Bu ay gösterime giren Blind’ın yazar ve yönetmeni Eskil Vogt, ilk uzun metraj deneyimini, yalnız ve karamsar karakterlerini ve İstanbul’u anlattı.


Çektiğin kısa filmler ve senaryosunu yazdığın Joachim Trier filmlerinden sonra ilk kez bir uzun metrajlı filmle karşımıza çıktın. Kısadan uzuna geçme deneyiminden biraz bahseder misin?
Beni en çok şaşırtan şey, filmin çekilip bitmesi için harcanan süreydi. Kendimi maraton koşuyor gibi hissettim. Eve neredeyse hiç uğrayamadım. Film bittikten sonra oğlum (ki o zamanlar iki yaşındaydı) bana “baba” demeyi bıraktı ve beni ismimle çağırmaya başladı.

Yazdığın bir senaryoyu başka bir yönetmene teslim etmekle, kendin çekmen arasında nasıl bir fark var?
Bugüne kadar yazdığım senaryoları çeken sadece Joachim Trier oldu. Çok yakın arkadaşım olduğu için ona güvenmekte herhangi bir sorun yaşamıyorum. Aynı zamanda beraber filmler yazdığımız da oluyor, bu açıdan ortak bir vizyonu paylaşıyoruz. Asıl fark, tek başına yazmakla bir partnerle yazmak arasında. Daha sezgisel davranıp bilinçdışımın daha serbest davranmasına izin verebildim. Bu, sanırım filme de damga vurdu.

Senaryosunu yazdığın Reprise ve Oslo, August 31st gibi filmlerde de, ilk uzun metrajlı filmin Blind’da da toplumla bağları zayıf karakterleri merkeze aldın. Kalabalıklarla uyum sağlayamayan karakterlere özel bir ilgin olduğunu söyleyebilir miyiz?
Sanırım bu doğru. Ama çoğu sanat eseri, dışarıda bırakılmış insanların bakış açılarına çekilir, bu açıdan çok istisnai bir durum olduğunu sanmıyorum bunun. Fakat sanırım sessiz ve yalnız insanlara bir yakınlık hissediyorum. Bir şekilde onları duyumsuyorum ve yaşamımın belirli bölümlerinde onlardan biri oldum.

Kör bir başkahramanın dünyasına dair bir film yaratma fikri ilk nasıl belirdi?
Yöneteceğim bir diğer film üzerine çalışıyorken, bir arkadaşımın, Terje Holtet Larsen’in yazdığı bir kitabı okuyordum. Kitaptaki karakterlerden biri kördü. Metin kesinlikle filme aktarılamazdı, zira göremeyen birinin giriştiği bir monologdu, fakat yine de etkisinden kurtulamadım. Diğer filmi beklemeye alıp yazmaya ve insanın görme yetisini kaybetmesi durumu hakkında düşünmeye başladığımda öykü bir şekilde içimden çıktı. Kör bir baş karakterin etrafında gelişen bir filme sığabilecek pek çok heyecan verici, komik ve ilginç şey var. İpucu şuydu ki baş karakter doğuştan kör değildi. Görme yetisini yaşamının sonraki bir evresinde kaybetmişti ve bu demek ki imgeleme yeteneği vardı ve sürekli çevresindeki dünyayı görsel açıdan duyumsamaya çalışıyordu.

Blind’ın kahramanının en belirgin özelliği gözlerinin görmemesinden çok, yalnız kalmış ya da yalnız bırakılmış bir karakter olması. Sen bu iki durum arasında organik bir bağ kuruyor musun?
Filmim körlük üzerine değil, içsel yaşamlarımız üzerine bir öykü. En derindeki düşüncelerimiz, cinsel fantezilerimiz, espri anlayışımız vs. üzerine. Ve en derindeki düşüncelerimizi, bize en yakın insanlarla bile paylaşmamız imkânsızdır. Bu açıdan, hepimiz izole edilmiş sayılabiliriz.

Gerek Reprise’da, gerekse de Oslo, August 31st’te şu an yaşadığından farklı bir hayatın neye benzeyeceğini merak eden, bir alternatif hayatın düşünü kuran karakterler yarattın. Bu durum farklı bir kurgu üzerinden de işlese, Blind’da da böyle. Sence insanların hayat içerisinde ikinci bir şansı olmalı mı?
Bence güzel olan şey şu ki hayal gücümüz, yaşadığımız yaşamlardan -yaşamlarımız mutlu olsun olmasın- kaçma ve başka ihtimalleri tatma, diğer gerçeklikleri, yeni perspektifleri deneme imkânını sağlıyor bize. Eğer zengin bir iç dünyanız varsa, her şey mümkündür.

Karanlık iç dünyaları olan kahramanları sıkça hikâyelerinin merkezine taşısan da Blind’ın o kadar da karamsar bir film olduğunu söyleyemeyiz sanırım. Sen filmi pesimist mi optimist mi buluyorsun?
Blind, optimist bir film. Son derece mutlu bir sonu var.

Blind’dan sonra kamera arkasında olmaya devam edecek misin yoksa Joachim Trier ya da başka yönetmenler için senaryo yazma planların var mı?
Joachim ve kendim dışında hiçbir yönetmen için senaryo yazmadım ve planım bu yolda devam etmek. Joachim için yeni bir senaryo yazmayı henüz bitirdim ve sanırım birkaç gün içinde (3 Eylül) çekimlere başlayacak. Gabriel Byrne, Jesse Eisenberg, Isabelle Huppert ve pek çok diğer büyük oyuncuyu içeren, New York’ta İngilizce çekilen bir film. Ben de kesinlikle yönetmenliğe devam etmek istiyorum. Bunu sabırsızlıkla bekliyorum fakat önce senaryomu bitirmem gerek.

Senaryosunu yazdığın ilk iki film İstanbul Film Festivali’nden Altın Lale ve Jüri Büyük Ödülü kazanmıştı ve yazıp yönettiğin ilk filmle de yine festivalden Altın Lale kazandın. İstanbul’un senin için bir uğuru var mı? Genel olarak İstanbul deneyimi nasıldı? 
İstanbul’da kesinlikle çoook şanslıydık. İstanbul Film Festivali’nde hep pek çok iyi filmler yarışıyor ve Altın Lale Ödülünü kazanmak beni çok gururlandırdı. Blind’la yaptığım yolculuk İstanbul’a ilk gelişimdi ve deneyime bayıldım. İstanbul çok hareketli, heyecan verici ve güzel bir şehir. İçinde pek çok kontrast ve aklınızı alan paradokslar barındırıyor. Geri dönmek için sabırsızlanıyorum.

(Çeviren: Mutlu Yetkin)

  1. Asad Faulwell’in unutulmuşlara adadığı mabetler: “Les Femmes D’Alger”

    Asad Faulwell zor işlerden korkmuyor. O yüzden Cezayir Bağımsızlık Savaşı’nda savaşmış kadınlar gibi bir konuya yoğunlaştığında, her şeyi bırakarak hayal

  2. Çok insan az hareket: Milan Kundera’yla bir kolun hikâyesi

    Bu yıl 85. yaşını geride bırakan Milan Kundera’nın Ölümsüzlük romanından hareketle bir kolun hikâyesini takip ediyor ve her geçen gün yıkımına daha

  3. Türkiye ve en çetin ceviz “izm”: Militarizm

    Bu sene İletişim Yayınları’ndan Türkiye’de Militarizm: Zihniyet, Pratik ve Propaganda adlı kitabını yayımlayan Güven Gürkan Öztan’la militarizmin tanımı ve tezahürlerinden güncel siyasete… 

  4. Sanatın cinsiyet ekonomisi: Vivian Maier’ı Bulmak

    Finding Vivian Maier belgeseli, John Maloof’un 2009’da tesadüfen satın aldığı bir sandık dolusu sokak fotoğrafı üzerine çıktığı bir keşif hikâyesi. Ancak film, sanatçıyı ölümünden sonra keşfetme derdinin ötesinde bir dizi sorunlu başlık açıyor. Sanat ve yeni yaşam biçimleri üretebilmenin olasılığı ve sanatın cinsiyet ekonomisi üzerine...

  5. Adult Jazz: İletişimin sınırları ve alışılmadık tınılar

    İngiliz grup Adult Jazz’a ilk albümü Gist Is’le ilgili detayları sorduk!

  6. Hayali Bollywood filmine müzikler: The Bombay Royale

    Dinleyicisine sinematik bir işitsel deneyim yaşatan Avustralyalı grup The Bombay Royale’in son albümünü dinlemeye doyamadık ve sorularımızı grubun beyni Andy Williamson’a yanıtlattık.

  7. Şarkı şarkı Allah-Las albümü

    Kaliforniya'da tek dertleri denize yakın yerlerde dolaşmak, sörf yapmak, kamp ateşi yakmak ve müzik yapmak olan dört arkadaştan kurulu Allah-Las yeni albümünde bu kez güneşe tapıyor. Worship The Sun’ı Eylül ortasında yayınlayacak gruba albümdeki şarkıları tek tek sorduk, cevapları da Baysan Yüksel’e çizdirdik.

  8. Karanlık ve kararlı: Peygamber Vitesi

    2012’den bu yana müziğini dinleyiciye ulaştıran Peygamber Vitesi’nden Kutay Soyocak’la grubun, insan ve ayı arasında süregelmiş iktidar değişiminden ilham alan yeni albümü üzerine konuştuk.

  9. Teftiş: Bu ay ne dinlesem?

    Yeni müziğe dair bu ayki mesaimiz, artısıyla eksisiyle, burada!

  10. Müziğe dair kısalar…

    *Susun!Yazı: Alex Mazonowicz Canlı performansların gizemi artık 7/24 internete bağlı olan bir toplum tarafından tüketildi mi? Ya da… Yakın tarihte

  11. Remake, Remix, Rip-Off: Yeşilçam’da yeniden yapımlar ve kopya kültürü

    Yönetmen Cem Kaya’nın altı yılı aşkın süredir üzerinde çalışmakta olduğu, Türk pop sinemasındaki yeniden yapımları ve kopyalama kültürünü odağına oturtan filmi Remake, Remix, Rip-Off’un dünya promiyerini yapması şerefine, Cem Kaya ve hayat arkadaşı Gözen Atila’yı konuşturduk.

  12. Görmek için göz gerekmez: Eskil Vogt ile Blind üzerine

    Bu ay gösterime giren Blind’ın yazar ve yönetmeni Eskil Vogt, ilk uzun metraj deneyimini, yalnız ve karamsar karakterlerini ve İstanbul’u anlattı.

  13. 12 yıla yayılan sinemasal bir tecrübe: Boyhood

    Amerikan bağımsız sinemasının en sevilen yönetmenlerinden Richard Linklater’ın son filmi Boyhood, 12 yıla yayılan epik bir büyüme hikâyesi… Kapanış filmi olduğu !F İstanbul’un şanslı bir grup izleyicisi tarafından perdede görülme şansına erişilen Boyhood’un gösterime girme ihtimalinin olmadığını öğrendiğimiz bu günlerde, filme sayfalarımızda yer vermemiş olmak istemedik.

  14. Bu ay ne izlesem?

    Sinema salonlarına çok sayıda kayda değer filmin uğramadığı yaz ayları sona erip festival sezonu açılırken yılın merakla beklenen yerli ve yabancı yapımları da bir bir vizyonda seyircisiyle buluşmaya başlıyor.

  15. Hans van der Meer: Futbolun stadyumda olmayanını severim

    Şampiyonlar Ligi ve stadyumlardan uzak bir futbol aşkını, Avrupa’daki amatör futbol sahalarını dolaşıp burnumuza toprak sahaların kokusunu getiren fotoğraflarla belgeleyen Hollandalı sanatçı Hans van der Meer ile son kitabı European Fields vesilesiyle konuştuk.

  16. Eğlenmenin politikası: Berlin’in kuir partileri

    Emma Goldman’ın “Dans edemeyeceksem bu benim devrimim değildir” sözü aşkına, uyku sevmeyen şehir Berlin’i Berlin yapan kuir partilerin yaratıcılarına kulak verin.

  17. Esrarengiz topluluğun kalıcı mirasları: Osman Hasan ve Dönme mezar taşları

    C. Mehmet Kösemen ile Dönme Yahudi mezar taşlarının üzerinde bulduğu, Osman Hasan imzalı portreleri belgeleyen yeni kitabı Osman Hasan and the Tombstone Photographs of the Dönmes üzerine konuştuk.

  18. Karanlık İşler Atölyesi: “Ülkeye sanat orgazmı yaşatmaya hazırlanıyoruz”

    Karanlık İşler Atölyesi popüler kültür ve çağdaş sanata eleştirel bakan yenilikçi bir sanat inisiyatifi olarak ortaya çıktı. İstanbul Balat’ta açılan Atölye Evi, yazın 10 hafta süren ilk atölyesini gerçekleştirdi. Sanat algımızı değiştirmek adına kararlı görünen Karanlık İşler Atölyesi’nin kurucusu Dilek Keleş sorularımızı yanıtladı ve karşı duruşunu açıkladı.

  19. Künye

    yayın imtiyaz sahiplerive etkinlik direktörleri Aylin Güngö[email protected] J. Hakan Dedeoğ[email protected] yazı işleri müdürleri J. Hakan Dedeoğ[email protected] Ekin Sanaç[email protected] kreatif direktör