Belgesellerin yılı olarak da hatırlayacağımız 2020’de festival yolculuğuna başlayan, izleyici karşısına çıkan, izlediğimiz ve irdelediğimiz yerli yapımlar (alfabetik sırayla) aşağıdalar.

Ah Gözel İstanbul (Zeynep Dadak)
Seyyah Eremya Çelebi Kömürciyan’ın 17. Asırda İstanbul isimli metnini kentin günümüzdeki dokusuyla paralellikler kurarak ele alan Ah Gözel İstanbul; kurmacaya göz kırpan deneysel bir belgesel, görsel ve işitsel tasarımıyla etkileyici bir seyahatname. Yazarın çizdiği rotayı yine onun üst sesiyle takip eden kamera; bir hayalet formunda şehrin surlarında, su yollarında, puslu sokaklarında süzülmekte. Yönetmen Zeynep Dadak, değişen çehrenin bir tanığı olarak konumlandırdığı izleyiciyi, benzersiz bir deneyime ortak ediyor. M.Ç.G.

Bilmemek (Leyla Yılmaz)
Toplumun modern ve açık görüşlü geçinen kesiminin önyargılarını, homofobisini ve kolektif zorbalığını etkileyici bir şekilde işleyen Bilmemek, orta sınıfta yetişmiş, yıldız bir öğrenci ve sporcu olan Umut ile tanıştırıyor izleyicisini. Takım arkadaşlarının, eşcinsel olup olmadığı yönündeki sorusunu cevaplamamayı seçen Umut’un uğradığı zorbalık, bir kayboluşla sonuçlanıyor. Film, “Bilmek ne değiştirir ki?” sorusunu kendini ya da karakterini acındırmadan kullanıyor, kuir sinemasına göz kırpıyor. E.E.

Bina (Orçun Behram)
Orçun Behram’ın ilk filmi, kurmaca distopyaları aratmayan bir gerçekliğe tanık olduğumuz bu çağda ilgi çekici bir dünya yaratmayı başarıyor. Devletin merkezi bir yayın ağı kurduğu bir distopyada, çatıdaki antenin bir apartmanı ele geçirmesini ve güvenlik görevlisinin gerçeklik algısını yıkmasını izliyoruz. Teknik üstünlüğü, yetkin ses tasarımı ve görsel efektleri, yenilikçi müziği ve kasvetli görüntü yönetimiyle ilgiyi bir an bile kaybettirmeyen Bina, Türkiye’nin tür sineması için önemli bir adım. E.E.

Bir Nefes Daha (Nisan Dağ)
Kurmaca gecekondu mahallesi Karaçınar’da tek umudu rap müzik olan gençliğe odaklanan filmin, İstanbullular için oldukça tanıdık o umut cümlesini tekrarlaması tesadüf değil: “Her şey çok güzel olacak.” Rap’e oldukça yetenekli, 19 yaşındaki Fehmi’nin kurtuluşunun önünü ise bonzai bağımlılığı tıkıyor. Farklı bir sınıftan, 20’lerindeki DJ Devin’le tanışınca hayatını değiştirmeye çalışan Fehmi’nin çırpınışları ve arada kalışlarına, rüya gibi animasyon sekansları ve Da Poet’in şarkıları umut aşılıyor. E.E.

Biz Böyleyiz (Caner Özyurtlu)
Havuz başı sohbetleri, karaoke partileri, kalkan kadehler, kahkahalar, sırlar, itiraflar, geç kalınmış hesaplaşmalar ve aşka batacağı kadar batmış olanlar… Çocukluktan ergenliğe uzanan süreci beraber geçirmiş bir grup arkadaş, ellerinde büyüdükleri Nezihe rahatsızlanınca seneler sonra bir araya gelir. Biz Böyleyiz gündelik dertleri unutup nostalji hissine doymak, ekibin enerjisine ve samimiyetine tanık olmak, bir de mis gibi Ege havasını içine çekmek isteyenler için keyifli bir kaçış. M.Ç.G.

Çatlak (Fikret Reyhan)
57. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin en konuşulan filmlerinden Çatlak’ın odağında seneler önce alınmış bir borç, aniden ortaya çıkan bir alacaklı ve geniş bir ailenin iç içe geçmiş ekonomik çıkarları var. Dar bir mekânda, tek bir günde geçen filmin temposu; inandırıcı çatışmalar, iyi yazılmış diyaloglar, sağlam oyunculuk performansları ve Fikret Reyhan’ın reji hâkimiyeti sayesinde neredeyse hiç sarkmıyor. Heyecan verici bir sinemacının ayak seslerini duyabileceğiniz Çatlak, geçtiğimiz yılın es geçilmemesi gereken yapımlarından. M.Ç.G.

Dirlik Düzenlik (Nesimi Yetik)
Bir emlak acentesinde görev alırken içten içe şarkıcı olma hayalleri kuran Vildan, yürüme engelli tarih öğretmeni kardeşi Hicran ve belirli bir yaşa merdiven dayamış annesi Dudu’nun öyküsü Dirlik Düzenlik. Sevgi-nefret ilişkisini sürdüren bu çekirdek ailenin düzeni, Dudu’ya gelen evlenme teklifiyle sarsılıyor. Nihayetinde üstü örtülmüş meseleler gün yüzüne çıkıyor, konuşulmayan ne varsa ayyuka çıkıyor. Nesimi Yetik’in ikinci uzun metrajı, özenle yazılmış kadın karakterleri ve iyi kurulmuş çatışmaları nedeniyle övgüyle karşılanmıştı. M.Ç.G.

Gölgeler İçinde (Erdem Tepegöz)
Herhangi bir otorite figürü olmayan endüstriyel bir distopyada, sadece kameralar ve hoparlörlerle işleyen sistemin dişlileri olan işçiler, basit kurallarla yaşıyor: “Düzeni bozma, hastalanma, işini yap.” Maden işçisi Zait, zaman ve mekân algısı yitmiş bu dünyada kurallara uyarak yaşarken, bozulan bir makineyle başlayan aksaklıklar, sistemi sorgulamasına yol açan bir gizem silsilesine dönüşüyor. Sistem, sorgulanmaya başladıkça, kendi dişlilerine savaş açmış bin başlı bir canavara dönüşüyor. E.E.

Hayaletler (Azra Deniz Okyay)
İçine doğduğu şartları esnetmeye çalışan dans heveslisi bir genç kız, hapisteki oğlu için paraya ihtiyaç duyan belediye görevlisi bir kadın, küçük çocuklara gönüllü film dersi veren bir aktivist. İstanbul’un çeperindeki bir mahallede, elektriklerin kesildiği ve polis devletinin her daim kendini hissettirdiği bir kıyamet ortamında geçen bir kesişen hayatlar öyküsü. Azra Deniz Okyay ilk uzun metrajında sınıf, patriyarka, kentsel dönüşüm ve göç gibi temalar üzerinden kuşbakışı bir “Yeni Türkiye” resmi çiziyor. Y.A.

Hayalimdeki Sahneler (Metin Akdemir)
Metin Akdemir’in ilk uzun metraj çalışması Hayalimdeki Sahneler, “Kimi yerli filmlerdeki kadın karakterler arasındaki derin bağlar, aslında gizlenen, üstü örtülmeye çalışılan duygusal ve cinsel bir ilişkiye tekabül ediyor olabilir mi?” sorusuna yanıt aramakta. 1980’ler Türkiye sinemasında “kadın filmleri” olarak anılan yapımlardan ilhamla yola çıkan film, ataerkil bakışa hiç geçit vermeden, kuir arzu temsillerinin peşine düşüyor. Emsaline pek rastlamadığımız, zihin açıcı bir çalışma var karşımızda. M.Ç.G.

Kuyudaki Taş (Gökçin Dokumacı)
Sokakta her gün yanından hiç fark etmeden geçilen ve genellikle hikâyesi dinlemeye değer bulunmayan insanlara mikrofon uzatıyor; onlara konuşma ve kendini ifade edebilme imkânı tanıyor Kuyudaki Taş. Farklı insanlarla yaptığı röportajlar aracılığıyla izleyiciye alternatif bir gerçeklik anlatısı sunuyor. B.Ş.G.

Maddenin Halleri (Deniz Tortum)
Doktor bir ailede büyüyen Deniz Tortum’un tam da salgın döneminde izleyiciye kavuşan belgeseli, yıkılma sürecindeki Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ndeki gündelik hayatı kayıt altına alıp seyircisini hasta odalarına ve ameliyathanelere misafir ederken ölüm ve yaşam arasında sallanan bir mekânın çelişkili doğasına, kayıp ve neşenin bir aradalığına mercek tutuyor. Sonra karşımıza bir duvar yazısı çıkıyor, havai fişekler patlıyor, hastane ile ülke arasındaki sınır bulanıklaşıyor, bir hafıza egzersizi şimdinin röntgenine dönüşüyor. Y.A.

Mimaroğlu (Serdar Kökçeoğlu)
Belgesel her ne kadar ilk başta 60’larda İstanbul’dan New York’a taşınan, orada siyasi ve avangart bir tavırla müzik üreten, Atlantic Records bünyesinde yapımcılık yapan, fotoğraf ve film ile uğraşan İlhan Mimaroğlu’na dair gibi gözükse de bu kısım öykünün sadece yarısı. Diğer yarısının kahramanı ise en az onun kadar girift bir karakter olan hayat arkadaşı Güngör Mimaroğlu. Eriştiği arşivin hakkını veren belgesel, tam da ikilinin arasındaki ilişkiye, göçmenliğe, zaaflara, inatlara ve hüsranlara odaklandığı noktalarda parıldıyor. Y.A.

Miss Holokost Survivor (Eytan İpeker)
İsrail’in Hayfa şehrinde bir huzurevi. Hükümetin sağcı politikalarını destekleyen uluslararası bir evangelist kurumun sponsorluğunu üstlendiği bir güzellik yarışması. En genci 70’ini devirmiş yarışmacılar en güzel giysilerini giyip podyumda yürüyor, öykülerini anlatıyor, kendilerini jüriye beğendirmeye çalışıyor. Holokost’un yarattığı travma sinemada çok işlendi ancak Eytan İpeker’in belgeseli kişisel ve toplumsal belleğin nasıl çarpıtıldığını, gösteri toplumunun içinde politik propaganda amaçlı nasıl aşındırıldığını özgün bir bağlamda görünür kılıyor. Y.A.

Nasipse Adayız (Ercan Kesal)
Yazar, senarist ve oyuncu kimlikleriyle tanıdığımız Ercan Kesal’ın aynı isimli romanından uyarladığı ilk -kurmaca- yönetmenlik çalışması; belediye başkan aday adayı olan bir doktorun, bir günde geçen trajikomik öyküsüne ortak ediyor izleyiciyi. Kısa bir süre siyaset sahnesinde de yer edinmiş olan Kesal; pazarlıklar, politik stratejiler, iktidar savaşları ve imaj operasyonlarıyla çevrili bu dünyayı resmederken hem Romen Yeni Dalgası örneklerine, hem Armando Iannucci işlerine yakın bir dil tutturmayı başarıyor. M.Ç.G.