Queer bir düşün peşinde cesaretle yürümek: “Oycan’ın Dünyası”’na hoşgeldiniz!

Hınca hınç salonu doldurmuş seyirci, 20 Kasım 2019’da belki de daha önce denk gelmediği bir hayat deneyimiyle tanışıyordu. Kendi tasarladığı kıyafetleri içinde Oycan Nasiboğlu, kendi hayat hikâyesini paylaşırken aslında hem kendisi hem de Kıbrıs’ın kuzey kesimi için de bir ilki gerçekleştiriyordu. Bir saatin sonuna gelindiğinde ise Oycan’ın Dünyası’na konuk olmuş seyirci türlü duygu halleri içinde onu ayakta alkışlıyordu ve belki de ayrımcı bir dünyada insanların gerçekleştirdiği ilk, buydu: sevgide buluşmak! 

Kuir Kıbrıs Derneği’nin destek ve çabalarıyla 2019’da 20 Kasım Nefret Suçu Mağduru Transları Anma Günü’nde “Bırak da hikâyemi yazayım!” temasıyla sahnelenen Oycan’ın Dünyası, 17 Mayıs Haftası etkinlikleri kapsamında 12 Mayıs Salı günü boyunca YouTube’dan izlenebilecek. Biz de bu güzel haberle oyunun peşine düştük ve Oycan’a ve oyunun sahnelenmesinde emeği geçen Doğukan Gümüşatam’a bazı sorular sorduk, buyurunuz.

Röportaj: Işıl Saykan

Oycan Nasiboğlu yanıtlıyor: 

“Argo da kullandım, seyircilerin arasında da dolaştım hatta bazılarının yanına bile oturdum. Sanki bana kahveye uğramışlar da ben de onlara bir şeyler anlatıyormuşum gibiydi. Dertleştim onlarla, Oycan’ın evindeymiş gibi hissetmelerini istedim. Gönlümden geldiğince madilik de yaptım.”

Oycan’ın Dünyası, kendi dünyandan seyirciye seslendiğin, onun dünyasına girdiğin ve kendi dünyanda onu misafir ettiğin tesiri güçlü bir oyun. Kendi hayat hikâyeni anlatmaya nasıl karar verdin? 

Cesaretimi paylaşmak istedim. Çocukluktan bu yaşa kadar yaşadıklarımı anlatırken benzer şeyleri deneyimlemiş insanlar, mücadele etme cesareti bulabilirdi çünkü. Ben ne yaşarsam yaşayım “Ben buyum!” deyip yoluma devam ettim. Pes etmedim. Kendimi çaresiz hissetmedim hiç ama yalnızlık çok kötü. İçimde yaşadım, dimdik duruşumu bozmadım. Son iki yıldır biraz daha iyi gibi her şey. Ben de “hadi kızım, yaparsın” dedim ve kendimi sahneye atıverdim. 11 yaşından 19 yaşına kadar tiyatronun içindeydim zaten. Özel tiyatrolarda amatör oyunculuk yapıyordum. Biraz yüz bulunca kendimden “kendi hikâyemi kendi sesimle anlatmalıyım” dedim. Doğukan çok yardımcı oldu tabii bu süreçte. Ona da bir kez daha teşekkür edeyim.

Oyunun yazım aşamasında sen bir anda metinsiz oynamaya karar vermişsin. Bir oyun bahçesindeymiş gibi her şey içerden çıkıvermiş senden. Neden böylesini tercih ettin?

Daha içten, daha samimi çünkü. Düşünülmüş cümleler yerine o anda içimden geldiği gibi anlatmak istedim. Argo da kullandım, seyircilerin arasında da dolaştım hatta bazılarının yanına bile oturdum. Sanki bana kahveye uğramışlar da ben de onlara bir şeyler anlatıyormuşum gibiydi. Dertleştim onlarla, Oycan’ın evindeymiş gibi hissetmelerini istedim. Gönlümden geldiğince madilik de yaptım. Seyircilerden birine “Aşk evliliği mi yaptın” diye sordum. “Galiba” deyince “yapmadın demek ki böyle konuşuyorsun” dedim, sonra gülüşmeler, kahkahalar. Kendi hayat hikâyemi anlatmam için senaryo şart değil. Bir de bir lubun hikâyesinden beklenti sadece dram oluyor sanırım. Herkes acınacak bir hikâye arıyormuş gibi. Oycan’ın Dünyası’nda gullüm de var salya sümük ağlamak da.

LGBTİ+’ların sahne üzerindeki görünürlükleri ve temsiliyetleri hakkında neler söylemek istersin?

Seslerimizin duyulması gerek. Deneyimleri paylaşmak en az deneyimlemek kadar önemli. Daha fazla hikâyenin duyulması gerek, daha fazla insana şans tanınması gerek. Ayrıca sadece sahnede de değil, sokakta yürürken başlıyor her şey. Uzun süre işsizlik çektim. Kasiyerlik yapmak istedim, “bayan arıyoruz” dediler, butiğe gittim “bayan arıyoruz” dediler. “E ben neyim peki?” dedim. Tık yok! İyi şeyler de var ama. Oyunu sahnelememde Kuir Kıbrıs Derneği çok yardımcı oldu. Beni yalnız bırakmıyorlar hiç. Erman (Dolmacı) benim annem zaten, onun sayesinde hayatım değişti. Gecenin bir vakti bile olsa sıkıntım varsa hemen yardımıma koşar. Sevgi ve dayanışma, sanırım toplumun eksiği bu. 

En büyük hayalin nedir Oycan?

Evlenmek istiyorum. Aşktan yana çok canım acıdı. Âşık olup evlenmek istiyorum.

Doğukan Gümüşatam yanıtlıyor

“Eğer LGBTİ+’lar için roller yazılırsa, birçok oyuncunun sahneye çıkıp gurur ile bir LGBTİ+ karakteri hayata taşıyacağına inanıyorum! Fakat tiyatro ve sahne sanatlarının, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği söz konusu olduğunda, henüz kırılamayan geleneksel bir sanat anlayışı olduğu görüşündeyim.”

Doğukan selamlar, Kasım 2019’da Kıbrıs’ın kuzey kesiminde bir salon dolusu insan Oycan’ın Dünyası’na misafir oldu. Sen de onlardan biriydin. Önce seyirci olarak yorumunu merak ediyorum. Nasıl geçti o bir saat?

Çok güzel bir soru aslında! Ben bile bilmiyorum o bir saatin nasıl bu kadar hızlı bir şekilde uçup gittiğini! Bilmiyorum, belki Oycan’ı birebir tanıdığım içindir ama sahneye ilk adımını attığı andan itibaren tamamen farklı bir dünyaya, farklı bir paralel evrene çekmiş gibiydi beni. Zaman zaman sanki o koskocaman salonda sadece ikimiz varmışız gibi hissettirdi bana, zaman zamansa tüm seyircilerle bir araya gelip ortak bir duygu dalgalanması üzerinde ufukta bir gemide gibi hissettim kendimi. Uzun zaman olmuştu aslında bir sahne performansı içerisinde hem ağlayıp hem kahkaha atarken bir taraftan LGBTİ+ olmanın getirdiği zorlukların çırılçıplak gerçeklikleri ile yüzleşmeyeli. Ağladım, sanırım bütün salon ağladı, dışarı çıktığımızda herkesin gözlerinden yaşlar akıyordu. Ama aynı zamanda, bir aktivist olarak bile, arada kaybettiğim inancımı ve gücümü tazelemişti Oycan. Dayanışmanın gücünü, seçilmiş ailenin önemini ve ne olursa olsun benliğimizi kaybetmeden hayata umutla bakabilmenin önemini hatırladım bir kez daha! Hayatımın en hızlı geçen, ama bildiğim her şeyi ve tüm düşüncelerimi sorgulamama sebep olan bir saatti benim için!  

Son dakika karar değişikliğiyle metinden vazgeçilmiş ve doğaçlamaya dönülmüş. Cesurca bir karar bence. Sen nasıl anlatmıştın Oycan’ın hikâyesini? Bunun şunun için soruyorum, aktivist kimliğimiz sebebiyle bazen fazla “hassas” davranabiliyoruz, birtakım amaçlar ve etkileme peşinde koşuyoruz? Sen bu tuzağa hiç düştün mü sence?

Evet, sanırım sahne sanatlarının en güzel yanı son anda yapılan değişiklikler biraz da! İlk başta Oycan bir metin üzerinden gitmek istediği için birlikte oturup hayat hikâyesini çıkarttık ve ben onun üzerinden olabildiğince Oycan’ın gerçekliğine özgün bir oyun yazmaya çalıştım. Fakat bir insanın hayatını metne aktarmak o kadar da kolay değil tahmin edebileceğin gibi. Yılların yaşanmışlığını bir kâğıt parçasına sığdırabilmek çok zor! Her ne kadar elimden geldiğince tarafsız bir şekilde yazmaya çalışmış olsam bile bir LGBTİ+ olarak hayatlarımızın benzerlik gösterdiği noktalar var ve onlardan kendimi soyutlamam çok zor olmuştu açıkçası. Tabii benzerliklerin yanında en temelinde yatan farklılıklar da baş gösterdi bu süreçte. Ben biraz daha ‘şanslı’ olan taraftaydım hayatta. Gerek sosyo-ekonomik statüm olsun gerekse eğitim durumumdan kaynaklı, deneyimlerim ayrışmaya başlıyor. Ve bu ayrışma noktalarının getirdiği ayrıcalıklar sayesinde aslında, aktivizm hayatım da kendi içerisinde farklı bir şekilde evirilebiliyor. Bunlar beni çok korkutmuştu, kullandığım dilin steril olabileceğinden tutun, yazdığım her bir kelimenin Oycan’ın doğasını ve gerçekliğini yansıtabiliyor mu endişesi. Birlikte çalışmak ve kurgu sürecinde sürekli iletişim içerisinde olmak bana çok fazla şey kattı. Birbirimizden çok değerli şeyler öğrendik ve bu da aramızdaki bağın güçlenmesine sebep oldu. Bundan ötürü aslında Oycan’ın kendi kelimeleri ile, içinden geldiği gibi sahnede kendi hayat hikâyesini ‘Oycan’ın Dünyası’nı anlatması doğru olacaktı bu noktada. Evet, senin de dediğin gibi bir aktivist olarak yazarken aslında amacım bir taraftan da bu performansı izleyecek insanların neler hissedeceği, hangi yönlerde etkileneceği ve kullandığım kelimelerin Oycan’ın herhangi bir travmasını tetikleyip tetiklemeyeceğiydi. Bu beni ve metnin içeriğini çok etkiledi. Eğer bu tuzağa düşmediğimi söylersem aslında kendime yalan söylemiş ve Oycan’ın da gerçekliğine ihanet etmiş olurum. Çok daha profesyonel bir yazarın ele alması belki de farklı sonuçlanırdı emin değilim, ama amatör bir yazar olarak kendimi ne kadar soyutlayıp soyutlayamadığımı sorguladığım için aslında bir anda aldığımız bir karar ile doğaçlama yolunu tercih ettik ki sanırım aldığımız en güzel karar da bu oldu çünkü onun gerçekliğini sadece ama sadece o anlatabilir! 

“Özellikle geçtiğimiz aylarda meclisten geçen nefret söylemi yasası ile birlikte LGBTİ+ların görünürlüğünün ve ifade özgürlüğünün de artacağı yönünde ümitliyim!”

Oyunu sahnelemenizde Kuir Kıbrıs Derneği olarak karşılaştığınız teknik sıkıntılar oldu mu? Mesela sahne kiralama, izin, prodüksiyon vb. 

Teknik olarak yaşadığımız en büyük sıkıntı sanırım performans sırasında spot ışığının patlaması oldu! Çok garip bir andı, performansın tam ortasında önce garip bir koku geldi ve ardından bildiğimiz anlamda spot ışık patlayıverdi. Kendi aramızda Oycan’ın cazibesine dayanamadı diye şakalaştık sonrasında. Ama böyle bir probleme rağmen Oycan’ın dikkati ve performansı hiç etkilenmedi. Bunun dışında pek de bir problem ile karşılaştığımızı söyleyemem sanırım. Tabii katılımcı sayısının salonun kapasitesinden fazla oluşu dışında! Tabii bunu bir problem olarak görmüyoruz çünkü gelen insanlar kendi rızaları ile yerlere oturdu, bazıları bir saat boyunca ayakta durup izledi ve herkes kendini Oycan’ın Dünyasında kaybetti. Bunlar dışında izin almak, sahne ayarlamak ve prodüksiyon ile ilgili problem yaşadığımızı söyleyemem fakat gerçekten çok stresli bir hazırlık dönemi oldu herkes için. Ama tüm bu strese değerdi açıkçası!

Oycan’a sordum sana da sormak istiyorum. LGBTİ+’ları sahnede neden az görüyoruz? Oyun mu yazılmıyor, oyuncular mı cesaret edemiyor, ne dersin? Bir de senin yazının güzel olduğunu söyledi kuşlar, oyun yazmaya devam etmeyi düşünüyor musun?

Bu sorunun aslında birçok farklı cevabı olabilir. Kıbrıs’ın kuzey kesimi ile ilgili konuştuğumuzda aslında sahne sanatlarının o kadar da yaygın olmayışından tutun, LGBTİ+ görünürlüğüne ve küçük bir ada olmanın getirdiği dezavantajlara uzanan birçok farklı faktörden konuşmak gerekiyor! E tabii bunlar ile beraber ‘elalem’ dediğimiz illet bir çete de mevcut! LGBTİ+ haklarının yasal olarak korunmuyor oluşu da uzunca bir süre sahnenin önünde bir bariyer olarak durdu bizler için. Fakat bu sistemsel sorunun son zamanlarda giderek kırılmaya başladığını gözlemleyebiliyorum. Özellikle geçtiğimiz aylarda meclisten geçen nefret söylemi yasası ile birlikte LGBTİ+ların görünürlüğünün ve ifade özgürlüğünün de artacağı yönünde ümitliyim! Tabii senin sorunda da belirttiğin gibi aslında biz LGBTİ+’lar hakkında oyunlar yazılmıyor veya sahnede temsiliyete önem gösterilmiyor. Eğer LGBTİ+’lar için roller yazılsa, birçok oyuncunun sahneye çıkıp gurur ile bir LGBTİ+ karakteri hayata taşıyacağına inanıyorum! Fakat tiyatro ve sahne sanatlarının, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği söz konusu olduğunda, henüz kırılamayan geleneksel bir sanat anlayışı olduğu görüşündeyim. Birçok batı ülkesinde görmeye başladığımız yapısökümcü yaklaşımlara rağmen halen daha bunun yeterli seviyelere ulaşmamış olması gerçekten çok üzücü. Temsiliyetin azlığı sorunsallaştırılmadıkça da bir çözümün gelmeyeceğini düşünüyorum ben. Haklarımızı söke söke aldığımız gibi temsiliyeti de söke söke almamız gerekiyor sanırım! Bu bizim için çok büyük bir gelişme olacaktır, sahnede ve bu gibi alanlarda görünürlüğün artması aslında temasın artmasına ve önyargıların kırılmasına sebep verecektir. Yani yazımın güzel olup olmayışı üzerine pek bir yorum yapamam sanırım fakat yazı yazdığım doğrudur! Daha önce birkaç oyun yazma girişimim oldu ve hayatımın farklı evrelerinde de yazılan birkaç oyuna katkı sundum. Fakat kalemimden çıkanlar oyun yazmaktan çok deneme şeklinde aslında! Biraz otobiyografi, biraz kurgu derken kendimce bir şeyler karalıyorum ve anonim olarak paylaşıyorum arada sırada. Şimdiye kadar güzel dönütler aldım ama amatör bir ‘yazar’ olarak beğenmeyen çokça insanın olduğuna da eminim. Oyuncular mı cesaret edemiyor diye sormuşsun ama aktivist bir amatör ‘yazar’ gözünden benim cesaret edemediğim zamanlar da oluyor tabii. Yazdıklarımın distopik gerçekliği ile yüzleşmek bazen yorucu olabiliyor. Fakat yazmak benim için önemli, yaşadığımız dünya içerisinde kendi sesini diğer insanlara duyurabilmek ve deneyimlerini paylaşıp ortak bir dil yaratabilmek çok güzel bir duygu. Tabii bunun bir sahnede performans olarak karşıma çıkması çok güzel olurdu sanırım. Ama şu an denemelerimi derlediğim küçük bir kitap hedefim var. Kıbrıs’ın kuzey kesiminde, politik bir çatışmanın göbeğinde yaşayan toplumsal normların tamamen dışında kalan non-binary bir lubun olarak kendi varlık mücadelem, aktivizmim ve tabii ki kaçınılmaz olan madiliklerle dolu kolileşmelerim üzerine bir şeyler karalıyorum bu aralar. Belki bir aya biter, belki bir yıl alır ya da hiçbir zaman tamamlayamam, sanırım yazarlığım içerisinde Çuvallamanın Kuir Sanatı’nı biraz fazla benimsemek gibi bir problemim var! Bunu kim okumak ister veya gerçekten okur emin de değilim ama farklı deneyimlerin paylaşılmasının önemli olduğu görüşündeyim. Ancak kesişimsel çeşitliliğimizi benimsediğimiz zaman kendimizi gerçekleştirebiliriz. Bunun için de tüm farklılıklarımız ile aynı ekolojik düzen içerisinde var olduğumuzu hatırlamak ve deneyimlerimizi paylaşmak paha biçilemez!