım krizi, üst solunum yolu enfeksiyonları ve kaşıntı en çok söylenen hastalıklar arasında. Ancak uyuz vakası gibi herhangi bir salgına/bulaşıcı hastalığa -henüz- rastlanmadığı ifade edilmiş. Bölgede sağlık hizmeti olmayan büyük, “sayısı belirsiz ve düzensiz” çadırkentlerin varlığı özellikle ifade ediliyor; Ulusal Medikal Kurtarma Ekibi’nin çadırlarında ve çalışır durumdaki hastanelerde ise görev yapan sağlık personelinin acil ihtiyaçları belirtiliyor. Özellikle barınma, hijyen, tuvalet, banyo koşullarının çoğunlukla kötü veya yetersiz olmasının yanında bazı çadırkentlerin ambalajlı su ve gıda ihtiyacının karşılanmadığı görünüyor. Bütün çadır yerleşimlerinde yeterli sayıda temiz tuvalet, temiz banyo ve çamaşırhane ihtiyacı sürüyor. 

Bu ihtiyaçların karşılanabilmesi için özellikle deprem bölgelerinde kalan nüfusun saptanmasına dair uyaran TTB; genel bir sayım ve tespit yapılması için çağrıda bulunuyor. Özel ihtiyaçlara dair taramaların da bir an önce yapılması şart. Sağlık çalışanlarının kalacak yerle ve temizlikle ilgili sorunları sürüyor; bazı tedavi edici hekimlik hizmeti ve ayrı bir ekip tarafından verilen halk sağlığı hizmeti (aşılama taramaları gibi) çalışmalarının başladığı ifade ediliyor. Köylere periyodik olarak (haftada bir veya iki) gezici sağlık hizmeti gönderilmesi gerekiyor. Fransız Sahra Hastanesi gibi donanımlı bir hastanenin 8. gün hizmete başlaması nedeniyle kapasitesi ve uzmanları yeterince kullanılamadığı ve hastanede herhangi majör bir müdahale yapılmadığı aktarılırken, çalışmalar daha erken başlayabilseydi hem travma cerrahisi uzmanlığından hem de yatak kapasitesinden yararlanılabileceği de ortaya dökülenler arasında.