Son birkaç yıldır, özellikle de son iki üç senedir, caz müziğin yeni nesil müzisyenlerin elinde köklere dönüş konusunda hız kazandığını, bir diğer yandan da ufkunu genişleterek rotayı şaşırtıcı olana sürdüğünü gördük. Bu iki farklı ekolün de beni yakalayan ortak noktası, sanırım caz müziğe endüstrinin giydirdiği ambalajı söküp atmaları. Onların sayesinde hem caz dinleyenlerin artık ayrıcalıklı bir sınıfı temsil etmediğini gördük hem de bu müziği icra edenlerin kalıplara sıkışmış bir “uzmanlık” anlayışını dayatan, beyaz, egemen ve üstten yaklaşımı artık tercih etmediklerini. Siyahların icadı olan, eğlence, hüzün, başkaldırı gibi farklı itkilerle ortaya çıkan bu müziğin üzerindeki geçici “beyaz hegemonya” sona ermese de gücünü kaybetmekte.

Caz artık yeniden Amerika’da Siyahların yoğunlukta olduğu yerleşim yerlerinden ve büyük Avrupa kentlerinin gettolarından, yani mültecilerin ve gurbetçilerin mahallelerinden ses yükseltiyor. Çok-kültürlü bir tabanı ve siyasi bir dili var, hem toplumsal hem bireysel konular üzerine düşünüyor ve ses çıkarıyor. Politik olurken de illaki liriklere dökülmeye de ihtiyacı yok; müziği icra ediş ve paylaşım metotlarıyla da bunu başarıyor. Ezbere pratikleri ve şeref madalyası gibi müziğin yakasına iliştirilmiş statüyü reddediyor, tamamen göz ardı edemese de piyasa beklentisini düşünmeden özgürce üretiyor ve bu sayede politik bir eylem biçimi hâline geliyor.

(Toplamda 46 albümden şarkılarını yer aldığı listede adı yazı içerisinde geçmeyen Idris Ackamoor, Khalil El’Zabar, Greg Foat gibi birkaç müzisyen daha yer almakta.)

Köklere dönerek geleceği var etmek

Bununla birlikte kabaca bakınca dahi bir şey daha dikkat çekiyor: Ertegün kardeşlerin caz dünyasına hâkim olduğu yıllarda fitili ateşlenen etnik caz anlayışının organik bir biçimde yeniden atağa geçmesi. Kimsenin özel bir çabası yok, çoğu kendi albümünün prodüktörü olan bu müzisyenlere kimse müziğe “etnik bir şeyler” katmasını telkin etmiyor. Fakat, mesela Portekizli göçmen bir müzisyen, albümünde çocukluğunun seslerine muhakkak selam çakıyor ve oradan besleniyor. Sadece “uzaktan” gelenler değil, kuşaklardır Amerika’nın göbeğinde olanlar da Chicago, New Orleans gibi yerlere has stilleri köpürterek yeniden sahneye taşıyorlar. Bunu söylemek için biraz erken belki ama nostaljik bir fantezi kuşağı değil sanki bu, köklere tutunarak ve ayaklarını yere sağlam basarak yarını yeniden var etme çabası görüyorum ben örneklerin çoğunda. Hatta bu köklere dönüş operasyonu yapılan kazılarla daha da derinlere ulaşıyor, Afro-Amerikan kültürün kalbine inmekle de kalmıyor; insanlığın merkezine doğru yolculuğa çıkıyor. Ruhani, öze yakın, daha ilkel, doğal, balta girmemiş ormanlardan yükselircesine bir seda yankılanıyor. Hem bilincin derinlerinden beslenen yönelim ve duygular hem de bu efsunu onlardan önce keşfetmiş Fela Kuti’nin poliritimleri, Miles’ın deneyleri yol gösteriyor genç müzisyenlere. 

Asher Gamedze – Dialectic Soul

Köklere dönme ve onu şimdiyle ilişkilendirme durumu ilginizi çektiyse Asher Gamedze’nin ilk solo albümüne kulak kesilmekte fayda var. Gamedze bu albümde özgür caz ile Afrika’nın yerel isyan ve protesto müziklerini bir araya getirmiş. Müzisyenin Güney Afrika cazı üzerine hazırladığı akademik tez için kaydedilen albüm, Güney Afrika müzikleri ve Amerikan caz müziği arasındaki bağı görünür kılmayı hedeflemiş ve başarmış da. Tabii, “kardeşim bunun zaten yapılmışı var” diyerek, Tony Allen külliyatına dalmak da isteyebilirsiniz. 2020’de kaybettiğimiz usta müzisyen, resmen veda busesi tadında bir albüm bırakarak ayrıldı aramızdan. Usta trompetçi Hugh Masekela ile kaydedilen Rejoice, Afrika ritim ve melodileriyle cazın kaynaştığı eksiksiz bir albüm. Bir başka usta, Mulatu Astatke de (yine) gençlere el verdi ve Etiyopya müziği ile caz, hip hop, trip hop gibi stillerin birleştiği kendine yakışır bir albüm yayınladı. Black Jesus Experience’ı arkasına alarak kaydettiği To Know Without Knowing çok çok iyi bir iş.

Angel Bat Dawid

2020 yılı cazına katkı sunan genç müzisyenlerden birinin adını ilk sırada zikredeceksem, Angel Bat Dawid olur bu kesinlikle. Besteci, söz yazarı, üflemeli ve tuşlu çalgılar çalan Angel Bat Dawid, LIVE isimli bir konser albümü yayınladı. Bu canlı kayıt, Kasım 2019’da Berlin Caz Festivali’nde alınmış. Grubun festivale katılmak üzere çıktığı Almanya yolculuğu daha en başta festival ekibi tarafından “ikinci sınıf” bir yaklaşımla karşılaşmalarıyla sorunlu bir biçimde başlamış. Grubun bir elemanı talihsiz bir sebeple festivale katılamadığı için sanatçıya ödenecek ücret düşürülmüş, üstelik bunu kötü bir dil ve iletişim biçimiyle yapmışlar. Ardından tüm seyahat boyunca bir grup Siyah müzisyen olarak Avrupa’nın soğuk ve üsten bakışlarıyla abluka altına alınmışlar. 

Bu sistematik ırkçılığın yarattığı kırgınlık, yılgınlık, isyan ve öfke doğal olarak sahneye yansımış. Dawid’in önderliğinde müzisyen kardeşleri Tha Brothahood, grup ruhuyla kâh göklere çıkmanın kâh yerlere inmenin ne demek olduğunu büyüleyici bir şekilde sunmuşlar bu performansta. Muazzam bir konser, canlı izlemiş olmayı çok isterdim doğrusu. Angel Bat Dawid’in geçen yıl yayımladığı ilk albümü The Oracle demolardan oluşan bir albüm. Bu demolar The Brothahood ile üzerine doğaçlamalar yapılarak bir forma sokulacak ve öyle yayımlanacaktı, hedef buydu. Fakat şarkılar albümde ham hâlleri ile yer aldı, çünkü kulağa o hâlleri de çok güzel geliyordu. LIVE isimli albümde ve grubun verdiği diğer konserlerde ise gerçekleşmesi planlanan o doğaçlamalara tanık oluyoruz aslında, yani The Oracle’ın her defasında bir kez daha inşa edilmesine. Özellikle “Black Family” isimli şarkının performansına kulak vermenizi istiyorum, Angel’ın tekrar tekrar “Be black family is the strongest institution in the world” (Siyah aile olmak dünyadaki en güçlü kuruluştur) derken kendini kaybettiği yakarışı çok etkileyici. Hatta bu şarkıyı Angel’ın The Guardian’a verdiği röportajda söylediği şu sözlerinin ışığında dinleyin: “Siyah deneyiminin bütününe bakıyorum. 40 yıldır crack bağımlısı olan kız kardeşimi başarısız olarak görmüyorum. Geldiği kökler sebebiyle, bu yapabileceğinin en iyisi. Siyahsanız, hayatta olmak bir başarı.”

Angel Bat Dawid gibi International Anthem etiketiyle işler yayımlayan bir başka kadın Camae Ayewa ya da bilinen ismiyle Moor Mother da 2020’de yıldızlaştı. Tabii kime göre, neye göre diye sorulabilir. Piyasaya ve müzik endüstrisine göre olmadığı kesin. Ayewa bir şair-müzisyen, derdini caz ve deneysel müzik üzerine okuyan, sözünü sakınmayan birisi. Aynı zamanda sesi, sözü ve görüntüyü başka başka sanatsal ifade biçimleri hâline getirerek de işliyor. Solo çalışmalarında daha çok deneysel takılıyor, Irreversible Entanglements grubu ise onun özgür caz ile en sıkı fıkı olduğu projesi. Bu grubu Musicians Against Police Brutality etkinliğinde kolektif olarak kurmuşlar ve sonrasında da üretmeye devam edilmiş. Grup, Who Sent You? isimli muazzam bir özgür caz albümü yayımladı bu sene. Yılın ilk aylarında dinlediğimiz bu albüm Ayewa’nın sözlerinin etkisiyle politik çizgisini netleştiriyordu. Sanatçının Moor Mother adıyla yayımladığı solo albümü Circuit City ise, Who Sent You?’daki organik sahanın yerine, kendisine asit-caz sularında bir özgür alan yaratıyor. Bu alan üzerine yine kâh sayıklarken kâh sert bir şekilde kelimelerin gücünü kullanırken dinliyoruz onu. Yıl bitmeden bir de billy woods ile ağırlıkla hip hop dolaylarında gezinen Brass isimli harika bir albüm yayımlayan Moor Mother’ın sesini duyduğumuz 2020’deki en özel an ise, efsanevi özgür caz grubu Art Ensemble Of Chicago’nun 50. yıl özel albümünde gerçekleşti. “We are on the Edge” isimli şarkıda özgürlük ve demokrasi bayrağına “blue-black” (mavi-siyah) bir kanın bulaştığını söylerken onun kelimelerle çok iyi ilişkiler kurduğunu bir kez daha görüyoruz. Bir yandan da iyi söz yazmanın beraberinde spoken-word performans sergilemek konusunda da epik bir yeteneği olduğuna şahit oluyoruz bu şarkıda. Derdini olduğu gibi anlatması onu sahici kılıyor ve bu sayede bir duygudaşlık yaratıyor. Çoğu zaman gözün gördüğünü açıkça söylemek en doğrusu, ortak bir dil tutturmaya çalışırken gerçeklikten uzaklaşabiliyor insan, dilini ya törpülüyor ya da köpürtüyor. Moor Mother bundan çok uzak, kendisi yaşadığı ve gördüğü şeyleri birinci ağızdan, dilden dökülen en yalın biçimle anlatıyor. Bu yüzden samimi ve içten geliyor her lafı.

Grafik: Deniz Bankal

Yeni caz komünitesi kolektif bir bilincin habercisi

Mart ayındaki “yepyeni caz” yazısında davulcu Makaya McCraven’ın, Gil Scott Heron’ın I’m New Here albümü için kaydedilen ses dosyalarını alıp, Heron’ı kendi oyun sahasına (caz dünyasına) soktuğundan ve ortaya güzel iş çıkardığından bahsetmiştim. XL Recordings etiketiyle yayınlanan bu albümü takiben Makaya bir de 2018’de sükse yapan albümü Universal Beings’in “E&F Sides” kayıtlarını paylaştı, defalarca keyifle döndürdüm bu albümü de. Babası da kendisi gibi davulcu olan müzisyenin annesi de Macar bir şarkıcı. Yani anlayacağınız, müzik bağımlılığı onda genetik. Kendi solo işlerinin yanında farklı projelerde, müzisyen dostlarının albümlerinde sıklıkla çalıyor. Bu dostlardan biri de Tortoise ile tanıdığımız gitarist Jeff Parker. Parker’ın son solo albümü Suite For Max Brown’dan da bahsetmiştim daha önce. Tıpkı 2016’da babası için yaptığı gibi bu kez de annesi için hazırladığı şarkılardan oluşan bir albümle karşımıza çıktı. Jeff Parker bazen kendisi evde takılırken, bazen arkadaşları (bu yazıda geçen isimlerin birçoğu) ile doğaçlarken kaydettiği sesleri, bir sampling uzmanı gibi kes-biç-yapıştır yöntemiyle şarkılara dönüştürmüş. (Bahsi geçen evde aynı zamanda McCraven’ın son albümündeki 3 şarkıda kaydedildi.) Bu taktik mavi notalara gönül vermiş birçok profesyonel ve amatör müzisyenin 90’lardan beri kullandığı bir taktik aslında, fakat Parker’ın elinde işin rengi değişmiş. Bu alanda uğraşanların büyük çoğunluğu ya elektronik  müzik ya da hip hop ritimlerinden besleniyorlar günün sonunda. Suite For Max Brown’a bu beklentiyle gelmeyin. Daha çok edebiyattakine benzer bir cut-up uygulaması olarak değerlendirilebilir yaptığı, ama Burroughs’unki gibi kafa karıştıran cinsten değil, ahenkli bir akışla dizilmiş kesilip yapıştırılanların birçoğu. Parker da eşe dosta, grup projelerine açık, sürekli üreten bir müzisyen. Chicago Underground Quartet projesiyle de Good Days isimli bir albüm yayımladılar bu yıl. Bu albümün iki numarası “Strange Wings” yıl boyunca en çok dinlediğim şarkı oldu. 

Buraya kadar gelmişken belki bu grubun üyelerinden Rob Mazurek’in Exploding Star Orchestra adlı orkestrasıyla kaydettiği albüme de göz atmak isteyebilirsiniz. Mazurek üflemeli enstrümanlar alanında üst düzey yetenekli biri, trompet ve akrabası enstrümanlar konusunda uzman. Kompozisyon yazma konusunda da hayli yetkin, onun bu yeteneklerini sınamak istiyorsanız, buyrun kendisinin Dimensional Stardust albümüne. Yine Makaya McCraven ve Jeff Parker’ın da kadrosunda yer aldığı Jeremy Cunnigham’ın The Weather Up There albümü de dikkat çekici bir kayıt. Bu paragraf boyunca takip ettiğimiz patika, albüm kadrolarını incelersek birkaç müzisyenin kapısını çalıyor, yol üzerinde zigzaglar çizerek bir iletişim ağı oluşturuyor. Yeni komünitenin kolektif bir ruh geliştirdiğini ortaya koyuyor yani. Daha renkli, daha çeşitli, paylaşarak gelişen yeni bir caz komünitesinin doğuşunu haberliyor.

Thundercat

Siyah müzikler adına yılın en popüler işlerinden birini Thundercat yaptı galiba. Is What It Is isimli albüm, funk, R&B, caz, soul ve elektronik müziğin eşsiz bir alaşımını içeriyor. Üstelik bu alaşım, saf altın değerinde, parlıyor ve göz kamaştırıyor. Şarkı yazarlığı, bestecilik, virtüözite, groove dolu bir ruh; hepsi bu albümde var. Bu albümden sonra artık, Thundercat’i tanımlarken özellikle enstrümanı üzerindeki hâkimiyetinin altını çizmek yerine şarkı yazarlığından da bahsedeceğiz galiba. Albüme Childish Gambino, Kamasi Washington, Steve Arrington ve BADBADNOTGOOD gibi isimler eşlik etmiş. Kayıt ise Brainfeeder stüdyosunda Flying Lotus ve Thundercat’in elinden çıkmış. Brainfeeder etiketi taşıyan bir albüm daha 2020’de dikkat çekti. Norveçli ekip Jaga Jazzist’in son albümü Pyramid’den bahsediyorum. Synth merkezli, döngüsel ve astral bir albüm olan Pyramid açıkçası benim beklentilerimi tam manasıyla karşılayamadı. Yeni bir grup olsaydı belki ama, mevzu Jaga Jazzist olunca, sanki diskografi ortalamasının altında kalıyor bu albüm. Geçtiğimiz sene İskandinav cazı bayrağını asıl dalgalandıran ise Fire! Orchestra oldu. 2020’de hayatını kaybeden Krzysztof Penderecki’nin “Actions For Free Jazz Orchestra” bestesini yeniden yorumladılar ve 40 dakikalık bir kayıt olarak yayınladılar. Muazzam bir iş.

Direksiyonu okyanusun bizden tarafına doğru kırmadan önce Jyoti’den de bahsetmek isterim. Georgia Anne Muldrow, yeni Jyoti kaydında kendini caz müziğin yumuşak karnına korkusuzca bırakıyor. Üstelik “Ra’s Noise” isimli şarkıya saksafonuyla eşlik eden Lakeica Benjamin dışında hiçbir konuk almamış ve tüm albümü kendi elinden çıkarmış. Açılış şarkısında sizi karşılayan bas yürüyüşü, koro vokaller, tatlı melodisiyle piyano ruhunuzu okşayacak. Fakat albüm bu frekansta ilerlemiyor. Progresif caz, özgür caz, hip hop gibi türlerin kendini gösterdiği çok sesli ve Siyah bir albüm bu. Gücünü bugünün ve geçmişin tüm Siyah başkaldırılarından alıyor, o eylemlerin sebebi olan sistematik ırkçılığa karşı çıkmak için konuşuyor. Buna rağmen dili agresif değil, fakat kararlı ve net. Sırtında politik/ırkçı/ayrımcı bir miras taşıdığı için yorgun ve yılgın değil, tam aksine geleceğe bakan bir duruşu var. Bu açıdan Alice Coltrane ve Sun Ra gibilerin elinden aldığı afrofütürizm bayrağını taşıdığını da söyleyebiliriz. Onların açtığı yolda ilerleyen bir müzisyenin gerçekten özgür olursa ne kadar organik, eklektik ve samimi olabildiğini gösteriyor. (Bu arada Sun Ra Arkestra’nın son albümü Swirling de özgür caz sevenlere tavsiye edilir.)

Nubya Garcia

Brexit, pandemi ve caz üçgeninde İngiltere

Şimdi İngiltere’ye doğru yol alıyoruz. Brexit, sürü bağışıklığı isteyen bir devlet başkanı, pandemiyle yarışacak türeden bir mülteci düşmanlığı ve dahası… İngiltere’de de ortalık epey karışıktı son birkaç senedir. Tüm bunlar olurken henüz Londra’nın köklü bas kültürü kadar derin olamasa da giderek derinleşeceğini tahmin ettiğim bir de yepyeni caz sahnesi doğdu. Shabaka Hutchinson, Kamaal Wiliams, Matthew Halsall gibi isimlerin bu yükselişteki etkisi büyük. Onlar 2020’de de epey aktiflerdi yine. Shabaka and The Ancestors’ın We Are Sent Here By History’si, Kamaal Williams’ın Wu Hen’i, Matthew Halsall’ın Salute To The Sun’ı epey iyi albümler. Tom Misch ve Yussef Dayees ortak albümü What Kinda Music, Zara McFarlane’in Songs Of An Unknown Tongue’u, Moses Boyd’un Dark Matter’ı ve SAULT kolektifinin 2020’de yayımlanan iki albümü ise caz esanslı R&B kategorisinde iyi kayıtlardı. 2020’de İngiltere’den çıkan en iyi işlerden biri de Nubya Garcia’nın yeni albümü Source bana göre. 1991 doğumlu saksafon sanatçısı, aileden devraldığı müzikal mirası Londra caz sahnesinden dostlarıyla yeni bir boyuta taşıyor. Az önce bahsini geçirdiğimiz Shabaka Hutchinson, Moses Boyd ve Makaya McCraven ile aynı stüdyo ve sahnede zaten çalıyordu Nubya, onların arkasındayken her defasında görevini layıkıyla yerine getirdi. Kendi solo albümü Source’ta ise reggae’ye dahi varan farklı stillerde ses verirken Afrikalı köklerine de sık sık selam duruyor. Mülteci bir aileden gelen Nubya’nın annesi Güney Amerika’nın farklı devletlerce himaye altına alınan talihsiz ülkelerinden Guyana’dan, bu da hâliyle müziğine yansıyor.

ILL Considered

İngiltere’den bir diğer favorim ise ILL Considered oldu. Bu ekibi birkaç sene önce Le Guess Who? programında görüp keşfetmiştim, sonrasında çok sıkı olmasa da takip ettim. Saksafon ve efektlerde Idris Rahman, bas gitarda Leon Brichard, davulda ve kayıt masasında Emre Ramazanoğlu ile perküsyonda Satin Singh’den oluşan grup, şarkıda trafik, enstrümancılıkta hâkimiyet sevenler için biçilmiş kaftan. Doğaçlama rock müzik stillerine yakın bir duruşları var ve bu onlara Londra yeni caz sahnesinin mermisi unvanını kazandırıyor. Kendi isimleriyle yayımladıkları 8. albüm olan kayıt muazzam işlerden biri. Onlar gibi adı biraz “underground” kalan birisiyle devam edelim. Pandemi sebebiyle gerçekleşemeyen Zorlu Caz Festivali kapsamında black midi ile aynı gün sahne alması planlanan Sarathy Korwar da fena bir sene geçirmedi. Record Store Day’de Otherland isimli bir kısaçalar yayımladı, onu takiben de Night Dreamer’ın “direct to disc” serisine dahil oldu. Grubu UPAJ Collective ile tek atışta 4 parça kaydetmişler ve bir de remiksle birlikte 5 şarkı vermişler albüme. Korwar, Hint müziğinden açık ve yoğun referanslar sunan bu listedeki tek isim. İngiltere’de yaşayan Hint asıllı müzisyen, sadece etnik seslerden değil, hip hop, latin gibi diğer renkli müziklerden de caz füzyonları yaratıyor. Fakat Ada’da asıl olay galiba Johannesburg’un yaratıcı platformlarından Keleketla! Library ile Cold Cut iş birliğiyle hazırlanan albüm (Keleketla!) oldu. Afrobeat, R&B, hip hop, dub, elektronik ve aktivizmin güçlü bir birleşiminden oluşan eklektik bir stile sahip albümde Tony Allen’dan Tenderlonious’a, Antibalas’tan Shabaka Hutchings’e, Yugen Blakrok’a birçok isim var. Kalabalık, çok sesli ve dinamik bir albüm. Sadece İngiltere değil; tüm dünya adına yılın en iyilerinden.

Kıta Avrupası’nın üretken ve avangart saksafoncularından Peter Brötzmann 2020’de yine birkaç albümde birden çaldı. Ustayı dinlemek hep keyifli ama bunlar arasında en çok dikkatimi çeken Fas kökenli Gnawa müziğini merkeze alan ve bu  kültürün caz ile kesişim kümesi içinde şekillenmiş The Catch Of A Ghost albümü oldu. Albüme bu karakteristiği veren Gnawa müziğinin yaşayan en yetkin isimlerinden Maâlem Mokhtar Gania’nın albümdeki varlığı. Davul ve perküsyonlarda Amerikalı Hamid Drake’in imzasını taşıyan albüm Bolonya’da AngelicA – Festival Internazionale di Musica esnasında kayda alınmış 4 şarkıdan oluşuyor. Gnawa, Berberi dilinde “köle” ile aynı kökenden geliyormuş. Kuzey Afrikalı Siyahların Sahra Çölü çevresinden yaydıkları Gnawa kültürü de hâliyle acı ve umut ile yoğrulmuş. Müzikte de bunun etkisini hissediyorsunuz, özellikle vokallerde. Maâlem Mokhtar Gania’nın bir çeşit ilkel gitar / bas gitar gibi tınlayan “guembri”si ise kendine has komalarıyla müziğin içinde devinerek ve tekrarlarla hipnotik bir etki yaratıyor.

Yerli sahneden ise Cem Tan Quintet, Serkan Emre Çiftçi ve özellikle de Uç Uç albümlerini çok dinledim. Davulcu Cem Tan’ın üç günlük doğaçlama seansı esnasında kaydedilen özgür caz albümü sahnemizin avangart işlerinden biri ve Tamar Records etiketiyle yayımlandı. Serkan Emre Çiftçi’yi ise Gevende’den tanıyoruz aslen, sonrasındaysa birçok projede yer aldı ve trompetini farklı isimler için de üfledi. Şimdi sıra kendi solo albümünde nihayet. Ekim isimli albüm, Lu Records aracılığıyla yayımlandı. Elektronik tabanlı çalışmalarının üzerine trompetini usulca üflemiş Çiftçi ve ortaya atmosferik, sinematik gibi sıfatlar yükleyebileceğimiz bir iş çıkmış. The Constant Fear of Being Judged (By You) isimli ilk albümlerini kendi imkânlarıyla yayımlayan Uç Uç ise ülkeden 2020’de çıkan açık ara en iyi işlerden birini sundu. Grup, minimal bir yaklaşımla caz ve modern klasik müzik dolaylarında geziniyor. Piyano ve gitarın melodik ağlar ördüğü, elektroniklerin organik dokuyu bozmadan oyuna dâhil olduğu, davul ve basların ise albümün sıklıkla dingin ama kesinlikle ruhsuz olmayan dinamiğini ustaca işlediği bir albüm. Muhakkak dinleyin, dinletin.

Sparkle Division – To Feel Embraced

Yılın benim için en heyecan verici işlerinden biriyle bu yazıyı sonlandırmak üzere yeniden Amerika’ya dönelim. Aslında bu bir caz albümü değil, neyse ki konumuz da ezbere bildiğimiz caz değil. Sparkle Division, seslerin efendisi William Basinski’nin bir projesi. Lounge, caz gibi türlerin etkisi altında bir elektronik müzik albümü bu. Lounge gibi bir müziğin tüm rahatlatıcı etkisini alıp onu soru işaretleriyle ve tedirginlikle doldurabiliyor Basinski. Bazen Amerika’daki yeni astral caz sahnesine yakınlaşmış, bazen de 2000’ler başındaki ritimleri bozulan, tuhaf biçimlerde işlenen dans müziği örneklerine. Tüm bunlar olurken muhakkak biraz piyano, biraz üfelemeli, biraz fırça baget duyuyorsunuz. Sparkle Division, nu-caz stilinin de artık “yepyeni” ve daha olgun bir versiyonunun olduğunun habercisi.

Uzun lafın kısası, başlıkta da dediğim gibi, caz artık daha özgür ve daha deneysel. Yeni nesil cazcılar kafalarını kuma gömüp bir virtüözite çemberinin içinde dönüp durmuyorlar. Geleneksel olmak onlar için sınırları endüstri tarafından çizilen bir kum sahasında oynamak değil. Köklere dönmek, oradan beslenmek ve öğretiyi bir adım öteye taşımak demek. Yenilikçi olmak ise şimdinin domatesi, biberi gibi renkli ama tatsız tuzsuz işler sunmak anlamına gelmiyor. Otorite ve sınır tanımadan üretmek caz önünde yepyeni kapılar açıyor sayelerinde. Şimdi sırada nasıl akacağı hepimiz için merak konusu olan bir yıl ve o yıl boyunca yapılacak üretimler var. Bekleyip ne olup bittiğini hep birlikte göreceğiz.

  1. Hayatı deneyimleme hallerine karşılık gelen metaforların peşinde: Wesley Allsbrook

    Californialı sanatçı Wesley Allsbrook’un Amerika’nın pozitif ayrımcılık uygulamalarıyla çözmeye çalıştığı ırkçılık ve cinsiyetçilik meselelerine yönelttiği eleştiriler, umarız başka yerlerdeki teknoloji ve sanat pratiklerine de yansır.

  2. Hisler, arayışlar ve kaybolmuş hazineler: Öykü Karayel ve Ali Güçlü Şimşek (Lalalar) sohbeti

    İşleriyle sıkça gündemimizde yer edinen iki isim bir araya geldi; değişen ve değişmeyen ritüellerinden ifade arayışlarına, zamansızlık hissinin ehemmiyetinden geçmişle kurdukları bağlara, sayısız başlığa temas ettiler.

  3. 2020’den 2021’e doğru bir sanatçı zinciri

    Refik Anadol, Bager Akbay, Eda Gecikmez, Sevim Sancaktar, Aykan Safoğlu ve Hera Büyüktaşçıyan yanıtlıyor: Çoğu pandemi koşullarında geçen 2020'de üretim pratiklerine neler yön ve ilham verdi? 2021 nasıl görünüyor?

  4. Çizgi hikâye: Moğollar

    “Anatolian Sun”la 50 yılı aşkın mirasını selamlayan Moğollar’ın serüveni. Kimler geldi, kimler geçti...

  5. 2020: En iyi 100 yabancı albüm

    Müziğin iyileştirici gücünü tekrar tekrar hatırladığımız; dayanışmadaki rolünün altının bir kez daha kalın bir şekilde çizildiği 2020’nin bizce en iyileri…

  6. 2020: Yerli sahneden 70 kayıt

    Yerli sahnenin baş döndürdüğü bir senenin ardından, değerlendirmemize ilk kez uzunçalarların yanı sıra EP formatındaki yayınları da dâhil ettik.

  7. 2020: En iyi toplama ve reissue albümler

    2020’nin karşımıza çıkardığı hemen her kriz için müzisyenlerin güçlerini birleştirip destek çağrısı yaptığı toplama albümler yayımlandı. Yeniden basım dünyasında da dünyanın dört bir yanından arşivlik kayıtlar ilk kez plağa ve dijital dünyaya taşındı.

  8. A’dan Z’ye: Müzik âleminde 2020 yılı

    Fiziksel olarak yakın olmasak da müziğin birleştirdiği, dönüştürdüğü ve iyileştirdiği bir yılı geride bıraktık. Küresel anlamda eşi görülmemiş bir sınav veren müzik dünyasının 2020 gündeminden satırbaşları.

  9. 2020’nin yepyeni caz raporu: Daha Siyah, daha özgür, daha deneysel

    Siyahların icadı olan, eğlence, hüzün, başkaldırı gibi farklı itkilerle ortaya çıkan bu müziğin üzerindeki geçici “beyaz hegemonya” sona ermese de gücünü kaybetmekte.

  10. 2020: En iyi 75 film

    Özellikle dijital platformlar tarafından içerik bombardımanına uğradığımız bir yılda listelerimizi toparlamak hiç kolay olmasa da, güçleri birleştirerek 75 filmlik bir kayıt tutmayı başardık.

  11. 2020: En iyi 15 yerli film

    Belgesellerin yılı olarak da hatırlayacağımız 2020’de festival yolculuğuna başlayan, izleyici karşısına çıkan, izlediğimiz ve irdelediğimiz 15 yerli yapım.

  12. 2020: En iyi yabancı diziler

    Kategorilerimiz; drama, suç, komedi ve bilim kurgu!

  13. 2020: En iyi 40 yabancı belgesel / belgesel serisi

    Gerçek dışı bu seneye, belgesellerin gerçekliği tam anlamıyla ağırlığını koydu.

  14. A’dan Z’ye: Sinema ve televizyon âleminde 2020

    2020'nin sinema ve televizyon gündemini anımsamak isteyenlere; pandeminin sektördeki yansımalarından Rexx Sineması’na vedamıza, dijital platformların yükseliş sürecinden Oscar cephesinde alınmış tarihî kararlara, A’dan Z’ye bir seçki.

  15. Yayınevleri 2020’ye iz bırakan kitapları ve 2021 öngörülerini paylaşıyor

    Metis Yayıncılık, Siren Yayınları, Can Yayınları, Harfa Yayınları, April Yayıncılık ve Domingo Yayınevi'ne 2020'nin iz bırakan kitaplarını ve önümüzdeki senenin nasıl göründüğünü sorduk.

  16. 2020 ve tiyatro gündemi: Umudu dürt, umutsuzluğu yatıştır

    Yaşarken bile tahammül etmesi mümkün olmayan bir yılı değerlendirmek üzere yazı yazmak gerçekten çok zor. Özellikle üzerine yazılacak olan şey, herhangi bir toplumsal olayda şalterin ilk indi(rildi)ği kültür sanat alanlarından biri olan “tiyatro” ise...

  17. 2020’de takibe aldığımız bazı yerli tasarımcı ve üreticiler

    Kimi yenice yola koyulan, kimi son dönemde karşımıza çıkan, kimi bize ulaşan farklı ürün tasarımcıları ve yaratıcılarıyla konuştuk.

  18. 2020’de hangi podcastleri dinledik?

    Türkçe, İngilizce (ve konuşmasız) karışık…

  19. Künye

    yayın imtiyaz sahiplerive etkinlik direktörleri Aylin Güngö[email protected] J. Hakan Dedeoğ[email protected] genel yayın yönetmeni Ekin Sanaç[email protected] kreatif direktörler Aylin Güngö[email protected] Sadi