Fırat İtmeç, sanatçı mı yoksa balıkçı mı olduğuyla ilgilenmiyor

Röportaj: Esin Çalışkan

“Yeni çağın beraberinde taşıdığı keder, kaos, ironi, bağımlılık ve yıkım.” Eserlerinin içerdiği özü böyle tanımlıyor Fırat İtmeç. Ali Ünal ile bir dönem sanatçı ikilisi kurarak “ORTADOĞU” adı altında gerçekleşen sergilerin ardından İzmir’deki atölyesinde ona yuva hissi veren mekânlar kurguladı. Popu yeraltı kültürüyle buluşturan işleriyle tüketim toplumuna dikenlerini batıran, 2020’de kendi markasını, namıdiğer Koca Rıfo mitosunu yaratan / yutan Fırat İtmeç; kurutma, tütsüleme, tuzlama gibi mutfağa adanan birçok tekniği, kadim bir balık koruma sanatı ile resim arasında dönüşüme uğratıyor.

Bayrağı Ali Ünal’dan devralan Fırat İtmeç, “6 derece uzak” teorisinden ilham alan röportaj turumuzda sıradaki durağımız. Mitler, uykunun farklı biçimleri ve hafızanın tekinsiz sularından çıkmış bir şiir… Sizin için olduğu kadar bizim için de sürprizli bu serinin seyrine, ulaştığımız sanatçılar bizzat yön veriyor. Biz verdikleri isimleri takip ederek, “o” kapıları çalıyoruz. Ali Elmacı ile çıktığımız yol, Merve Morkoç ve Ali Ünal’a varmıştı. Sanatçı zincirinin devamı önümüzdeki günlerde bantmag.com’da olacak.

Göçebe / Nomad, 2020, 60 x 70 cm, tuval üzerine yağlıboya
“Çocukluğumdan beri kapalı ekosistemler ve mikro yaşam alanları kurmak oldukça ilgimi çekiyor. Bedenen içine giremesem de saatlerce bu sisteme sahip her şeyi izlerken kendimce içine giriyorum.”

Seni son zamanlarda en çok neler bir şeyler üretmeye itiyor/yönlendiriyor? Heyecanını diri tutan, üretimlerini ve çalışma pratiklerini etkileyen başlıca düşünceler, motivasyon kaynakları neler? Ne kadarı değişime açık, bunlar üretim sürecinde hangi açılardan/ne ölçüde değişim gösteriyor? 

Sanırım hikâyeler. Uzun zamandır bir şeyleri kendimce kolay anlamlandırabilmek / katlanılabilir kılmak için hikâyeleştirdiğimi farkettim. Leş gibi Şişli sokaklarında dahi kendimi Asterix’in Galya’sında gibi hissederek dolaşıyorum. Bu bana güçlü bir motivasyon oluyor. Belirli bir üretim sürecinin içindeyken farklı birtakım işlerle uğraşmak üretimimi diri tutuyor. Hızlı sıkılıp yaptığım işten çabuk soğuyabildiğimden aynı anda farklı kaçış noktaları bulmak, diğer işlere uzaktan bakabilmem için bana aktif bir dinlenme alanı sağlıyor ve aynı zamanda tembelliğe ve rehavete kapılmamı engelliyor. Aslında işlerim farklı etkenlere göre kendi içerisinde ufak değişikliklere uğrasa da temelleri aynı kalıyor, benzer noktalardan besleniyor.

bedtime lullaby dinlendirici crackling fire çamurdan ev yapımı 3 hours full HD 4K
bedtime lullaby dinlendirici crackling fire çamurdan ev yapımı 3 hours full HD 4K / Fotoğraf: Zeynep Fırat.

2022 yazına tarihlenen, bedtime lullaby dinlendirici crackling fire çamurdan ev yapımı 3 hours full HD 4K başlıklı kişisel serginin uyku ve uyuma biçimleri teması kulağa oldukça ilginç geliyor. Üretim sürecinin buna karşıt bir uyanıklık hâli ile eşlenmesinden belki. Sen bu ikiliği nasıl değerlendiriyorsun, ondan nasıl faydalandığından biraz bahseder misin?

Benim için uyku da uyanıklık da birbirinden bağımsız veya karşıt değil. Bahsettiğiniz serginin konusu, sevgili arkadaşım Can Küçük’e anlatmadan bir gece önce rüyamda gördüğüm bir hikâye üzerinden gelişti diyebilirim. Her gece uykuya dalmak için kullandığım yöntemler, uyku sırasında bir anda beni uyandırıp heyecanlandırdı ve buradan bir sergi fikri oluştu. Yine buna benzer şekilde uyurken aklıma gelen yemek tarifleri vs. de çok oluyor. Hiçbir zaman uçup kaçan rüyalar görmem bu arada… Böyle söyleyince sanki fantastik bir rüya dünyam var sanılmasın. Baya, günlük işlerin olduğu rüyaları görürüm hep. “Ölmeden yaşanmaması gerektiği” gibi bir diyalektik düşünceye inanırım. Bu yüzden ikilik veya zıtlıkları birbirinden ayırıp değerlendirmek yerine onların bir arada olmasından faydalanıyorum.

Kendi vücuduna göre tasarlanmış eserlerinden hareketle beden-mekân-ölçek ilişkisini nasıl açıklarsın? Başlı başına bir mekân olan beden, yerleştirmelerine ne biçimde dâhil oluyor? Mekân kurma yaklaşımına dair neler söylersin? 

Genelde yerleştirmelerimde içlerine girebileceğim yaşam alanları tasarlamak hoşuma gidiyor. Bir şekilde bu beni oldukça heyecanlandırıyor. Aslında bunu sırf beden ölçeğine indirmek pek de doğru olmaz. Mesela, çocukluğumdan beri kapalı ekosistemler ve mikro yaşam alanları kurmak oldukça ilgimi çekiyor. Bedenen içine giremesem de saatlerce bu sisteme sahip her şeyi izlerken kendimce içine giriyorum yani. Amatör bir dizi psikolojik çıkarıma girebilirim; siyasi, ekonomik alt metinler uydurabilirim ama şimdilik çok kasmadan kabuklu bir yumuşakça gibi sadece korunaklı ve süslü bir yuva hissi hoşuma gidiyor diyeyim. Çocukken kanepe yastıklarından yaptığımız küçük çadırlara benzetiyorum biraz bu hissi.

koca rıfo @ viable – SHOP FRONTAL / Fotoğraf: Eline Tsvetkova

Koca Rıfo kendine ait bir yemek markan ve oraya özgü tasarımların var. Farklı alanlarda kurmacanın etrafında gezinmek nasıl bir his, farklı tür malzemelerin birleşmesi seni nasıl etkiliyor?

Koca Rıfo yukarıda da bahsettiğim kaçış alanlarından birini yaratma konusunda bana oldukça yardım eden bir proje oldu. Aslında kurmacanın gerçekle buluştuğu noktaları tam kestirememek işin gizemini tam da istediğim yöne doğru büyütüyor. Şöyle, kurduğum karakterin içerisinde aslında bir sürü gerçek hikâye olması ama aralarda tamamen kurmaca bir yöne kayabilmesi izleyiciyi amaçladığım bilinmezlik noktasına çekiyor. Noel Baba’nın veya Diş Perisi’nin gerçekliğinin sorgulanması gibi çocukça bir heyecanın uyanabileceğini düşünüyorum. Ürünleri bu kurmacaya dâhil etme itkimle, benim “sanatçı mı yoksa balıkçı mı” olduğum ve bu yönde ürünlerin “sanat eseri mi yoksa sadece paketli yiyecekler mi” oldukları karmaşası kendiliğinden bir kurguya dönüşüyor. Her şeyin bir anda bir mite dönüşmesi bence harika. 

Görsel diline eklenen şiirsel anlatılar hem yoğun hem de soyut hâlinden ötürü birçok anıyla yüzleştiriyor izleyeni. Senin başka âlemlere sürükleyen en eski veya en çarpıcı karşılaşman nedir, hatırlıyor musun?

Hafızam pek kuvvetli değil. Bu sorunun tam cevabını veremem. Ama pandemi zamanında Alzheimer hastası anneannemin odasında yaptığım sergi Tanrıların Gözyaşı, İnci’nin (anneannem) geçmişine ve bir şekilde gizemli bulduğum anne tarafımın hikâyelerinin derinlerine inmemi sağladı. Onun geçmişini ve şimdiki hâlini uzun uzun karşılaştırma fırsatı buldum. Oldukça hızlı, dolu ve çılgın denebilecek bir hayatı olmuş İnci’nin. Dolu dolu geçirdiği hayatının ardından yıllardır orada konuşmadan yatıyor olması çok çarpıcıydı. Benim bunu, COVID sürecinde, aynı evin içinde her zamankinden daha fazla bir yoğunlukta seyretme fırsatı bulmamla daha da etkileyici bir hâl aldı. Pandeminin dışarı çıkma yasakları ile birlikte, kendisini bir şekilde daha iyi anladım. Aynı zamanda anneannemi ve onun ardından gelen kuşak olan ailemin davranışlarını inceleme fırsatı buldum. Bu çarpıcı karşılaşmalarımı şiirsel bir anlatıyla hem izleyiciye sundum hem de kendime bir hatıra olarak kayıt altına aldım. Şiir okumayı severim ama pek de iyi şiir yazamam. Bu sergi benim için kötü yazdığım ve hüzünlü şiirlerimden biri oldu: 

Anneannem İnci’ye
Hatırlamakta ve yemek yemekte zorlanıyorsun. 
Piramidin üst katları artık çekici değil. 
Genç firavun bunamayı beklemedi.
Koca fanus korkutucu ve kabuğun kısmen hala en güvenli yer.
Arbeit macht frei, 
internet alışverişi.
Özgürlük yeni biçiminde. 
Hızlı hermes, daha hızlı. 
Hızlı yaşa genç öl. 
XD =PPPP =((((

Fırat İtmeç’in bizi yönlendirdiği sanatçı, üretimlerini İstanbul ve New York ekseninde sürdüren Kerim Zapsu oldu. Kerim Zapsu röportajı, yakında burada olacak.

the tears of gods, 2020
Aktif köpekler için…/ For active dogs…, 2020, 40 x 47 cm, tuval üzerine yağlıboya / Fotoğraf: Zeynep Fırat