Streaming servisleri yeni sorunları ve yeni metotlarıyla bir kez daha gündemimizde.


Streaming servisleri hayatlarımıza girdiğinden ve hızla yayıldığından beri bütün müzik dinleme alışkanlıklarımızı değiştirdi. Müzik hızla keşfedilen, hızla tüketilen ve hızla çöpe atılan bir fastfood ürününe dönüştü. Aralık 2013 sayımızda 13melek, streaming servisleri üzerine, ağırlıklı olarak konunun finansal boyutuna odaklanarak tarihsel gelişiminden, “streaming” ve “downloading” arasındaki farklardan ve yeni dijital müzik piyasasında müzisyenlerin çok az para kazandığından bahsettiği bir yazı yazmıştı. O yazıdan yaklaşık iki yıl sonra hayatlarımıza iyice nüfuz eden streaming gerçeğini bu sefer farklı açılarıyla inceliyoruz. Geçtiğimiz sürede bazı sorunlar hiç değişmemişken üstüne yenileri eklendi bir yandan da olumlu gelişmeler kat edildi. Yeni streaming servislerine, müzikte dijitalleşmenin müzik ekonomisinde ne gibi sonuçlar doğurduğuna ve henüz şekli şemali belli olmayan yeni müzik düzen(sizliğ)inin bağımsız müziği nasıl etkilediğine bakıyoruz. 

Streaming servisleri müzik piyasasını kavurmadan önce, piyasa uzun zamandır Sony Music, Warner Bros ve (EMI’ın da katılmasıyla) Universal Music’in kontrolü altındaydı. Üç büyükler kapitalist bir düzende dinleyicilerin isteklerini ve dinleme alışkanlıklarını kontrol ediyor, bağımsız plak şirketleriyse müziğin çeşitliliğinin ve yeni müzisyenlerin koruyucusu görevini üstleniyordu. Önce internetle müzik indirme olgusunun gelmesiyle müziğe erişim demokratikleşti ve piyasayı kontrol etmek zorlaştı. Sonra da Spotify, Deezer ve Pandora gibi streaming servislerinin doğmasıyla müziğin demokratikleşmesi (adil bir sistem olup olmadığı tartışılsa da) hukukî bir boyut kazandı. Artık dinleyiciler müzik market raflarında onlara önerilenlere bağlı kalmadan internette ve streaming servislerinde keşfettikleriyle kendi müzik tatlarını istedikleri gibi şekillendiriyor, dünyanın başka bir ucunda, normalde duyma ihtimalinin olmayacağı müzikleri dinleyebiliyor.  

Birçoklarına göre artık kontrolün dinleyicilerin elinde olmasıyla bağımsız müziğin görünürlüğü ve dinlenilirliği arttı. Özellikle de streaming servislerinin radyo, keşfet, öneri gibi hizmetleri sayesinde müzik severler daha çok bağımsız müzisyen keşfedebiliyor. Fakat uzaktan bakınca bu müzisyenler daha görünür olsa da sonuçta bu servislerden emeklerine gelen maddi karşılık, popüler müzisyenlerle kıyaslayınca oldukça düşük. Spotify tarafından sanatçılara şarkıların dinlenme oranına göre, stream başına ortalama 0,006 ve 0,0084 cent arası bir ödeme yapıldığı düşünülünce, yeni bir bağımsız sanatçının eline düşen para (hem popüler müzisyenlere göre daha az şarkısı olduğu hem de daha az dinlendiği için) oldukça cüzi seviyelerde kalıyor. Öte yandan sayısız bağımsız etiketlerin, büyük plak şirketleri gibi birebir sözleşme yapma şansı da olmadığından ve elinde büyük kataloglar gibi bir koz olmamasıyla da bu etiketler pastadan hak ettiği nasibi alamıyor. Dijital gelirlerin onlar için çok daha önemli olduğu bağımsız plak şirketleri ve müzisyenler bu yeni, belirsiz, çalkantılı ve hâlâ kendini döndüremeyen sistemin sömürenleri konumuna düşüyor. Öte yandan Spotify’ın büyük plak şirketleriyle yaptığı lisans anlaşmalarının büyük bir kısmı kapalı oluyor ve bu şirketlerin pastadan hangi şartlarda, tam olarak ne kadar pay aldığı kestirilemiyor.  

Bu konuda suçlanan taraf genellikle streaming servisleri olsa da aslında piyasa üç büyüklerin elindeyken de zaten yeni sanatçılar fiziksel satışlardan kendilerini geçindirecek kadar para kazanamıyordu. Burada dile getirilen sitem daha çok, yenilikçi olması ve müziği “demokratikleştirmesi” beklenen bu servislerin bu soruna bir çözüm getirememiş olması, aksine “bağımsız sanatçı yiyiciler” grubuna yeni bir tüketici olarak katılmış olmaları, daha çok dinleyicinin ve mecburen büyük etiketlerin “tarafını” tutması.   

Durumun Türkiye safhasına bakınca ise, streaming servislerinin (özellikle de Spotify’ın) gelişinin korsan müzik ve müzik indirme problemlerini büyük ölçüde azalttığı tartışılmaz bir gerçek. Ancak Spotify’da Türkiye’den bağımsız müzisyenlerin görünürlüğüyle popüler müzisyenlerin görünürlüğünü Amerika, İngiltere, Fransa gibi örneklerle karşılaştırınca arada dağlar kadar fark var. Doğal olarak Spotify, Türkiye’deki bağımsız sanatçılar için bir gelir kapısı olmanın yanından bile geçmiyor. Bu durumun apaçık nedenlerinden biri, İngiltere’den bir bağımsız müzisyenin başka ülkelerde de dinleniyor olması, bir başka nedeni ise Türkiye’deki bağımsız müziğin Türkiye içinde bile henüz popüler olmaması. Ayrıca rakamlara bakınca Türkiye’deki müzik severler Türkçe bağımsız müzik dinlemek ve keşfetmek için daha çok Soundcloud platformunu tercih ediyor. Soundcloud’un da abonelik sistemine geçmesiyle belki bu karamsar tablo bağımsız müzisyenler için biraz daha umut verici bir hâl alabilir. 

Son dönemde hayatımıza giren streaming servisleri

Tidal  

Tidal önce piyasaya hızla ve şatafatlı bir şekilde girdi fakat iflasa doğru sürükleniyor. Tidal, mart ayında Jay Z şirketi tarafından 56 milyon dolara satın alındıktan sonra “sanatçılar tarafından sanatçılar için” imajını oluşturmaya çalıştı. Tidal’ın en büyük tanıtım noktalarından biri sanatçılara diğer streaming servislerinden aldıkları telif hakkı ücretlerinin iki katını veriyor olması. Streaming araştırmacılarından Dr. Todd Green’e göre Tidal’ın batışındaki büyük etkenlerden biri tam olarak da buydu: Tanıtımda yanlış kitleye odaklanılması. Dinleyicilerin streaming servislerinden müzik dinlemeyi tercih etmesinin ana nedenlerinden biri ücretsiz ya da ucuza müzik dinlemeleri, bir diğeri ise müzik indirmeyle uğraşmalarına gerek kalmadan anında istedikleri albümü dinleyebilmeleri. Bu dinleyicilerin büyük bir çoğunluğu için Madonna, Coldplay ya da Rihanna’nın daha fazla para kazanması doğal olarak umurlarında değil. Servisin açılışına da paraya daha çok ihtiyacı olabilecek sanatçılardansa birçok popüler ismi sahneye çıkarmayı tercih edilmesiyle, hele de bu süper starlar şirketin hissedarları olunca, Tidal’ın yaratmaya çalıştığı “sanatçılara hak ettikleri ve ihtiyaçları olan parayı verelim” imajının da içi boşaltılmış oluyor. Servis hâlâ bazı sanatçıların itelemesiyle ayakta durmaya çalışıyor ancak ürünlerde çıkan sorunlar, hukuki problemler ve üst yöneticilerin istifa etmesini de göz önünde bulundurunca şirketin geleceği oldukça şüpheli.   

Apple Music

Apple Music ise dinleyici kitlesini hedef alarak daha doğru bir tercih yaptı. Üç ay ücretsiz deneme fırsatı vererek ânında müzik severlerin dikkatini çekti. Apple Music’in aylık aboneliği diğer servisler gibi ayda 9,99 ve ayrıca 14,99 dolara Netflix modelinde olduğu gibi “aile paketi” imkânı sunuyor. Apple Music bu haziranda piyasaya çıkmasına rağmen veri tabanında şimdiden 30 milyon şarkı bulunuyor. Apple Music, Spotify ve diğer servisleri “müziğin bekçiliğini yapmaya çalışmak”la suçlayan Thom Yorke’un bile onayını almış gibi görünüyor. Zira sanatçının diskografisini ve Radiohead’in In Rainbows albümünü Apple Music’ten dinlemek mümkün. Ayrıca MySpace döneminde olduğu gibi, Apple Music’in Connect adındaki sosyal medya kanalıyla sanatçılar fanlarıyla iletişime geçebilecek. Bu da bağımsız müzisyenler için büyük bir artıya dönüşecek. Apple Music’in şimdilik tek sorunu henüz Android uygulamasının yapılmamış olması.  

YouTube Music KeyStreaming servisleri konusunda diğer bir adım da tabii ki Google’dan geldi. Kasım 2014’te denemeye çıkan Music Key, Google Play Music’in bir uzantısı. Music Key’in en büyük artılarından biri abonelerinin YouTube videolarını reklamsız izleyebilmeleri, telefonda uygulamanın açık kalmasına gerek kalmadan arka planda dinleyebilmeleri ve indirip daha sonra çevrimdışı olarak izleyebilmeleri. Ancak bu servis eylülün ortasına kadar hâlâ beta aşamasında. Bu da demek oluyor ki şirket insanları bu servis için para ödemeye nasıl ikna edeceğini henüz bulamadı. 

Mevcut streaming sistemine karşı duran müzisyenler

Dijitalleşen müzik endüstrisini, streaming servisleri düzenlemeye, hukuksallaştırmaya ve yenilikçi bir hâle sokmaya çalışırken ezilen taraf bağımsız müzisyenler olunca sanatçılar ve bazı müzik dernekleri harekete geçmeden durmadı. Kimi popüler müzisyense kendi durumundan şikâyetçi oldu.  

En çok ses getiren adımlardan birini Thom Yorke ve Radiohead’in prodüktörü Nigel Godrich attı. Özellikle yeni sanatçıların bu iş modelinde hiç para kazanamadığı gerekçesiyle Radiohead ve Thom Yorke’un solo albümleri Spotify’ın dijital raflarından kaldırıldı. Yorke verdiği röportajlarda yeni sistemi eleştirerek “Eski müziği kullandıkları için, büyük plak şirketlerini kullandıkları için… Büyük plak şirketleri bu sistemin her yerinde çünkü eski şeyleri bedavaya yeniden satmanın, zengin olmanın ve ölmemenin bir yolu olarak görüyorlar. Bana kalırsa bu [Spotify] ölmek üzere olan bir cesedin son çaresiz osuruğu. Bundan sonra gelecek olan en önemli kısım” açıklamasında bulunmuştu. Öte yandan günümüzün popüler isimlerinden Taylor Swift ise telif hakkı ödemelerini yetersiz bularak ve müziğin ücretsiz olmaması gerektiğini savunarak albümlerini Spotify’dan kaldırmıştı. 

Streaming servislerinin sanatçılar tarafından eleştirilmesinin bir diğer nedeniyse düşük ses kalitesi. Bu akımın öncülerinden biri olan Neil Young, geçtiğimiz temmuz ayında streaming servislerinden albümlerini çekeceğini açıkladı. Kanadalı müzisyen kararıyla ilgili şöyle bir açıklama yaptı: “Yayıncılık tarihinde ya da diğer dağıtım formlarında görülmüş en düşük ses kalitesi yüzünden müziğimin değer kaybetmesini istemiyorum. Fanlarıma bu müziğin satılması konusunda iyi hissetmiyorum. Rızam olmadan yapılan kötü anlaşmalar yüzünden aldığım pay (diğer sanatçılar gibi) oldukça düşürülmüş olsa da kararımın nedeni para değil. Ses kalitesi döndüğünde tekrar bakacağım. Asla asla deme.”  

Streaming servislerine karşı toplu sanatçı hareketi ise American Association of Independent Music (Amerikan Bağımsız Müzik Derneği) cephesinden geldi. Bünyesinde 325 Amerikan bağımsız plak şirketi ve Adele, Mumford & Sons ve Taylor Swift gibi ünlü sanatçılar da bulunduran A2IM, sık sık yeni streaming servislerinde dikkat edilmesi gereken hususlar hakkında sanatçılarını uyarıyor, basın açıklamaları yapıyor ve yeni kanunlar çıkarılması için lobi çalışmaları yapıyor. Derneğin iddiasına göre telif hakları üzerinden değerlendirince Amerika müzik marketinin büyük bir çoğunluğunu (yüzde 34,6’sını) bağımsız etiketler oluşturuyor. Yanıltıcı bir şekilde dağıtım açısından bakınca en çok parayı Universal Music alıyor. YouTube Music Key, bağımsız plak şirketleriyle ayrı ayrı sözleşme yapmak yerine şirketlere daha az haklar veren toplu sözleşme yapma yoluna gidince Avustralya, Brezilya, İspanya, Güney Kore ve daha birçok farklı ülkeden bağımsız plak şirketleri, duruma karşı çıkarak medyada büyük yankı yarattı.  

Spotify, Deezer ve nice streaming servisinin adaletsiz sisteminden fayda çıkaran zekice fikirler de arasıra karşımıza çıkıyor tabii ki. Michiganlı funk grubu Vulfpeck, uzun yıllar streaming denince gülümseyerek hatırlayacağımız dâhiyane fikriyle, kendi turne bütçesini çıkarmıştı. Sleepify isimli tamamı sessiz parçalardan oluşan bir albüm yayınlayan Vulfpeck, albümü Spotify’dan paylaştı ve dinleyicilerinden uykularından önce albümü çalar durumda bırakmalarını istedi. Bu sayede her bir kişinin sabaha kadar albümdeki parçaları toplam 800 kez dinlemiş gözükecek ve Spotify gruba sadece bir kişinin bir gecelik albümü açık bırakmasıyla 4 dolar verebilecekti. Bu süper fikirle Spotify’ın düzensizliğinden fayda çıkarabilen Vulfpeck, turne programını da Spotify’ın verdiği istatistiklere göre, albümün en çok dinlenildiği yerlerden geçecek şekilde kurguladı! 

Stream çağında müzik dünyasının yeni iş modelleri

Müziğin bir solukta ve ücretsiz tüketilebilir olmasıyla müzik insanları, sanatçılar ve girişimciler yeni para kaynakları oluşturmanın yollarını aramaya başladı. Kayıtlı müziğin neredeyse tamamının internette erişilebilir olması ve o konuda verilebilecek savaşın yenilgiyle sonuçlanacağının daha savaşa girmeden belli olması nedeniyle gözler diğer büyük gelir kaynağına yöneldi: canlı müzik. Süper starlar fiziksel satışlardan gelen gelirlerin düşmesiyle zararlarını telafi etmek için konser bilet fiyatlarını hızla yükseltti, organizatörler “diamond circle“, ”golden circle” gibi kategorilerle fiyatların uçuk rakamlarda olduğu biletlendirme yöntemlerine gitti. Küresel müzik piyasasına bakınca, dijital ve fiziksel satışlar dahil olmak üzere toplam kayıtlı müzik gelirleri düşerken canlı müzikten gelen gelirler artış gösteriyor. 

Boş durmayan büyük plak şirketleri ve diğer büyük müzik şirketleri ne yapıp edip canlı müzik endüstrisinden de pay almanın bir yolunu buldu: 360 derece anlaşmaları. Bu anlaşmalar en açık şekilde, sanatçılardan sağdan soldan, köşeden, ortadan, her açıdan faydalanmanın yolu olarak anlatılabilir. Büyük plak şirketleriyle 360 derece anlaşması imzalayan sanatçılar plak şirketlerine fiziksel satış, dijital gelirler, konser gelirleri, ürün gelirleri gibi bütün gelirlerinden belirli bir pay veriyor. Bunun karşılığında ise şirket sanatçıyı daha çok ve daha uzun süre tanıtma ve sanatçıya yeni imkânlar yaratma sözü veriyor. Kısaca plak şirketi o sanatçıyı her açıdan sömürebilecek menajeri konumuna yerleşiyor.  

Dijitalleşmeyle birlikte sanatçıların gelirlerini arttırmaya çalıştığı bir diğer para kaynağı ise ticari ürünler. Müzik fiziksel bir albüm gibi elle tutulamayan bir havaya dönüştükçe ürünler bir o kadar gerçeklik ve çeşitlilik kazandı. Önceleri ürünler grup resminin veya sembolünün basıldığı tişörtlerden ileri gitmiyordu. Şimdilerdeyse One Direction genç hayranları için diş fırçaları çıkartıyor, Flaming Lips yastık kılıfı ve kafatası satıyor, pop sanatçılarının adında parfümler satışa çıkıyor.  

Küçük plak şirketleri tarafına bakınca ise bağımsız plak şirketleri artık fiziksel albüm çıkarmanın gereksizliğini ve maliyetini göz önünde bulundurarak “net etiket”lere dönüşüyor ya da yeni etiketler direk dijital olarak var olacak şekilde müzik dünyasına giriyor. Bir kabulleniş ve ortama ayak uydurma söz konusu. Kataloğunu internet ortamında yayınlayan bu şirketler müziğin çevrimiçi ortamda ücretsiz dağıtımını savunuyor. Zaten insanlar emek verilip yapılmış bu albümü ücretsiz dinleyecekse neden direk sitemizden indirerek ya da platformumuzda online olarak dinlemesin? Net etiket kavramının Türkiye’deki başarılı örneğini Müzik Hayvanı’nda görüyoruz.  

Müziğin dijitalleşmesinin iş ve müzik dünyasına bir olumlu etkisi müzikte girişimci ruhu canlandırmış olması. Dünyanın her yerinden insanlar bir araya gelip müzik dünyasında nasıl çığır açabileceklerini düşünüp yeni iş modelleri deniyor ve ortaya müzik tüketicilerinin hizmetine sunulan geniş bir yelpaze çıkıyor. 

Image
  1. Mustafa Doğulu

    2 Ocak 1988 - 16 Temmuz 2015

  2. Belgesel fotoğrafçılığının dingin hâli: Sarker Protick

    Bangladeşli yetenekli fotoğrafçı Sarker Protick’e fotoğraflarının evrimini ve birbirinden çok başka bu serilerin nasıl oluştuğunu sorduk.

  3. Nick Drake’ten önceki gizem: Molly Drake

    Nick Drake’in annesi Molly Drake’in 60 yıl önce yapılmış kayıtlarından oluşan albümü, kızı Gabrielle Drake ve Bryter Music’ten dinliyoruz.

  4. Yeni müzik düzen(sizliğ)i: Streaming servisleri

    Streaming servisleri yeni sorunları ve yeni metotlarıyla bir kez daha gündemimizde.

  5. Olgunlaşmaya devam: Lou Barlow

    “Yüzeyde tamamen alakasız görünen şeyleri birleştirirsin ve birleştirdiğinde çok daha kuvvetli bir şey açığa çıkar.”

  6. Onların tahammülü yok!: Sleaford Mods

    “Şu an İngiltere’de beni en çok rahatsız eden şeyler iyi gruplar olmaması, sınıfsal katliamlar ve bu denli büyük ölçekte dayatılan ıstıraplar.”

  7. Arkadaşlar eşliğinde harika müzikler: Red Light Radio

    Moskova’da bir metal fabrikası ya da İtalya’da bir sahil, Red Light Radio ekibi için yer ve zaman çok fark etmiyor... Red Light Radio, İstanbul'dan ilk yayını yapmak üzere 12 Eylül'de Bant Mag. ve Cezayir'in konuğu oluyor!

  8. Yıkıcı değil yapıcı: “Kötülük Bizim İşimiz”

    Yerli hip hop sahnesinin en heyecan veren oluşumlarından 90BPM, geçtiğimiz ay yayınlanan ilk albümündeki “sürekli işbirliği” halini anlatıyor.

  9. Teftiş: Ne dinlesek?

    Yakın zamanda keşfettiğimiz, etkilendiğimiz ve paylaşmak istediğimiz müziklerden bir seçki.

  10. Quebec’ten Hollywood’a, genç bir usta: Denis Villeneuve

    Bu yılki Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye için yarışan Sicario adlı son filmi Türkiye’de de gösterime giren Kanadalı yıldız yönetmen Denis Villeneuve’ün etkileyici kariyerini gözden geçirelim.

  11. 14. Filmekimi’nden 14 maddede 14 film

    Bu yıl 3-11 Ekim tarihleri arasında İstanbul’da gerçekleşecek, sonrasında ise Ankara, İzmir, Bursa, Diyarbakır, Trabzon ve Edirne’yi gezecek olan Filmekimi programından 14 filmi birer cümleyle özetledik.

  12. Kitaba duyulan aşkın uyarlaması: Küçük Prens

    Uzun yıllardır çalışmaları süren ve iki yıl önce uyarlandığı klasiğin telif hakları kalktıktan sonra tamamlanan, pek etkileyici Küçük Prens (The Little Prince), bu klasikten çok, onu okuma tecrübesinin beyazperde karşılığı…

  13. Toplumsal bir düş kapanı: Extramücadele

    Art International Fuarı yerli ve yabancı pek çok sanatçının işini bu sene de Haliç Kongre Merkezi çatısı altında topluyor. 4-6 Eylül tarihleri arasında gerçekleşecek fuara katılan sanatçılar arasından biriyle röportaj yapma şansımız olunca, seçimimizi uzun zamandır sohbet etmek istediğimiz Extramücadele’den yana kullandık.

  14. Saraybosna’dan genç yorumlar: Günümüz İmgeleri

    Pera Müzesi’nde, Bosna Hersekli 80’e yakın genç sanatçıyla, “çağdaş gerçeklerin acı verici yönleriyle uğraşma” vakti.

  15. Komik ve kontrollü bilim çıldırmaları: Bilim Kazanı

    “Dünyanın her yerinde bilim artık halkın vergileriyle yapılıyor, herkesin öğrenmeye hakkı var.”

  16. Tek-eşliliği nasıl evrenselleştirebiliriz ki?: Cinselliğin Şafağı

    Nasıl eşleşilir, neden yola çıkılır ve bu modern denen ilişkilerde ne anlama gelir?

  17. Künye

    yayın imtiyaz sahiplerive etkinlik direktörleri Aylin Güngö[email protected] J. Hakan Dedeoğ[email protected] yazı işleri müdürü Ekin Sanaç[email protected] kreatif direktör Aylin Güngö[email protected] editörler