Bir olasılıklar kümesi: Past Lives

Yazı: Esin Çalışkan

Sundance’de prömiyerini yaptıktan sonra Berlinale’nin ana yarışma bölümüne adını yazdıran, Celine Song’un belli belirsiz otobiyografik hikâyesi Past Lives, eşsiz bir ilk yönetmenlik örneği. Küçük dünyasında ele aldığı tarifi zor hisleriyle bir nevi Aftersun’dan aldığı bayrağın bu yılki taşıyıcısı olduğunu başta söylenebilir.

Filmin merkezinde konumlanan Nora, Hae Sung ve Arthur; aralarındaki ilişkiyi tahmin etmeye çalışan, onlarla aynı mekândaki herhangi birinin ilk bakışta çözemeyeceği kadar karmaşık bir üçlü aslında. Filmin açılış sahnesinin de işaret ettiği üzere. Ama onların birlikteliği üç kişilik bir aşkı parçalara ayıran epik dramlara ya da yalnızlığın elverdiği kendini bulma hikâyelerine öykünmüyor. Daha çok kıtalara ve 10 yıllara yayılan hâliyle, buruk bir ilk aşkın izi ama arkanda bırakman gerektiğini bildiğin ve hatta bunu başardığın anlarda dahi karşına çıkıveren cinsten. İtiraf etmem gerekirse böyle bir ayrılığı, getirdiği vicdan azabıyla birlikte çözmeye kalkmak, bazen bu dünyadaki varlığına dair başka birçok soruya cevap bulmaktan çok daha güç. Past Lives’ı böyle büyülü yapan şey, yeterince inandığında her şeyi kendi sihrine bulayan bir çocukluk masalına dönmesi. 

Filmde en çok izlediğimiz kişi Nora (Greta Lee), buna rağmen epey bilinmezlikle çevrili bir karakter. 12 yaşındayken Güney Kore’den ailesiyle birlikte Kanada’ya göç etmiş, ancak 12 yıl sonra kendini New York’ta oyun yazarı olarak buluyor. Annesiyle telefonda konuşurken bahsi geçen çocukluk aşkını Facebook’ta aramaya karar veriyor, çünkü ülkesinden aniden ayrılırken veda etmediği tek kişi o. Bir anda onun çoktan kendisiyle iletişime geçmeye çalıştığını keşfediyor; babasının çektiği bir filmin hayran gruplarına mesajlar atarak. Hae Sung (Teo Yoo) ve Nora, Skype üzerinden yeniden bağlantı kurmaya başladığında aralarındaki mesafeyi de bir yerlerde sıkışıp kalmış yılları da telafi etmenin yolunu kendine dönük dürüstlüğün ve hayata karşı duyulan tedirginliğin o garip birleşiminde buluyorlar. Sonra, Nora beklenmedik bir şekilde bu romantik ilişkiyi bitiriyor. Hayallerine epey zorlu yolları aşarak ulaşmış bir kadın olarak hâlâ kendinden beklentisi büyük. Bu yüzden istese de kızamadığı bir geçmişin tezahürüne dönüşüyor Hea Sung için. 

Aradan bir 12 yıl daha geçiyor ve Hae Sung New York’u gezmeye karar verdiğinde, artık Arthur’la evli olan Nora ile yeniden bir araya geliyor. Past Lives, göründüğü ya da Daniel Rossen’ın Grizzly Bear’den grup arkadaşı Christopher Bear eşliğinde ürettiği müziklerinin işaret ettiği gibi gerçekleşmemiş ihtimallerin ya da keşkelerin filmi değil sadece. Bunu bilmenin imkânsızlığını kovalayan hüzünlü karakterleriyle, bir olasılıklar kümesi olarak karşımıza çıkıyor. Aynı zamanda biraz sinir bozucu olduğunu da belirtmeliyim; bunca zaman iletişim kurmayan iki insandan birinin ötekine karşı gösterdiği anlayışı göğüslemek kolay değil çünkü. Hae Sung, Nora’yı seviyor; bu o kadar açık ki gerisiyle hiç ilgilenmiyor. Hae Sung’u hafif bir kırgınlıkla canlandıran Yoo’nun ve Nora’nın yorgun hâlini titizlikle üstüne giyen Lee’nin nefis performansları kadar Song’un bu hayret verici derecede olgun yetişkinlerin “geride kalanla” vedalaşması üstüne kurulu senaryosu da olağanüstü. 

Past Lives, bir noktada Uzak Doğu’ya özgü eski bir inanışla, yani inyun inancıyla birleşiyor. Bu inanca göre iki insanın birbirini bulması, binlerce yıl evvelden getirdikleri rastlantıların nihai bir sonucu. Hiç şüphesiz filmin sessiz sedasız yılın en iyi işlerinden biri olması da basit bir rastlantı değil. Ödül sezonunda adının anılmasını, onlarca başka ihtimale rağmen merakla bekleyeceğim.