Ortak zevk: spor. Üretim biçimi: gönüllü ve samimi. Sonuç: hayaldi gerçek oldu. Yazıhane Yıllık: Dünya Yanarken ekibi karşınızda.


Ortak zevkleri sporun her nevi dalı olan Yazıhane (yazıhaneden.com) tayfası, şubat ayının sonunda, geçtiğimiz yılın üzerinden güzelce geçen kitapları Yazıhane Yıllık: Dünya Yanarken’i yayınladı. Yazıhane’ye uzun zamandır gönül veren insanlara “Hayaldi gerçek oldu” dedirten Kaan Kural, bu şahane topluluğu bir çatı altında toplayan Orkun Çolakoğlu ve kitabın editör ekibinden Cem Pekdoğru ile Yazıhane Yıllık: Dünya Yanarken üzerine konuştuk.

yazıhaneden.com kurucusu, basketbol yorumcusu, gazeteci Kaan Kural cevaplıyor:

Gazete yazıları, televizyon yayınları, maçlar, projeler derken Yazıhane hayatına nasıl girdi? Şu an nasıl bir konumu var?
NBA’de lokavt olduğu sırada Orkun Çolakoğlu’yla her gün gelişmeleri takip ediyor, sürekli “Ne olacak, ne bitecek?” diye konuşuyorduk. Biraz tüm işler için ara zaman gibiydi. NBA’e ara verilince bizim hayatımızda da bir boşluk oldu sanki. Tam o sırada Orkun ikimizin de çok beğenerek takip ettiği grantland.com benzeri bir site yapma fikrini ortaya attı. Fikir çok iyi olsa da ben “Elbette yapalım süper olur” falan dedim ama klasik “İyi fikir, uygulayacak çaba ve basiret eksikliği” formülü uygulanır diye düşünüyordum. Yani hayata geçmeyecek güzel fikirlerden biri daha gibi baktım en başta. Ama Orkun bunu ciddiye aldı. Daha önce bir şekilde yollarımızın kesiştiği, çok takdir ettiğimiz birkaç genç yazarla temasa geçip bir çekirdek kadro kurdu. Herkes için de kendini ifade edecekleri bir platform oluşunca bir anda hayata geçti. Şu andaki konumu ise hepimiz için kendimiz serbest olarak ifade edebileceğimiz bir alan. Belli bir kitlesi var. Mesela benim için basketbol hakkında yorum yaptığım tek yer oldu bu sene. Ama ekonomik olarak hiçbir kazancı olmadığı için ciddi bir süreklilik sorunu yaşıyor. Gönüllü olarak üretmek ne kadar keyifli olsa da başka uğraşlar, sorumluluk duymamak gibi nedenlerle devamlı üretim olamıyor ne yazık ki.

İnternette yayın yapan birçok spor haber sitesi var. Kişisel bloglar, haber yağmuruna tutan Twitter hesapları ve daha birçok kaynak var. Yazıhanenin bütün bu oluşumlardan senin için farkı ne?
Aslında çok da büyük bir farkı yok. En temel ayrım farklı zevkleri olsa da genel olarak tüm bunlara benzer yaklaşımları olan insanların bir araya gelmesi diyebilirim. Çok kişiden oluşan bir blog aslında. Ama bu çok sayıda kişi farklı açılardan, farklı konulardan, farklı kültürlerden etkilense de aynı yaklaşıma sahip. Zevklerini, eğlencelerini, keyiflerini anlatmak isteyen, bariz olan temellerin yanındaki detayları gözden kaçırmayan, onlardan beslenen, onlardan ayrıca keyif alan, büyük resmi gözden kaçırmadan onu yaratan parçaları da önemseyen bir grup bu. Bunları aktarmayı da çok seven aynı zamanda. Üstelik bunu kendi bakış açısını yüceltmeden yapabilmek de bu ülkede nedense istisnaî bir durum olmaya başladı. Tüm yazarlar bu tanıma uyuyor. Bu çok nadir bir durum. Ama asıl farkı herhâlde yazı kalitesi. Bilmem belki bana çok hitap ettiği için olabilir ama ben Türkiye’deki en bana hitap eden yazarların çok çok ciddi bir kısmının yazıhaneden.com’da olduğunu düşünüyorum. Doğru bilgi, doğru analizle yoğrulduğu zaman değerlenir. Bu analiz size hitap etse de etmese de, katılsanız da katılmasanız da önemli değil. Ama bu doğru şekilde aktarılmışsa size bir şey katar. Bilgi ve analizler ayrı ama ben bu sitede onu çok çok çok güzel aktaran yazarlar olduğunu düşünüyorum.

Gelelim kitap mevzuuna. Bir ağbi olarak sana geldiler ve bir maruzatta bulundular. Olaylar tam olarak nasıl gelişti? Tamam demeden önce çekincelerin var mıydı? (Ki vardı galiba videolarda görmüştük).
Aslında bir süredir sitede üretim iyiden iyiye düşmüştü. Bir şekilde yeniden “bir şey üretmiş olmak” istiyorduk. Mail grubu üzerinden yazışırken bir anda çıktı bu fikir. Açıkçası benim çekincem kitap adına çok yoktu ama gerçekten amaçladığımızı yapmak konusunda gecikeceğimizi, herkesten önce kendimin bir şey üretemeyeceğini, fazla tembel olduğumuzu düşünüyordum. Öte yandan dijital ortam her ne kadar yeni medya olsa da basılı bir kitap yaratmak gerçekten insana tarihe somut bir not düşmüş hissiyatı veriyor. Ben kendi yazılarımı derlediğim bir kitap çıkardığım için biliyorum. Eşsiz bir tatmin o. Bu yüzden direkt yapalım dedim ama aslında çekincelerimin aşılmasını sağlayan ve kitabı hayata geçiren ekip, editörler Cem Pekdoğru, Fikret Özer, İnan Özdemir ve elbette başkumandan Kubilay Kahveci oldu. Hattâ ben 50 bin dereden su getirip yeni bir şey yazmamak için dirensem de ağbimizdir filan dinlemeden mahalle baskısıyla yazı bile yazdırdılar sağ olsunlar.

Daha önce kendi kitaplarını yayınlayan biri olarak senin için Yazıhane Yıllık: Dünya Yanarkenin onlardan farkı ne? Tam olarak nasıl bir hissiyat? İlerisi için şimdiden yeni fikirler var mı?
Farkı bunun daha kolektif bir iş olması. Bu kitap için çok çok uzun süredir yazmak istediğim, yazmaya çalıştığım ama bir türlü başarmadığım bir yazı üretmiş olmam. Gerçekten kitaptaki giriş yazısını üç kere yazmayı denedim üçünde de beğenmedim. İlk kez kafamdaki bir fikri yazıya dökememe durumunu yaşadım ama sağ olsunlar editör ekibi biraz mahalle baskısı, biraz arkadaş desteğiyle yazmama yardımcı oldu. O açıdan bireysel bir tatmin de yaşadım. Kitap yazmış olmak ise her elinize aldığınızda söylediklerinizi havaya yazmadığınız hissini vermesi açısından çok değerli. Şahsen zaten bilen biliyor ama kitabı alıp bu genç yazarlarla, onların bakış açısıyla tanışacak insanları düşününce daha da hoşuma gidiyor bu durum. Aslında yazdığım yazılardan farklı değil. Nasıl basketbolu veya başka bir alanı, kendi aldığım keyfi insanlara anlatmak, onların da görmesine önayak olmak bana keyif veriyorsa, bu genç yazarlarla bir arada olmak, onları okumaktan aldığım keyfi başkalarına göstermek de aynı ölçüde değerli bir tatmin benim için.

Aldığımız duyumlara göre Kadıköyde hayata geçirmeyi planladığınız bir projeniz varmış. Biraz detaylarından bahsetmek ister misiniz?
Bir oyun kulübü burası. Aslında gayri resmî olarak açıldı kafe. Daha bir bölümü tamamlanmadı. Ama faaliyete geçti. Bu benim spor dışındaki diğer hobim olan oyun dünyasını işe dönüştürme projem. Benim gibi oyunu hayatının bir parçası olarak gören ciddi oyuncuların gelip birbiriyle tanışacağı, oyun oynayacağı bir ortam yaratmak amaç. O yüzden bir oyun kafe değil oyun kulübü demeyi tercih ettik. Çünkü burası müdavimlerinin olacağı bir kulüp olacak umarım.

Image

yazıhaneden.com kurucusu ve spor yorumcusu Orkun Çolakoğlu cevaplıyor:

Yazıhane nasıl ortaya çıktı? Fikir olarak aklına gelse de uygulamaya nasıl karar verdin? Kimlerle konuştun?
Kaan ağbiyle, o dönem yeni yeni palazlanan, Amerikan spor ve popüler kültür sitesi grantland.com‘a özenerek ve birbirimizi gaza getirerek geliştirdiğimiz bir fikirdi Yazıhane. Hiçbir zaman Grantland ölçüsünde profesyonel ve büyük bir işe kalkışmayı planlamadığımız için, uygulama kararı için çok da etraflıca düşünmemiz, ölçüp biçmemiz gerekmedi. Tanışıklığımız olan ya da olmayan, bir şekilde takip ettiğimiz ve kalemini sevdiğimiz insanlarla, kafamızda oluşan şeye yeterli olacak bir kadro kurulabileceğini düşündük. Fikri ilk açtığımız arkadaşlarımızın da yardımları ve tavsiyeleri oldu. Bu kadar kolay harekete geçebilmemizde, Kaan ağbi ve benim tanışmam dahil, ekibin bir bölümünün tanışıklığını sağlayan batug.com’un da payı büyüktür. Hem kurulan ilişkiler anlamında, hem de bir bölümümüze benzer bir site tecrübesi yaşattığı için…

Peki… Yazıhaneyi diğerlerinden ayıran özelliklerden biri de Potacastler. Şâna kadar yüzü aşkın kayıt var ve elinizde güzel de bir arşiv oluştu. Bunlara devam edecek misiniz yoksa herhangi bir şeye evrilme düşüncesi var mı?
Potacast‘e devam etmek istiyoruz ve şimdilik görüntülü olması falan gibi farklı bir format düşüncemiz yok. Zaten öyle bir şey yapmamız çok da zor, hattâ profesyonel destek olmadan imkânsız. Bu şekilde memnunuz; ikimizin de uygun olduğu bir günü ve saati kendimiz belirleyip kayda başlayabilmek önemli bir rahatlık.

Yazıhanede herkes ayrı ayrı, kendi alanında profesyonel ama sitede üretilen her içerikteki ekstra dikkati ve özeni sezmemek imkânsız. Sizi Yazıhane için yazarken böylesine heyecanlandıran nedir?
Her şeyden önce, buradaki herkes yazmaktan keyif alan insanlar. Bu sitenin bize henüz maddi bir getiri karşılığı olmadığını düşünürsek, zaten yazmaktan ve yazdığını paylaşmaktan keyif almayan kimse bu işe kalkışmazdı. Bununla birlikte herkesin işi gücü olduğundan ve vakti sınırlandığından, uzun süredir siteye yeni yazı girme konusunda çok yetersiz kaldık. Ama yeni yazı yazabilecek vakti bulduğumuzda sanırım herkes diğerlerinin yazılarından bir çeşit motivasyon elde ediyor ve sorumluluk hissediyor. Kendi adıma bunu söyleyebilirim, ekipteki çoğu arkadaşımın da paylaştığını düşünüyorum.

Büyük bir çoğunluğunu spor yazıları oluştursa da sitede bazı sinema ve müzik yazıları da var. Bu tarz konulara dair içeriklerin de olmasına nasıl karar verdiniz?
Dediğim gibi, bu site için bize ilham veren grantland.com‘du ve orası temelinde spor ve popüler kültür olan bir site. Bu tip bir şeyi Türkçe içerikle yapacak ekip kurabiliriz diye düşündük.

Yazıhane fikriyle yola çıktığınızda ileride bir de kitabımız olur belki diye bir düşünceniz oldu mu? Elinizde, koca bir ekibin emeği ve heyecanıyla hazırlanmış bir kitap var. Duygularınızı alabilir miyiz?
Yola çıkarken böyle bir fikrimiz yoktu açıkçası. Sonradan, ekip arası yazışmalarda doğan bir fikir oldu. Bizim ekip toplu işler için kendini daha iyi motive ve organize edebiliyor. Tek kaldığımızda siteye iş çıkarma konusunda yaşadığımız sıkıntıyı ekip işlerinde yaşamıyoruz. Bununla birlikte, ben kitaba ne yazar ne de editör olarak katkıda bulunabildim. Ortaya çıkan şey elbette beni de çok mutlu etti ve gururlandırdı ama kitap, editoryal ve görsel yükü sırtlayan Cem Pekdoğru ve Kubilay Kahveci’yle birlikte, içindeki yazarların eseri. O yüzden kitapta emeğim varmış gibi konuşmak istemem.

editör ekibinden Cem Pekdoğru cevaplıyor:

Editör ekibinden biri olarak kitapla ilgili tüm süreçlere hâkimsin diye düşünüyoruz. Hattâ fikir de sizden çıkıyor ve Kaan Kurala gidiyor sanırım. Tam olarak kitap fikri nasıl ortaya çıktı?
İlk günden beri aramızdaki konuşmalara sızan ama nasıl gerçeğe dönüştürüleceği üzerine çok fazla kafa yormadığımız bir fikirdi bu. Dijital ekranlar için yazan çizen insanlar, yaptıkları şeyin gerçekliğini bir somutluk üzerinden onaylamaya ihtiyaç duyabiliyorlar. Bu yaratımı somutluk çemberine sokmanın en kestirme yolu da kâğıt. Hattâ 1980’li yıllarda doğmuş birçoğumuz için, bildiğimiz tek yolun bu olduğunu da söyleyebiliriz. Eylül ayında Kubilay ve Fikret, bu fikri tekrar masaya getirdiklerinde üşengeçliğimizi bir kenara bırakıp nihayet kafa yormaya başladık. Kaan ağbiye konuyu açtığımızda, yaptığı onca şeyin arasında ona en çok tatmin verenin “bir kitap yayınlamış olmak” olduğunu söyledi. Doc Rivers’ın soyunma odası konuşmaları gücündeydi bizim için.

Kitabın içeriğinin oluşması, isimlerin seçilmesi, yazılar, illüstrasyonlar, baskısı derken… O günler nasıl geçti? Unutamadığın bir an var mı?
Kitabın içeriğiyle ve sunumuyla ilgili birçok şey süreç içinde dönüşüme uğradı. Birincil ilham kaynağımız Best American Sports Writing kitapları olmuştu ve genel itibarıyle 2014 yılını imleyen bir şey hazırlamak hususunda herkes hemfikirdi. Tek sabitimiz de buydu galiba. Sonrası da editör ekibinin işiydi zaten, bir başka masada kitabın sizin okuduğunuz hâlindeki tematik izleği akıl ettik. Seçkiyi yaparken de bu izleği işletecek yazıları içeride tutmaya özen gösterdik. Başlangıçta kitlesel fonlama yoluyla finanse etmek istiyorduk kitabı. Ancak bazı çekinceler yaşıyorduk, bir yayıneviyle işbirliği yapmak çok daha pratik bir yol gibi gözüktü. İllüstrasyonlar da en başından beri olmazsa olmazdı, arasıra toplanıp Free Darko kitaplarında ya da Grantland’in üç aylıklarında yer bulan çizgilere hayran hayran bakıyorduk hepimiz en nihayetinde. Renkli baskı mümkün olmayınca bizim kitap onlara pek benzemedi ama Yağız, Hilal ve Güneş’in çizimleri, Kubilay’ın tasarımı sayesinde daha yakışıklı oldu. Murat Başol’un Hrant çiziminin kitaba girme hikâyesi de güzeldi: 19 Ocak’ta biz yazıları paketleme aşamasındayken, kitaptan habersiz, Emre’nin Hrant ve Ödemişspor’a attığı gol için yazdığı yazıdan yola çıkıp bir çizim yapıyor. Biz de Twitter’ın derinliklerinde bu çizime rastlıyoruz. Kullanmamıza izin verir mi düşüncesiyle kendisini bulduğumuzda yeni bir tane çizmeyi öneriyor. Basit bir tesadüf olarak da görebilirdim ama bu tür karşılaşmalara değer atfetmek hoşuma gitmiştir hep, bu da yayına hazırlık süreci yoğunlaşmışken hepimize iyi gelmişti. Bir de, kendi adıma konuşursam, Alp’in yazısı öyle hissettirmişti. Kitabı yılbaşına yetiştiremeyeceğimizi anlamaya başladığımız günlerdi yazı elimize ulaştığında. Ertesi gün zor bir iş günü olacaktı, sabahlamakta gönülsüzdüm. Sonunda ne oldu? Vapurda Anadolu Liseleri sınavından çıkmış Ender Arslan’ı ve kitabımızın neye benzeyeceğini düşünmeye çalışıyordum. Alp’in yazıları çoğu zaman bu kadar güçlüdür.

Türkiyede spor denince akla ilk olarak elbette futbol geliyor. Yazıhane Yıllık: Dünya Yanarken, aslında gerçekten spor denince akla gelmesi gereken spor dallarına dair konuları işliyor. Kitaptaki yazıların tümü çok samimi bir şekilde yazılmış yazılar. Sence yaşadığımışartlardaki spor anlayışını değiştirecek bir etkisi olur mu kitabın?
Üç yıl kadar önce Yazıhane’nin toplanması sırasında bu tür bir etki yaratmak umuluyordu sanırım. Kitaba ise pek böyle sorumluluklar yüklemedik aslında. Yazıhane vesilesiyle yolumuzu kesiştirdiğimiz insanlara bizden bir şey vermek istedik sadece; kâğıttan bir şey. Batuğ ağbinin önsözde ifade ettiği şekliyle “parçalı bulutlu havada bir zeplinin geçişi” gibi bakabiliriz tüm meseleye. Köpek Dişi’ndeki uçaklar gibi, bu zeplin de geçişine tanık olan birilerinin algısını değiştirebilir belki. Ya da değiştirmez. Bir okuyucu perspektifinden konuşuyorum tabii şu anda, herkeste farklı işleyecektir. Bir sürü kapısı var bence kitaptaki yazıların. Kapıların çoğu açık, istediğinizi seçmekte özgürsünüz. Hiçbirini seçmeyip dışarıda da kalabilirsiniz elbette. O da bir seçim. Ama içerisi havadar.

Kitabın birinci baskısı tükenmek üzere diye duyumlar aldık. Okuyucularımıza kitaba ne şekilde ve nerelerden ulaşabilecekleriyle ilgili bilgi verebilir misiniz?
Evet bir ay içinde ikinci baskıya gitti kitap, Nisan ayı itibariyle dağıtılmış olacağını umuyoruz. Çetin Cem’in deyimiyle “tüm zamanların en beklenmedik başarısı” oldu, şaşırdık gerçekten hepimiz. Belli başlı kitapçılarda bulunabiliyor. Yayınevinin dağıtım ağı sizin oralara uğramıyorsa online kitap sitelerinden sipariş vermek de bir seçenek, hemen hepsinde denk geldik. Bant Mag. Mekân’a da birkaç kopya bırakmıştık, kahvenin yanında iyi yol arkadaşı oluyor.

*Başlık, kitabın önsözünden alıntıdır.

  1. Köklerin, masalların ve yeşilin huşu içinde buluştuğu yer: Sylvania

    “Küçükken ormanı büyülü bir yer olarak düşündüm hep, ve büyüdükçe bu büyülü alanın daha karanlık özelliklerini özümsemeye başladım...”

  2. Adaletsizliğin dürtüleri: Shadi Alzaqzouq

    “Bazen haksızlığa o kadar kızıyorum ki sevdiğim için mi yoksa sadece intikam için mi resim yaptığımı merak ediyorum.”

  3. Yeni albümleri üzerinden karşılıklı sohbet: Mabel Matiz ve Hakan Vreskala

    Alışılmışın dışında üretimleriyle tanınan iki müzisyen, yeni albümlerini birbirlerine anlattı ve müzikle ilgili alışkanlıklarını karşılıklı masaya yatırdı.

  4. Elif Key ve Şebnem Bozoklu – Gtalk’ta 5 çayı sohbeti

    Elif Key ve Şebnem Bozoklu Gmail’lerinin chat alanlarını açtılar ve kitaba, dizilere, filmlere, karşılıklı hayranlıklara, annelerin akıllı telefon kullanımına, NASA üzerinden fezaya kadar uzanan, röportajımsı bir sohbete giriştiler… Bu sohbetin ardındansa ikili New York’ta birbirlerine kavuştu!

  5. Sesi cilaladım abi, ruhuna ne yapalım? Farklı açılarıyla “reissue” akımı

    Yalnızca eski albümleri yeniden basma maksadıyla çalışan birçok plak şirketiyle karşılaştığımız bugünün ortamında “reissue” nedir, ne değildir mevzuunu yerel sahneden çeşitli konuklara sorarak masaya yatırdık.

  6. Ergenlik yılları: Damon & Naomi

    Müzikle büyüme hikâyelerine her daim büyük ilgi duyuyoruz. Damon & Naomi’nin müzikal hafızasında 13-20 yaş arası bir yolculuğa çıkıyoruz.

  7. Sam Prekop’un sinematik harikası: The Republic

    “Bir yolculuk filmi gibi başlayıp sanırım yine sinematik bir şekilde sonlanıyor.“

  8. Kim Gordon’un kendini ifadesi Bechdel testini geçebilir mi?

    Kim Gordon’un, Şubat 2015’te yayınlanan, terapi niyetine kaleme almış olması muhtemel Girl in a Band kitabı ve bu kitabın Manchester’daki tanıtım etkinliğinin üzerine bünyede yükselen tuhaf hisler ve sorgulanması gereken muğlaklıklar…

  9. Şarkı şarkı Can Güngör ve Silik Düşler albümü

    Can Güngör’e üzerinize battaniye gibi çekeceğiniz Silik Düşler albümünü şarkı şarkı sorduk, Burak Dak’ın çizimleriyle yanıtların içine daldık.

  10. Leş popçu Klaustro’nun elektronik ruh birliği: Beyhude

    Pop, ölüm, Ahmet Hamdi Tanpınar… İlk Klaustro plağı Beyhude’de karşı koyulmaz bir huzur var.

  11. İran’da bir vampir güzellemesi: A Girl Walks Home Alone At Night

    İran asıllı bir aileden gelen ve Kaliforniyalı bir kaykaycı olan Ana Lily Amirpour’un bir dizi kısa filmin ardından çektiği ilk uzun metrajlı filmi A Girl Walks Home Alone at Night, yaklaşık bir yıldır dünyanın dört bir yanındaki festivallerde kapı pencere yıkmasının ardından, bu ay bizde de gösterime giren, tarihteki ilk İran vampir western’i!

  12. Hal Hartley dünyasından 10 unutulmaz karakter

    Bu ay İstanbul Film Festivali’nde son filmi Ned Rifle ile seyirci karşısına çıkacak olan Amerikan bağımsız sinemasının nevi şahsına münhasır dâhilerinden Hal Hartley’nin kaçık, gizemli, tamamen özgün, son derece intihar eğilimli muazzam karakterleri arasında bir yolculuğa çıkalım istedik.

  13. Belgesel sınırlarını zorlayacak bir gazetecilik başarısı: Citizenfour

    Geçtiğimiz ay Akademi Ödülleri’nde En İyi Belgesel dalı da dahil çok sayıda ödül ve övgünün sahibi Citizenfour, bu ay İstanbul Film Festivali’nde Türkiye prömiyerini yaptıktan hemen sonra vizyona giriyor.

  14. Amerika’yı sarsan belgesel The Jinx ve beraberinde gelen etik tartışmalar

    HBO’da geçtiğimiz ay sona eren ve Amerika’da yarattığı etik tartışmalarla gündeme bomba gibi düşen The Jinx: The Life and Deaths of Robert Durst, 70’lerden geçtiğimiz haftalara kadar uzanan bir dizi cinayetin potansiyel müsebbibini izliyor.

  15. 34. İstanbul Film Festivali’ne özel festival günlüğü

    Bu yıl yine 200 civarı filmi iki hafta süreyle üzerimize boca ederek hepimizi ihya edecek olan İstanbul Film Festivali’nde, 4-19 Nisan tarihleri arasında yolunu şaşırmak istemeyenlere dev kolaylık: gün gün festivalde ne izlenir, Anadolu ve Avrupa yakasında nasıl en doğru tercihler yapılır?

  16. Galata’da bir kurmaca: Şehzade Yangını

    Birbirlerinin hayatlarında figüran olan karakterlerin hileli bir horoz dövüşüyle başlayan hikâyesi…

  17. Spor olsun diye içten yazılmış yazılar*: Yazıhane Yıllık

    Ortak zevk: spor. Üretim biçimi: gönüllü ve samimi. Sonuç: hayaldi gerçek oldu. Yazıhane Yıllık: Dünya Yanarken ekibi karşınızda.

  18. Bant Mag. soruyor, ”Taşlar” oyuncuları cevaplıyor

    Craft Tiyatro'da geçtiğimiz aylarda, hem yetişkin, hem de çocuk izleyiciler için başlayan "Taşlar" oyunu bu ay da temsillerine devam ederken, oyunun iki başrol oyuncusu Olgu Baran Kubilay ve Ümit Yaşar Bekar'a, oyuna ilişkin, oyundan bağımsız, ciddi ya da son derece zevzek sorular sorduk.

  19. Karadelik

    Hikaye ve çizgi: Ethem Onur Bilgiç

  20. Piknik

    Hikaye ve çizgi: Ezgi Beyazıt

  21. Bayılırım mantara

    Hikaye ve çizgi: Saydan Akşit

  22. Kelliğe son!

    Hikaye ve çizgi: Özlem Isıyel

  23. Künye

    yayın imtiyaz sahiplerive etkinlik direktörleri Aylin Güngö[email protected] J. Hakan Dedeoğ[email protected] yazı işleri müdürü Ekin Sanaç[email protected] kreatif direktör Aylin Güngö[email protected] editörler