Kimi yenice yola koyulan, kimi son dönemde karşımıza çıkan, kimi bize ulaşan farklı ürün tasarımcıları ve yaratıcılarıyla konuştuk.

“Değişimin (ufak da olsa) kendisinden başlayacağına inananlar”: less.

Siz kimsiniz? 

İcadı üzerinden henüz 70 yıl bile geçmemişken bugün yılda 400 milyon tonun üzerinde üretilen plastiğin gezegenimizde yarattığı ve canlılığa verdiği zarara duyarsız kalamayan insanlardan yalnızca ikisiyiz. Aynı zamanda mimarız. Mesleğimizden edindiğimiz birikimlerle ve en başta kendimizde gerçekleştirmeye çalıştığımız değişimlerle doğayla denge ve uyum hâlinde yaşama çabasındayız.

Bu süreçte Aydeniz [Ulufer], Bodrum’da ekolojik bir çiftlik kurma yolculuğunu yaparken aynı zamanda less.’in üretim aşamasında yerel üreticiye ulaşıp, doğal hammaddeyi temin etmek, less. ürünlerinin tasarım ve sosyal medya ayağını yürütmekte. Zeynep [Çevik] de atıksız mimarlık üzerine yüksek lisansını yaparken less.’in İstanbul ayağında; less. ürünleri ve yeni ürün içeriklerinin tasarımı, partnerlerle ilişkilerin yürütülmesi ve ürünlerin ulaşılabilirliğini sağlamakta.

Nasıl ve neden bu yola çıktınız? 

Gezegenimizdeki plastik atık sorununun artık sadece okyanuslarda ya da görmediğimiz çöplüklerde biriken bir sorun değil. Sofralarımızdaki gıdalara, yaşamın kaynağı içtiğimiz suya hatta son araştırmalara göre anne karnındaki bebeklerin plasentasına kadar mikroplastik olarak bize geri dönüyor. Bu görmezden gelemeyeceğimiz, acil çözmemiz gereken bir sorun.

Plastik sorununu; taşmakta olan bir musluğa benzetebiliriz. Kovayla yerdeki suyu temizlemeye çalışmak hiçbir zaman yeterli olmayacak. Yapmamız gereken musluğu kapatmak. Yani geri dönüşüm tek başına yeterli değil. Asıl olan plastiği hayatımızdan çıkarmak. Çünkü atık, satın aldığımız anda başlıyor. Bunun için biz de less. ile atıksız alışveriş deneyimi tasarlıyoruz.

Tasarımlarınızı/ürünlerinizi kimler alıyor?

Ürünlerimizin, çoğunlukla çevresine, doğaya ve canlılığa değer veren, değişimin ufak da olsa kendisinden başlayacağına inanan ve gelecek için umutlu bir topluluğa hitap ettiğini biliyoruz. Aynı zamanda tasarımlarımızdan etkilenip bu sayede atıksız yaşam deneyimine adım atan azımsanmayacak bir kitle olduğunu da düşünüyoruz. 

Gelecek nesiller için atıksız yaşamın sıradan bir yaşam biçimi hâline gelmesi için de çocukların atık konusunda bilgilendirilmesini önemli buluyoruz.

Ürünlerinizi alanlar, neden alıyorlar? 

Öncelikle ürünlerimizi belirlerken, gündelik hayatta sıkça kullandığımız ve vazgeçemediğimiz plastik gereçleri tespit ediyoruz. Örneğin streç film ya da buzdolabı poşeti gibi. Ve bunların yerine sürdürülebilir alternatifler tasarlıyoruz. Bu süreçte modern toplumdaki tüketicinin tasarıma verdiği önemi de gözardı etmiyoruz. Üretimlerimizde küçük ve yerel üreticiyi desteklerken temiz ve kaliteli hammaddeye ulaşmak da birincil önceliğimiz oluyor. 

İş modelimizi geliştirirken de en baştan kâr odaklı değil, etki odaklı bir yapı inşa etmeye çalıştık. Ürettiğimiz ürünler toplumdaki tüketim sorununa çözüm önerirken, ekonomik modelimiz sosyal sorumluluğumuzu da gerçekleştirebileceğimiz lineer değil döngüsel bir model üzerine kurulu.

Ve inanıyoruz ki daha azı mümkün!

“Kilimin hikâyesini kendi hikâyelerinde devam ettirmek istiyorlar”: The Keep 

Siz kimsiniz? 

Bilge Kalfa: Ben mimarım, üç yıl önce herkes gibi Berlin’e taşındım, burada kendi şirketim var. Daha çok iç mimarlık yapıyorum, aynı zamanda Berlin International üniversitesinde mimarlık bölümünde ders veriyorum. Kilim ise hem özel ilgi alanım hem de içinde büyüdüğüm bir iş. Dedemin kurduğu 60 yıllık bir atölyeyi babam ve amcamlar işletmeye devam ediyorlar. O nedenle çocukluğum ip, boya ile kilim atölyelerinde geçti. Her zaman aklımda kendi tasarladığım bir şeyleri kilim olarak üretebilmek vardı ancak çok sayıda üretim yaptıkları için bugüne kadar mümkün olmamıştı. Senem’le ise yaklaşık 5 yıl aynı ofis mekânını paylaştık ve birlikte birkaç proje ürettik. Bu işte de ortak olmak çok içgüdüsel ve hızlı verilmiş bir karardı. Tasarım ekibi ise bu koleksiyon için bize güvenen yakın çevremizden oluşuyor, sevgili Esra Gülmen Berlin’de komşum, Didem Çabukel eski ev arkadaşım, Işık Kaya üniversiteden yakın arkadaşım ve Dilşad Aladağ da yine işlerini çok beğendiğim Berlin’de tanıştığım bir sanatçı/mimar. Yeni koleksiyonda bambaşka ve yine çok yetenekli kadınlarla çalışıyor olacağız. 

Senem Akçay: Ben profesyonel hayatta mimarlık yapıyorum. İstanbul’da Moda’da Tamirhane adında bir mimarlık ofisim var. Burada ağırlıklı olarak kültür yapılarına yönelik bir proje külliyatımız oluştu. Buna rağmen hep aynı rayda ilerlemekten ziyade, yol boyunca makas değiştirmeyi, farklı şeyler denemeyi seviyorum. Böylece çok yönlü bir yaklaşım geliştirdiğime inanıyorum ve buna kendimi daha yakın hissediyorum. Tamirhane’nin dışında Kadir Has Üniversitesi’nde yarı zamanlı öğretim görevlisi olarak çalışıyorum. Aynı zamanda yazmaya ve hikâyelere merakım var.

Nasıl ve neden bu yola çıktınız? 

Senem Akçay: Uzun yıllardır ticari olarak proje üretiyorum ve satıyorum, proje tabii çok soyut bir ürün. Her ne kadar bunu sevsem de elle tutulamayan bir şey ürettiğimi düşünmüşümdür hep. Daha somut, dokunabildiğin, eline alabildiğin bir üretimin nasıl olacağını merak ederdim. Böyle bir iş yapmak her zaman aklımın köşesinde gerçekleşmemiş bir hayal olarak duruyordu. 

Bilge’nin kilimler tasarlamak ve üretmekle ilgili hayallerini biliyordum. Bu yaz İzmir-İstanbul arası otobanda giderken Berlin’den Bilge aradı ve bu işi birlikte yapmayı teklif etti. Ben de hemen evet dedim.

Bunların sadece birer ürün olmayıp çizimleri, adları ve düşünülüşleriyle içlerinde birer hikâye barındırıyor olmaları; benim yazan ve hikâyelere meraklı yanımla da çok örtüştü. Projeye heyecanla yaklaşmama neden oldu. Projeye girdikten sonra ben de onlara küçük hikâye metinleri ekledim.

Bilge Kalfa: Kendine satın alacak kilim bulamamak gibi bir dert de var. Ya da tasarladığın eve alacak kilim bulamamak ve bunu biz neden yapmıyoruz sorusuna cevap aramak. 

Ürünlerinizi kimler alıyor? 

Bilge Kalfa: Tasarıma ilgi duyanların aldığını düşünüyorum ama yorum yapmak için çok erken. Henüz bir aylık bir markayız. Alan kişileri genelde tanımıyoruz fakat mutlaka bizimle evlerinden fotoğraflar paylaşıyorlar, büyük keyif.

Senem Akçay: Ürünlerimizi sanırım incelmiş zevki olan, tasarıma kıymet veren insanlar seviyor ve alıyor. Genellikle geri dönüşlerde hep bir heyecan algılıyorum. Bir başkası tarafından düşünülmüş ve tasarlanmış bir deseni, bir illüstrasyonu evinin bir parçası hâline getirmek isteyen kişiler kilimlerimize talip.

Ürünlerinizi alanlar, neden alıyorlar? 

Senem Akçay: Galiba kilimin hikâyesini kendi hikâyelerinde devam ettirmek istiyorlar. Ev çok özel bir alan. Böyle kilim gibi büyük bir parçayı eklemek için onu çok sevmek gerekiyor, evin atmosferi üzerinde büyük bir etkisi var. 

Başkalarından farkı sanırım heyecanla, düşünerek, önemsenerek tasarlanmış ve üretilmiş olmaları. Üretim süreci içerisinde de Bilge’nin küçüklüğünden beri içinde olduğu bir aile işini tasarım kulvarına aktararak bambaşka, kendine ait bir yere evriltmiş olması bana çok kıymetli geliyor.

Bilge Kalfa: Senem’in söylediklerine ek olarak, önemsediğimiz şeylerden biri de ürünlerin geri dönüşümlü malzemeden üretilmesi. Bir diğeri ise yün kullanmamak; vegan olmalarını önemsiyoruz. Her ürün iki yönlü kullanılabiliyor, bu bence çoğu kilimde olmayan bir özellik, makinede yıkanabiliyor. Dolayısıyla kedililer bu fikre bayılıyor. Bir de tabii tasarımcılardan kendileri gibi olmalarını, ne satar diye düşünmemelerini, istediklerini çizmelerini istiyoruz ki bu bence markayı farklılaştırıyor.

“Eklektik ama sadeyi arayan insanlarız”: Paper Street Co.

Siz kimsiniz? 

Biz Paper Street Co.’nun kurucuları Zeynep ve İpek Özbay kardeşleriz. İkimiz de Tarsus Amerikan Koleji mezunuyuz. Küçük kızkardeş İpek, Koç Üniversitesi üzerine Bilgi Üniversitesi’nde Kültür Yönetimi masteri yaptı. Büyük kardeş Zeynep ise Kanada’da McGill’de okula başlayıp ardında Roma AUR’da film ve dijital bölümünü tamamladı. İkimizin de ortak arayışı olduğu bir dönemde küçüklüğümüzden gelen kartpostal sevdasıyla Paper Street Co.’yu kurduk. Kendi ürünlerimizin yanında 15-18 sanatçıdan oluşan sanatçı komünitemizle beraber edisyonlar, çeşitli koleksiyonlar üretiyoruz. İş birliğinin önemine çok inanarak benzer yaklaşımdaki oluşumlarla ortak ürünler çıkartmak, katılımcı projeler yapmanın çok değerli olduğunu düşünüyoruz. Kısaca 2020 yılında kâğıtla uğraşan, düzenin içinde kaybolanı, yeninin içinde eskiyi, eklektik ama sadeyi arayan insanlarız.

Nasıl ve neden bu yola çıktınız? 

Paper Street Co.’yu kurma fikri 2015 yılında Zeynep, Türkiye’ye dönme kararı verdiğinde ortaya çıktı. İkimiz de kâğıda, kartpostala, çeşitli baskı tekniklerine, elle yazı yazmaya, sanatçı kitaplarına çok meraklıyız. Farklı ülkelerde yaşarken birbirimize sıklıkla kartpostal gönderirdik. Paper Street Co. da başta insanların birbirine kartpostal gönderebildiği bir web sitesi olarak kuruldu. Kendi tasarımlarımızın yanında sevdiğimiz sanatçı arkadaşlarımızın çizimlerini kartpostala dönüştürürdük. Çok basit anlamda kullanıcılar göndermek istedikleri kartı seçip dijital olarak mesajlarını yazıyordu. Biz de elle ya da baskı alarak kartpostallara mesajları yazıp fiziksel olarak PTT ile gönderiyorduk. Ancak zaman içerisinde her şey çok hızlı gelişti ve değişti, biz de işi pivot ettik. 2018 yılından bu yana Paper Street Co. çeşitli kâğıt ürünleri tasarlayan ve üreten bir marka (defter, ajanda, kartpostal, edisyonlar, sanatçı kitapları vs.) ve sanatçılarla, benzer yapıdaki topluluklarla iş birliği yaparak ürünler ve katılımcı projeler ortaya çıkaran bir oluşumdur.

Tasarımlarınızı/ürünlerinizi kimler alıyor?

Bilinçli olarak alışveriş yapan, satın aldığı ürünün arkasındaki düşünceyi anlayan ve takdir eden insanlar; çağdaş tasarım dünyasını takip eden ve bir yaşam tarzı olarak bu ürünleri tercih edenler, sanata hayatının bir parçası olarak yaklaşanlar; ama en çok da kâğıdın, elle yazmanın gücüne hâlâ inanan insanlar ürünlerimizi alıyor.

Ürünlerinizi alanlar, neden alıyorlar?

Biz ortaya çıkardığımız herhangi bir şeyin “öylesine” olmaması için oldukça gayret gösteriyoruz.

Çağdaş tasarım dünyasında üzerine düşünülmüş ve özgün olmaktan korkmayan ürünlerin fark yarattığına inanıyoruz. Bu doğrultuda yalın, kullanılabilirlik açısından oldukça tatmin edici ve kendi mizah dili olan ürünler çıkarıyoruz- sanırım insanlar bizi tanıdıkça daha çok sevip daha çok alıyorlar.

Üretimde ise doğa dostu materyaller (FSC onaylı ve geri dönüştürülmeye uygun kâğıtlar) kullanmaya çalışıyoruz, adil üretim şartlarına çok önemsiyoruz.

Sanatçı iş birliklerimizde sanatçıların portfolyolarında var olan işlerini değerlendiriyoruz, yani bizim için yeni bir yaratıcı üretim yapmalarını istemiyoruz.

“Bir kadın projesi olarak başladı, öyle de devam ediyor”: SEIH

Siz kimsiniz? 

SEIH, 2,5 sene önce yola çıktı. Sürdürülebilir malzemelerle tamamı el yapımını minderler yapıyoruz. Şu an ekibimizde 9 kişi var ve tamamı ev hanımı.

Nasıl ve neden bu yola çıktınız? 

Türkiye’de geleneksel olarak yerde yaşama kültürü olmasına rağmen son yıllarda bunun artık tamamen unutulduğunu düşünüyorum. Bir sürü minder ustası olmasına rağmen sektörde yer bulamamışlar. Minder ustalığının kıyıda köşede unutulup gitmekte olan bir meslek olduğuna inandığım bir dönemde SEIH’i kurdum. Kuruluşundan bugüne gelen süreçte de çok fazla girişimciye ve hâlihazırda bu işi yapan ustaya ilham kaynağı olduğumuza inanıyorum. Şu an gerçekten sektörde yer buldu ve yeni bir sürü marka çıkmaya başladı. Müşterilerimiz de bizi bu konuda müthiş desteklediler. 

Tasarımlarınızı/ürünlerinizi kimler alıyor?

Bizim tasarımlarımız herkes için. Tasarımlarımızı bohem stili seven, konforuna düşkün ve değişiklik arayan insanlar tercih ediyor. Ve tabii ki ÇOCUKLAR!

Ürünlerinizi alanlar, neden alıyorlar?

SEIH İstanbul’un piramit minderleri özellikle hem görüntü hem de fonksiyonel kullanım alanlarıyla çok fazla insanın dikkatini çekiyor. En önemlisi de otururken veya uzanırken sırtınızı rahatça yaslayabildiğiniz bir alanınız olması. Bu işin en güzel tarafı, bir kadın projesi olarak başlayıp bu şekilde devam ediyor olması. Başladığımız günden beri ev hanımlarına istihdam sağlıyoruz. 

“% 100 el yapımıyla uzun sürede çok az adette üretim”: Gugiko 

Siz kimsiniz? 

Beyza Işık: Marka sahipleri olarak 2 kişiyiz; ben ve Barbaros [Demirtaş]. Ancak uzun süredir ağırlıklı olarak ben yürütüyorum.

Nasıl ve neden bu yola çıktınız? 

Beyza Işık: Gugiko, 2009 yılında tamamen hobi olarak başlayan, polimer kilden karakterler oluşturan Barbaros’un kurmuş olduğu bir marka aslında. Sonradan benim katılımımla, kendi çizdiğimiz desenlerden kumaşlar oluşturmaya başladık. Tasarımından dikimine kadar her şeyiyle kendimizin ilgilendiği, % 100 el yapımı çanta, ve aksesuarlar oluşturduk. 

4 sene önce, kışlık ürünler oluşturmaya başladık. Bazı atkı ve bereleri tek başıma üretiyorum. Bazıları için de el işçiliğiyle üretim yapan 3 farklı kişiyle çalışıyorum. 

Tasarımlarınızı/ürünlerinizi kimler alıyor?

Beyza Işık: Ürünlerimiz, kısa sürede tüketimi sevmeyen, renkli ve eğlenceli olmayı seven herkese hitap ediyor. Bu yüzden her bir ürünün gerçek sahibiyle buluşması bizim için çok önemli bir ayrıntı.

Ürünlerinizi alanlar, neden alıyorlar?

Beyza Işık: % 100 el yapımıyla uzun sürede çok az adette üretim yapıyoruz. Ürünler kaliteli malzemeyle oluşturulduğu için, uzun süre kullanılabiliyor. Ayrıca bir ürünün birkaç değişik şekilde kullanılabilmesi bizim için çok önemli. Bu yüzden bel, omuz, el çantası olabilen, sapı istenilen boyutta ayarlanabilen çantalar, çift taraflı kullanılabilen atkılar, ponponu değişebilen bereler üretiyoruz.

“Tasarımla fotoğrafın aynı çatı altında buluştuğu bir dekorasyon markası”: 3RD CULTURE

Siz kimsiniz?

3RD CULTURE, ben Emre [Rende] ve kız kardeşim Zeynep [Lale Rende] tarafından 2015 yılında kurulan bir dekorasyon markası ve concept mağaza. Markamızın ismi İngilizce’de ‘THIRD CULTURE KID’ yani ‘Üçüncü Kültür Çocukları’ndan geliyor. 1960’ların sonunda psikolojide kullanılmaya başlanmış bu terim. Çocukluklarını kendi ülkeleri dışında geçiren ve sonucunda kendi kültürleri ve büyüdükleri ülkelerin kültürlerini birleştiren ve harmanlayan çocukların karakter ve kimliklerini tanımlamak için kullanılıyor.

Nasıl ve neden bu yola çıktınız? 

Zeynep Londra’da Central St Martins okulunda tasarım eğitimi aldı ve 2007’de mezun oldukta sonra Londra ve Paris’te ürün tasarımcısı olarak çalıştı. Ben de Londra’da diplomasi üzerine master yaptıktan sonra 10 yıl boyunca Orta Doğu’da ve Batı Afrika’da gazeteci ve fotoğrafçı olarak çalıştım. En son Kenya’da yaşıyordum. Uzun süredir aramızda tasarımla fotoğrafın aynı çatı altında buluştuğu, özgün bir görsel kimliği olan bir dekorasyon markası hakkında konuşuyorduk. 2014’ün sonunda 3RD CULTURE’ı kurmak için yurda dönme kararı aldık.  

Tasarımlarınızı/ürünlerinizi kimler alıyor?

Ürünlerimiz çok geniş bir kitleye hitap ediyor. Souq‘ta gördükleri ilgiyi Beymen’de, yurt içinde gördükleri ilgiyi yurt dışında görüyorlar. Tasarımlarımızı şu anda 14 ülkeye ihraç ediyoruz. Bulunduğumuz Çukurcuma mahallesinin tarihi dokusundan dolayı, mağazada müşterilerimizin neredeyse yarısı İstanbul’da yaşayan yabancılar ve şehri ziyaret eden turistlerden oluşuyor. 

Ürünlerinizi alanlar, neden alıyorlar?

Hikâyesi olan ürünler tasarlıyoruz. Kullandığımız Batı Afrika kumaşlarının en büyük özelliklerinden biri içerdikleri sembol ve motiflerin çoğu zaman hikâyeler barındırıyor olmaları. Aydınlatmalarımızda kullandığımız Adinkra sembolleri de 12. yüzyıldan bu yana atasözlerini ve deyimleri birer sembol olarak hatırlamak için kullanılıyor. Liberya’nın kaybolmuş ve günümüzde artık maalesef kullanılmayan “Basa” alfabesinin harflerinden esinlendiğimiz bir mobilya koleksiyonumuz var. Peştemal ve pikeleremizde bu hikâyeleri bazen bir araya getirip kendi hikâyelerimizi anlatmaya başlıyoruz. Bu yeni hikâyeleri sonrasında duvar kâğıdı gibi yeni ürünlere de uyguluyoruz. 

“Doğayı koruma sorumluluğu ile yolculuğumuz başladı”: Okra Pigment ve Doğal Boya

Siz kimsiniz? 

Kuşların özgürlüğü ve doğanın çeşitliliği etkisinde Kübra ben. Malzeme mühendisiyim. Üniversitede kuş gözlemciliği ile tanıştım. Kuşlar ve doğa ile zaman geçirmenin getirdiği doğa koruma sorumluluğu, sevgisi, merakı ve keşfetme isteği vesilesiyle Okra’nın kurucusuyum. 

Nasıl ve neden bu yola çıktınız? 

Okra’yı yolda buldum. Beş yıl kadar önce Fas’ı keşfederken tanıştım doğal boyalar ile. Boyaya rengi veren hammadde pigmentin üretimi ve kullanımı konusunda görüp öğrendiklerim mesleki bilgilerim ile birleşti. Bu alandaki araştırmalar, dünyada bu işi yapanlar ile görüşmeler, doğayı koruma sorumluluğu ile yolculuğumuz başladı. Doğa koruma alanında sivil toplum kuruluşlarında uzun süre gönüllülük yapmış biri olarak diyebilirim ki, doğa ve türlerin yok olmasındaki en büyük nedenlerden birinin doğa ve insan ilişkisinin kopması veya zayıflamış olması. Doğada gördüğümüz renkleri gündelik yaşam alanlarımıza, sanatsal ürünlere yansıması bu ilişkiyi yeniden güçlendirebileceğini düşünüyoruz. Ressam, mimari, tasarım, kozmetik, iletişim gibi kendi alanlarında başarılı arkadaşlarımın desteği ve danışmanlıkları oldu. Danışmanlık ve desteklerin devam ettiği, değiştiği ve dönüştüğü bir ekibimiz var.   

Ürünlerinizi kimler alıyor? 

En eski kullanıcıları olan mağara ressamlarından günümüze gelindiğinde; sanat, mimari, dekorasyon, ahşap, kozmetik başlıca olmak üzere boyanın olduğu hemen hemen her alanda Okra pigmentler kullanılabilmektedir. 

Ürünlerinizi alanlar, neden alıyorlar?

Doğanın renklerini tıpkı doğada oldukları şekliyle hayatlarına katmak isteyen, doğa koruma sorumluluğu hisseden, tıpkı geçmişi bu günde yaşatan tarihi yapıların, sanat eserlerinin ustaları; eski Mısırlılar, Kızılderililer, eski Budistler, Ortaçağ rahipleri, Rönesans ustaları, Zeugma sanatçılarının kullandığı gibi geleneksel teknik ve malzemeler ile arzu ettiği renk tonlarına ulaşmak isteyen sanatçı ve zanaatkarlar alıyor. Okra pigmentler doğal toprak ve minerallerden üretilmektedir. Katkısız olması diğer yapay renklendirme hammaddelerinden hatırı sayılır derecede yüksek kaliteli olmasını sağlıyor. Okra pigmentler ile profesyonel sulu boyalar üretiyor, Okra pigmentler ile birlikte doğal bileşenleri kullanarak geleneksel tekniklerle boya üretiminin reçetesi ve deneyimlerimizi paylaşıyoruz.

“Gelecekte yaşanabilir bir dünyanın hayalini kurarken”: Mumo Wrap

Siz kimsiniz?

Biz Erdem Kumkale ve Işınsu Kaya, iki doğasever, ilkokul arkadaşıyız.

Erdem, iç mimar ve tasarımcı; daha önce farklı alanlarda edindiği üretim tecrübelerini bir araya getirerek insanların hayatına katkısı olan ürünler tasarlamayı ve hayata geçirmeyi seviyor. Çocuğunun geleceğini düşünen yeni bir baba aynı zamanda.

Işınsu, iş hayatına kurumsal yapıda başladı, daha sonra yeni girişimlerde iş geliştirmeden sorumlu olarak çalışmayı tercih etti. Doğaya katkı sağlayan bir işi olmasını hayal eden bir gıda mühendisi ve 2 çocuklu bir anne olarak Mumo’yu hayata geçirdi.

Nasıl ve neden bu yola çıktınız? 

Gelecekte yaşanabilir bir dünyanın hayalini kurarken, tek kullanımlık plastik tüketiminin azaltılmasının acil üzerinde çalışılması gereken konulardan biri olduğunu düşünüyoruz. Haziran 2017’de Amerika’daki balmumlu kumaş üreten markalarla ilgili yaptığımız araştırma da bu fikrimizi destekledi. Mumo’nun Türkiye’de üretilmesi gereken, yenilikçi bir saklama ürünü olduğunu düşündük. Yaz aylarında araştırmalarımızı yaparken oluşturduğumuz içerik formülünü gıda saklamak için en iyi hâle getirdik.

Ürünlerinizi kimler alıyor?

Mumo doğal içerikli bir saklama kumaşı. Balmumu, çam ağacı reçinesi ve hindistan cevizi yağının sertifikalı organik pamuklu kumaşa emdirilmesiyle üretiliyor. Günlük hayatta kullandığımız buzdolabı poşeti ve streç film gibi tek kullanımlık plastiklere alternatif olarak ortaya çıktı. İçeriğindeki antibakteriyel solüsyon, gıdaları plastik saklama gereçlerine göre çok daha uzun süre taze tutabiliyor. 

Gıda saklama çözümü konusunda yenilikçi olan, tek kullanımlık plastik kullanımından kaçınan, insan sağlığına uygun ve doğaya zarar vermeyen saklama alternatifleri arayan kişiler Mumo’yu tercih ediyor.

Ürünlerinizi alanlar, neden alıyorlar?

Plastik poşet, streç filmle ilişkimiz onu kullandıktan sonra doğaya çöp olarak bırakmaktan ibaret ve bu atıklar yüzlerce yıl yok olmuyor. Tüketim toplumu insanı kendinden, etrafındaki insanlardan, doğadan uzaklaştırıyor, yapaylaştırıyor. Mumo kullan-at politikasından uzaklaşarak gıda saklama sürecini çevreci bir yolla gerçekleştiriyor. Bunu yaparken gıdaları çok uzun süre taze tutuyor. Buzdolabında buzlukta sebzeler ve meyveler normalden 2 kat daha uzun süre taze kalıyor. 

Satın aldığımız her ürün anlamı olan, bağ kurabileceğimiz bir değer ifade etmeli. Çünkü bir ürüne ihtiyacımız olduğu oranda, bağ kurup ona güvenle sahip çıkabiliyoruz. Mumo yavaş tüketimi destekleyen bir kullanım sürecine sahip. 

“Geçim kaynakları sınırlı olan üretici grupları için kurulan bir sosyal girişim”: Joon

Siz kimsiniz? 

Joon Farsça, “Can, yaşam” demek. 

Biz geçim kaynakları sınırlı olan üretici grupları için kurulan bir sosyal girişimiz. Toplumdaki dezavantajlı gruplarla beraber, günlük hayatın pratiğine yardımcı fonksiyonel tasarım ürünler üretiyoruz. Üretim potansiyellerini ve imkânlarını detaylı bir şekilde inceleyerek üretebilecekleri en uygun tasarımları geliştiriyoruz. Bunu yaparken etik üretim süreçlerinden ödün vermiyoruz. 11 farklı grupta yer alan onlarca üreticimiz, idari tarafta ise 8 kişilik bir ekibimiz var. 

Nasıl ve neden bu yola çıktınız?

Ankara’da uzun bir süre bir grup olarak önce okuldaki öğrenci topluluğunda, sonra bir sivil inisiyatif aracılığıyla çalıştık. Tasarım fikrini başka disiplinlere anlatmaya, toplumsal sorunları nasıl iş birliği ile dönüştüreceğimizi kavramaya yönelik etkinlikler düzenledik. O dönemde en büyük isteğimiz, tasarımsal düşünmeyi gerçek bir toplumsal meselenin derinine inmek için kullanabilmek ve bunu sürdürebilmekti. Bunu yapabilmek için “Joon” bir sosyal girişim fikri olarak ortaya çıktı ve 2016 eylül ayından beri çalışmalarına devam ediyor.

Ürünlerinizi kimler alıyor?

Joon tasarımlarını satın aldıklarının pratik, kullanışlı, fonksiyonel olmasına özen gösteren, bunun yanı sıra estetikten ödün vermeyen kişiler alıyor. Bu kişi satın alma kararlarıyla çevrede ve üreticilerin üzerinde bir etki yarattığının farkında, aslında bir tüketiciden ziyade, “türetici.” Tüketim tercihlerinin çevresini etkileyeceğini bilen ve bilinçli seçim yapan insanlar diyebiliriz. 

Ürünlerinizi alanlar, neden alıyorlar?

Tüketim odaklı bir sistem içerisinde tercih edebileceğimiz birçok ürün var. Ancak çoğu ürünün hangi koşullarda üretildiği, üreticinin ücretini adil bir şekilde alıp almadığı, üretimde hangi malzemelerin kullanıldığı, ekolojik olup olmadığı kesinlikle bilinmiyor. Bu bahsettiğimiz konuların hepsi aslında “etik üretim” sürecinin bir parçası. Joon üretim sürecinde bu parametrelerin hepsini dikkate alarak etik üretimin peşinde. 

“Adil ticareti destekleyen bir çalışma şekli oluşturduk”: Mycocobowl 

Siz kimsiniz? 

2018 Aralık ayında resmi bir ticari marka adı ile hayata geçen Mycocobowl, 2019 yılında marka tescili alarak Türkiye’nin ilk coconut bowl markası olarak yolculuğuna başlamıştır. % 100 doğal hindistan cevizi kabuklarından el işçiliği ile yapılan kaseler, bambu pipet ve bardaklar ve hindistan cevizi ağacından yapılan çatal ve kaşıklar Vietnam’daki üreticimiz tarafından markamıza özel tasarımlarla yüksek kalitede üretilmektedir. Doğayı seven, sürdürülebilirliğe önem veren ve atık olarak görülen ürünlerin aslında hayatımızın keyifli alanlarında bize eşlik edebileceğini göstermek isteyen genç ve dinamik bir ekibiz. Markanın kurucusu Hande Külekçi bu vizyonla ilerleyebilecek yeni çözüm ortakları ve partnerler ile daha da büyümeyi hedeflemektedir.

Nasıl ve neden bu yola çıktınız? 

Markanın lokomotif ürünü hindistan cevizinden kaseler aynı zamanda bir farkındalık projesidir. Her yıl meyvesi, suyu ve yağı için kullanılan milyonlarca hindistan cevizinin artakalan kabukları yakılarak imha edilmekte ve karbon salınımına yol açmaktadır. Atık olan bu kabukları yakmak yerine el işçiliği ile kullanışlı kaselere dönüşmesini sağlayarak doğaya geri kazandırılan ürünlere dikkat çekmeyi amaçlıyoruz. Deniz canlıları için de büyük tehlike oluşturan tek kullanımlık plastik pipetlere karşı doğal bir alternatif olan tek kullanımlık olmayan ekolojik bambu pipetleri daha fazla kullanıcıya ulaştırarak bu konudaki farkındalığı da arttırmayı hedefliyoruz. Mycocobowl, bireylerin günlük yaşantılarında keyifle kullanacağı ürünler tasarlarken aynı zamanda doğanın sürdürülebilirliğine katkıda bulunmayı ve tüketim alışkanlıklarını değiştirebilmeyi umuyor.

Ürünlerinizi kimler alıyor?

Ürünlerimiz en çok doğaya ve çevreye önem veren bilinçli bir kesim tarafından ilgi görüyor, ayrıca sağlıklı beslenen ya da bu alanda motivasyonunu sağlamak isteyen kişiler de en çok tercih edenlerden. Aslında tasarımları itibariyle gayet keyifli bir kullanıma sahip bu ürünlerle hem tüketicilerin dikkatini çekmiş oluyoruz hem de sürdürülebilir ürünleri günlük yaşantımızda daha sık kullanabileceğimizi göstermiş oluyoruz. Sağlıklı beslenmeye önem veren kişiler tarafından da özellikle hindistan cevizi kabuklarından yapılan kaselerimizde hazırlanan sunumlar ise görselleriyle adeta bizi büyülüyor.

Ürünlerinizi alanlar, neden alıyorlar?

Türkiye’de resmi olarak satışa başlayan ilk tescilli marka olarak tamamen bize özgü tasarımlar ve kalitedeki ürünler ile tüketicilere ulaşmayı hedefledik. Bu doğrultuda çok geniş bir yelpazede ürün ve model seçeneği sunmaktayız. Ürünlerimiz uluslararası kalite standartlarına uygun olarak tamamen el işçiliği ile markamıza özel logolu üretilmektedir ve hem uluslararası akreditasyona sahip kurumlarca onaylı hem de Türkiye’de gıda ile temas uygunluk belgesine sahip ve Tarım Bakanlığı onaylıdır. Mycocobowl markası olarak üzerimize düşen tüm prosedür ve gereklilikleri en başından beri yerine getirerek tüketicilere güven vermeyi ve oluşan tüm mali yükümlülüklere rağmen ulaşılabilir fiyatlarla ürün sunabilmeyi hedefledik. Vietnam’daki üreticimizle de fair trade kapsamında tamamen onların belirlediği fiyat politikasına sadık kalarak adil ticareti destekleyen bir çalışma şekli oluşturduk. Çünkü sürdürülebilirliği destekleyen her marka gibi adil ticaret de bizim için oldukça önemli bir noktada ve bu konunun ulusal ya da uluslararası alanda çalıştığımız partnerlerimizle işbirliğini daha da güçlendireceğini biliyor ve destekliyoruz.

“Gönülden, keyif ve şifa niyetiyle yapıyoruz”: Atölye Patika

 Siz kimsiniz?

Emine Boyner Kürşat: Farklı ve birbiriyle evrilen yaratıcı alanlarda çalışan, araştıran bir otacı ve sanatçıyım. Ekip olarak epey küçüğüz. Atölye Patika’da iki genç kadın Ceren ve Seda ile birlikte çalışıyor, onların desteğiyle üretiyorum. Ahşap atölyemizde ise ustamız Cemil ağabey ile birlikte çalışıyoruz.

Nasıl ve neden bu yola çıktınız? 

Emine Boyner Kürşat: Hikâye epey uzun aslında, ama elimden geldiğince özetleyeyim. Üniversitede Güzel Sanatlar okudum. Türkiye’ye döndüğümde hayalim hem sanatıma devam etmek hem de bitkisel şifa ve bitkiler üzerine araştırmak ve çalışmalar yapmaktı. Ayvalık’ta Atölye Patika oluşuverdi bu süreçte ve üzerinde çalıştığım farklı yaratıcı alanların birbirini besleyerek, birbirini desteklemesine vesile olan bir üretim ve araştırma alanı hâline geldi. 

Ürünlerinizi kimler alıyor? Neden alıyorlar?  

Emine Boyner Kürşat: Harmanlarımızda esaslı bir tılsım olduğunu hissediyorum. O kadar gönülden, keyif ve şifa niyetiyle yapıyoruz ki her bir şeyi, bunun alanlara da yansıdığını görüyoruz. Elimizden çıkıp doğrudan birine dokunan, onun deyişiyle “iyi gelen” şeyler yapabilmek çok mutlu ediyor beni. Ne farkımız olduğu sorusunu ise yanıtlamak zor. Çünkü bence aynı alanlarda çalışan pek çok kişi de olsa herkesin ürettiği, esaslıca kalbini katarsa yaptığına, kendine has ve tek oluyor. Her biri ayrı bir tılsım taşıyor. Epey uzun süren eğitimler tamamladıktan sonra ve hâlâ daha devam eden bitki şifa eğitimlerim, hocalarımın ve araştırmalarımın desteğiyle, en önemlisi de doğa ve bu alanda en büyük öğretmenlerim olan bitkilerin rehberliğiyle çıkıyor elimden çıkan her bir şey. Yanımdaki iki güzel destek kız kardeşler sayesinde de zorlukları birlikte atlatıyor, birlikte emek veriyoruz. Gönülden ve aslında en önemlisi zevkle yapılan her işin şifa olduğuna inanıyorum.

 “Yer yer kaotik ve şaşırtmayı seven”: Katzze

Siz kimsiniz? 

Katzze’nin kurucu ortaklarıyız. Emre Saraçoğlu ve Ömür Yılmazer. Emre reklam, Ömür tekstil kökenli.

Nasıl ve neden bu yola çıktınız? 

Emre Saraçoğlu: Aslında her şey bir abajurla başladı. Kendime istediğim gibi bir abajur bulamıyordum. Ömür’ün de tekstil sektöründe yaptığı çok güzel baskılı kumaşlar, tasarımlar vardı ve ben de onlardan abajur şapkası yapmak istedim. Sonra o kumaşlar istediğim abajurlara, hatta yastıklara dönüştü. Fakat işin teknik kısmından pek anlamadığım için Ömür’den yardım istedim ve sürece o da dâhil oldu. Artık abajur yapmasak da yolumuza apayrı bir yoldan devam ediyoruz. Ev tekstilinden dekoratif objelere kadar birçok ürün yaptık; şamdanlar, battaniyeler, ahşap ürünler… O dönem, duygularımızı katarak çok sevdiğimiz tasarımlar yaptığımız bir süreçti ve bizim için çok faydalı oldu çünkü sonunda kendi malzememizi bulduk: Porselen.

Tasarımlarınızı/ürünlerinizi kimler alıyor?

Sofra ya da duvarında farklı tasarımlara ihtiyaç duyanlar, evine yeni bir soluk getirmek isteyenler, aynı ürünlerden sıkılanlar, sunumlarında farklı kombinlerle şaşırtmak isteyenler…

Ürünlerinizi alanlar, neden alıyorlar?

Bizim tasarımlarımız piyasadakilerle pek örtüşmüyor, kendimize ait bir dil kurmaya çalışıyoruz. Eskiyle yeniyi, bir araya gelmeyeceğini düşündüğümüz şeyleri bir araya getirmeyi seviyoruz. Biraz romantik, biraz asi, gelenekle modernin arasında bir yerdeyiz. Eskiden kopmayan, yeniden beslenen, yer yer kaotik, şaşırtmayı seven ve porseleni klasik porselen gibi yapmayan. Bilindik temalara küçük dokunuşlarla yeniden hayat vermeye çalışan bir markayız, müşterilerimiz bunu seviyorlar.

Teknik olarak renklerimiz asla solmuyor, tüm ürünlerimiz bulaşık makinesinde yıkanabiliyor, çatlama direncine sahip ve gold boyası gerçek. Ayrıca gıda temasına uygun.

Tasarımlar Katzze tarafından yapılıyor, üretimler de tamamen Türkiye’de. 

“İllüstrasyon ve formdaki tutarsızlıklar, onları gerçek yapıyor”: bik things

Siz kimsiniz?

Aybikem Güzeliş: Sanata karşı ilgisi olup geçimini bundan kazanan bir ailenin, 2 kız çocuğundan büyük olanıyım. İzmirliyim ve Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanat Fakültesi Grafik bölümü mezunuyum. İstanbul’daki evimizde, eşim ve kedimle yaşıyorum.

Nasıl ve neden bu yola çıktınız? 

Aybikem Güzeliş: Anne ve Babamın kurup, 38 yıldır işlettiği Alemdar Vitray isimli bir atölyesi var. Galiba onların yaptığı meslekten de dolayı, el emeğiyle üretilen bir şeyin ürüne dönüşerek gelir kaynağı olması bana hep heyecan verir. Bu heyecanla, üniversite eğitimim devam ederken yaptığım illüstrasyonları ürüne çevirebilmek adına birçok deneme yaptım. Önceleri illüstrasyonlarımı broşlara, kolyelelere uyguladım. Bu ürünler, İzmir ve İstanbul’daki butik dükkânlarda satıldı, tek tük de olsa yurt dışından siparişler aldım. Ancak bu ürünlere olan talep ve gelir miktarı heyecanımın karşılığı kadar olmadı.

Mezun olduktan sonra, okuduğum bölümün bir meslek karşılığı olarak, reklam ajanslarında sanat yönetmeni olarak çalışmaya başladım. Kariyerimde ilerlemek, global ajanslarda çalışabilmek için 2014 sonunda, şu anki eşim Anıl ve arkadaşımız Amir ile İstanbul’a taşındım. 2018 yılının sonlarında, çalışmaya başladığım global ajanslardaki kariyerime ara verme kararı aldım.

2019 yılı Nisan ve Mayıs aylarında bir yandan üretimine devam ettiğim ürünlerimi, tasarım festivallerinde stand kiralayarak satışa sundum. Bu deneyim sonrası, illüstrasyonlarımı daha geniş yüzeylere uygulama isteği beni malzeme olarak seramik çamuruyla çalışmaya yönlendirdi. 4 ay kadar Annem ve Babamla birlikte, üzerine denemeler yaptığım seramik ürünlerin üretimini iyileştirebilmek için sıkı bir kampa girdim. Bu süreç, ekim ayında Cihangir’de açtığım dükkânla son buldu.

Tasarımlarınızı/ürünlerinizi kimler alıyor?

Aybikem Güzeliş: Çok net bir kitleden bahsedemem galiba ama sanırım baktıkça kendini iyi hissettirecek bir obje arayanlar diyebilirim. Bir yandan da ürünlerim galiba insanların gözünde popüler dekorasyon ya da bohem konseptlerle eşleşiyor… Büyük oranda, özenerek yaptığım ürünlerin değerini gerçekten bilenler alıyor ve bu durum çok motive edici. Sanat yönetmeni kariyerimdeki mesaileri katlayacak kadar çalışma gücü veriyor.

Pandeminin başlaması ve eve kapanma sürecinde, lokal destek hareketiyle

sosyal medyada etkileşimim arttı. Yüksek takipçili bazı kullanıcıların ürünlerimi satın alıp, paylaşmaları etkileşimimi katladı. Dükkân satışım vardı, ama şimdi Türkiye’nin her yerine ürün gönderiyorum.

Ürünlerinizi alanlar, neden alıyorlar?

Aybikem Güzeliş: İllüstrasyon tarzımın seramikle buluşması insanlara özgün geliyor bence. Gündemden, özel hayatımdan ve insanlar üzerindeki gözlemlerimden ilham alıp kendimce hikâyecikler anlatıyorum. İlham kaynağım böyle olunca da her bir ürünün illüstrasyonu ve formu da farklılaşıyor. Yaptığım her ürün tek ve sahibine özel. Bu da her bir ürünü ve sahibini değerli kılıyor. Bu iç görüden çıkarak bir süredir ürünlerime kaçıncı ürün olduğunu belirten numaralar yazmaya başladım. Ürünün altındaki numara, size bu ürünün üretilen kaçıncı bik things ürünü olduğunu söyleyecektir.

Belki biraz felsefik olacak ama, bence endüstriyelleşmiş ürünler ve sahip olduğun bir ürünün çok sayıda kopya olması düşüncesi, insanları manevi olarak yeterince tatmin etmiyor. Bik things ürünleriyse tam tersi. Mesela ürünlerimde hatalar da görürsünüz ve bence o hatalar, illüstrasyon ve formdaki tutarsızlıklar, onları gerçek yapıyor. Bik things sahipleri, kimi zaman farkında olmasalar da, bu yaşanmışlığı seviyorlar.

“El işinin verdiği keyif, keşfetme heyecanı ve hayalperestlik”: Studiotimtim 

Siz kimsiniz? 

Gürcan Bulut: İç mimari çalışmalarımın yanı sıra ürün tasarımlarımı hayata geçirmeye odaklanarak Studiotimtim’i oluşturdum. Bireysel bir uğraşı olarak başladığım karakter tasarımı artık daha kapsamlı bir hal aldı. Objelerin yanı sıra aydınlatma, saksı, mobilya gibi çok çeşitli ürünler var koleksiyonda.

Eşim Çağlayan da iç mimar ve bu süreçte en büyük destekçilerimden. Özellikle sosyal medyayı ve dijital çalışmaları birlikte yürütüyoruz.

Ürünlerin desenlerini ve son dokunuşları kendi atölyemde gerçekleştiriyorum. Diğer tüm imalatları ise yıllardır işbirliği içinde olduğum atölyeler ile sağlıyorum. 

Nasıl ve neden bu yola çıktınız? 

Gürcan Bulut: El işinin verdiği keyif, keşfetme heyecanı ve hayalperestlik, küçüklüğümden beri yakamı hiç bırakmadı ve Güzel Sanatlar Fakültesi hep hayalim oldu. İç Mimarlık eğitimi aldım ve diğer disiplinler de ilgi alanımda oldu her zaman. 

Yine eskisi gibi sınırlanmadan hayal kurabilmek, kendimce tasarlayıp üretebilmek ve el işinin keyifli dünyasına dönmek hep aklımın köşesindeydi. Studiotimtim bu şekilde hayat buldu ve nihayet taşlar yerine oturmaya başladı.

Tasarımlarınızı/ürünlerinizi kimler alıyor?

Gürcan Bulut: Kendilerine veya sevdiği kişilere hediye almak isteyenler, esprili bir perspektif arayanlar, ruhu ve hikâyesi olduğu için bağ kurulabilen eşyaları tercih edenler sanırım. 

Ürünlerinizi alanlar, neden alıyorlar?

Gürcan Bulut: Hem küçüklere ve hem de çocuk ruhlu yetişkinlere göre, kendime özgü, yaşam dolu ve esprili tasarımlar yapmaktan keyif alıyorum. Yaşam alanlarına hayat katan, gülümseten, üretimden paketlemeye her aşaması el emeği ve el sanatı ile zenginleşen ürünlerimde doğallığı ile sıcaklık veren ahşap malzemeyi tercih ediyorum. 

Kişiye özel detaylar katabilmek ve renk alternatifleri sunabilmeye ek olarak, farklı fonksiyonlarda ve çeşitli mekânlarda kullanabilmek gibi serbestlikler de önemli tercih sebepleri olabilir.

“Dezavantajlı bölgelerde yaşamını sürdüren çocuklar için”: SosyalBen Store

SosyalBen Store, dezavantajlı bölgelerde yaşamını sürdüren çocuklara umut olmaya yönelik çalışmalar yürüten SosyalBen Vakfı’nın çalışmalarına bütçe oluşturma amacı taşıyor.

Siz kimsiniz? 

Ece Çiftçi: SosyalBen adıyla ilk adımını atmış ve hayallerinin peşinden gitmiş bir sosyal girişimciyim. 14 yaşından beri hayatımın büyük bir kısmını sosyal sorumluluk projeleri gerçekleştirmeye adadım. Bu yolda karşıma çıkan fırsatları en iyi şekilde değerlendirerek ve fikrime inananlardan destek alarak kümülatif olarak büyüyen bir toplumsal fayda yaratmayı amaçladım. 

“Hayallerime dünya inandı” cümlesini benden pek çok kez duyarsınız. Hayal kurmanın ve bu hayallerin peşinden gitmenin gücüne inanan biri olarak her fırsatta sarf ettiğim bu cümle benim için çok kıymetli ve altı çok dolu. Bugüne kadar hayallerimi hayalleri yapan binlerce kişiyle çalışırken, güçlerimizi ve hayallerimizi birleştirerek SosyalBen’i dünyaya duyurmayı başardık. Bu sayede 11 ülkede 45 bini aşkın çocuğun hayatına dokunduk. SosyalBen, 2013 yılından beri yüzlerce gönüllümüzle çocukların yüzünü güldürmeyi sürdürüyor. Gönüllülük bulaşıcıdır. Fayda yaratmanın verdiği tatmini bir kere hissettiğinizde bundan vazgeçemezsiniz. Gönüllülerimizle bağımız hiçbir zaman kopmuyor. İşte bu noktada ekibimizden bahsetmek isterim. SosyalBen ile tanıştıktan sonra gönüllülerimiz de isterse kendilerine ekibimizde yer vermekten büyük mutluluk duyuyoruz. Sosyal sorumluluk duygusu gelişmiş kişilerle çalışmanın verdiği mutluluk çok güzel. Dinamik ve genç ekibimizle daha fazla fayda sağlamayı hedefliyoruz.

Nasıl ve neden bu yola çıktınız? 

Ece Çiftçi: SosyalBen serüveni 14 yaşında lisede bir konferansa katılmamla başladı. Konferansta edindiğim bilgiler ve dinlediklerimle hayallerim şekillendi. Sosyal girişim ve sosyal sorumluluk konusunda daha çok fikir edinmeye devam ederken SosyalBen Projesi ile “Bir Fikrin Mi Var?” yarışmasına katıldım ve birinci oldum. Aldığım derece sonrasında ekranlarda lanse etiğim SosyalBen Projesi’ne daha fazla kişi inanmaya başladı. SosyalBen’e olan tutkumu 2013 yılında resmiyete döktük ve daha fazla sosyal fayda sağlamayı hedeflendi. Saha çalışmalarına sürdürülebilir bir bütçe oluşturmak için SosyalBen Store kurduk ve buradaki ilk ürünümüz şemsiye oldu. Bunun yanı sıra, kurumsal ve bireysel sosyal sorumluluk danışmanlığı veren SosyalBen Akademi şirketini de hayata geçirdik. 2017 yılında ise tüm sosyal sorumluluk çalışmaları SosyalBen Vakfı çatısı altında topladık. Bu çatı altında ekibimizden gönüllülerimize, kurumsal destekçilerimizden bireysel destekçilerimize kadar pek çok kişi var. Ayrıca tasarımlarıyla ufkumuzu açan ve dikkat çekerek fon yaratmamıza olanak sağlayan ünlü destekçilerimize de sonsuz teşekkürlerimi iletiyorum. 

Ürünlerinizi kimler alıyor? Neden alıyorlar? 

Ece Çiftçi: Aslında ürünlerimizin hedef kitlesinde bir yaş aralığı yok. Ürün yelpazemizde şemsiye, not defteri, kokulu çorap, telefon kılıfı gibi pek çok farklı seçenek mevcut. SosyalBen Store’da 7’den 70’e herkesin kullanabileceği ürünler olduğundan kitlemiz herkes. Burada insanları bize çeken şey ise bir çocuk gülümsemesi. Altını çizerek belirtmek isterim ki SosyalBen Store bir mağaza değil, iyiliğe açılan bir kapı. SosyalBen Store’dan yapılan alışverişler çocukları mutlu etmemiz ve hayatlarına renk katabilmemiz için çok önemli. SosyalBen Store’u ve amacını bilenler tereddütsüz hediyelerini bizden seçiyor, ihtiyaçlarını bizden temin ediyorlar. SosyalBen ile daha önce yolları kesişmemiş olanlar ise büyük oranla ürünlerimiz arasında yer alan ünlülerin imzasını taşıyan çoraplar, defterler ve hoodie’ler sayesinde bizimle tanışıyor. İşte süreklilik de burada başlıyor. Yapılan alışverişin ve ödenen bedelin bir çocuğun hayatını değiştirmesi ürünlerimizin satın alınmasının en büyük sebebi. 2019 yılında SosyalBen Store’dan alışveriş yapanlar sayesinde 4 fiziki sahayı fonladık. Bu dört sahada 480 çocuk 52 gönüllü ile buluştu. Her yıl daha fazla çocuğa ulaşmak için daha çok çalışıyoruz. 2020 yılında, ünlülerin imzasını taşıyan ürünlerimizin yanı sıra SosyalBen Store’da en çok satılan ilk üç ürün Şemsiye, Tohumlu Kalemler ve Telefon Kılıfı oldu. 2021 yılına dair en büyük temennimiz bu sayıları iki üç katına çıkararak daha çok çocuğun yeteneklerini keşfetmesini sağlamak.

  1. Hayatı deneyimleme hallerine karşılık gelen metaforların peşinde: Wesley Allsbrook

    Californialı sanatçı Wesley Allsbrook’un Amerika’nın pozitif ayrımcılık uygulamalarıyla çözmeye çalıştığı ırkçılık ve cinsiyetçilik meselelerine yönelttiği eleştiriler, umarız başka yerlerdeki teknoloji ve sanat pratiklerine de yansır.

  2. Hisler, arayışlar ve kaybolmuş hazineler: Öykü Karayel ve Ali Güçlü Şimşek (Lalalar) sohbeti

    İşleriyle sıkça gündemimizde yer edinen iki isim bir araya geldi; değişen ve değişmeyen ritüellerinden ifade arayışlarına, zamansızlık hissinin ehemmiyetinden geçmişle kurdukları bağlara, sayısız başlığa temas ettiler.

  3. 2020’den 2021’e doğru bir sanatçı zinciri

    Refik Anadol, Bager Akbay, Eda Gecikmez, Sevim Sancaktar, Aykan Safoğlu ve Hera Büyüktaşçıyan yanıtlıyor: Çoğu pandemi koşullarında geçen 2020'de üretim pratiklerine neler yön ve ilham verdi? 2021 nasıl görünüyor?

  4. Çizgi hikâye: Moğollar

    “Anatolian Sun”la 50 yılı aşkın mirasını selamlayan Moğollar’ın serüveni. Kimler geldi, kimler geçti...

  5. 2020: En iyi 100 yabancı albüm

    Müziğin iyileştirici gücünü tekrar tekrar hatırladığımız; dayanışmadaki rolünün altının bir kez daha kalın bir şekilde çizildiği 2020’nin bizce en iyileri…

  6. 2020: Yerli sahneden 70 kayıt

    Yerli sahnenin baş döndürdüğü bir senenin ardından, değerlendirmemize ilk kez uzunçalarların yanı sıra EP formatındaki yayınları da dâhil ettik.

  7. 2020: En iyi toplama ve reissue albümler

    2020’nin karşımıza çıkardığı hemen her kriz için müzisyenlerin güçlerini birleştirip destek çağrısı yaptığı toplama albümler yayımlandı. Yeniden basım dünyasında da dünyanın dört bir yanından arşivlik kayıtlar ilk kez plağa ve dijital dünyaya taşındı.

  8. A’dan Z’ye: Müzik âleminde 2020 yılı

    Fiziksel olarak yakın olmasak da müziğin birleştirdiği, dönüştürdüğü ve iyileştirdiği bir yılı geride bıraktık. Küresel anlamda eşi görülmemiş bir sınav veren müzik dünyasının 2020 gündeminden satırbaşları.

  9. 2020’nin yepyeni caz raporu: Daha Siyah, daha özgür, daha deneysel

    Siyahların icadı olan, eğlence, hüzün, başkaldırı gibi farklı itkilerle ortaya çıkan bu müziğin üzerindeki geçici “beyaz hegemonya” sona ermese de gücünü kaybetmekte.

  10. 2020: En iyi 75 film

    Özellikle dijital platformlar tarafından içerik bombardımanına uğradığımız bir yılda listelerimizi toparlamak hiç kolay olmasa da, güçleri birleştirerek 75 filmlik bir kayıt tutmayı başardık.

  11. 2020: En iyi 15 yerli film

    Belgesellerin yılı olarak da hatırlayacağımız 2020’de festival yolculuğuna başlayan, izleyici karşısına çıkan, izlediğimiz ve irdelediğimiz 15 yerli yapım.

  12. 2020: En iyi yabancı diziler

    Kategorilerimiz; drama, suç, komedi ve bilim kurgu!

  13. 2020: En iyi 40 yabancı belgesel / belgesel serisi

    Gerçek dışı bu seneye, belgesellerin gerçekliği tam anlamıyla ağırlığını koydu.

  14. A’dan Z’ye: Sinema ve televizyon âleminde 2020

    2020'nin sinema ve televizyon gündemini anımsamak isteyenlere; pandeminin sektördeki yansımalarından Rexx Sineması’na vedamıza, dijital platformların yükseliş sürecinden Oscar cephesinde alınmış tarihî kararlara, A’dan Z’ye bir seçki.

  15. Yayınevleri 2020’ye iz bırakan kitapları ve 2021 öngörülerini paylaşıyor

    Metis Yayıncılık, Siren Yayınları, Can Yayınları, Harfa Yayınları, April Yayıncılık ve Domingo Yayınevi'ne 2020'nin iz bırakan kitaplarını ve önümüzdeki senenin nasıl göründüğünü sorduk.

  16. 2020 ve tiyatro gündemi: Umudu dürt, umutsuzluğu yatıştır

    Yaşarken bile tahammül etmesi mümkün olmayan bir yılı değerlendirmek üzere yazı yazmak gerçekten çok zor. Özellikle üzerine yazılacak olan şey, herhangi bir toplumsal olayda şalterin ilk indi(rildi)ği kültür sanat alanlarından biri olan “tiyatro” ise...

  17. 2020’de takibe aldığımız bazı yerli tasarımcı ve üreticiler

    Kimi yenice yola koyulan, kimi son dönemde karşımıza çıkan, kimi bize ulaşan farklı ürün tasarımcıları ve yaratıcılarıyla konuştuk.

  18. 2020’de hangi podcastleri dinledik?

    Türkçe, İngilizce (ve konuşmasız) karışık…

  19. Künye

    yayın imtiyaz sahiplerive etkinlik direktörleri Aylin Güngö[email protected] J. Hakan Dedeoğ[email protected] genel yayın yönetmeni Ekin Sanaç[email protected] kreatif direktörler Aylin Güngö[email protected] Sadi