Seçkimiz her zamanki gibi (ağırlıklı olarak) dünya prömiyerini 2020’de gerçekleştirmiş yapımlardan oluşuyor. Ama sinemaların kepenk kapattığı, vizyon takvimlerinin bir hayli karıştığı bir senede 2019 yapımı kabul edilen, fakat yaygın gösterimi 2020 içinde yapılan filmlerden de dahil etmek durumunda kaldıklarımız oldu. Özellikle dijital platformlar tarafından içerik bombardımanına uğradığımız bir yılda listelerimizi toparlamak hiç kolay olmasa da, güçleri birleştirerek 75 filmlik bir kayıt tutmayı başardık.

Sinema – televizyon değerlendirmeleri: Ant Arın Şermet, Asena Büyük, Aylin Güngör, Bahriye Şevval Gülteki, Berk Çakmakçı, Biçem Kaya, Cansu Çubukçu, Cem Kayıran, Deniz Cuylan, Doruk Karaca, Ekin Sanaç, Emre Eminoğlu, J. Hakan Dedeoğlu, Mehmet Ekinci, Melike Karabaş, Melikşah Altuntaş, Merdan Çaba Geçer, Metin Akdemir, Mine Metin, Nazlı Bulum, Yiğit Atılgan

Sinema – televizyon değerlendirme yazıları: Ant Arın Şermet, Asena Büyük, Bahriye Şevval Gülteki, Biçem Kaya, Cansu Çubukçu, Cem Kayıran, Deniz Cuylan, Doruk Karaca, Emre Eminoğlu, Mehmet Ekinci, Melike Karabaş, Melikşah Altuntaş, Merdan Çaba Geçer, Yiğit Atılgan

75. Deux
(Yön: Filippo Meneghetti)

İtalyan sinemacının ilk uzun metrajı, gerçek sevginin önüne çıkan her engeli aşıp aşamayacağına dair bir beyin fırtınası gibi. İki yaşlı kadını ve onlarca yıldır gizli tuttukları aşklarını merkezine alan film, yılın dikkat çekici art-house işlerinden. G.Y.

74. Possessor
(Yön: Brandon Cronenberg)

Deneysel tattaki bilim kurgu kısalarıyla tanıdığımız Brandon Cronenberg, 2012’de Antiviral adlı satirik kurgusuyla ilk uzun metraj çıkışını yapmıştı. Kurumsal bir suikastçının beyin implantı teknolojisi kullanarak insan vücutlarını ele geçirmesini konu eden yeni filmiyle, “body horror” türünün öncü isimlerinden olan babası David Cronenberg’ün izinden gidiyor. C.Ç.

73. The King of Staten Island
(Yön: Judd Apatow)

Pete Davidson’a dair bu yarı otobiyografik film, Davidson’ın 11 Eylül’de babasını kaybedişini ve sonrasında stand-up dünyasına girişini konu alıyor. Yer yer komedi ve dramın iç içe geçtiği, oldukça etkileyici bir duygusal anlatı oluşturuyor. B.Ş.G.

72. Palm Springs
(Yön: Max Barbakow)

Davet edildikleri düğünü kapsayan bir günü tekrar tekrar deneyimleyen Nyles ile Sarah’nın yaşadıkları; bir döngüye hapsolduğumuzu hissettiren 2020 sağ olsun, pek de yabancı gelmiyor. Varoluşsal sorgulamalarını mizahının unsuru hâline getiren Palm Springs; Groundhog Day’in ruhunu yaşatan, eğlenceli bir seyirlik. M.Ç.G. 

71. His House 
(Yön: Remi Weekes)

Sudan’da yaşanan savaştan İngiltere’ye kaçan Siyah mülteci çiftin yerleştirildikleri tekinsiz ev, geçmişin türlü hayaletleri ile mücadele etmelerini gerektiriyor. Özel ve kamusal alan arasındaki sınırı muğlaklaştıran film evreni, bir yandan mülteciler için güvenli alan yokluğunu da sorunsallaştırıyor. M.K.

70. Black Bear
(Yön: Lawrence Michael Levine)

Lawrence Michael Levine’in yazıp yönettiği film, yaratıcılık konusunda sıkıntı çeken bir film yapımcısının hikâyesini konu alıyor. İnzivaya çekilme ihtiyacı duyan Allison karakterinin bir arkadaşının önerisiyle gittiği göl kıyısındaki evde geçirdiği günleri izliyoruz. Başrol Aubrey Plaza, bir harika. B.K.

69. Saint Maud
(Yön: Rose Glass)

2020 yılının en başarılı korku/gerilim filmlerinden olan “Saint Maud” yaşadığı travmanın ardından kendini dine adayan genç bir hemşirenin (Maud) evinde kalmaya başlayan genç bir kanser hastasına “yardım etmeyi” ve onu kurtarmayı kendine misyon edinmesini ve zamanla onu takıntı haline getirişini konu alıyor. B.Ş.G.

68. Kajillionaire
(Yön: Miranda July)

Miranda July’nin komedisi soyguncu bir aileyi merkezine alıyor. Büyük bir soygun için aileye yeni katılan Melanie sayesinde kızları Old Dolio’nun geçirdiği değişimi anlatıyor. Evan Rachel Wood’un canlandırdığı Old Dolio karakterinin soğuk, mesafeli ifadesi ile Gina Rodriguez’in canlandırdığı Melanie karakterinin sıcak ve sevecen havasının yarattığı büyük tezat, ikilinin arasındaki güçlü kimyanın sırrı. B.K.

67. O que arde
(Yön: Oliver Laxe)

Kundakçılık suçlamalarıyla hüküm giymesinin ardından Galiçya’daki evine, annesinin yanına dönen Amador; bölgedeki uçsuz bucaksız ormanlar tahrip edildikçe kasaba ahalisinin hedefi olur. O que arde doğa ile kurduğu ilişkiyle, 16mm kamerayla çekilmiş görüntüleriyle ve anlatımdaki tercihleriyle hipnotize edici bir deneyim. M.Ç.G. 

66. Ma Rainey’s Black Bottom
(Yön: George C. Wolfe)

Blues’un annesi olarak bilinen Ma Rainey’nin hayatına ve müzikal üretim sürecine odaklanan yapım, etnik ayrımcılık meselesinden yola çıkarak dönemin portresini başarıyla çizen bir müzikal drama. Viola Davis’in Rainey’ye hayat verdiği filmde, 2020’de kaybettiğimiz Chadwick Roseman da orkestra trompetçisi Levee rolünde. B.Ş.G.

65. Emma
(Yön: Autumn de Wilde) 

Jane Austen romanının bu yeni versiyonu, günümüz sinemasının yetenekli genç oyuncularını bir araya topluyor. 1800’lerin İngiliz kırsalında çöpçatanlığa kalkışan bencil genç kadın Emma, herkesin, en çok da kendisinin aşk hayatını altüst ederken, ona göz alıcı kostümler ve oyuncu müzikler eşlik ediyor. E.E. 

64. Bad Education
(Yön: Cory Finley)

Amerika’daki en büyük devlet okulu yolsuzluğunun gerçek hikayesi, filmde Hugh Jackman’ın canlandırdığı Frank Tassone’yle çocukken bizzat tanışan Mike Makowsky’nin kalemiyle, genç yönetmen Cory Finley’ye senaryo oluyor. Yavaşça seyirciyi içine çeken suç hikayesinin kurgu olmadığını hatırlamak, seyir boyu ritmik şok etkilerine sebep oluyor. C.Ç.

63. The Disciple
(Yön: Chaitanya Tamhane)

Mumbai’de geçen bir bağlılık, tutku ve mutlak arayış yolculuğu. Hint klasik müziğine gönül vermiş eski ustaların, gurusunun ve babasının geleneklerini özenle takip ederek, başarılı bir “raga” vokalisti olmaya çalışan; ancak çabaladığı mükemmelliğe ulaşamayacağını fark eden Sharad’ın öyküsü, Venedik’ten En İyi Senaryo ödülüyle dönmüştü. M.Ç.G.

62. Petite Fille
Yön: Sébastien Lifshitz

Berlinale’den Teddy Ödülü kazanmış son Sébastien Lifshitz filmi, erkek bedeninde doğsa da kendini hep kız olarak gören sekiz yaşındaki Sasha’nın cinsiyet geçiş sürecine, kendisinin ve ailesinin deneyimlerine içeriden bakış atıyor. Petite Fille transfobi ve ebeveynlik üzerine düşünmeye davet eden, dokunaklı ve önemli bir yapım. M.Ç.G.

61. Mandibules
(Yön: Quentin Dupieux)

Jean-Gab ve Manu isimli iki arkadaş dev bir sineği bir arabanın bagajında sıkışmış halde bulurlar ve onu eğitmeye karar verirler. Niyetleri de bu dev sineğin üzerinden para kazanmaktır. Absürt komedi denince aklımıza gelen ilk yönetmenlerden Quentin Dupieux’den. G.Y.

60. Mogul Mowgli
(Yön: Bassam Tariq) 

2020’de Sound of Metal’daki performansıyla da gündeme yerleşen Riz Ahmed’in kusursuz bir performansla tek başına sırtladığı filmde, Pakistan asıllı Britanyalı ünlü rapçi Zed’in psikolojik ve fiziksel çöküşü, iki kültür arasında kalmışlığın ve iki kültürlü yetişme bunalımının bir simgesine dönüşüyor. E.E. 

59. Hayalimdeki Sahneler 
(Yön: Metin Akdemir)

Metin Akdemir’in ilk uzun metraj çalışması Hayalimdeki Sahneler, “Kimi yerli filmlerdeki kadın karakterler arasındaki derin bağlar, aslında gizlenen, üstü örtülmeye çalışılan duygusal ve cinsel bir ilişkiye tekabül ediyor olabilir mi?” sorusuna yanıt aramakta. 1980’ler Türkiye sinemasında “kadın filmleri” olarak anılan yapımlardan ilhamla yola çıkan film, ataerkil bakışa hiç geçit vermeden, kuir arzu temsillerinin peşine düşüyor. Emsaline pek rastlamadığımız, zihin açıcı bir çalışma var karşımızda. M.Ç.G. 

58. Gunda
(Yön: Viktor Kosakovsky)

Bir çiftliğin kapısını arayan belgeselin başrolünde anne domuz Gunda var. Gunda’nın günlük hayatını ve çiftlikteki arkadaşlarını siyah beyaz şekilde ekrana yansıtan Kosakovsky, kamerayı Gunda’nın hizasına yerleştiriyor. Gunda, iki inek ve tek ayaklı bir tavuk. Hepsi bu. G.Y.

57. Saint Frances
(Yön: Alex Thompson)

Öznesi yetişkin bir kadın olan bu büyüme hikâyesi, hayatın detaylarındaki mizahı yakalıyor. Hayatındaki birçok ironinin yanına, istenmeyen bir hamileliğin ve kürtajın ardından çocuk bakıcısı olarak iş bulması da eklenen Kelly’nin küçük Frances’le dostluğu, ikisi için de dönüşümün başlangıcı oluyor. E.E. 

56. Happiest Season
(Yön: Clea DuVall)

Abby, partneri Harper’ın ailesinin geleneksel noel partisinde ona evlenme teklif etmeyi planlıyor ama sorun şu ki, Harper’ın ailesi kızlarının eşcinsel olduğunu henüz bilmiyor. Clea DuVall’ın “Noel filmlerini çok seviyorum ama benim deneyimimi anlatan hiç film yok” diyerek kaleme aldığı romantik komedi, genelde LGBTİ+ temsilinden yoksun olan tatil filmi anlatılarına format atarak samimi bir pijama-terlik-televizyon seyri sunuyor. C.Ç.

55. The Vast Of Night
(Yön:  Andrew Patterson)

Amerikan bağımsız sineması ruhunu The X-Files ve tanımlanamayan şeyleri konu edinen benzer bilindik yapımların ürkütücü atmosferiyle buluşturan The Vast of Night, her şey bir yana sırf ses ve kurgusu için izlenmeye değer. Taze yönetmen-senarist Andrew Patterson önümüzdeki senelerde ne gibi projelerle tekrar huzurumuza çıkacak, merakla bekliyoruz. M.E. 

54. Nowhere Special
(Yön: Uberto Pasolini)

Geride bıraktığımız yılın en iç ezen öykülerinden birine sahip bu duygu yüklü film, deneyimli sinemacı Uberto Pasolini’nin imzasını taşıyor. Evladını bir koruyucu aileye teslim etmeye hazırlanan mağrur bir babayı merkez alan film, sade anlatım dili ve etkileyici performanslarıyla yılın kayda değer işleri arasında yer alıyor. M.A.

53. The Invisible Man
(Yön: Leigh Whannell)

Upgrade ile dikkatleri üzerine çekmiş olan Avusturalyalı yönetmen Leigh Whannell’ın, Elizabeth Moss’un kontrol manyağı kocası tarafından sürekli takip edildiği ve tacize uğradığı filmi The Invisible Man, özellikle teknik anlamda hakkı verilmesi gereken bir gerilim filmi. D.C.

52. Dorogie Tovarischi! (Dear Comrades!)
(Yön: Andrei Konchalovsky) 

Tarih, politika, şiddet, komünizm ve siyah-beyaz görüntüler… Günümüz Rus sinemasının en heyecan verici yönetmenlerinden Konchalovsky’nin filmi, Sovyetler tarihinde gerçek bir kıyamete dönüşen şeytani bir eylemin kâğıt üzerinde sıkıcı gözüken kronolojisini gerçek bir sinema deneyimine dönüştürüyor. E.E. 

51. Host
(Yön: Rob Savage)

Kâbus gibi bir dönemden geçerken tam da bu yeni gerçekliğimizin materyallerini kullanan 56 dakikalık Host, gerçek yaşama sızan korku yapımları arasında özel bir yere sahip. Zoom görüşmesi üzerinden bir medyuma bağlanan 6 arkadaşın ekranlarından yükselen tedirginlik, gerçekliğe boyut atlatmayı başarıyor. B.K.

50. Ah Gözel İstanbul
(Yön: Zeynep Dadak)

Seyyah Eremya Çelebi Kömürciyan’ın 17. Asırda İstanbul isimli metnini kentin günümüzdeki dokusuyla paralellikler kurarak ele alan Ah Gözel İstanbul; kurmacaya göz kırpan deneysel bir belgesel, görsel ve işitsel tasarımıyla etkileyici bir seyahatname. Yazarın çizdiği rotayı yine onun üst sesiyle takip eden kamera; bir hayalet formunda şehrin surlarında, su yollarında, puslu sokaklarında süzülmekte. M.Ç.G.

49. Da 5 Bloods
(Yön: Spike Lee)

Pandemiyi saymazsak geçen seneden en çok akılda kalan gelişme George Floyd’un katli sonrasında ABD’nin hemen her şehrinde alevlenen gösterilerdi. Spike Lee’nin son filmi Vietnam’da savaşmış dört siyah askerin ülkeye komutanlarının cesedini ve gizledikleri bir hazineyi bulmak amacıyla dönmelerini konu alırken bugüne, ırkçılığa ve savaşa dair çok şey söylüyor. Y.A. 

48. The Painter and the Thief
(Yön: Benjamin Ree)

2020 Sundance Film Festivali’nde jüri özel ödülü alan The Painter and the Thief, Çek sanatçı Barbora Kysilkova ve onun yağlı boyalarını bir galeriden yürüten Karl Bertil-Nordland arasında gelişen gerilimli dostluğun izini sürüyor. Gerçek hayattan çıkma suçlu portrelerine bölümler boyu odaklanan doküdramalara kaç zamandır aşinayız ama Norveç’te geçen bu uzun metrajlı belgesel film bir başka. M.E. 

47. Relic
(Yön: Natalie Erika James)

Avustralyalı yönetmenin ilk filmi, üç nesil kadını bir araya getiriyor. Annesinden haber alamayınca evine dönen Kay ve kızının yaşadığı gizemli olaylar, demansı bir korku filmi olarak ele alıyor. Hastalığın hafızaya ve kişiliğe olan etkilerinin korkutucu bir fiziksel dönüşüm olarak yansıtılması. E.E. 

46. Kød & blod / Wildland
(Yön: Jeanette Nordahl)

“Aile her şeyden önce gelir” mottolu bir karanlık tarafa geçiş de denilebilecek bu Nordik büyüme hikâyesi, tek bağı kan bağı olan insanların sevgisinin karşılıksız olup olmadığını sorguluyor. Çok az tanıdığı teyzesi ve kuzenleriyle yaşamaya başlayan genç bir kadının ikilemi, diken üstünde izleniyor. E.E. 

45. Trial of the Chicago 7
(Yön: Aaron Sorkin)

1968’de bir grup savaş karşıtının Chicago’ya gerçekleştirdiği yürüyüş sonrasında yedi aktivist ve bir Kara Panterler üyesi göz altına alınır. Aaron Sorkin’in dönemin ruhunu klasik bir mahkeme draması çerçevesinde yansıtan filmi, otokratik eğilimlerin yükseldiği ve hukukun rafa kaldırıldığı günümüzde tarihin tekerrürden ibaret olduğunu anımsatıyor. Y.A. 

44. Boys State
(Yön: Jesse Moss & Amanda McBaine)

Sundance’te büyük ödüle uzanan bu belgesel, her yıl 17 yaşındaki bin genç erkeği Teksas’ta bir araya toplayarak ABD’nin karmaşık, entrikalı ve manipülatif politik dünyasının modelini oluşturan organizasyona odaklanıyor. Gençlerin her biri, liderlik yarışı oyununu kuralına göre oynamak için dönüşüyor. E.E. 

43. Color Out Of Space
(Yön: Richard Stanley)

Color Out of Space, 1990’lardan beri ürettiği deli dolu işlerle tanıdığımız Güney Afrikalı yönetmen-senarist Richard Stanley’nin son uzun metrajı. H.P. Lovecraft’ın aynı isimli kısa öyküsünden uyarlanan filmde, göklerden gelen rengârenkliğin etkisiyle 96 sayfalık kareli defteri dil altında eritmişe dönen orta sınıf bir ailenin cıvık cıvık delirişine tanıklık ediyoruz. Nicholas Cage’in aniden içinden fırlayan Donald Trump tiplemesine dikkat. M.E. 

42. Let Them All Talk
(Yön: Steven Soderbergh)

Deborah Eisenberg’in yazdığı ve Steven Soderbergh’in yönettiği Let Them All Talk, bize eşi çok fazla bulunmayan bir deneyim sunuyor. Çoğu doğaçlama üzerine kurulu, deneysel bir sinema yaklaşımını Meryl Streep gibi bir oyuncuyla izleme şansını veriyor. D.C.

41. Martin Eden
(Yön: Pietro Marcello)

Aynı isimli meşhur Jack London romanının bu serbest adaptasyonu, yazarlık tutkusunu sınıfsal öfkeyle birleştiren Martin Eden’i Napoli topraklarında tahayyül ediyor. Bilindik bir öykünün ruhuna sadık kalırken özgünlüğünü de koruyabilen metni ve başroldeki Luca Marinelli’nin ödüllü performansı takdire şayan. M.Ç.G. 

40. Nabarvené ptáče (The Painted Bird)
(Yön: Václav Marhoul)

Jerzy Kosinski’nin ünlü romanı Boyalı Kuş, tüm şiddetiyle Çek yönetmen Vaclav Marhoul tarafından siyah-beyaz bir görsel şölene dönüştürülüyor. Her aşamada daha da korkunçlaşan 2. Dünya Savaşı’nının vahşetini, çocuk kahramanımız tek başına göğüslemeye çabalıyor. Kalbi kaldırabilenlere. D.C.

39. Hamilton
(Yön: Thomas Kail)

Farklı etnik gruplardan oyuncuların Amerika Birleşik Devletleri’nin kurucularına hayat verdiği, derdini hip-hop, rap ve R&B şarkılarıyla aktaran bir müzikal düşünün. Sahnelendiği dönemde Broadway’de tozu dumana katan, kısa zamanda kültürel bir fenomene dönüşen Hamilton; ABD tarihine ilgi duymayanları bile tatmin edebilecek, taptaze bir soluk. M.Ç.G.

38. Exil
(Yön: Visar Morina)

Almanya’da yerleşik Kosova doğumlu sinemacı Visar Morina, bir kara film olarak tanımlanabilecek Exil’de ırkçılık ve ayrımcılığın güncel bir fotoğrafını çekiyor. 26. Saraybosna Film Festivali’nde büyük ödülün sahibi olan film, küreselleşen dünyadaki kimlik krizlerini empati kurulabilecek şekilde ekrana taşıyor. G.Y.

37. Small Axe: Mangrove
(Yön: Steve McQueen)

Politik mevzulardan hiçbir zaman kaçınmayan Steve McQueen, Kieslowski’nin Dekalog serisi ile kıyaslanan beş filmlik serisinde 60’lar ve 70’lerin Londra’sında azınlık ve göçmen olma tecrübesine odaklanıyor. Serinin ilk halkası, filme adını veren restoranın üzerindeki polis baskısı üzerinden kangrene dönüşmüş ırkçılık illetine mercek tutuyor. Y.A. 

36. Disclosure 
(Yön: Sam Feder)

Cis hetero oyuncuların trans karakterlere hayat vermesi ne kadar doğru bir temsiliyet örneği? Geçmişten günümüze uzanan stereotipleşmenin önüne geçmek, görünürlüğü arttırmak için neler yapılabilir? Önde gelen trans sanatçı ve düşünürlerin görüşlerini paylaştığı Disclosure; Hollywood’un trans topluluğu üzerindeki etkileri üzerine düşünmeye davet etmekte. M.Ç.G.

35. Služobníci / Servants
(Yön: Ivan Ostrochovský)

Sosyalist rejimin Katolik Kilisesi’nin çıkarları için kullandığı ve buna itiraz eden din adamlarını ve ruhban okulu öğrencilerini çok ağır sonuçların beklediği 1980’ler Çekoslavakya’sında geçen film, yozlaşmış iki kurumun çatışmasını casus filmlerini aratmayan bir kara film estetiğiyle sunuyor. E.E. 

34. Schwesterlein (My Little Sister)
(Yön: Stéphanie Chuat & Véronique Reymond)

Stephanie Chuat ve Veronique Raymond ikilisinin dünya prömiyerini Berlin Film Festivali’nde yapan son filmi, tiyatro ile uğraşan ve Berlin’de sanat çevrelerinde saygı gören Sven’in kan kanserine yakalanmasının ardından kız kardeşi Lisa ile geçirdiği dönemi anlatıyor. Etkileyici bir görsel deneyim. A.A.S.

33. Vitalina Varela
(Yön: Pedro Costa) 

Çağımızın en yaratıcı sinemacılarından Pedro Costa’nın kadrajında, kaybettiği eşinin saklı kalmış hayatını ıssız Lizbon sokaklarda arayan bir kadın var. Vitalina Varela her ânında ölümün kol gezdiği, nefis bir “hesaplaşamama” öyküsü. Mekân ve ışık kullanımına, neredeyse bir tablo estetiğine sahip sinematografisine hayran kalmamak güç. M.Ç.G. 

32. Maddenin Halleri
(Yön: Deniz Tortum)

Doktor bir ailede büyüyen Deniz Tortum, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ndeki gündelik hayatı kayıt altına alıp seyircisini hasta odalarına ve ameliyathanelere misafir ederken ölüm ve yaşam arasında sallanan bir mekânın çelişkili doğasına, kayıp ve neşenin bir aradalığına mercek tutuyor. Sonra karşımıza bir duvar yazısı çıkıyor, havai fişekler patlıyor, hastane ile ülke arasındaki sınır bulanıklaşıyor, bir hafıza egzersizi şimdinin röntgenine dönüşüyor. Y.A. 

31. David Byrne’s American Utopia
(Yön: Spike Lee)

80’lere damga vuran Talking Heads’in kurucularından David Bryne sonraki yolculuğuna müzisyenlik dışında yazar olarak da devam etti ve en son 2018 tarihli turnesini Brodway sahnesine yansıttı. Bir düzine müzisyenin seyyar çalgılarla hayat verdiği, bu coşkulu ve politik performans Spike Lee’nin gözüyle beyazperdedeki etkisini kaybetmiyor. Y.A. 

30. Nackte Tiere / Naked Animals
(Yön: Melanie Waelde)

Ebeveynlerinin denetiminden uzakta, bir arada yaşayan beş liselinin mezun olmadan önceki son aylarını anlatan, patlamak üzere olan duyguları yakın çekimlerle izleyicisinin içine işleyen bu Alman gençlik filmi, sadece bir arada olmanın (hayatta) kalmak için yeterli olup olmadığını sorguluyor. E.E. 

29. Colectiv
(Yön: Alexander Nanau)

Yıl 2015… Bükreş’in bir gece kulübünde çıkan yangından kurtulan yaralılar, çeşitli ihmaller nedeniyle hayatlarını kaybeder. Bir araştırmacı gazetecilik mucizesi olarak tanımlanabilecek belgesel, Romanya sağlık sistemindeki skandalları; yolsuzluğun ve yalanların boyutlarını ayyuka çıkarıyor. Colectiv’in işaret ettiği gerçekler, Romanya sınırları dışında da pek tanıdık elbet. M.Ç.G. 

28. The Nest
(Yön: Sean Durkin)

Allison ve Rory’nin Amerika’dan İngiltere’ye uzanan hayat hikâyesinde, taşındıkları yeni ülke ve yeni evle birlikte evliliklerine dair hoş olmayan ayrıntıların ortaya çıkışını izlediğimiz ve kadrosunda Jude Law ve Carrie Coon’un da bulunduğu film, 2020’nin en iyi dram/gerilim filmlerindendi. B.Ş.G.

27. The 40-Year-Old Version
(Yön: Radha Blank) 

Yönetmenine Sundance’de ödül kazandıran bu Amerikan bağımsızı, 40’lı yaşlarına yaklaşırken aradığı ilhamı rap müzikte bulan bir oyun yazarını yakın plana almakta. Satirik, sivri uçlu mizahı ve gözlem yeteneğiyle heyecan verici bir keşif olan Radha Blank, yeni başlangıçlar için asla geç olmadığını haykırıyor. M.Ç.G.

26. Miss Juneteeth
(Yön: Channing Godfrey Peoples)

Eski bir güzellik kraliçesi olan Turquoise’ın kızını büyütme serüvenine ve yaptığı hatalara odaklanan filmde, kızı Kai’nin de tıpkı annesi gibi güzellik yarışmasına katılmak istemesiyle anne-kız arasındaki ilişki daha da gerilir ve işler iyice içinden çıkılmaz bir noktaya ulaşır. B.Ş.G.

25. Hayaletler
(Yön: Azra Deniz Okyay)

İçine doğduğu şartları esnetmeye çalışan dans heveslisi bir genç kız, hapisteki oğlu için paraya ihtiyaç duyan belediye görevlisi bir kadın, küçük çocuklara gönüllü film dersi veren bir aktivist. İstanbul’un çeperindeki bir mahallede, elektriklerin kesildiği ve polis devletinin her daim kendini hissettirdiği bir kıyamet ortamında geçen bir kesişen hayatlar öyküsü. Azra Deniz Okyay ilk uzun metrajında sınıf, patriyarka, kentsel dönüşüm ve göç gibi temalar üzerinden kuşbakışı bir “Yeni Türkiye” resmi çiziyor. Y.A. 

24. Time
(Yön: Garrett Bradley)

Partneri 1997’de gerçekleştirilen bir banka soygunu gerekçesiyle altmış yıllık hapis cezasına çarptırılan Sibil “Fox” Rich, yirmi sene boyunca siyah beyaz video günlükleri tutmaya başlar. Bu süreçte kendini aktivist, çok satan bir yazar ve altı çocuk annesi olarak bulacaktır. Time, sorunlu adalet sistemi ve geçip giden zaman hakkında, anıt niteliği taşıyan bir eser. M.Ç.G. 

23. She Dies Tomorrow
(Yön: Amy Seimetz)

Şayet yarın öleceğimizi biliyor olsaydık, ve öngörülemez bir muğlaklığa sürüklenirken bu bilinmezlik kolektif bir sanrıya dönüşseydi? Amy Seimetz’ın yazıp yönettiği She Dies Tomorrow bu soruların peşine düşüyor. She Dies Tomorrow bir yere varmayı daha en başından gaye edinmemiş finali ve tabir-i caizse amansızca tekrar eden renk kartelası ile psikolojik gerilim aksını sevenler için deneyimlemeye değer bir öneri. M.K.

22. Sweat 
(Yön:  Magnus von Horn)

Daha önce The Here After filmiyle dikkatleri üzerine çeken İsveçli sinemacı Magnus von Horn’un bir sporcu influencer’ın gittikçe çığrından çıkan yükseliş hikâyesini merkeze aldığı bu son filmi, sosyal medya çılgınlığı hakkında beylik cümleler kurmadan da etkileyici sözler söylenebileceğinin bir ispatı niteliğinde. M.A.

21. Borat Subsequent Moviefilm: Delivery of Prodigious Bribe to American Regime for Make Benefit Once Glorious Nation of Kazakhstan
(Yön: Jason Woliner)

Dâhi düzenbaz Sacha Baron Cohen, bazıları için gelmiş geçmiş en büyük komedi tanrılarından birisi, diğerleri için de antipatik bir eşek şakası ustası. Borat’ın saldırgan komedisinden yine kimse kaçamıyor ama bu sefer özellikle hedefte Amerikan Cumhuriyetçi Partisi var. D.C.

20. Dick Johnson Is Dead
(Yön: Kirsten Johnson)

Dick Johnson, bu filmde ölüp ölüp diriliyor! Cameraperson ile tanınan Kirsten Johnson kamerasını oldukça kişisel bir hikâyeye çeviriyor ve sona yaklaşan babasının hayatını kutlayan, yitmek üzere olan bir yaşamın trajedisini mizahla güçlendiren ama göz yaşlarını da eksik etmeyen bir belgesele imza atıyor. E.E. 

19. Soul
(Yön: Pete Docter)

WALL-E, Monsters, Inc. ve Up’ın Oscar ödüllü yönetmeni Pete Docter’ın Star Trek: Discovery’nin yazar kadrosundan Kemp Powers ile kafa kafaya verip, bol duygu yoğunluklu bir Pixar klasiğine daha imza attığı bu animasyon caz müzisyeni olma hayalleri kuran ortaokul müzik öğretmeni Joe Gardner’ın hikâyesini bizle paylaşıyor. Tam hayallerini gerçekleştirip sahne alabileceği ânı beklerken başka bir diyara uçup giden ruhu, öte dünyadan yankılanarak seyirciyi büyüsü altına alıyor. B.K.

18. Été 85  
(Yön: François Ozon)

Ozon’un tutku, aşk ve gizemi aynı potada eriten öykülerinden bir diğeri, izleyicisini kostüm ve müzikleriyle 80’ler nostaljisine sürüklüyor. Teknesi alabora olan genç bir adamın bir diğeri tarafından kurtarılmasıyla başlayan çekim, sonu büyük bir gizemle sonlanan baştan çıkarıcı bir aşka dönüşüyor. E.E. 

17. Shirley
(Yön: Josephine Decker)

Acımasız iğneli sözler, bol miktarda öğleden sonra kokteyli ve başyapıtını yazmanın eşiğinde olan bir korku yazarı… Psikolojik gerilim türünde yetkinliğini ispatlayan Josephine Decker, yaratım sürecinin ne gibi karanlık noktalara ulaşabileceğini gözler önüne seren Shirley ile tanıdık sularda kulaç atıyor. M.Ç.G.

16. Mila / Apples
(Yön: Christos Nikou)

Çağdaş Yunan sinemasının birçok örneği gibi kendine tuhaf oyunlarla, mantıksız kurallarla bezeli bir evren yaratan film, bir hafıza kaybı salgınıyla şekilleniyor. Hayata kazandırılabileceğini kanıtlayacak görevleri tamamlaması beklenen Aris’in hikâyesi, hafıza, kimlik ve yas üzerine tuhaf bir yolculuk. E.E. 

15. Wolfwalkers
(Yön: Tomm Moore & Ross Stewart)

İrlandalı stüdyonun Kelt mitolojisinden beslenen öyküleri el çizimi animasyonla birleştirdiği üçlemenin son halkası, duygusal ve mistik bir özgürlük mücadelesi. Film, ormanı kurtlardan temizlemekle görevli bir adamın kızını, geceleri kurda dönüştüğü söylenen Wolfwalker’larla karşı karşıya getiriyor. E.E. 

14. On The Rocks
(Yön: Sofia Coppola)

Lost in Translation’dan yıllar sonra yine Bill Murray ile buluşan Sofia Coppola, eşinin kendisini aldattığından şüphelenen New Yorklu bir kadının, deneyimli bir çapkın olan babasının yardımıyla gerçekleri öğrenme macerasını anlatıyor. Hem evliliğe hem de baba-kız ilişkisine dair içten bir komedi. E.E. 

13. Minari
(Yön: Lee Isaac Chung)

Amerika, hayallerin gerçeğe dönüştüğü, sonsuz fırsatlarla dolu bir kara parçası mı? Kore’den Arkansas’a göç eden bir ailenin hikâyesini konu edinen Minari, 1980’li yıllarda geçiyor ve göçmenlerin Amerika’da kendilerine bir yaşam alanı yaratma çabası içindeyken karşılaştıkları zorluklara değiniyor. Yönetmen koltuğunda Lee Isaac Chung’un oturduğu yarı otobiyografik bu film, ilk gösterimini Sundance Film Festivali’nde yapmış; jüri büyük ödülü ve seyirci ödülüne layık görülmüştü. A.B.

12. Bloody Nose, Empty Pockets
(Bill Ross IV & Turner Ross)

Las Vegas’ta turistlerin uğramayacağı türden sıradan bir bar. Barın son gecesinde müdavimler son bir kez toplanmış. Emekçiler, dışlanmışlar ve yalnızların kadehlerin etrafında inşa ettiği bağlar ve aidiyetler ertesi gün başka mecralar arayacak. Ancak bu gösterişsiz ve hakiki “belgeselin” bir sırrı var. Bar başka şehirde, kapanmıyor, karakterler amatör oyuncu. Y.A. 

11. Undine
(Yön: Christian Petzold)

Almanya sinemasının tanıdık simalarından Christian Petzold, büyülü gerçekçi olarak betimlenebilecek son filmiyle kariyerinin en romantik yapımına imza atıyor. Mitolojik referansları ve melodramatik unsurları bol, hissiyatını başarıyla geçirebilen bu aşk öyküsü; ihanete uğradığı erkekleri öldüren bir su perisine odaklanıyor. M.Ç.G.

10. Small Axe: Lovers Rock 
(Yön: Steve McQueen)

Yaratıcıları tarafından bir antoloji olarak tanımlanan Small Axe’ın ikinci bölümü Lovers Rock; 12 Years a Slave’den bu yana ana akıma göz kırpan bir sinema dili benimseyen Steve McQueen’in, ölçeği daha sınırlı hikâyelere döndüğünde ne kadar maharetli olabildiğini kanıtlar nitelikte. Kamerasını 1980’lerin Batı Londra’sındaki bir ev partisine çeviren McQueen, izleyicinin mümkün olan her duyusunu harekete geçiriyor, âdeta atmosfer yaratımı üzerine ders veriyor. Kendilerini blues’un ritmine kaptırmış ter içindeki bedenler ve o bedenlerin üzerinde gezinen iştahlı elleri izlerken; Siyah kültürünü, müziği, hazzı ve elbette ki aşkı kutluyoruz. M.Ç.G. 

9. Ammonite
(Yön: Francis Lee) 

İlk uzun metrajlı filmi God’s Own Country ile ne kadar meziyetli bir sinemacı olduğunu kanıtlayan Francis Lee, bir kez daha incelikli bir LGBTİ+ filmine imza atmayı başarıyor. İzleyicisini 19. yüzyılın ortalarında bir İngiliz kasabasında yaşanan gizli ve mahcup bir tutku deryasına salan Lee, bir başkasına duyulan hayranlık ve ilginin, şehvetle kucaklaşmasını narin bir sinema diliyle resmediyor Ammonite’ta. Başroldeki Kate Winslet ve Saoirse Ronan’ın her zaman olduğu gibi nefis performanslar sunduğu filmde, çok sayıda antolojik sahne yer alıyor ancak özellikle sergi sahnesindeki bazı anlar, uzun süre zihninizde sizinle birlikte yolculuk ediyor. M.A.

8. I’m Thinking of Ending Things
(Yön: Charlie Kaufman) 

Charlie Kaufman’ın yazdığı ve yönettiği, izleyiciyi bayılanlar ve nefret edenler olarak ortadan ikiye bölen filmi I’m Thinking Of Ending Things, psikolojik sıkışmışlığı etkili bir gerilim öğesi olarak kullanıyor. “Ben hiçbir şey anlamadım” diyenlere kapımız sonuna kadar açık ama unutmayın, doğru bir zamanda denk gelirseniz film kendisini size içindeki bunalım dolu duvar kâğıdı desenleri gibi açabiliyor. Şöyle düşünün, kendinizi çok kötü hissettiğinizde aradığınız arkadaşınızın aşırı mutlu olmasını mı istersiniz, yoksa sizinle bunalımınızı paylaşmasını mı? D.C.

7. Mank  
(Yön: David Fincher)

David Fincher’ın altı yıl gibi uzun bir aradan sonra sinemaya dönüş projesi olan, babası Jack Fincher’ın metninden hayata geçirdiği Mank; kâğıt üzerinde Citizen Kane’in senaristi Herman Mankiewicz’e odaklanan bir biyografi gibi dursa da, günümüz siyasi konjonktürünün keskin bir yansıması esasında. Fincher, Hollywood’un altın çağını yozlaşmışlık ve entrika dolu bir zaman aralığı olarak betimliyor; endüstrinin iktidar ve medyayla olan sorunlu ilişkisini ifşa ederken sıklıkla 21. yüzyıl ABD’si ile paralellikler kuruyor. Sistemin bir çarkı olarak kendisini bu tablodan azade etmemesi de, teknik anlamda gösterdiği özen de şapka çıkartılası. M.Ç.G. 

6. Rizi
(Yön: Tsai Ming-liang)

Tayvan sinemasının yaşayan belki de en iyi yönetmeni Tsai Ming-liang’ın uzun zamandır merakla beklenen yeni filmi, ustanın marifetli sinema diline hayran olan kitleyi bir kez daha avucunun içine almayı başarıyor. Filmlerinde her ne anlatıyor olursa olsun, hayatın kendi ritmini merkez almaktan asla vazgeçmeyen Tsai Ming-liang, bu kez birbirinden farklı hayatlar yaşayan iki adamı odağına alıp, bu ikilinin günlük hayat rutinlerinden, bir araya geldikleri otel odasında yaşadıklarına uzanan bir hikâyeyi, kamera ve ses bandını birer şahit gibi konumlandırarak, benzersiz bir sinema duygusuyla realize ediyor. M.A.

5. Druk (Another Round)
(Yön: Thomas Vinterberg)

Thomas Vinterberg ile Mads Mikkelsen’ı Jagten’dan seneler sonra bir araya getiren Druk; kanımızda doğuştan alkol eksikliği olduğuna ve eser miktarda alkol tüketmenin kişisel yaşamda başarı getireceğine inanan meşhur Finn Skårderud teorisinden yola çıkmakta. Bu teoriyi test etmeye girişen dört ana karakter üzerinden kurduğu anlatısında, hem içme alışkanlıklarının eksileri ve artıları üzerine kafa yoruyor, hem de Danimarka’nın alkolle ilişkisine dair ilgiye değer tahlillerde bulunuyor. Seyir zevki yüksek bir arayış (ve kaybediş) öyküsü olarak betimlenebilecek Druk; oyunculuk performanslarıyla öne çıkan, hayat dolu bir film. M.Ç.G.

4. Nomadland
(Yön: Chloé Zhao)

Geride bıraktığımız zorlu yılın belki de en yoğun hissettirdiği duygulardan biri olan insanın yalın çaresizliği tek bir filmle özetlenseydi, kuşkusuz bu Nomadland olurdu. Kendi aidiyet duygusunu, sevdiği ya da alıştığı şeylerle özdeşleştirmiş bir insanın, ona yer yurt hissini yok edecek kadar güçlü bir travma karşısındaki varoluş sınavını, kendine benzer yoksunlukları farklı duygu yolculuklarıyla dengelemeye çalışan insanlar, mekânlar ve hikâyeler üzerinden yaşamasını konu alan bu eşsiz film, yalnızca bu yılın değil, son yılların en iyi filmlerinden biri. Yetenekli sinemacı Chloe Zhao’nun belgesel ile kurmacayı iç içe geçiren yetkin sinema dili ile başroldeki Frances McDormand’ın dehasının bir araya gelmesiyle oluşan bu sinemasal mucize, hiçbir tanımın yeterli kalmayacağı, derinlikli bir beyaz perde tecrübesi; yaş aldıkça sizinle beraber gelecek, her izlediğinizde sizi başka bir yerden çarpacak o muazzam filmlerden biri. M.A.

3. Never Rarely Sometimes Always
(Yön: Eliza Hittman) 

Autumn bir lise öğrencisi; bir markette kasiyer olarak çalışıyor, birçok akranı gibi baskı, sıkışmışlık ve geleceksizlikle boğuşuyor. Hamile olduğunu öğreniyor ancak yaşadığı görece muhafazakâr eyalette aile onayı olmadan kürtaj olamıyor. Kuzeniyle çareyi bir otobüse atlayıp New York’a gitmekte buluyorlar. Bambaşka caddeler, bambaşka sokaklar ama bir şey aynı: Kadınlar kendi kararlarını kendileri veremiyor. Eliza Hittman, karakterlerini sorgulamaktan imtina ederek ve bilindik erk sahiplerini figürana dönüştürerek bu iki genç kadını güçlü kılıyor, ölçülü ve abartısız anlatım diliyle bizi anlattığı öyküye ikna ediyor. Y.A. 

2. Sound of Metal
(Yön: Darius Marder) 

Metal müziğe gönül vermiş, kız arkadaşı ve davuluyla beraber yollara düşmüş müzisyen Ruben, bir sabah işitme duyusunu yitirdiğini fark ediyor. Bir daha asla eskisi gibi işitemeyeceğini öğrenen; engeliyle barışmak ve engelini yamamak arasında gidip gelen Ruben, geri dönmesinden korktuğu eski bağımlığını kontrol altında tutmaya çalışırken, işitme duyusuyla da benzer bir bağımlılık ve yüzleşme süreci yaşıyor. Final sahnesi ve sadece başrolündeki Riz Ahmed’in değil, yan rollerdeki Paul Raci ve Olivia Cooke’un da performanslarıyla film, sessizliğin gürültüsünü izleyicisinin içine işliyor. E.E. 

1. First Cow
(Yön: Kelly Reichardt)

Amerikan bağımsız sinemasının en önemli yönetmenlerinden Kelly Reichardt, Oregon hikâyelerine First Cow ile devam ediyor ve bu kez zamanı fazlaca geri alıyor. On dokuzuncu yüzyılın başlarında, Oregon’a ilk ineğin geldiği günlerde bir fırıncı ve Çinli bir göçmenin dostluğunu anlatan film, içerdiği kaliteli mizahın ardında sömürgecilik ve ekonomik sömürü üzerine ince eleştiriler barındırıyor. Silahların ve çamurlu postalların yerini bir ineğin sütünün ve hamur yoğuran hamarat ellerin aldığı hikâyede, iki karakterin ticari zekâsı, Amerikan rüyasının kanlı köklerini oluşturan düzeni tiye alıyor. E.E.

  1. Hayatı deneyimleme hallerine karşılık gelen metaforların peşinde: Wesley Allsbrook

    Californialı sanatçı Wesley Allsbrook’un Amerika’nın pozitif ayrımcılık uygulamalarıyla çözmeye çalıştığı ırkçılık ve cinsiyetçilik meselelerine yönelttiği eleştiriler, umarız başka yerlerdeki teknoloji ve sanat pratiklerine de yansır.

  2. Hisler, arayışlar ve kaybolmuş hazineler: Öykü Karayel ve Ali Güçlü Şimşek (Lalalar) sohbeti

    İşleriyle sıkça gündemimizde yer edinen iki isim bir araya geldi; değişen ve değişmeyen ritüellerinden ifade arayışlarına, zamansızlık hissinin ehemmiyetinden geçmişle kurdukları bağlara, sayısız başlığa temas ettiler.

  3. 2020’den 2021’e doğru bir sanatçı zinciri

    Refik Anadol, Bager Akbay, Eda Gecikmez, Sevim Sancaktar, Aykan Safoğlu ve Hera Büyüktaşçıyan yanıtlıyor: Çoğu pandemi koşullarında geçen 2020'de üretim pratiklerine neler yön ve ilham verdi? 2021 nasıl görünüyor?

  4. Çizgi hikâye: Moğollar

    “Anatolian Sun”la 50 yılı aşkın mirasını selamlayan Moğollar’ın serüveni. Kimler geldi, kimler geçti...

  5. 2020: En iyi 100 yabancı albüm

    Müziğin iyileştirici gücünü tekrar tekrar hatırladığımız; dayanışmadaki rolünün altının bir kez daha kalın bir şekilde çizildiği 2020’nin bizce en iyileri…

  6. 2020: Yerli sahneden 70 kayıt

    Yerli sahnenin baş döndürdüğü bir senenin ardından, değerlendirmemize ilk kez uzunçalarların yanı sıra EP formatındaki yayınları da dâhil ettik.

  7. 2020: En iyi toplama ve reissue albümler

    2020’nin karşımıza çıkardığı hemen her kriz için müzisyenlerin güçlerini birleştirip destek çağrısı yaptığı toplama albümler yayımlandı. Yeniden basım dünyasında da dünyanın dört bir yanından arşivlik kayıtlar ilk kez plağa ve dijital dünyaya taşındı.

  8. A’dan Z’ye: Müzik âleminde 2020 yılı

    Fiziksel olarak yakın olmasak da müziğin birleştirdiği, dönüştürdüğü ve iyileştirdiği bir yılı geride bıraktık. Küresel anlamda eşi görülmemiş bir sınav veren müzik dünyasının 2020 gündeminden satırbaşları.

  9. 2020’nin yepyeni caz raporu: Daha Siyah, daha özgür, daha deneysel

    Siyahların icadı olan, eğlence, hüzün, başkaldırı gibi farklı itkilerle ortaya çıkan bu müziğin üzerindeki geçici “beyaz hegemonya” sona ermese de gücünü kaybetmekte.

  10. 2020: En iyi 75 film

    Özellikle dijital platformlar tarafından içerik bombardımanına uğradığımız bir yılda listelerimizi toparlamak hiç kolay olmasa da, güçleri birleştirerek 75 filmlik bir kayıt tutmayı başardık.

  11. 2020: En iyi 15 yerli film

    Belgesellerin yılı olarak da hatırlayacağımız 2020’de festival yolculuğuna başlayan, izleyici karşısına çıkan, izlediğimiz ve irdelediğimiz 15 yerli yapım.

  12. 2020: En iyi yabancı diziler

    Kategorilerimiz; drama, suç, komedi ve bilim kurgu!

  13. 2020: En iyi 40 yabancı belgesel / belgesel serisi

    Gerçek dışı bu seneye, belgesellerin gerçekliği tam anlamıyla ağırlığını koydu.

  14. A’dan Z’ye: Sinema ve televizyon âleminde 2020

    2020'nin sinema ve televizyon gündemini anımsamak isteyenlere; pandeminin sektördeki yansımalarından Rexx Sineması’na vedamıza, dijital platformların yükseliş sürecinden Oscar cephesinde alınmış tarihî kararlara, A’dan Z’ye bir seçki.

  15. Yayınevleri 2020’ye iz bırakan kitapları ve 2021 öngörülerini paylaşıyor

    Metis Yayıncılık, Siren Yayınları, Can Yayınları, Harfa Yayınları, April Yayıncılık ve Domingo Yayınevi'ne 2020'nin iz bırakan kitaplarını ve önümüzdeki senenin nasıl göründüğünü sorduk.

  16. 2020 ve tiyatro gündemi: Umudu dürt, umutsuzluğu yatıştır

    Yaşarken bile tahammül etmesi mümkün olmayan bir yılı değerlendirmek üzere yazı yazmak gerçekten çok zor. Özellikle üzerine yazılacak olan şey, herhangi bir toplumsal olayda şalterin ilk indi(rildi)ği kültür sanat alanlarından biri olan “tiyatro” ise...

  17. 2020’de takibe aldığımız bazı yerli tasarımcı ve üreticiler

    Kimi yenice yola koyulan, kimi son dönemde karşımıza çıkan, kimi bize ulaşan farklı ürün tasarımcıları ve yaratıcılarıyla konuştuk.

  18. 2020’de hangi podcastleri dinledik?

    Türkçe, İngilizce (ve konuşmasız) karışık…

  19. Künye

    yayın imtiyaz sahiplerive etkinlik direktörleri Aylin Güngö[email protected] J. Hakan Dedeoğ[email protected] genel yayın yönetmeni Ekin Sanaç[email protected] kreatif direktörler Aylin Güngö[email protected] Sadi