Dinleyicisine sinematik bir işitsel deneyim yaşatan Avustralyalı grup The Bombay Royale’in son albümünü dinlemeye doyamadık ve sorularımızı grubun beyni Andy Williamson’a yanıtlattık.


Özellikle geride bıraktığımız yazın başlarında yayınladığı ikinci albümü The Island of Dr. Electrico ile dikkatimizi çeken Melbourne merkezli grup The Bombay Royale, isminden de anlaşılabileceği gibi Hint müziklerinden yola çıkarak, eşlik etmesi ve dans etmesi kolay şarkılar yapıyor. 60’lı, 70’li yılların Bollywood filmlerinin müziklerinden fazlasıyla ilham alan ekibin müziğinde batı merkezli birçok türü de hissetmek mümkün.

İki Hint şarkıcısı Parvyn Kaur Singh ve Shourov Bhattacharya ile birlikte on bir kişilik grubun beyni olan Avustralyalı müzisyen Andy Williamson, The Bombay Royale konseptinin nasıl ortaya çıktığı ve The Island of Dr. Electrico’nun hikâyesiyle ilgili sorularımızı yanıtladı.

Bollywood müziklerine ilk olarak nasıl ilgi duymaya başladın? Bu sahneden favori albümlerin neler?
Benim için bu ilgi plak toplayarak ve Hindistan’ı ziyaret ederek başladı. Bir müzisyen olarak her zaman yeni seslere açtım ve Hindistan’da duyduklarım aklımı kaybetmeme sebep oldu. Don (Anandji ve Kalyanji) ve Shalimar (RD Burman) gibi filmlerin müzikleri aralarından sıyrılsa da gerçekten 1960’lar ve 70’lerde yayınlanmış yüzlerce filmin harika müzikleri var. Bombay’daki besteciler psikedeli, surf, funk ve disko gibi türleri taze ve eşsiz Hint müziğine uyarlamış. Bollywood film müziklerinin, o dönemde Avrupa ve ABD’de üretilen film müzikleri kadar iyi olup olmadığı tartışılacak bir şey bile değil.

The Bombay Royale’in ikinci uzunçaları The Island of Dr. Electrico geçtiğimiz yaz yayınlandı. Bu albümün hazırlık aşamalarından biraz bahseder misin?
Büyük kısmı 2013 Kasım’ında kayıtlara başlamamızla birlikte sona eren 12 aylık süreçte yazıldı. Yazım aşamasında çok fazla ortak çalışmanın olmasıyla ilk albümümüzden epey ayrılıyor. Albüm bende ilerleme ve daha geliştirilmiş bir çalışma hissi yarattı. Nerede olduğumuzu temsil etmesi açısından albümle ilgili epey mutluyuz.

The Island of Dr. Electrico nasıl bir filmin müziği olurdu sence?
Biraz karışık ama Dr. Electrico, Skipper’ın sağ koludur. (Ve kötüdür, daha çok delicedir!) Adası kokuşmuş ve boğucu bir sürgün yeridir ve güneşlenmek için tavsiye edilmez. ‘’Henna Henna’’ şarkımızın klibi filmin bir anlamda açılış sahnesi ve Tiger’ın kafasında bir çuvalla esir olarak göründüğü Skipper’ın özel jetinde geçiyor. Birtakım deneyler (!) için Dr. Electrico’nun adasından ayrılıyor. Tiger’ın geleceği çok belli değil ama işlerin çok iyi gitmediğini söylemek mümkün. Bir gizli ajan olan ve Tiger için garip bir konumda olan Mysterious Lady, uçakta hostes kılığındadır ve onu duty free’deki el arabaları ve wasabi bezelyeleriyle kurtarmaya gelmiştir. Sonrasında ne olduğu hâlâ senaristlerde (!) saklı ama en iyi Bollywood geleneğinde olduğu gibi hikâyedeki engeller bolca aksiyon, komplo ve romansla aşılıyor. Ve tabiî ki funky müziklerle!

Image

Parvyn, Shourov ve sen nasıl birlikte müzik yapmaya başladınız?
Grup ilk olarak bir araya geldiğinde bir cover grubuyduk. Önceden 30 civarında klasik Bollywood müziğini uyarlamış ve aranjmanını yapmıştım ve bu projeyi gerçekleştirmek için müzisyen bulmaya çalışıyordum. Melbourne müzikal ve kültürel olarak çok çeşitli bir yer olduğu için doğru insanları bulmak çok zamanımı almadı. Parvyn’in babası çok saygı duyulan bir Sikh müzisyeni ve çok küçük yaşlarından beri kızıyla birlikte performanslar yapıyor. Bir yandan Shourov da eski bir içki arkadaşımın kankasıydı!

Peki ya The Bombay Royale ekibinin geri kalanı nasıl bir araya geldi?
Neredeyse hepimiz bir zamanlar aynı gruplarda çaldık, evlerimizi paylaştık, ya da aynı üniversiteye gittik. Melbourne’deki müzisyen topluluğu çok sıkı şekilde kenetlenmiş durumda, bu yüzden insanlara ulaşmak hiç zor olmadı.

Canlı performanslarınızda giydiğiniz kostümlerin hikâyesini de merak ediyorum. Bildiğim kadarıyla gruptaki herkesin bir karakteri var. Bu konsept nasıl ortaya çıktı?
İlk baştan itibaren kostümlerle çalmaya başladık çünkü kot pantolon ve tişörtle çalmak hiçbir zaman seçeneklerimizden biri gibi gözükmedi. Müziğin kendisinde güçlü bir hikâyesel anlatım var ve bence cazibesinin büyük kısmı da dinleyicinin zihninde sinematik bir dünya yaratma çabasında gizli. İstediğimiz şey, yaptığımız işi Andrew Lloyd Weber müzikaline dönüştürmek değil tabiî ki. Eğer bir ilham kaynağı belirtmem gerekiyorsa Sun Ra ya da Parliament’i söylerdim. İkisi de kostümlü gruplardı ve dinleyicileri tiyatral gruplara nazaran daha ciddi müzisyenler olduklarını anlayabiliyordu.

Glastonbury ve WOMAD gibi büyük festivallerde sahne aldınız. The Bombay Royale konserlerinin bir karnaval gibi geçtiğini hayal etmek pek de güç değil. Bir müzisyen olarak sahnede The Bombay Royale ile çalarken nasıl hissettiğini tanımlamaya çalışabilir misin?
En iyi anlar grubun kendini kolektif hâlinde kaybettiği ve tabiî ki seyircinin de buna dâhil olduğu anlar. Kalabalık bir canlı orkestranın tamamen uyum içinde olması ve bir lokomotif gibi ilerlemesi gibi başka bir his daha yok. Bu, konserin büyüklüğüyle de pek ilgili bir durum değil. Glastonbury’deki büyük sahnede de olabilir, küçük bir kulüpte 200 kişinin önünde de.

11 kişilik bir grupla turne yapmak çok da kolay olmasa gerek. Daha az kalabalık bir The Bombay Royale ekibiyle verdiğiniz konserler de oluyor mu?
Hayır! Yapmak istediğimiz bir şey varsa o da DAHA DA BÜYÜMEK! Söz konusu eski film müzikleri genellikle 20’den fazla müzisyenle birlikte canlı olarak kaydediliyordu. Bu sebeple 10-11 kişi civarında tutmak bizim için önemli bir meydan okumaydı. Bir yaylı grubu ya da daha fazla perküsyoncu harika olurdu örneğin. Grubun dört kişilik hâli açık bir şekilde The Bombay Royale olmazdı.

The Bombay Royale’in müziğinde surf, funk ve disko gibi farklı türlerden de etkileşimler hissetmek mümkün. Gelecekte yayınlanacak The Bombay Royale albümlerinde daha farklı müzikal etkileşimler duymamız olası mı?
Kesinlikle. 1960’lar ve 70’lerin Bollywood film müzikleriyle ilgili en harika şey her türlü ilham kaynağından beslenerek onlara çağrışımlarda bulunan bir janr yaratmış olmalarıdır muhtemelen. İlk baştan beri beni bu yaratıcılığa izin verme durumu ve oynayabilirlik etkiliyor. Biz de bir yandan bu dönemi kendi fikirlerimiz için bir tramplen olarak kullanıyoruz. Bu yüzden farklı etkileşimlerin bir şekilde müziğimizde yer alması kaçınılmaz ve arzu edilen bir şey.

Müziğinizle ilgili herhangi bir Hintli müzisyenin düşüncelerini duydunuz mu? Bu karışım hakkında ne düşünüyorlar?
Bildiğin gibi grubumuzda iki tane Hintli müzisyen var! Ama evet, Hintli müzisyenler ve Hindistanlı dinleyicilerden gelecek tepkileri duymak için genelde çok heyecanlı oluyoruz. Hindistan’daki MTV Roots bizim için önemli bir destekçi oldu ve kliplerimizi ulusal kanalda sıklıkla yayınladı. Ayrıca müziklerimizin bir kısmı yakında yayınlanacak bir Bollywood filminde de kullanılacak. (Filmin ismini söyleyemiyorum, özür dilerim. Söylersem avukatlarını peşime salarlar!) Hindistan’a grup olarak gidip orada çalmak kesinlikle hayallerimizden biri.

Melbourne’lü bir grup olarak, şehirden nasıl ilhamlar topluyorsunuz?
Her şehrin olduğu gibi Melbourne’ün de avantaj ve dezavantajları var. Avantajları arasında, şehre yapılan göçlerle birlikte çok farklı kültür ve geleneği burada görmemiz sayılabilir. Ayrıca uzun süre önce oluşmuş olan bir müzik ve sanat topluluğu var ki bu birçok Melbourne’lü için önemli bir kimlik. Yine de bazen dünyanın geri kalanından bu denli uzak olmamız bizi bir adada mahsur kalmışız gibi hissettirebiliyor, ama aynı zamanda bunun bir tür lütuf olduğunu da düşünüyorum.

  1. Asad Faulwell’in unutulmuşlara adadığı mabetler: “Les Femmes D’Alger”

    Asad Faulwell zor işlerden korkmuyor. O yüzden Cezayir Bağımsızlık Savaşı’nda savaşmış kadınlar gibi bir konuya yoğunlaştığında, her şeyi bırakarak hayal

  2. Çok insan az hareket: Milan Kundera’yla bir kolun hikâyesi

    Bu yıl 85. yaşını geride bırakan Milan Kundera’nın Ölümsüzlük romanından hareketle bir kolun hikâyesini takip ediyor ve her geçen gün yıkımına daha

  3. Türkiye ve en çetin ceviz “izm”: Militarizm

    Bu sene İletişim Yayınları’ndan Türkiye’de Militarizm: Zihniyet, Pratik ve Propaganda adlı kitabını yayımlayan Güven Gürkan Öztan’la militarizmin tanımı ve tezahürlerinden güncel siyasete… 

  4. Sanatın cinsiyet ekonomisi: Vivian Maier’ı Bulmak

    Finding Vivian Maier belgeseli, John Maloof’un 2009’da tesadüfen satın aldığı bir sandık dolusu sokak fotoğrafı üzerine çıktığı bir keşif hikâyesi. Ancak film, sanatçıyı ölümünden sonra keşfetme derdinin ötesinde bir dizi sorunlu başlık açıyor. Sanat ve yeni yaşam biçimleri üretebilmenin olasılığı ve sanatın cinsiyet ekonomisi üzerine...

  5. Adult Jazz: İletişimin sınırları ve alışılmadık tınılar

    İngiliz grup Adult Jazz’a ilk albümü Gist Is’le ilgili detayları sorduk!

  6. Hayali Bollywood filmine müzikler: The Bombay Royale

    Dinleyicisine sinematik bir işitsel deneyim yaşatan Avustralyalı grup The Bombay Royale’in son albümünü dinlemeye doyamadık ve sorularımızı grubun beyni Andy Williamson’a yanıtlattık.

  7. Şarkı şarkı Allah-Las albümü

    Kaliforniya'da tek dertleri denize yakın yerlerde dolaşmak, sörf yapmak, kamp ateşi yakmak ve müzik yapmak olan dört arkadaştan kurulu Allah-Las yeni albümünde bu kez güneşe tapıyor. Worship The Sun’ı Eylül ortasında yayınlayacak gruba albümdeki şarkıları tek tek sorduk, cevapları da Baysan Yüksel’e çizdirdik.

  8. Karanlık ve kararlı: Peygamber Vitesi

    2012’den bu yana müziğini dinleyiciye ulaştıran Peygamber Vitesi’nden Kutay Soyocak’la grubun, insan ve ayı arasında süregelmiş iktidar değişiminden ilham alan yeni albümü üzerine konuştuk.

  9. Teftiş: Bu ay ne dinlesem?

    Yeni müziğe dair bu ayki mesaimiz, artısıyla eksisiyle, burada!

  10. Müziğe dair kısalar…

    *Susun!Yazı: Alex Mazonowicz Canlı performansların gizemi artık 7/24 internete bağlı olan bir toplum tarafından tüketildi mi? Ya da… Yakın tarihte

  11. Remake, Remix, Rip-Off: Yeşilçam’da yeniden yapımlar ve kopya kültürü

    Yönetmen Cem Kaya’nın altı yılı aşkın süredir üzerinde çalışmakta olduğu, Türk pop sinemasındaki yeniden yapımları ve kopyalama kültürünü odağına oturtan filmi Remake, Remix, Rip-Off’un dünya promiyerini yapması şerefine, Cem Kaya ve hayat arkadaşı Gözen Atila’yı konuşturduk.

  12. Görmek için göz gerekmez: Eskil Vogt ile Blind üzerine

    Bu ay gösterime giren Blind’ın yazar ve yönetmeni Eskil Vogt, ilk uzun metraj deneyimini, yalnız ve karamsar karakterlerini ve İstanbul’u anlattı.

  13. 12 yıla yayılan sinemasal bir tecrübe: Boyhood

    Amerikan bağımsız sinemasının en sevilen yönetmenlerinden Richard Linklater’ın son filmi Boyhood, 12 yıla yayılan epik bir büyüme hikâyesi… Kapanış filmi olduğu !F İstanbul’un şanslı bir grup izleyicisi tarafından perdede görülme şansına erişilen Boyhood’un gösterime girme ihtimalinin olmadığını öğrendiğimiz bu günlerde, filme sayfalarımızda yer vermemiş olmak istemedik.

  14. Bu ay ne izlesem?

    Sinema salonlarına çok sayıda kayda değer filmin uğramadığı yaz ayları sona erip festival sezonu açılırken yılın merakla beklenen yerli ve yabancı yapımları da bir bir vizyonda seyircisiyle buluşmaya başlıyor.

  15. Hans van der Meer: Futbolun stadyumda olmayanını severim

    Şampiyonlar Ligi ve stadyumlardan uzak bir futbol aşkını, Avrupa’daki amatör futbol sahalarını dolaşıp burnumuza toprak sahaların kokusunu getiren fotoğraflarla belgeleyen Hollandalı sanatçı Hans van der Meer ile son kitabı European Fields vesilesiyle konuştuk.

  16. Eğlenmenin politikası: Berlin’in kuir partileri

    Emma Goldman’ın “Dans edemeyeceksem bu benim devrimim değildir” sözü aşkına, uyku sevmeyen şehir Berlin’i Berlin yapan kuir partilerin yaratıcılarına kulak verin.

  17. Esrarengiz topluluğun kalıcı mirasları: Osman Hasan ve Dönme mezar taşları

    C. Mehmet Kösemen ile Dönme Yahudi mezar taşlarının üzerinde bulduğu, Osman Hasan imzalı portreleri belgeleyen yeni kitabı Osman Hasan and the Tombstone Photographs of the Dönmes üzerine konuştuk.

  18. Karanlık İşler Atölyesi: “Ülkeye sanat orgazmı yaşatmaya hazırlanıyoruz”

    Karanlık İşler Atölyesi popüler kültür ve çağdaş sanata eleştirel bakan yenilikçi bir sanat inisiyatifi olarak ortaya çıktı. İstanbul Balat’ta açılan Atölye Evi, yazın 10 hafta süren ilk atölyesini gerçekleştirdi. Sanat algımızı değiştirmek adına kararlı görünen Karanlık İşler Atölyesi’nin kurucusu Dilek Keleş sorularımızı yanıtladı ve karşı duruşunu açıkladı.

  19. Künye

    yayın imtiyaz sahiplerive etkinlik direktörleri Aylin Güngö[email protected] J. Hakan Dedeoğ[email protected] yazı işleri müdürleri J. Hakan Dedeoğ[email protected] Ekin Sanaç[email protected] kreatif direktör