Asad Faulwell zor işlerden korkmuyor. O yüzden Cezayir Bağımsızlık Savaşı’nda savaşmış kadınlar gibi bir konuya yoğunlaştığında, her şeyi bırakarak hayal ettiği şeyi hayal ettiği gibi hayata geçirmek için gerekli zaman ve emeği harcıyor. Eserlerine insanın gözünü alan detay ve olağanüstü karmaşayı katan da bu çalışkan özelliği. Onunla sohbet etme şansını elde ettiğimizde uluslararası sergisi “Les Femmes D’Alger”den bahsettik…


“Les Femmes D’Alger”in seriyi yaratmana ilham olmuş belirli bir bağlamı ve öyküsü var. Bize biraz bu öyküden ve neden bu konu hakkında sanat yapmaya karar verdiğinden bahsedebilir misin?
Serinin orijinal ilhamı Gillo Pontecorvo’nun The Battle of Algiers filmiydi. 2007’de filmi gördüğümde post-kolonyal hareketler ve Cezayir Bağımsızlık Savaşı zaten ilgimi çok çeken konulardı. Özellikle de üç genç kadının kontrol noktalarından bomba geçirip Fransız mahallesine yerleştirdiği ve Fransız vatandaşları öldürdükleri sahne ilgimi çekiyordu. Film kolonicilik, şiddet ve kadın-erkek eşitsizliği konularını işleyiş biçimiyle üzerimde kalıcı bir etki bıraktı. Filmi izledikten sonra bu konu hakkında çalışma üretmek istediğimi biliyordum ancak yeterli bilgim var mıydı? Cezayir Savaşı’na dâhil olmuş olan insanları, özellikle de kadınları araştırmakla iki-üç yıl geçirdim. Bulduğum şey, olaylara dâhil olmuş çoğu kadının Fransızlar tarafından yakalanıp, işkence görüp, cinayetten hüküm giymiş olduğuydu. Savaşın sonunda, affedilmeden önce hepsi hapse girmişti. Serbest bırakılmalarının ardından artık bağımsızlığını kazanmış Cezayir’e döndüklerinde, devlet pozisyonlarına dâhil edilmemişlerdi, çünkü birçoğu kadındı.

Bu kadınların asker olarak kullanılıp ihtiyaç kalmadığında kenara atılması bana çok ilginç geldi. Aynen Fransızların Cezayirli Zouaveleri muharebede ön saflara koyması ve kullandıktan sonra eşit hak tanımamaları gibi. Sanırım bu kadınlar, yeni Cezayir’deki kadınların hakları için de savaştıklarını düşünüyordu.

Bu araştırma sürecinde bulduğum çoğu fotoğraf şu anki seri için ilham kaynağı oldu. Savaş, şiddet ve en insanlık dışı ve sert davranışların yüceltilmesinden bahsetmek istedim. Cinsiyet ayrımına değinmek istedim, özellikle sömürgeleşmiş dünyada. Aynı zamanda sanat tarihini referans almak istedim. Serinin adı, “Les Femmes D’Alger”, Delacroix ve Picasso’nun önceki işlerine gönderme. Picasso ve Delacroix, anonim kadınları egzotik ve erotikleştirilmiş sahnelerde betimlerken ben belli Cezayirli kadınları güçlü, karmaşık savaşçılar olarak betimlemeyi tercih ettim.

Image
Image

Araştırma süreci nasıldı? Düşünme ve çalışma şeklini değiştiren spesifik bir bilgi veya hikâye var mıydı?
Araştırma süreci uzun ve yavaştı. Alistair Horne’un bu kadınlardan kısaca bahsettiği A Savage War of Peace kitabını okudum. Frantz Fanon’dan The Wretched of the Earth’ü okudum. Bazı kadınların adının geçtiği iki akademik makale buldum ve isimlerini takip ederek fotoğraflarına ulaştım. Aynı zamanda kadın savaşçılardan biri olan Danielle Minne’in yazdığı Fransızca bir kitap buldum. Bu kitapta birçok kadının ismi ve iyi kalitede fotoğrafları vardı. Bu süreçten geçerken öğrendiğim ana şey, bu hikâyenin ne kadar karışık, ahlaki değerlerin de ne kadar bulanık olduğuydu. Daha çok şey okudukça bu kadınların psikolojileri ilgimi daha çok çekmeye başladı. Savaş ve sonrasında neler yaptıklarıyla ilgili bilgi toplamakla yetinmek yerine nasıl insanlar olduklarını ve ne hissettiklerini bilmek istiyordum. Bu yüzden gözlerinden akan yaşları çizmeye başladım. Baş ettikleri olağanüstü acıyı ifade etmenin bir yolunu bulmak istemiştim.

İşlerinin çok belirli bir tarzı var. Canlı renkler, çok karmaşık, ince işlenmiş arka planlar ve soluk, gri ve mavi ten, kadınların neredeyse cansız yüzleri… Bu kendine has görsel estetiği nasıl geliştirdin?
Böyle karmaşık ve ince işlenmiş bir tarz kullanmayı seçtim çünkü tablolar mabet gibi dursun istiyordum. Kilise mihrabını, sarayları ve kutsal binaları referans almak istedim. Aşırı kontrollü ve detaylı resim yapmayı öğrenmem gerekti. Bu seriden önceki işlerim çok daha az detaylıydı. Başlarda bu kadar kontrollü ve detaycı bir üslupla resim yaparken zorlandım, ama zamanla bu şekilde çalışmayı çok sevmeye başladım. Tablolar çok yavaş ilerliyor ve hakkında düşünecek sürem oluyordu. Renklere gelince, parlak renkleri hep çok sevdim.  Renklerin duygu ifade etme ve izleyicinin gözünü alma yetisine hep ilgi duydum. Ten rengini gri/mavi seçtim çünkü yoğunlukla eski siyah-beyaz fotoğraflarla çalışıyordum. Aynı zamanda figürleri yaşayan insanlardan çok heykeller olarak görüyordum. Tarihte öne çıkmış kadınların anıtları gibilerdi. Onları bu küllü siyah beyaz teknikle çizdiğimde tarihe aitmiş gibi görünüyorlar.

Image
Image

Bu ince işlenmiş kolaj tablolar uzun ve zor geçen saatlere işaret ediyor. Bir tablo yapmanın süreci senin için nedir? Nasıl başlıyor, nasıl bitiriyorsun?
Eseri oluşturmak uzun sürüyor. Çok büyük bir tablo dokuz ay kadar alabilir. Genelde siyah bir tuvalle başlıyorum. Öncelikle figürlerin yerlerini çiziyorum, ondan sonra belirli örüntülerin ve öteki elementlerin nerede olacağını belirliyorum. Sonuca varabilmek birkaç aşamadan geçiyor. Binlerce ufak kâğıt parçası kesmem gerekiyor ki bunlar daha sonra tuvale yapıştırılıyor ve üzerleri boyanıyor. Figürleri ve kıyafetlerini çizmem gerekiyor. Ondan sonra çiçekleri ve başka ufak elementleri ekliyorum. Her şey bittikten sonra ufak kolaj parçaları ve iğnelerden oluşan son dokunuşları ekliyorum. İğneler gözleri ve saçları oluşturmak için tuvalin yüzeyine saplanıyor. Son aşama da iğne başlarına ve ufak kolaj parçalarına ufak çizimler yapmak. Aşırı yavaş ve acılı bir süreç, ama buna değiyor.

Tekrardan, şimdiye kadar ürettiğin eserlere bakarsak tekrar eden iki odak noktasını kaçırmamak elde değil. Gözler ve -daha iyi bir tabir bulamıyorum– “Aura – şapkalar”. Hikâyeleri nedir? 
Gözler, içlerinden altın halkalar ve çiçekler geçecek şekilde boş veya içlerinden boyanmış iğneler geçiyor. Gözleri boş bırakıyorum çünkü bu figürlerin boş heykeller veya kaplar olarak görülmesini istiyorum. Gözler vücudun en yoğun duygu aktarımına sahip yeri ve belki de insan varlığının en hassas noktası. Gözleri mutsuzluk ve başka duygular iletmek için kullanıyorum. Aura’lar ise taçlar veya harelere referans oluyor. Bu kadınların önemli olduğunu ve bu figürlere ilgi gösterilmesi, hattâ saygı duyulması gerektiğini ifade etmeleri gerekiyor.

Image
Image

Çalışmaların, özellikle “Les femmes D’Alger”, genelde Orta Doğu’nun tarihini ve dinî sanat eserlerini görsel referans olarak alıyor. Bu alanlarda seni çeken, yaratıcılığını körükleyen şey(ler) nedir?Peki teknik yanına gelelim… Neler kullanıyor, nelerle çalışıyorsun?
Çok fazla Golden marka akrilik sıvı boya kullanıyorum. Sıvı kıvamı benim yaptığım çalışmalar için çok uygun. Ayrıca kullanmayı sevdiğim bazı çok parlak neon renkler üretiyorlar. Tabloların bazı yerlerinde kolajlar, iğneler ve yağlı boya kullanıyorum. Hepsi tuvale uygulanıyor.

Yarı İranlıyım, bu yüzden Orta Doğu’nun tarihine hep ilgi duydum. Hiç dindar olmayan bir evde yetişmiş olmama ve hiç dindar olmamama rağmen dinî mimari ve dinî sanatın güzelliğine hayranlık duyuyorum. İlgim UC-Santa Barbara’da öğrenciyken arttı diyebilirim.  UCSB’deyken Orta Doğu Araştırmaları Bölümünden birçok ders aldım. Bölgenin tarihi, kültürleri ve dinleri hakkında çok şey öğrendim. 2007’den bugüne yaptığım eserlerin çoğunun temelindeki bilgiyi de bu sağladı.

İlhamdan bahsetmişken başka nelerden besleniyorsun? Kitaplar, müzik, başka sanat eserleri ve sanatçılar?
Çok müzik dinliyorum. Özellikle çalışırken müzik dinliyorum. Genelde baştan sona dinleyebileceğim albümleri seviyorum. The Mars Volta, Miles Davis, Mica Levi, Jonny Greenwood ve Portishead bu aralar dinlediklerimden bazıları. Okumak da ilham kaynağı olabilir, en son okuduğum şey Kafka’nın Dava’sı oldu. Aynı zamanda işlerimle ilgili bilgi toplamak için tarih kitapları okuyorum. Başka sanatçıların işlerine bakmak da büyük bir ilham kaynağı. Kendi eserlerimden farklı çalışmalara bakmayı tercih ediyorum çünkü nasıl yapıldıklarını anlamakta zorlanmam bana çekici geliyor. Yakın zamanda çok fazla ilgilendiğim sanatçılar Adrian Ghenie, Sterling Ruby ve Diana Al-Hadid.

Image
Image

Son olarak, sıkça kullandığın veya düşündüğün bir alıntı var mı?Bizimle paylaşmak istediğin yeni projelerin, fikirlerin veya sergilerin var mı?
New York’taki Kravets/Wehby Galerisi’nde kişisel sergim olacak. Sergi 16 Ekim’de açılacak ve “Les Femmes D’Alger” serisinden yeni işlere yer verecek. Üç boyutlu eserler üretmek üzerine çok düşünüyorum. Heykel yapma fikri ilgimi çekiyor ancak şu noktada yalnızca bir fikir.

İlk resim hocalarımdan biri, Dimitri Kozyrev, bana sanatın içinden yaptığın bir şey olmadığını söylemişti. Bir iş gibi davranmak gerek. “Stüdyoya girin ve haftanın en az beş tam günü çalışın”. Doğrudan bir alıntı mıdır, emin değilim, ama o fikir hep benimle kaldı. Hoşuma giden başka bir alıntı da Chuck Close’dan: “Amatörler ilham arar; diğerlerimiz sadece gelip işine bakar”. İki fikir de oturup iyi bir şeyler olmasını bekleyemeyeceğinle ilintili; gidip onları  gerçekleştirmelisin.

asad-faulwell.com

asadfaulwell.blogspot.com

(Çeviren: Ayşen Arıkazan)

Image
  1. Asad Faulwell’in unutulmuşlara adadığı mabetler: “Les Femmes D’Alger”

    Asad Faulwell zor işlerden korkmuyor. O yüzden Cezayir Bağımsızlık Savaşı’nda savaşmış kadınlar gibi bir konuya yoğunlaştığında, her şeyi bırakarak hayal

  2. Çok insan az hareket: Milan Kundera’yla bir kolun hikâyesi

    Bu yıl 85. yaşını geride bırakan Milan Kundera’nın Ölümsüzlük romanından hareketle bir kolun hikâyesini takip ediyor ve her geçen gün yıkımına daha

  3. Türkiye ve en çetin ceviz “izm”: Militarizm

    Bu sene İletişim Yayınları’ndan Türkiye’de Militarizm: Zihniyet, Pratik ve Propaganda adlı kitabını yayımlayan Güven Gürkan Öztan’la militarizmin tanımı ve tezahürlerinden güncel siyasete… 

  4. Sanatın cinsiyet ekonomisi: Vivian Maier’ı Bulmak

    Finding Vivian Maier belgeseli, John Maloof’un 2009’da tesadüfen satın aldığı bir sandık dolusu sokak fotoğrafı üzerine çıktığı bir keşif hikâyesi. Ancak film, sanatçıyı ölümünden sonra keşfetme derdinin ötesinde bir dizi sorunlu başlık açıyor. Sanat ve yeni yaşam biçimleri üretebilmenin olasılığı ve sanatın cinsiyet ekonomisi üzerine...

  5. Adult Jazz: İletişimin sınırları ve alışılmadık tınılar

    İngiliz grup Adult Jazz’a ilk albümü Gist Is’le ilgili detayları sorduk!

  6. Hayali Bollywood filmine müzikler: The Bombay Royale

    Dinleyicisine sinematik bir işitsel deneyim yaşatan Avustralyalı grup The Bombay Royale’in son albümünü dinlemeye doyamadık ve sorularımızı grubun beyni Andy Williamson’a yanıtlattık.

  7. Şarkı şarkı Allah-Las albümü

    Kaliforniya'da tek dertleri denize yakın yerlerde dolaşmak, sörf yapmak, kamp ateşi yakmak ve müzik yapmak olan dört arkadaştan kurulu Allah-Las yeni albümünde bu kez güneşe tapıyor. Worship The Sun’ı Eylül ortasında yayınlayacak gruba albümdeki şarkıları tek tek sorduk, cevapları da Baysan Yüksel’e çizdirdik.

  8. Karanlık ve kararlı: Peygamber Vitesi

    2012’den bu yana müziğini dinleyiciye ulaştıran Peygamber Vitesi’nden Kutay Soyocak’la grubun, insan ve ayı arasında süregelmiş iktidar değişiminden ilham alan yeni albümü üzerine konuştuk.

  9. Teftiş: Bu ay ne dinlesem?

    Yeni müziğe dair bu ayki mesaimiz, artısıyla eksisiyle, burada!

  10. Müziğe dair kısalar…

    *Susun!Yazı: Alex Mazonowicz Canlı performansların gizemi artık 7/24 internete bağlı olan bir toplum tarafından tüketildi mi? Ya da… Yakın tarihte

  11. Remake, Remix, Rip-Off: Yeşilçam’da yeniden yapımlar ve kopya kültürü

    Yönetmen Cem Kaya’nın altı yılı aşkın süredir üzerinde çalışmakta olduğu, Türk pop sinemasındaki yeniden yapımları ve kopyalama kültürünü odağına oturtan filmi Remake, Remix, Rip-Off’un dünya promiyerini yapması şerefine, Cem Kaya ve hayat arkadaşı Gözen Atila’yı konuşturduk.

  12. Görmek için göz gerekmez: Eskil Vogt ile Blind üzerine

    Bu ay gösterime giren Blind’ın yazar ve yönetmeni Eskil Vogt, ilk uzun metraj deneyimini, yalnız ve karamsar karakterlerini ve İstanbul’u anlattı.

  13. 12 yıla yayılan sinemasal bir tecrübe: Boyhood

    Amerikan bağımsız sinemasının en sevilen yönetmenlerinden Richard Linklater’ın son filmi Boyhood, 12 yıla yayılan epik bir büyüme hikâyesi… Kapanış filmi olduğu !F İstanbul’un şanslı bir grup izleyicisi tarafından perdede görülme şansına erişilen Boyhood’un gösterime girme ihtimalinin olmadığını öğrendiğimiz bu günlerde, filme sayfalarımızda yer vermemiş olmak istemedik.

  14. Bu ay ne izlesem?

    Sinema salonlarına çok sayıda kayda değer filmin uğramadığı yaz ayları sona erip festival sezonu açılırken yılın merakla beklenen yerli ve yabancı yapımları da bir bir vizyonda seyircisiyle buluşmaya başlıyor.

  15. Hans van der Meer: Futbolun stadyumda olmayanını severim

    Şampiyonlar Ligi ve stadyumlardan uzak bir futbol aşkını, Avrupa’daki amatör futbol sahalarını dolaşıp burnumuza toprak sahaların kokusunu getiren fotoğraflarla belgeleyen Hollandalı sanatçı Hans van der Meer ile son kitabı European Fields vesilesiyle konuştuk.

  16. Eğlenmenin politikası: Berlin’in kuir partileri

    Emma Goldman’ın “Dans edemeyeceksem bu benim devrimim değildir” sözü aşkına, uyku sevmeyen şehir Berlin’i Berlin yapan kuir partilerin yaratıcılarına kulak verin.

  17. Esrarengiz topluluğun kalıcı mirasları: Osman Hasan ve Dönme mezar taşları

    C. Mehmet Kösemen ile Dönme Yahudi mezar taşlarının üzerinde bulduğu, Osman Hasan imzalı portreleri belgeleyen yeni kitabı Osman Hasan and the Tombstone Photographs of the Dönmes üzerine konuştuk.

  18. Karanlık İşler Atölyesi: “Ülkeye sanat orgazmı yaşatmaya hazırlanıyoruz”

    Karanlık İşler Atölyesi popüler kültür ve çağdaş sanata eleştirel bakan yenilikçi bir sanat inisiyatifi olarak ortaya çıktı. İstanbul Balat’ta açılan Atölye Evi, yazın 10 hafta süren ilk atölyesini gerçekleştirdi. Sanat algımızı değiştirmek adına kararlı görünen Karanlık İşler Atölyesi’nin kurucusu Dilek Keleş sorularımızı yanıtladı ve karşı duruşunu açıkladı.

  19. Künye

    yayın imtiyaz sahiplerive etkinlik direktörleri Aylin Güngö[email protected] J. Hakan Dedeoğ[email protected] yazı işleri müdürleri J. Hakan Dedeoğ[email protected] Ekin Sanaç[email protected] kreatif direktör