Hiç bitmeyen devinim: Shabaka Hutchings #bantmagarşivden

Günümüz deneysel caz sahnesinin en üretken ve ilham verici müzisyenlerinin başında gelen Shabaka Hutchings, harika projelerinden Sons of Kemet ile bir kez daha dümeni İstanbul’a kırmışken…

2011’den bu yana üreten Sons of Kemet kadrosunda Shabaka Hutchings ile birlikte tubada Theon Cross ve davullarda Tom Skinner ile Eddie Hick var. Spiritüel, coşkulu, tematik ve farklı kültürlerden beslenen bir müzik üreten Sons of Kemet, bir süredir caz dünyasının efsanevi etiketlerinden Impulse! bünyesinde yayınlar yapmayı sürdürüyor. 

Siyah kültürünün zengin ritim ve sesiyle biçim bulan, verdiği sosyopolitik mesajlarla haklı bir mücadelenin isyanını içinde taşıyan 2021 çıkışlı son albüm Black to the Future; kolonyalizmin zulmünün, Siyah mirasın beyazlaştırılışının, yok edilişinin ve baskı dolu geçmişinin yakasını bırakmıyor. Parçaların başlıkları bir arada ele alındığında bir şiiri meydana getiriyor ve 51 dakikalık sürede dirençten doğan bir estetik yaratıyor.

Bugüne dek dört albüm yayımlayan Sons of Kemet, günümüzde canlı deneyimlenmesi “şart” olan müzikal hadiselerin başında geliyor muhtemelen. Ritmik düzenlemeleri, doğaçlama sekanslarıyla genişleyen şarkıları ve eşsiz bir karizmayla bulundukları sahneyi kolaylıkla dönüştüren bir ekipten bahsediyoruz. Dolayısıyla 29 Mayıs akşamı London X İstanbul Zorlu PSM Meets EFG London Jazz Festival kapsamında verecekleri konseri duymayan kalmasın! Üstelik gecede Nubya Garcia da var! Biletler burada

Shabaka Hutchings ile 2018’den bir sohbet

Sons of Kemet’in dört yıl önceki İstanbul ziyareti öncesinde Shabaka Hutchings ile buluşup, hem grubun o dönem turnesini yaptığı bir diğer harikası Your Queen Is A Reptileı hem kişisel ilham kaynaklarını hem de o yıl Hollanda’daki Le Guess Who? festivalindeki küratörlük deneyimini konuşmuştuk.

Your Queen Is A Reptile sıra dışı bir dinleme deneyimi. Çıkışından bu yana yedi ay geçti ve albümü dünyanın dört bir yanında çaldınız. Bugün geriye dönüp baktığında bu albümle ilgili nasıl hissediyorsun?

Albümdeki bazı şeyler tamamlanmamış durumda. Kayıt yapmakla ilgili problem, şarkıları kaydettikten sonra onları turnede çalıyor olman. Bu albümdeki müzikleri belki bir yıl önce kaydettik, sonrasında turneye çıktık ve şarkılar gerçek hâllerini almaya başladı. O zaman hepsini yeniden kaydetmek için çok geçti. Şimdi şarkıları ve ulaşabilecekleri en yüksek potansiyeli biliyoruz. Dinleyicilerin onlara nasıl reaksiyon verdiğini ve belli kısımların dışarıda kalması gerektiğini biliyoruz. Bu benim kayıt yapmakla ilgili en büyük problemim. Özellikle Sons of Kemet albümü için bu geçerli. Theon’a müzikleri belki de kayıtlardan bir hafta önce verdim. Davulcular şarkıları ilk defa stüdyoda duydular. Ve aslında bunu seviyorum, bir şeyi ilk defa duymanın getirdiği başka bir enerji var. Tabii ki yıldırıcı bir durum ama müzik gittikçe daha iyi oluyor. Bu aynı zamanda biraz da zamanla ilgili. Hayatım şu an fazlasıyla meşgul bir halde. Bir kayıt önceden ayarlanmışsa bunu yeniden değiştirme gibi bir lükse sahip değiliz.

Bu bir anlamda tarihe not düşmek gibi: “Bu şarkılar bu dönemde böylelerdi.”

Evet, kayıt sürecini tam olarak böyle yorumluyorum. Bu zamanın ve müziğin belgelenmesi. Şarkıları sahnede çaldıktan sonra kaydedemiyor olmamız biraz üzücü ama işler böyle yürüyor.

Bu diğer grupların için de geçerli mi? The Comet Is Coming için örneğin?

Temelde evet. Konserlerde, yakında çıkacak bazı şarkılar çalabiliriz. Ama albüm çıkmadan çok fazla yeni şarkı çalmamaya çalışıyoruz. Bu yıl Sons of Kemet’in yılı olduğu için o grupla albüm yayınlandıktan hemen sonra turneye çıktık. Kemet’le şarkıları albüm kendi halinde yayınlandıktan sonra anlayabilmeye başladık. The Comet Is Coming’de ise albümün kaydedilmesi ve turnesinin başlaması arasında daha uzun bir zaman aralığı söz konusu. Bir anlamda turne başladığında şarkılar büyük anlamda içimize işlemiş olacak.

“Yeni nesil cazcıların farklı yollara saptığını görebilmek muhteşem.”

Le Guess Who? festivalinde Sons of Kemet’in XL versiyonuyla sahnedeydiniz. Harikaydı! Nasıl bir hazırlık süreci oldu?

Evet, extra large! Dört davulcuyla birlikte! Bu harika bir şey ve sanırım en heyecanlandığım deneyimlerden biri. Dört davulcuyla ilk çalışmamızda onlara birer perküsyon çalıyormuş gibi düşünmelerini söyledim. Yani bazı anlarda her biri davulun belli bir parçasına odaklanıyor ve bazı bölümlerde her biri aynı anda davul çalıyor. Benim de kendimi iyice zorlamam gerekiyor ki bu en sevdiğim şey. Ne kadar sert üflersen üfle daha gidebileceğin bir pay kalıyor. İki davulcuyla çalarken belli noktalarda herkesin yorulduğu ve grubun düşüp kalktığı bir nokta oluyor. Dört davulcuyla ise… Bu harika bir şey!

Your Queen Is A Reptile’la birlikte Impulse! Records’ın fantastik kataloğundaki yerinizi aldınız. Kendi kahramanlarınla aynı ailenin bir parçası olmak nasıl hissettiriyor?

Bu muhteşem bir şey. Yeni nesil cazcıların farklı yollara saptığını görebilmek muhteşem. Caz mirası plak şirketleriyle olan temaslarla birlikte şekilleniyor. İngiltere’de Blue Note’la anlaşmış birçok müzisyen var. Impulse! gibi bir etiketin, biraz daha deneysel cazla ilişkili olduğunu düşünüyorum. Yaptıkları şeye her zaman bir bağlam koymayı başarıyorlar. Caz olarak tanımlanan şeyin sınırlarını her zaman zorluyorlar. Bu Impulse!’la ilgili en önemli şey. 40 yıl önce yapılmış bir müziğin yeni versiyonunun peşinden gitmiyorlar.

İngiltere’de bugünlerde fazlasıyla geniş ve yetenekli bir caz sahnesi var; senin ismin de her zaman bu sahnenin öncüsü, yol göstericisi olarak anılıyor. Kendi müziğini yazmaya başladığında senin öncü olarak gördüğün isimler kimlerdi?

Birçok insan. İlk olarak söylemem gereken şey, kendimi bir öncü olarak görmediğim. Sanırım bu zamana kadar farklı sahnelerde mücadele etmeyi başarmış insanlardan biriyim. Courtney Pine ve Steve Williamson’dan doğrudan ilham aldım. Ama aynı zamanda birlikte çalıştığım ya da gösterdikleri yolu görme şansı yakaladığım Django Bates ve John Surman gibi isimler de var. Bu insanlar İngiltere’den ve doğrudan bir iletişim kurabildiğim insanlar. İlham almak kimi zaman bu insanların size vereceği bir ders ya da göstereceği bir yolla olabilir. Ama sadece bir konser birlikte çaldığınız birinin söylediği bir söz de size ilham verebilir. Birçok farklı durum söz konusu. Özellikle medyanın cazın belli jenerasyonlarına yoğunlaşma eğilimi gösterdiği Londra gibi bir yerde. Benim için yaptığım iş Polar Bear, Acoustic Ladyland, Led Bib gibi gruplar ve Fire Collective gibi müzisyen kolektifleriyle aynı doğrultuda.

Le Guess Who? festivalinden de bahsetmek istiyorum. Kariyerin boyunca birçok farklı müzisyenle birlikte çalıştın ve bu yıl Le Guess Who? festivalinin de küratörlerinden biri oldun. Senden festival kapsamında bir program hazırlamanı istediklerinde aklından geçen ilk şey ne olmuştu?

Bu bir müzisyen olarak büyük bir ayrıcalık. Ne zaman bir festivale giderseniz, kendi hazırladığınız bir programı ya da güvendiğiniz veya saygı duyduğunuz birinin hazırladığı bir programı dinlemek istersiniz. Böyle bir programın kürasyonunu yapmak bir anlamda rüyalarımın gerçek olması gibiydi. Ayrıca güvendiğiniz başka bir müzisyenin hazırladığı programı dinleyebilmek de onların perspektiflerini görebilmek açısından gerçekten ilginç bir durum yaratıyor. Bir festivale gitmekle ilgili en güzel şey, gerçekten dinlemek istediğin sanatçıların büyük bir kısmını tek bir mekânda bulabiliyor olman.

Senin bakış açın neydi? Festival ekibi bu süreçte sana herhangi bir tavsiyede bulundu mu yoksa tüm isimleri sen mi seçtin?

Hayır, sadece “Bize listeni ver” dediler. Sonrasında yapabileceklerini söylediler ve hepsini festivale dahil etmeyi başardılar. Örneğin Kadri Gopalnath’ı her zaman çalarken dinlemek istemişimdir.

Röportaj: Cem Kayıran
İllüstrasyon: Naz Tansel

Bant Mag. No:65 / Kasım-Aralık 2018