Kırgızistan Bishkek menşeili queer aktivist oluşum STAB ile geçmiş ve geleceğe dair. 


Görünen o ki geçmiş geri dönüyor. Bu iddiayı; polisin Türkiye’de tekrar sahneye çıkması, Avrupa’da savaş ve kargaşanın kendini yeniden göstermesi, faşistlerin ve sosyalistlerin de tekrar yönetime gelmek istemesi gibi göstergeler destekliyor. Aydınlanmanın şekillenme sürecinde gelişen, 90’lar sonrasını kapsayan yıllarda, liberal kapitalizm dünyayı etkisi altına almıştı ve çağdaş sanatın “Yeni Doğu”da ortaya çıkışı ve Güney’de yükselişe geçişi bu durumu müjdeleyen ilk gelişmeler arasındaydı. Şu an 2016 yılındayız ve o (post-tarihsel) dönem çoktan maziye karıştı.

Eğer geçmiş geri geldiyse bu, ütopyanın da geri geldiği anlamına mı gelir? Geleceğin radikal bir biçimde yeniden tasavvur edilmesi mümkün müdür? Peki, sanat eserlerinin apolitik olması ve bu şekilde kalması mı gerekir? Size şaşırtıcı gelebilir ancak bu soruların cevabını bulmaya çalışan bir grup insan hala mevcut; üstelik ne Brooklyn’de ne de Berlin’de;  Kırgızistan Cumhuriyeti’nin başkenti Bişkek’te. Bu konuda net ve kararlılar: GELECEĞİN YAPILARI, ŞİMDİKİ ZAMANIN TEMELLERİNDEN BAĞIMSIZ OLARAK İNŞA EDİLECEKTİR ve bu temeller, hâkim normativiteye tamamıyla zıt düşen hayal gücü, uygulama ve deneyimlerden meydana gelmektedir.” manifestolarında yer alan bir paragrafta belirtiliyor.

STAB / School of Theory and Activism Bishkek [Bişkek Teori ve Aktivizm Okulu] ile tanışın: “Bunu başka bir yerde gerçekleştirmeyi düşünemeyiz.” diyor, düşünce ekibi, sanat kolektifi ve aktivistlerden oluşan melez grubun arkasındaki isimlerden biri, Georgy Mamedov, “Merkez Asya’da doğduk ve büyüdük, neden başka bir yere gidelim?”  şeklinde devam ediyor. Ekip arkadaşı Oksana Shatalova başıyla onaylıyor ve ekliyor:  “Evet, üstelik Bişkek bölgenin diğerleriyle kıyaslandığında en dinamik şehri.”

Çevresini saran diktatörlüğe rağmen Kırgızistan, Sovyet gericiliğinden liberal post modernizme geçişte başarısını uzun süre koruyan önemli bir örnekti.  Oldukça demokratik,  yabancı sermayelere açık ve çoğulcu sivil toplum yapısıyla batılı gözlemciler Kırgızistan’ı “Merkez Asya’nın İsviçresi” olarak adlandırıyordu.  Lenin Anıtı gibi Sosyalist geçmişin anımsatıcıları vardı ancak bu görsel kalıntıların etkileri kamusal alandan yavaşça siliniyordu.

STAB’A GÖRE QUEERLİK TEORİK BİR POZİSYONDAN FAZLASINI İFADE EDİYOR. GRUBU ÖZGÜN KILAN BİR DİĞER ÖZELLİK DE UYGULAMADA EKLEKTİK -SEÇMECİ YÖNTEM KULLANIYOR OLMALARI. TAM DA BU NOKTADA QUEER METOD’UN SİYASİ AKTİVİZM, TEORİK ÜRETİM VE SANATSAL KREASYON ARASINDAKİ SINIRLARI BULANIKLAŞTIRDIĞINI DA SÖYLEMEK MÜMKÜN.

Şimdi tarih yine kendini yineliyor ve üstelik öncülüğünü STAB üstleniyor. Dünyanın geri kalan nüfusunun çoğunluğu bilinmeyen bir gelecek düşüncesiyle yeniden yüzleşmeye çalışırken bu grup, artistik ve entelektüel bir şekilde Sovyet geçmişinin muhteşem vaatlerinin unutulmuş kalıntılarının üzerine gidiyor. Grup projelerinin büyük çoğunluğu, döneminde başarısızlıkla sonuçlanmış komünist avangard futurizm tecrübelerinin gün ışığına çıkarılma girişimi olarak kategorize edilebilir.  Rehberli turlar eşliğinde katılımcılara, “Bişkek’in Ütopik Tarihi” ve “ Parçalanmış Hayaller” gibi başlıklar altında taş işçilerinin yapısalcı mimari etkisinde geliştirdikleri yapılar ve devasa mozaikler yeniden gösteriliyor.

Öte yandan STAB’ın amacının sadece sosyalist ikonografiyi canlandırmak olmadığı da bir gerçek. “Bu, bizim bildiğimiz Sovyet anlayışı değil; daha ziyade, günümüz ilerici politikalarının bizi yönlendirdiği şeyin kendisi.” şeklinde düşüncelerini açıklığa kavuşturuyor Georgy.  Bu kanıyı kollektif, kendilerini eski güzel Sovyet günlerine özlem duyan muhafazakârlardan net bir şekilde ayırdıklarını belirten Queer Komünist Manifesto’yu yayınladıkları 2013 tarihinden bu yana benimsiyor. “Bizim için Queer, merkezi ve karmaşık bir şey. Queer, tamamını oluşturmamakla birlikte LGBT bireylerin de içerisinde yer aldığı bütünün tipik sol kesimin görmezden gelerek dışladığı-ezdiği parçasını sembolize ediyor. “ diyor Georgy. Bu yüzden STAB, Sovyet Döneminin sadece resmi tarihini değil; derin tarihini de tekrardan gözden geçiriyor. 2015 yılında STAB tarafından 70’lerde bir şehirde yaşadığı bilinen “Cinsiyet kalıplarına aykırı, gizemli” bir grup insanın hikâyesini anlatan Queer in Space: Kollontai Commune Archive adında bir film yapıldı. STAB’a göre Queerlik teorik bir pozisyondan fazlasını ifade ediyor. Grubu özgün kılan bir diğer özellik de uygulamada eklektik –seçmeci yöntem kullanıyor olmaları. Oksana, “Biz buna Queer Metod adını veriyoruz” diyor ve açıklıyor “ Eğer Queer yaklaşımı cinsellik sınırlarının dışına taşıyabilir ve diğer kimlik alanlarına doğru genişletebilirseniz neden bizim profesyonel çabalarımız da bu alan içinde yer almasın?” Tam da bu noktada Queer Metod’un siyasi aktivizm, teorik üretim ve sanatsal kreasyon arasındaki sınırları bulanıklaştırdığını da söylemek mümkün.

İŞTE BU AKTİVİZM-TEORİ-SANAT ÜÇLÜSÜNÜ BİR ARADA TUTAN DENEYİMİ POLİTİZE ETME VE DAHA BÜYÜK BİR AMACA HİZMET HIRSI. BUNA BIYIK ALTINDAN GÜLEREK “KAMUSAL HİZMET SANATI” DA DİYORLAR.

“Aktivizm, mevcut girişimlerimiz sırasında veya ciddi sorunlara çözüm aramada başvurduğumuz bir yöntemdir.” diyor Georgy. “ ve devam ediyor “Teori ise kritik tepkiler söz konusu olduğunda tüm aktivitelerimizi yapılandıran şeydir. Sanat da teori aracılığıyla kendimizi ifade ettiğimiz dildir.”

İşte bu aktivizm-teori-sanat üçlüsünü bir arada tutan deneyimi politize etme ve daha büyük bir amaca hizmet hırsı. Buna bıyık altından gülerek “Kamusal Hizmet Sanatı” da diyorlar. Bun hırsın sonuçları değişik biçimlerde ortaya çıkmış:  2012’de STAB Labrys aktivist LGBTgrubuyla birlikte “Sanatın Gücüyle Homofobi’yi Yen” adında, katılımcıların şiddet içeren protestolara gerek duymadan homofobi karşıtı materyaller tasarlayarak yeteneklerini sergileyebilecekleri iki haftalık bir Workshop organize etti. 2013’te ise Kırgızistan’daki Madenci ve metal işçileri için Haydi Sendikaya adıyla karikatürize edilmiş bir broşür yayınladılar.

Şaşırtıcı bir biçimde STAB son zamanlarda her zamankinden daha fazla gelecek odaklı uygulamaya yöneldi. Berlin’de yaşayan sanatçı Nika Dubrovsky geçtiğimiz Haziran ayında kendi çalışması olan geleceğin yiyecekleri konusunda eğitim verdi. Dubrovsky’nin projesi, (DIY (Do It Yourself) –Star Trek Communism) [Kendin Yap –Star Trek Komünizmi] düşüncesinde olduğu gibi herkesin kendi yiyeceğini 3D yazıcılar aracılığıyla kopyalayabildiği ve kendi evinde spurilina yosunu yetiştirebildiği proje olarak tanımlanabilir. STAB’ın ruhuna çok benzer bir şekilde Dubrovsky’nin projesinin sadece resmi Sovyet söyleminden ve bu söylemin teknolojinin gücünü artırmaya dayalı teşvikinden etkilenmekle kalmadığı; aynı zamanda ortalama Homo Sovieticus’un (Doğu Bloku Zihniyetli İnsanlar) kıtlık gibi durumlarla başa çıkabilmek için kullandığı pratik ve çözümcü zekanın da etkisinde kaldığı çok açık. STAB’ın sıradaki projesi Doğaya Karşı: Queer, Bilim Kurgu, Sanat olarak adlandırılan etkinlikler serisinden oluşuyor. Görünüyor ki gelecek intikam almak için geri geliyor.  

Image
  1. “Gerçek” sanatın bir tür parodisi: Dimitris Rokos

    “İnsanların çalışmalarımda bir tür anlamsızlık görmesi ya da neler olup bittiğini idrak etmekte zorlanması beni mutlu eder.”

  2. Dancehall sanatının sessiz ve üretken kahramanı: Wilfred Limonious (1944 – 1999)

    “Limonious, Jamaika’daki günlük hayattan özgün bir evren yaratarak fantastik, destansı bir şeye dönüştürdü.” Diplo, In Fine Style

  3. Koyun ve keçilerin farklı karakterleri: Kevin Horan’dan “CHATTEL”

    Bir gün koyunlar ve keçiler evlerinin duvarına asmak üzere kasabadaki ufak fotoğraf stüdyosuna gidip portrelerini çektirecek olsaydı...

  4. A’dan Z’ye: Nick Cave

    Skeleton Tree ile kariyerinin en duygusal ve çarpıcı albümlerinden birine imza atan Nick Cave’e dair, A’dan Z’ye her şey.

  5. “İş birazcık dengeyi bulmakta”: Islandman ve Hey Douglas

    Islandman ve Hey Douglas’ı bir araya getirdik ve sözü onlara bıraktık...

  6. “Beraberce kendimiz olabilmek”: Arto Tunçboyacıyan

    Bu sene dijital formatta üç albüm yayınlayan Arto Tunçboyacıyan’ı geçtiğimiz aylarda Türkiye’ye geldiği kısa dönemde yakaladık. Grammy Ödüllü Tunçboyacıyan bize müziği ve yaşamı kendi doğrularıyla ve içtenlikle anlattı.

  7. İnsan olmaktan utandıran bugünler için şarkılar: The Radio Dept.

    “Ben pop müzikte en iyi neticenin insanların gerçekten umursadıkları şeyler hakkında şarkı yazdıklarında alındığını düşünüyorum.”

  8. Marakas, Hugh Hefner ve Metin Alatlı: Goat

    İsveçli psikedelik rock grubu Goat’un üçüncü stüdyo albümü Requiem, bu ay Rocket Records ve Sub Pop ortaklığıyla karşımızda.

  9. Teftiş: Bu ay ne dinlesem?

    Yakın zamanda keşfettiğimiz, etkilendiğimiz ve paylaşmak istediğimiz müziklerden bir seçki.

  10. Paterson şerefine: Jim Jarmusch’un yalnız karakterleri

    Paterson bahanesiyle Amerikan Bağımsız Sineması’nın en başarılı yönetmenlerinden Jarmusch’un yarattığı yalnız ve orijinal karakterleri masaya yatırıyoruz.

  11. “Alt tarafı dünyanın sonu”: Beyaz perdenin ölümle imtihan veren karakterleri

    Türkiye’deki ilk gösterimini Filmekimi’nde yapacak olan ve ölümcül bir hastalığa yakalandığını öğrenen Louis’nin hikâyesini anlatan Juste la Fin du Monde’dan (Alt Tarafı Dünyanın Sonu) hareketle sinemanın ölmek üzere oldukları haberini almış karakterlerinden bir seçkiye bakıyoruz. Bu yazıda geçen bazı ölümlerin “spoiler” olabileceğini de ekleyelim.

  12. Seren Yüce ile orta sınıfın dertleri üzerine: Rüzgarda Salınan Nilüfer

    İlk filmi Çoğunluk’la büyük ödüllerin neredeyse tamamını silip süpürdüğü Antalya Film Festivali’nde bu ay Rüzgarda Salınan Nilüfer ile yarışacak olan Seren Yüce ile filmini ve sinemasında kurcaladığı meseleleri konuştuk.

  13. Televizyondan sinemaya dikenli bir yolculuk: Türkan Derya

    Televizyon tarihinin İkinci Bahar, Yeditepe İstanbul, Hırsız Polis gibi klasikleşmiş dizilerine imza atan Türkan Derya’nın ilk filmi Çok Uzak Fazla Yakın’ın kimsenin bilmediği zorlu yapım sürecini birinci ağızdan dinledik.

  14. “Beden yoksa ruh da yok”: Ali Omar

    8 Ekim’de Bant Mag. Mekân’da açılacak Mevsimler – Fasıl III sergisinde işlerini göreceğimiz Ali Omar’dan, resimlediği insan portrelerinin ardında yatan fikirlere ve onu nelerin harekete geçirdiğine dair yanıtlar aldık.

  15. Küçük hayatlarımızın, küçük kaygıları: Mert Tugen

    8 Ekim’de Bant Mag. Mekân’da açılan Mevsimler - Fasıl III sergisinde son dönem işlerinden bir seçkiyi göreceğimiz Mert Tugen ile profesyonelleşme süreci, “göz” takıntısı ve sergide yer verdiği işleri üzerine konuştuk.

  16. Londra Occupy çadırlarının “insansız” belgeleri: Ben Roberts

    Occupy protestolarının beşinci senesinde, fotoğraf sanatçısı Ben Roberts ile Londra’daki eylemler sırasında St. Paul Katedrali’nin bahçesindeki çadırların içine giren “Occupied Spaces ” serisi üzerinden söyleştik.

  17. Kırgızistan’ın Queer komünistleriyle geleceğe dönüş: STAB

    Kırgızistan Bishkek menşeili queer aktivist oluşum STAB ile geçmiş ve geleceğe dair.

  18. Hayatlara izler: Dövme sanatçılarının dilinden hikâyeler

    Dövmenin neden hayatla iç içe olduğunu hatırlamak için severek takip ettiğimiz dövme sanatçılarının dilinden tüyleri diken diken edecek hikâyeler topladık, size okumak kaldı.

  19. Künye

    yayın imtiyaz sahiplerive etkinlik direktörleri Aylin Güngö[email protected] J. Hakan Dedeoğ[email protected] genel yayın yönetmeni Ekin Sanaç[email protected] kreatif direktör Aylin Güngö[email protected] editörler