Türkiye sinemasının en yetenekli kurgucularından Çiçek Kahraman, geçtiğimiz aylarda Emin Alper’in Kız Kardeşler filmi ile The Protector dizisindeki işleriyle karşımızdaydı. Yakın zamanda Netflix’te kurgu süpervizörü olarak da çalışmaya başlayan Kahraman’a kurgu işine dair merak ettiğimiz her şeyi sorduk.


Bir filmin kurgu süreci tam olarak hangi aşamada başlıyor? Kabul ettiğin bir işe genellikle senaryo aşamasında mı dahil oluyorsun, yoksa çekimleri tamamlanmış ham görüntüler bütününü devralarak başladığın işler daha mı fazla oluyor?
Elbette ideal olanı senaryo yazılırken dahil olmam, ancak bu her zaman mümkün olmuyor. Bazen çekime girerken, bazen çekimler bitince, hatta bazen kaba kurgu çıktıktan sonra bile teklifler aldığım oluyor. Ama çoğunlukla senaryo bitince dahil oluyorum.

Her yönetmenin kurgu sürecindeki varlığı değişkenlik gösterebiliyor. Sen özellikle kaba kurgu sürecinde yalnızca tek başına çalışmayı sevenlerden misin? Yoksa işin yönetmeniyle birlikte mesai harcamayı tercih edenlerden misin? 
Ben çekilen malzemeyle önce şöyle bir tek başıma haşır neşir olmayı tercih ediyorum. Belki bir iki hafta. Sonrasında yönetmen-kurgucu ilişkisinin dinamiğine bağlı olarak çalışma yöntemini belirliyoruz. İlk defa çalıştığım yönetmenlerle bizim için hangi yöntemin işlediğini deneye yanıla buluyoruz. Bazen bütün süreyi birlikte geçiriyoruz bazen de ben kurgu zamanının çoğunu tek başıma geçiriyorum.

Yozgat Blues

Kurgu sürecinde senaryonun ne kadar dışına çıkıyorsun? Senaryo kurgusu ile filmin montajı arasındaki ilişki, özellikle izleyiciler ve kimi zaman eleştirmenler tarafından sıklıkla karıştırılabiliyor. Senin kurgu sürecinde, senaryo kurgusunu değiştirecek ölçüde katkıların ya da fikirlerin oluyor mu? Bu tipte durumlar ne sıklıkta yaşanıyor ve yönetmenler tarafından genellikle nasıl karşılanıyor?
Senaryo kurgusu ile filmin montajı oldukça sık karıştırılıyor, çok doğru. Memento bunun en güzel örneği. Memento’nun geçmişe ve geleceğe atlamalı anlatımından bahsettiğimizde, aslında senaryosundan bahsediyoruz ama filmin bu yapısı senaryo başlığı altında değil kurgu başlığı altında yazıldı, çizildi, tartışıldı. Filmin kurgucusunun çok daha maharetle kurguladığı filmler varken (Matchstick MenInsomnia, vb.) hâlâ en çok bu filmiyle anılması da cabası. Benim deneyimime gelince, filmin yapısı lineer olmak zorunda değilse sahnelerin yerini değiştirdiğim çok oluyor. Kurgu başladığında senaryo çöpe atılır, denir. Bu elbette senaryoyu küçümsemek için söylenmez; film yapımının yeni bir evresine girildiğini, çıkış noktamızın artık kağıtta yazanlar değil çekilen görüntüler olduğunu anlatmak için kullanılan bir sözdür. Bazı sahneler birçok sebepten yazıldığı amaca hizmet etmeyebilir ve bu sebeple filmde yer almaz. Bazı sahneler beklendiğinden başka şekilde işler, o yüzden yeri değişebilir. Bu her kurgucu ve film için geçerli. Kurgu süreci bu tür değişikliklerden bağımsız düşünülemez. Örneğin Yozgat Blues’un (Mahmut Fazıl Çoşkun) kurgusu sırasında sahnelerin yerini değiştirerek denemeler yaptık ve bazı sahneleri çıkardık. Hatta çıkardığımız sahnelerden dolayı oluşan bilgi eksikliklerini gidermek için kurgu esnasında yeni sahneler yazıldı ve ek çekim yapıldı. Ama o filmin süreci onu gerektiriyordu, bu her film için böyle olmak zorunda değil. Ancak yine aynı yönetmenin yönettiği Anons örneğinde bir sahnenin bile yerini değiştirme imkânımız olmadı çünkü filmin lineer anlatımını bozamıyorduk.

Bir kurgucunun montaj sürecinde karşılaştığı en büyük zorluklar hangileri? Ham görüntüleri izlerken en sık karşılaştığın hatalar neler oluyor?
Malzeme eksikliği, teknik sıkıntılar, ses kayıt problemleri, oyunculuk tutarsızlığı, devamlılık sorunları… Bunlar ham görüntülerde denk gelebildiğimiz sorunlar. Bu yüzden set esnasında bir asistanın mutlaka çekilen malzemeleri bu tür teknik aksaklıklar için izleyip kontrol etmesi gerekir. Montaj sürecinde karşılaştığımız zorluklara gelirsek… Dilediğimiz çalışma koşullarının sağlanmaması olabilir. Örneğin: rahat edebileceğimiz sessiz bir oda, güncellenmiş ekipman ve yazılımlar, yaşadığımız bilgisayar problemlerinde sağlanacak teknik destek gibi. Bu koşullar sağlandığında işimize daha odaklı çalışabiliriz. Departmanlar arası iletişim eksikliği sorunlar doğurabilir. Örneğin benden sonra çalışacak ses ve renk ekibinin talepleri bana iletilmezse işi onlara doğru şekilde teslim edemem. Aynı şekilde benim taleplerim setteki reji ekibine, devamlılık sorumlusuna ve görüntü ekibine iletilmezse onlar da bana malzemeyi doğru teslim edemezler. Bunun için bu iletişimlerden sorumlu bir post-prodüksiyon süpervizörü ile çalışılması çok mühim. Kurgu esnasında yönetmenle iletişim aksarsa bu da bir sorun olabilir. Yönetmenle filmin kurgusunun gidişatı hakkında sürekli aynı sayfada olmaya özen göstermek gerekir.

Sinema ve televizyon dünyasında sıkça dillendirilen “Kurgu masasında toplanır nasılsa” klişesi hakkında ne düşünüyorsun? 
Bu elbette profesyonel bir tavır değil. Üstelik sette bu şekilde geçiştirilen sahneler kurgunun süresini uzattığı ve/veya post-prodüksiyona fazladan iş çıkardığı için genelde pahalıya mal olur. Yeterince profesyonel bir ekibin bu klişeden uzak durması beklenir.

Kurgudayken filmin ses bandıyla ilişkin nasıl oluyor? Bir işin kurgusunu yaparken müzik olabilecek bir sahneye referans müzik yerleştirdiğin ya da filmin ses tasarımına dair fikir verebilecek katkılarda bulunma eğilimin oluyor mu? 
Her zaman. Hatta aksi imkânsız çünkü ses bandı filmin kurgusu üzerinde belirleyici oluyor. Ses referansları tamamlanmadan kurguyu kilitlemek bence sağlıklı değil. Diyelim bir plana rüzgâr sesi koyduğunuzda, planı belki başka yerinden kesmek isteyeceksiniz, ya da rüzgâr sesiyle o plan değil, onun alternatifi daha iyi işleyecek. Ben sahneyi sesleriyle düşünüp kurguluyorum ve o sesleri yerleştiriyorum. Ses bandı kurgudan bağımsız olarak düşünülemez. Müziğe gelince, eğer müzisyen kurgu esnasında çalışmaya başlarsa, birlikte çok keyifli bir çalışma yürütülebilir. Böylece müzisyenin kurguya, kurgunun müziğe katkısı olur. Kurguladığım bazı sahnelere kurgu bittikten sonra yapılan müzikleri görünce yüreğime indiği olmuştur. Böyle sürprizleri yaşamamak için filmin müziklerinin bestelenmesine kurgu ile aynı zamanda başlama imkânı varsa her zaman onu öneriyorum. Müzik olmadan kurguladığım bir sahneye, müzisyenden gelen beste birebir oturduğu zaman doğru iletişimi kurmuşuz demektir. Kurgunun ritmi ile müziğin ritmi oturuyorsa her ikimiz de doğru yoldayız demek oluyor.

“Duygusal, fiziksel ve zihinsel olarak yoğun bir süreç kurgu. Bu sebepten dolayı birçok yönetmen kurgu yapmayı bilse bile bir kurgucu ile çalışmayı seçiyor. Bizim işimizin hatırı sayılır bir kısmı yönetmeni rahat ve güvende hissettirmek.”

Özellikle uzun metrajlı filmlerde kurgusunu kendi yapan yönetmenler hakkında ne düşünüyorsun? Kurgu sürecinde farklı bir profesyonelin varlığı sence neleri değiştiriyor?Bazı yönetmenler kurgu yapmayı biliyorlar ve kendi filmlerini kurgularken de oldukça iyi iş çıkarıyorlar. Örneğin Reha Erdem. Tanıdığım en iyi kurguculardan biri. Ancak kurgu set gibi değil, çok yalnız bir süreç. Bu süreci tek başına geçirmenin de oldukça zor olacağını düşünüyorum. Örneğin Reha Erdem bir filminin kurgusu esnasında zona olduğunu anlatmıştı. Duygusal, fiziksel ve zihinsel olarak yoğun bir süreç kurgu. Bu sebepten dolayı birçok yönetmen kurgu yapmayı bilse bile bir kurgucu ile çalışmayı seçiyor. Bizim işimizin hatırı sayılır bir kısmı yönetmeni rahat ve güvende hissettirmek. Bu şekilde aramızdaki iletişim hem daha sağlıklı ilerliyor hem de filme daha rahat odaklanabiliyoruz. Özetle: uzman bir kurgucunun başka bir göz olarak bir filme katkısı bulunacaktır ama yönetmenin kendisi bu deneyimi tek başına yaşamak istiyorsa, bu onun kararıdır. Çünkü iki ihtimalde ortaya çıkacak filmler mutlaka farklı olacaktır.

Son aylarda çok konuşulan Bohemian Rhapsody‘nin kurgu meselesi hakkında ne düşünüyorsun? Film yönetmensiz tamamlandı ve kurgucu John Ottman’ın kazandığı Oscar ödülünün de özellikle bu nedenle verildiği söyleniyor. Ancak filmde Ottman’ın kendisinin de kabul ettiği çok bariz hatalar söz konusu. Sen filmi görebildin mi, bu konuyu nasıl değerlendiriyorsun?
Evet filmi gördüm. Filmden bir toplantı sahnesi sosyal medyada çok paylaşıldı; gerçekten de kurgusu iyi olmayan bir sahne.  Ancak, bu tür sahneler filmin kurgusu tümünde iyi ise seyirci tarafından mazur görülebilir.  Bu durumda o da geçerli değildi, çünkü filmin genelinde aksayan bir kurgu ve bir ritim sorunu vardı. Bu sahne de bunun temsili gibi paylaşıldı diye düşünüyorum. Benim film ile ilgili sıkıntılarımın çoğu senaryo kaynaklı ve bu sıkıntılar kurguda da zorluk çıkarmış olabilir. Örneğin karakter gelişimlerinin anlatımında eksikler vardı. Karakterlerin motivasyonları, zaafları, güçlü yanları senaryoda yeterince verilmemişse, bu karakterlerin ‘ark’larını kurguda da geliştiremezsiniz. Film yönetmensiz bitince, kurguda son kararları yapımcılar vermiştir yüksek olasılıkla. Bu da filmin finali ile ilgili sıkıntımın cevabı olabilir. Filmin son 20 dakikasında gerçek zamanlı bir konser izliyoruz. Filmin o ana kadar bizi getirdiği yerden sonra beklediğimiz çözülmeler, mini ‘climax’ler ve hatta katarsisler yerine 20 dakika boyunca sabit bir tempoda (öykü anlamında) giden bir canlı müzik konseri güçlü bir final (yine öykü adına)  sağlamıyor. Ama sahnede, müzik tarihin belki de en önemli konserlerinden birini büyük bir ustalıkla birebir yeniden canlandırılması elbette çok büyük bir prodüksiyon başarısı. Yapımcıların önceliği öykü değil bu prodüksiyon güzellemesi olmuş olabilir. Filmin bütün kurgu sorunlarına rağmen, kurgucusunun böyle sorunlu bir yapım sürecine sahip bir filmde neleri kurtarmış olabildiğini de görüyorum.

“Kurgu ödülünü değerlendirirken şöyle bir açmaz var: kurgu sürecinde ne olduğunu dışardan kimse bilemez. Kurguda neyin ne kadar değiştiğini nerelerden nerelere gelindiğini ancak orada olanlar bilebilir.”

Bugüne kadar çok sayıda En İyi Kurgu ödülünün de sahibi olmuş bir profesyonel olarak Türkiye’deki ve dünyadaki ödül sistemi hakkında ne düşünüyorsun? Sence kurgu gibi son derece teknik bir ödülü, mevcut jüriler doğru değerlendirebiliyor ya da işleri ayırt edebiliyor mu?
Kurgu ödülünü değerlendirirken şöyle bir açmaz var: kurgu sürecinde ne olduğunu dışardan kimse bilemez. Kurguda neyin ne kadar değiştiğini nerelerden nerelere gelindiğini ancak orada olanlar bilebilir. İzlediğiniz filmin kurgusunu işletmek için belki mucizeler yaratılmıştır ya da tam tersi kurgu çok daha iyi olabilecekken daha azıyla yetinilmiştir.  O yüzden, verilen kurgu ödüllerinin çoğu isabetsiz diyemeyiz ama değerlendirmesi zor bir kategori olduğu aşikâr. Jürilerde bir kurgucu bulunması belki bu konuda yardımcı olabilir. Mesela, kurguladığım filmler arasında kurgusundan en memnun olduklarımdan biri Uzak İhtimal hiçbir kurgu ödülü almadı, ama filmin kurgusu çok konuşuldu. Biraz kaderci, belki de züğürt tesellisi gelecek kulağa ama, zaman herkese hakkını verir diye düşünüyorum. O jüri sizin yaptığınızı göremese bile, gören birileri mutlaka oluyor. Her ne olursa olsun kurgu ödülünün verilmesini değerli buluyorum. Kurgucular olarak görünürlüğümüzün artması için çok çaba veriyoruz. Son 15-20 senede kurgucuların görünürlüğü Türkiye’de ve dünyada daha da arttı. Bunda, festivallerde kurgu ödüllerin verilmesinin de etkisi oldukça büyük. 2010 senesinde İFF’de Yeşilçam döneminin duayen kurgucusu Mevlut Koçak’a onur ödülü verileceğinde, zamanın festival direktörü Azize Tan benden katalog yazısını yazmamı istemişti. Ben de o vesile ile Mevlut Bey ile tanışma ve konuşma fırsatı buldum. Bana zamanında Antalya Film Festivalinde kurgu ödülünün de verilmesi için nasıl uğraş verdiğini anlattı. Ben de bundan ilham alarak İstanbul Film Festivali yönetimiyle konuştum ve ödül kategorilerine o seneden sonra kurgu da eklendi. Bizim için görünür olduğumuz her festival bir kazanım.

“İnsanlar İstanbul Film Festivalindeki GOT gösterimine sabah dörtte gittiler mesela. Bu gibi örnekler bana sinema salonlarının geleceği adına umut veriyor. Ancak bu kadar çok insana erişen bir gösterim platformunun aynı zamanda üretici olması, üretilecek dizi ve filmlerin içeriğini oldukça etkileyeceğe benziyor.”

The Protector

Netflix’in The Protector’ında çalıştın ve hemen ardından Netflix’te kurgu süpervizörü oldun. Bu denli büyük bir şirketle çalışma tecrübesinden biraz bahseder misin? Kurgu sürecinde ne kadar özgürsün ve online streaming platformları ile sinemanın geleceği arasındaki bağ hakkında neler düşünüyorsun?
Netflix oldukça kurumsal çalışan bir şirket. İş tanımlarının net olduğu ve bu tanımların dışına çıkılmayan bir yapı geliştirilmiş. Bu da örneğin benim kurgu dışında bir şeyden sorumlu olmamam ve bu sayede sadece işime konsantre olabilmem demek. Los Angeles ve Avrupa’daki merkezleri Amsterdam ile iletişim halinde çalıştığımız için çalışma ve toplantı saatleri buna göre ayarlanıyor. Kurgu süreci boyunca üç ayrı zaman diliminde çalışıyoruz. Bu da bazen nefes almadan çalışmak demek olabiliyor çünkü örneğin: Yatmadan önce gönderdiğimiz sahnelere biz uyurken onlar çalıştığı için, uyandığımızda revizyon gelmiş olabiliyor. Prodüksiyonun her aşamasında yaratıcı ekibin dahil olması teşvik ediliyor. Ben senaryoları okuduğumda fikirlerimi yönetmenle paylaşıyorum ya da kurgu süresince senarist mutlaka her bölümün kurgusuna bizzat revizyon veriyor, ve bazen bazı sahneleri yeniden yazıyor. Bu işbirliğini çok faydalı buluyorum. Streaming platformları ile ilgili soruna gelince, ben sinema salonlarının sonunun geldiğini düşünenlerden değilim. Biz günlerdir Game of Thrones’u izleyecek salon ayarlamaya çalışıyoruz. İnsanlar İstanbul Film Festivalindeki GOT gösterimine sabah dörtte gittiler mesela. Bu gibi örnekler bana sinema salonlarının geleceği adına umut veriyor. Ancak bu kadar çok insana erişen bir gösterim platformunun aynı zamanda üretici olması, üretilecek dizi ve filmlerin içeriğini oldukça etkileyeceğe benziyor. Türkiye ve diğer ülkeler için ise dışarıdan gelen bir içerik üreticisinin, bir ülkenin kültür sektöründe gittikçe artan bir role sahip olmasının elbette bir sonucu olacaktır. Bunun ne olacağını zaman gösterecek.

Türkiye ve dünyadan işlerine hayranlık duyduğun kurgucular kimler? 
Öğrencilik yıllarımda Bonnie ve Clyde’ı kurgu programına alıp filmi kare kare incelediğimi hatırlıyorum. Kurgucusu Dede Allen efsane bir kurgucuydu. Hangi karede kesmiş, diyaloglarda tepkileri nasıl yerleştirmiş, sahneyi hangi planlarla açmış kapatmış… Hepsini inceliyordum. Meşhur araba tarama sahnesini plan plan ezbere biliyordum zamanında. İlk kurgu ustam desem yeridir. The Breakfast Club’dan Dog Day Afternoon’a sinemacı olmaya karar vermemde etkili olan birçok filmin kurgucusudur.

Severek takip ettiğim günümüz kurgucularından birkaçını saymam gerekirse Sean Baker (The Florida Project), Nelly Quettier (Beau TravailHoly MotorsHappy as LazzaroPietro Scalia (Black Hawk DawnSally Menke (Inglorious Basterds), Patricia Rommel (Lives of OthersCecile Decugis (Breathless, 400 Blows)… Elbette burada yakın zamanda kaybettiğimiz nevi şahsına münhasır bir insan olan kurgu ustası Ayhan Ergürsel’i (İklimlerÜç Maymun) anmadan geçemeyeceğim. Çok ilham verici bir meslektaşımızdı.

Bugüne dek Taylan Kardeşler’den Ümit Ünal’a, Tayfun Pirselimoğlu’dan Seyfi Teoman’a, Emin Alper’den Mahmut Fazıl Coşkun’a çok sayıda önemli yönetmenin filmlerini kurguladın. Peki, dünyada çalışmayı dilediğin, sinemalarına hayranlık duyduğun yönetmenler var mı?
Andrea Arnold sinemasını çok seviyorum, çok isterdim onla çalışmayı. IFF’de jüri başkanlığı için kısa süre önce burada olan Lynne Ramsey de hayranlık duyduğum yönetmenlerden. Greta GerwigPhoebe Waller BridgeValeska GriesebachMalgorzata SzumowskaHelke Sander ilham aldığım ve çalışmak isteyeceğim yönetmenlerden bazıları.

  1. New York, onu New York yapanlara teslim: Ethan James Green

    Fotoğraf sanatçısı Ethan James Green’in Aperture Yayınları etiketiyle 1 Nisan’da yayımlanan ilk monografisi Young New York, Green’in New York’u bir zamanlar olduğu şehre dönüştürdüklerine inandığı ve “günümüz dünyasının yeni ikonları” olarak tanımladığı New York’un marjinindeki LGBTİ+ gençlere odaklanıyor.

  2. Perde arkası: 2019’da Türkiye’de müzik festivali yapmak

    Sürekli değişkenlik gösteren bir atmosferde uzun ömürlü bir festival organize etmenin, sektörel engelleri aşıp içine sinen bir festival ortaya çıkarabilmenin ne denli zor olduğu aşikâr.

  3. A’dan Z’ye: King Crimson

    Progresif rock’ın öncü grubu King Crimson, müzikal serüveninin 50. yılında.

  4. Aklımdakiler: Can Bonomo

    Aklımdakiler serimiz Can Bonomo’nun hem yeni albümü Ruhum Bela’ya hem de hayatına dokunan eş, dost ve iş arkadaşlarının sorularına verdiği cevaplarla devam ediyor.

  5. Deneme hiçbir zaman bitmez: Adamlar ve “Dünya Günlükleri”

    Adamlar, diskografinin üçüncü halkası “Dünya Günlükleri” ve dahasını Murat Meriç’e anlatıyor.

  6. Şarkı şarkı: Jakuzi ve “Hata Payı” albümü

    İlahi kurtarıcılar, orkideler, buruk hisler, iki ponpon kızla kurulmaya çalışılan müzik grupları, Flashdance, eski dostlar... Jakuzi’nin City Slang’den çıkan ikinci albümü Hata Payı’nı Kutay Soyocak’tan şarkı şarkı dinlerken açılan kapılar, albümün genel hissiyatına ve dertlerine dair öğrenmekten memnuniyet duyduğumuz detaylar ele veriyor.

  7. Doğru enerjiyi yayabilmek: Mark Guiliana

    Yetenekli ve çok yönlü davulcu Mark Guiliana, yeni Beat Music albümünün perde arkasını anlatıyor.

  8. 1990’larda yaşanması gereken deneyimi 2020’ye doğru yaşamak: Punk in Drublic Festival, Madrid

    Antalya’dan Madrid’e, 1996’dan 2019’a uzanan bir punk hikâyesi. Emek Tekeli, ismini Nofx’in 1994 yılında çıkan albümünden alan ve Fat Mike’ın 2 yıl önce Avrupa’ya taşıdığı craft bira ve müzik festivalinden bildirdi.

  9. Aynı anda birden fazla şey olmak: Vanishing Twin

    Londra çıkışlı (ve indie gönüllerin favorisi Stereolab’in uzundur beklenen Londra konserinde açılışını yapacak) çok sesli ve çok yönlü grup Vanishing Twin ile yeni albümlerinin arifesinde...

  10. Ortak bir keyif: The Kites

    2019’un başında yayınlanan Sunset Vibes ile kulakları kabartıp içleri ısıtan the Kites’a küçük yaşta başlayan müzik yolculukları ve ilk albümlerini sorduk.

  11. Agnès Varda sinemasının sırrına ermek için 10 film

    Yeryüzündeki yaklaşık bir asırlık macerasını, büyüleyici bir film külliyatına imza atarak şenlendiren, sinemanın tüm araçlarını benzersiz bir yaratıcılıkla kullanan çok büyük bir sanatçıya, Agnès Varda’ya veda ettik geçtiğimiz aylarda. Bize bıraktığı sinemasal hazine ise sonsuza dek zihnimizi aydınlatacak.

  12. Fransız sinemasının kuir yıldızı: Félix Maritaud

    Félix Maritaud ile Camille Vidal-Naquet imzalı "Sauvage"ın (Vahşi) 38. İstanbul Film Festivali gösterimi sırasında Beyoğlu Sineması’nın fuayesinde buluştuğumuzda, hareketli, enerjik, yerinde duramayan, konuşkan ve neşeli bir insan buluyorum karşımda...

  13. Çiçek Kahraman ile kurgu üzerine her şey

    Türkiye sinemasının en yetenekli kurgucularından Çiçek Kahraman, geçtiğimiz aylarda Emin Alper’in Kız Kardeşler filmi ile The Protector dizisindeki işleriyle karşımızdaydı. Yakın zamanda Netflix’te kurgu süpervizörü olarak da çalışmaya başlayan Kahraman’a kurgu işine dair merak ettiğimiz her şeyi sorduk.

  14. İki yabancıdan evrensel bir hikâye: “José”

    Venedik Film Festivali’ndeki prömiyerinin ardından Kuir Aslan ile ödüllendirilen ve 38. İstanbul Film Festivali’nin “Nerdesin Aşkım?” seçkisinde yer alan José’yi Çin asıllı yönetmen Li Cheng ve Amerikalı yapımcı George F. Robinson’la konuştuk.

  15. “Bu filmde hiç iyi yok, hiç kötü yok”: Ali Vatansever’le “Saf” üzerine

    Saf’ın yaratım süreci, senaryosu, görsel tercihleri ve karakterleriyle ilgili detaylar için söz Ali Vatansever’de.

  16. “Sürekli devinen bir ilişki biçimi”: Emre Yeksan’ın “Yuva”sı

    Başrolü İğneada ormanlarının oynadığı Yuva’nın nereden geldiğini, nasıl ortaya çıktığını, yaratıcısı Emre Yeksan’dan dinledik.

  17. Aklımdakiler: Volkan Öge

    Volkan Öge geliyor, Volkan Öge gidiyor, herkes ona soruyor, o da cevap veriyor…

  18. Bundan böyle müzik sektöründeki kadınlar ihtiyaç haritalarını birlikte çıkaracak: shesaid.so İstanbul

    İlk buluşmalarını 8 Mart haftasında Soho House’da gerçekleştiren ve sonrasında çeşitli festival ve organizasyonlar aracılığıyla iletişimini sürdüren Türkiye’nin kadın odaklı bu yeni müzik sektörü hareketlenmesinin eş başkanlarıyla daha yakından tanışın ve gelecek için neler planladıklarına kulak verin isteriz.

  19. Öğreten, geliştiren, sosyalleştiren oyunlar: Root

    Başlangıçta deniz yüzeylerini temizleyen eco-dolphin ve geri dönüşümü günlük yaşantımızda bir alışkanlık haline getirmeyi hedefleyen eco-mat gibi robot odaklı projeleri hayata geçirmek üzere kurulan Root firması, daha sonraları öğrenme, gelişme ve sosyalleşme potansiyelleri nedeniyle oyunlara odaklanarak bir nevi “hayalgücü laboratuvarına” dönüştü.

  20. Künye

    yayın imtiyaz sahiplerive etkinlik direktörleri Aylin Güngö[email protected] J. Hakan Dedeoğ[email protected] genel yayın yönetmeni Ekin Sanaç[email protected] kreatif direktör Aylin Güngö[email protected] editörler