“Bir yolculuk filmi gibi başlayıp sanırım yine sinematik bir şekilde sonlanıyor.


Chicago müzik sahnesinin en özel parçalarından biri olan Sam Prekop, solo kariyerinin dördüncü stüdyo albümünü geçtiğimiz haftalarda Thrill Jockey etiketiyle yayınladı. Kurucularından biri olduğu Sea and Cake’e benzer üretimler yaptığı ilk iki solo albümünün ardından ağırlığı elektronik seslere veren Prekop, 2010 yılında yayınladığı Old Punch Card albümünün ardından yeni albümü The Republicte de yalnızca modüler synthesizer kullanıyor.

İşitsel olarak baştan sona bir bütünlük sunan The Republic, çeşitli anlarında ritmik katmanların ön plana çıktığı, zaman zaman da Prekop’un ses deneylerinin epey soyut örneklerinin bir arada barındığı bir albüm. Yayınlandığı günden bu yana büyülenmiş bir şekilde dinlediğimiz, her dinleyişte farklı detaylarını yakalayıp yeniden sevdiğimiz albümü Sam Prekop’la konuştuk.

Image

The Republic, modüler synthesizer üstüne kurulu ikinci Sam Prekop albümü. Sınırları olmayan bir enstrüman olduğunu düşünürsek, geride bıraktığımız dört yılda, senin bu enstrümana yaklaşımında neler değişti?
Old Punch Card albümü için çalışmak birçok anlamda benim için yenilik oldu. Müziğimde var olduğundan haberimin olmadığı birçok ihtimali benim için görünür kıldı, bu sebeple benim için çok heyecan verici bir zamandı. The Republic’te Old Punch Card albümünde vardığım kimi fikirlerin saflaştırıldığını hissediyorum. Ayrıca David Hartt’ın filmi için doğrudan müzik yapmak da benim için farklı bir yaklaşımdı. Kullandığım synth de biraz genişledi. Bana farklı stratejiler konusunda ilham veren yeni ekipmanlarım var.

Albümün ilk dokuz şarkısı The Republic ismini taşıyor ve yanlarında numaraları var. Bu dokuz şarkıyı albümün geri kalanından ayıran şey nedir?
Albümün ilk kısmı aslında bir film için yapılmış müzikler. O şarkıları dokunmadan, oldukları gibi muhafaza etmek istedim. Yani o bölüme tek bir parçaymış gibi yaklaştım, dokuz kısımdan oluşan bir beste gibi.

Bir şekilde The Republic albümü, Old Punch Card’dan daha karanlık bir tınıya sahip. Son iki albümünü karşılaştırdığın zaman senin gözüne ilk çarpan farklar neler?
Bana kalırsa Old Punch Card özünde daha soyut ama daha az karanlık ve daha çok coşkulu bir albümdü bir şekilde. Sanırım The Republic’te en büyük farklılıklardan biri daha çok ritmik fikirlerin öne çıkmasına izin vermem ve daha az kesip biçme tekniğine başvurmam oldu. Bir önceki albümde kasıtlı olarak akışı mümkün olan her yerde bozuyor, neredeyse serbest doğaçlama hissiyle yaklaşarak, kulağa imkânsız gelen karışımlar yapmaya çalışıyordum. The Republic, buna kıyasla çok daha organik bir şekilde gelişiyor ve bir yolculuk filmi gibi başlayıp sanırım yine sinematik bir şekilde sonlanıyor.

Tınısal olarak albümün merkezinde duran şarkı “Weather Vane”miş gibi hissediyorum. Bize biraz The Republic’teki şarkıların ve seslerin nasıl ortaya çıktığından bahseder misin?
Kayıtlar, bahsettiğim soundtrack projesi olarak başladı ve ortaya çıkan işlerin kuvvetli olduğunu hissetmemle bunu bir albüme çevirmenin iyi bir fikir olacağını düşünmeye başladım. Soundtrack kayıtlarını bitirdikten sonra, yeni şeyler yazmaya, kaydetmeye devam ettim. En başından sonuna tahminen dört ay civarında vakit geçirdim. Çalışmalarım çiğ materyallerin üstüne uzun süreler doğaçlama yaparak bir yerlere ulaşmayı da kapsıyor. Belli durumlarda, şarkı tamamlanmış hâline bir kaza sonucu ya da otomatik olarak ulaşabiliyor. “Weather Vane” de o tür şarkılardan biri.

The Republic’i ilk dinlediğimde, solo kariyerinin ilk albümlerini çağrıştıran şarkı yazım fikirleri dikkatimi çekti. Bir dinleyici olarak, kataloğunun erken dönemlerindeki şarkıları şimdiki yaklaşımınla yeniden elden geçirme fikri beni çok heyecanlandırıyor. Böyle bir fikrin var mı?
Bunu hiç düşünmemiştim. İlginç olabilir. Ama kabul etmem gerekir ki ben geriye bakıp, parçalar üzerinde yeniden çalışan tipte birisi değil. Eski parçalarımı neredeyse hiç dinlemiyorum. Her zaman bir sonraki albüm için ileriye bakıyorum.

Elektronik enstrümanlara ilgi duymaya nasıl başladın? İlk kez modüler synthesizer çaldığın zamanı hatırlıyor musun?
John McEntire, synth konusunda uzun zamandır takıntılı olan birisi. Ben de onun sayesinde bağımlı oldum diyebilirim. McEntire’ın inanılmaz bir synth koleksiyonu var ve Sea and Cake albümleri modüler synth’lerle dolu. Bu belki bu kadar belirgin değildi ama biz her zaman modüler synth’ler konusunda hevesliydik.

Söz konusu elektronik fikirler ve vokaller bir araya geldiği zaman nasıl bir sonuç ortaya çıkardı merak ediyorum. Hiç bu kayıtların üstüne şarkı söylemeyi denedin mi?
Yakın dönemde yayınlanmış çoğu Sea And Cake parçası aslında ilk olarak modüler synth fikirleri olarak ortaya çıktı. Sonradan bu fikirleri birlikte genişletiyorduk. Moonlight Butterfly albümünden “Inn Keeping” bunun için iyi bir örnek. Şarkının özünde bir sequencer katmanı var ve vokaller de dahil olmak üzere diğer her şey bu katmanın etrafında şekilleniyor.

Bu nispeten yeni ses paletinden epey keyif alıyormuşsun gibi hissediyorum. Yakın gelecekte yine gitar ve vokallerin ön planda olduğu bir albüm yapmayı düşünüyor musun?
Evet, bu yeni paleti çok seviyorum ama bunun biraz daha şarkı odaklı materyallerden tamamen farklı bir şey olduğunu düşünmüyorum. Birbirlerini etkiliyorlar bana kalırsa. The Republic’teki bazı şarkılar rahatlıkla bir Sea and Cake şarkısının temelini oluşturabilecek fikirler barındırıyor. Kabul etmem gerek, son zamanlarda bir parçada şarkı söylememek bir şekilde daha özgür hissettiriyor. Ama şarkı söylemek de hiçbir zaman yorulmayacağımı hissettiğim, spesifik bir meydan okumayı beraberinde getiriyor.

Albümün kapağındaki fotoğraf, The Republic’teki seslerle bir tezat yaratıyor. Albüm kapağının hikâyesi nedir?
Kapak fotoğrafı David Hartt’a ait. Bu görsel onun filmine de eşlik ediyordu, onun enstalasyon çalışmasının bir parçasıydı. Sanırım kedinin fotoğrafı Athens’ta bir sokakta çekilmişti.

Chicago deneysel müzik sahnesinin en önemli figürlerinden birisin. Oradan çıkan yeni grupları takip edebiliyor musun? Bugünün sahnesini 15-20 yıl öncesiyle kıyasladığında ne tür benzerlikler görüyorsun?
Son zamanlarda bu sahnede fazla aktif olmadığımı belirtmem gerek. İki küçük çocuğum var, yani daha çok onlarla evde vakit geçiriyorum! Ama Chicago’da şu sıralar nasıl oluyorsa bir modüler sahnesi gelişiyor. Sanırım bu şu an her yerde oluyor ama bu alanda çok iyi işler yapan insanlar yakın zamanda karşıma çıktı. Ayrıca son zamanlarda epey fazla çalan Dead Rider’ın büyük bir hayranıyım.

Nisan ayının sonuyla birlikte iki aylık bir turneye başlıyorsun. Bildiğim kadarıyla Archer Prewitt de sana bu konserlerde eşlik edecek. Bize biraz canlı performanslarınız hakkında ipuçları verebilir misin? Eski albümlerden şarkılar da çalıyor musunuz?
Evet Archer bu turnede benimle birlikte çalacak. Yaptığımız şeyin bir kısmı birlikte çalacağımız modüler bir parça olacak. Archer daha çok destekçi bir rolle yer alacak ve gitardan drone’lar ve dokusal şeyler yapacak. Ayrıca yeni, gitarlarla çaldığımız enstrümantal parçalar var. Ve ilk iki solo albümüm ve Sea And Cake albümlerinden bazı şarkıların en yalın hâllerini çalacağız.

Son olarak, yakında bir Avrupa turnesi planın var mı?
Umarım sonbaharda!

  1. Köklerin, masalların ve yeşilin huşu içinde buluştuğu yer: Sylvania

    “Küçükken ormanı büyülü bir yer olarak düşündüm hep, ve büyüdükçe bu büyülü alanın daha karanlık özelliklerini özümsemeye başladım...”

  2. Adaletsizliğin dürtüleri: Shadi Alzaqzouq

    “Bazen haksızlığa o kadar kızıyorum ki sevdiğim için mi yoksa sadece intikam için mi resim yaptığımı merak ediyorum.”

  3. Yeni albümleri üzerinden karşılıklı sohbet: Mabel Matiz ve Hakan Vreskala

    Alışılmışın dışında üretimleriyle tanınan iki müzisyen, yeni albümlerini birbirlerine anlattı ve müzikle ilgili alışkanlıklarını karşılıklı masaya yatırdı.

  4. Elif Key ve Şebnem Bozoklu – Gtalk’ta 5 çayı sohbeti

    Elif Key ve Şebnem Bozoklu Gmail’lerinin chat alanlarını açtılar ve kitaba, dizilere, filmlere, karşılıklı hayranlıklara, annelerin akıllı telefon kullanımına, NASA üzerinden fezaya kadar uzanan, röportajımsı bir sohbete giriştiler… Bu sohbetin ardındansa ikili New York’ta birbirlerine kavuştu!

  5. Sesi cilaladım abi, ruhuna ne yapalım? Farklı açılarıyla “reissue” akımı

    Yalnızca eski albümleri yeniden basma maksadıyla çalışan birçok plak şirketiyle karşılaştığımız bugünün ortamında “reissue” nedir, ne değildir mevzuunu yerel sahneden çeşitli konuklara sorarak masaya yatırdık.

  6. Ergenlik yılları: Damon & Naomi

    Müzikle büyüme hikâyelerine her daim büyük ilgi duyuyoruz. Damon & Naomi’nin müzikal hafızasında 13-20 yaş arası bir yolculuğa çıkıyoruz.

  7. Sam Prekop’un sinematik harikası: The Republic

    “Bir yolculuk filmi gibi başlayıp sanırım yine sinematik bir şekilde sonlanıyor.“

  8. Kim Gordon’un kendini ifadesi Bechdel testini geçebilir mi?

    Kim Gordon’un, Şubat 2015’te yayınlanan, terapi niyetine kaleme almış olması muhtemel Girl in a Band kitabı ve bu kitabın Manchester’daki tanıtım etkinliğinin üzerine bünyede yükselen tuhaf hisler ve sorgulanması gereken muğlaklıklar…

  9. Şarkı şarkı Can Güngör ve Silik Düşler albümü

    Can Güngör’e üzerinize battaniye gibi çekeceğiniz Silik Düşler albümünü şarkı şarkı sorduk, Burak Dak’ın çizimleriyle yanıtların içine daldık.

  10. Leş popçu Klaustro’nun elektronik ruh birliği: Beyhude

    Pop, ölüm, Ahmet Hamdi Tanpınar… İlk Klaustro plağı Beyhude’de karşı koyulmaz bir huzur var.

  11. İran’da bir vampir güzellemesi: A Girl Walks Home Alone At Night

    İran asıllı bir aileden gelen ve Kaliforniyalı bir kaykaycı olan Ana Lily Amirpour’un bir dizi kısa filmin ardından çektiği ilk uzun metrajlı filmi A Girl Walks Home Alone at Night, yaklaşık bir yıldır dünyanın dört bir yanındaki festivallerde kapı pencere yıkmasının ardından, bu ay bizde de gösterime giren, tarihteki ilk İran vampir western’i!

  12. Hal Hartley dünyasından 10 unutulmaz karakter

    Bu ay İstanbul Film Festivali’nde son filmi Ned Rifle ile seyirci karşısına çıkacak olan Amerikan bağımsız sinemasının nevi şahsına münhasır dâhilerinden Hal Hartley’nin kaçık, gizemli, tamamen özgün, son derece intihar eğilimli muazzam karakterleri arasında bir yolculuğa çıkalım istedik.

  13. Belgesel sınırlarını zorlayacak bir gazetecilik başarısı: Citizenfour

    Geçtiğimiz ay Akademi Ödülleri’nde En İyi Belgesel dalı da dahil çok sayıda ödül ve övgünün sahibi Citizenfour, bu ay İstanbul Film Festivali’nde Türkiye prömiyerini yaptıktan hemen sonra vizyona giriyor.

  14. Amerika’yı sarsan belgesel The Jinx ve beraberinde gelen etik tartışmalar

    HBO’da geçtiğimiz ay sona eren ve Amerika’da yarattığı etik tartışmalarla gündeme bomba gibi düşen The Jinx: The Life and Deaths of Robert Durst, 70’lerden geçtiğimiz haftalara kadar uzanan bir dizi cinayetin potansiyel müsebbibini izliyor.

  15. 34. İstanbul Film Festivali’ne özel festival günlüğü

    Bu yıl yine 200 civarı filmi iki hafta süreyle üzerimize boca ederek hepimizi ihya edecek olan İstanbul Film Festivali’nde, 4-19 Nisan tarihleri arasında yolunu şaşırmak istemeyenlere dev kolaylık: gün gün festivalde ne izlenir, Anadolu ve Avrupa yakasında nasıl en doğru tercihler yapılır?

  16. Galata’da bir kurmaca: Şehzade Yangını

    Birbirlerinin hayatlarında figüran olan karakterlerin hileli bir horoz dövüşüyle başlayan hikâyesi…

  17. Spor olsun diye içten yazılmış yazılar*: Yazıhane Yıllık

    Ortak zevk: spor. Üretim biçimi: gönüllü ve samimi. Sonuç: hayaldi gerçek oldu. Yazıhane Yıllık: Dünya Yanarken ekibi karşınızda.

  18. Bant Mag. soruyor, ”Taşlar” oyuncuları cevaplıyor

    Craft Tiyatro'da geçtiğimiz aylarda, hem yetişkin, hem de çocuk izleyiciler için başlayan "Taşlar" oyunu bu ay da temsillerine devam ederken, oyunun iki başrol oyuncusu Olgu Baran Kubilay ve Ümit Yaşar Bekar'a, oyuna ilişkin, oyundan bağımsız, ciddi ya da son derece zevzek sorular sorduk.

  19. Karadelik

    Hikaye ve çizgi: Ethem Onur Bilgiç

  20. Piknik

    Hikaye ve çizgi: Ezgi Beyazıt

  21. Bayılırım mantara

    Hikaye ve çizgi: Saydan Akşit

  22. Kelliğe son!

    Hikaye ve çizgi: Özlem Isıyel

  23. Künye

    yayın imtiyaz sahiplerive etkinlik direktörleri Aylin Güngö[email protected] J. Hakan Dedeoğ[email protected] yazı işleri müdürü Ekin Sanaç[email protected] kreatif direktör Aylin Güngö[email protected] editörler