Tatilde yan gelip yatamayanlardan mısınız?
Fotoğraf: Aylin Güngör
Zevkine güvendiğimiz konuklarımız ve Bant Mag. ekibinden tatil günlerinde izlenebilecek, dinlenebilecek, okunabilecek vs. öneriler.
Nova Norda
Ben tatillerde çok sıkılırım! Arkadaşlarımla kalabalık bir güruh hâlinde gitmiyorsam tatillerden zerre zevk alamıyorum. Böyle zamanlarda, normal şartlarda uğraşmadığım yeni meşgalelere sarmayı seviyorum. Kendime yatırımlık işlerle uğraşmayı seviyorumç Benim gibi hissedenler için önerilerim:
Udemy, Coursera gibi kanallardan, gizli hobilerinize dair eğitimler. Benimki grafik tasarım. İlginizi çekerse harika bi YouTube kanalı da önereyim: elliotisacoolguy
Bu tatilde biraz içe döneyim derseniz de önerim var! Kişisel gelişim seviyorsanız, esprili bir dille derde deva olan süper bi YouTube kanalı: Mark Manson
Hakan Emre Ünal
Yeni single, Melike Şahin. İki versiyonuyla “Diva Yorgun” harika bir şarkı. Biz bu dönem şehir dışı turnelerine çok fazla gidiyoruz. Arabayla uzun yola çıkıyorsanız, loop’a almalık. Sözleri Mabel Matiz’den. Defalarca dinleyin.
Yeni albüm, KÖFN – POPSTAR. Son singleları “Al Aramızdan” da harikaydı, özellikle klibi. Bu albüm de öyle.
Yine uzun yollarda Mesut Süre’nin Rabarba’sını dinlemeye başladım. Normalde bir radyo programı ama podcast şeklinde yayımlamışlar. Konuklarıyla, sohbetleriyle zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorsunuz. Arabada onlarla sohbet ediyormuş gibi seyahat ediyorsunuz. Süper.🌼
Socrates Dergi YouTube kanalı; sporun hangi dalına ilgi duyuyorsanız fark etmez. Hepsi var. Her programı ayrı güzel.
Yeni film, Hit the Road. Son dönem İran filmi. Gene uzun bir yol ve arabada geçiyor. Bu aralar uzun yolla ilgili tüm beğenilerim sanırım.
Yeni alışkanlığım ise yüz yogası. Oya Acar ile Zoom’dan haftada üç defa sabahın erken saatlerinde çalışıyoruz. Tavsiye ederim. Çok iyi geliyor.
Semiha Bezek
Bir şey izlemeye motivasyonumun olmadığı ama boş kalınca da sıkıldığım bir dönemdeyim.:) Alternatif sonlu interaktif oyunlar hem arkadaşlarımlayken hem tekken saatlerce film seçme sıkıntısından kurtardı beni. Detroit Become Human’ı bitirdim, şimdi de The Quarry’ye başladım; kesinlikle tavsiye ediyorum.
Barbaros Altuğ
Yabancı Bir Odada, Damon Galgut: Üç yolculuk ekseninde anlattığı bu romanın kendi adını taşıyan eşcinsel Damon karakteri için “O bir karakter değil, o benim” diyen Galgut’un en iyi kitaplarından. Hem yolculuklara çıkabilenlere hem de çıkamadığı yolculukların keşkeleriyle yaşayanlara.
Oğlan Çıkmazı, Oğulcan Kütük: Şiirlerini keşfettiğimden beri yerli yersiz herkese önermekten usanmadığım genç ve iyi şairin bu kitabı Onur Ayı hediyesi olsun hem.
Kalp Atışı Dakikada 120: Canımız Almodóvar’ın Cannes’da jüri başkanı olduğu sene büyük ödülü vermek için çok uğraştığı ama diğer üyelerin ısrar ve baskısıyla -söylenen o ki bilhassa Will Smith- ancak ikincilik ödülü verdirebildiği bu film, LGBTİ+ hareketin nelerden nelerden geçerek geldiğini çok dokunaklı anlatan bir klasik oldu bile. MUBI gösteriminde sanırım son hafta, seyredip sonra da Onur Yürüyüşü’ne.
Latife Tekin ile Üç Gün, Kurmacayı Okumak ve Yazmak: Eğer Bodrum’da olsam gitmek isteyeceğim şey. Hem canım Latife hem Gümüşlük. 27-28-29 Haziran’da Gümüşlük Akademisi’ndeki buluşmaya katılamayacak ama destek olabilecek olanlar Antakya Sanat Derneği hesabına atölye ücretini yatırarak bir öğrencinin atölye çalışmasına katılımını sağlayıp, dayanışmaya el verebilirler. Detaylar burada.
Bartu Küçükçağlayan
slowthai – UGLY. Bu albüm play’e bastığım ilk andan itibaren zihnimde bana sokaklarda lipsync and walk yaptırıyor.
Zelal Buldan
Çocukken çok sevdiğim, büyüdükçe geri plana attığım bir hobimdi resim yapmak. Üç ay önce rastgele girdiğim bir kitapçıda denk geldiğim Anime Art Class kitabını görünce gözlerim parladı. Bir anime âşığı olarak artık kendim çizebileceğim ve dilediğimce değiştirebileceğim anime karakterlerim var. Bir tanesi şu an defterin köşesinden saçlarını renklendirmem için bana bakıyor… Mor kalemimi alıp geliyorum!
Biri bana “hobi olarak yemek kitabı okuyacaksın.” deseydi muhtemelen gülüp geçerdim. Bir gün en sevdiğim sitcom’un yemek kitabı çıkaracağını bilemezdim. Evet Friends…Joey’nin sandviçlerinin sırrı artık elimde. Rachel’ın etli pastası mı? Onu henüz denemedim…
Eylül Su Sapan
Bir film: Aşk, Mark ve Ölüm (Yönetmen: Cem Kaya)
Almanya’ya giden Türkiyeli işçilerin hikâyelerini müzik kültürleri üzerinden anlatan Aşk, Mark ve Ölüm; kurgusu, müzikleri, Cem Kaya’nın inanılmaz arşivciliği ve yönetmenliğiyle muhteşem bir belgesel olmuş. Ağladım, güldüm, hayran oldum, sürekli ritim tuttum ve dans ettim.
Bir albüm: Tame Impala – Currents
“Let it Happen”la başlayıp “New Person, Same Old Mistakes”le biten, hayatımın albümlerinden biri Currents. Albümdeki her şarkı beni hayatımın anlarında bir yerlere savuruyor ve ben o savrulmayı çok seviyorum rüzgârda saçlarım uçuşurken kafamda her şarkıyla başka bir klip çekiyorum.:)
Acı biber reçeli
Acı tatlı kombinasyonunu hayatta olduğu gibi yemeklerde de çok seviyorum. Hayattaki tarifini hiç anlamadım ama çok düşünüp yıllar sonra kendime bir kavanoz acı biber reçeli yaptım. Salatalara, tavuğa ve bence birçok şeye çok yakışıyor.
Ben ölçülü yemek yapamadığım için hislerime güvendim ve bir şekilde iyi oldu. 10-15 acı kırmızı biberleri küçük küçük doğrayıp şekerle karıştırıp beklettim, 3-4 saat sonra ılık su ekleyip kaynattım, kaynadıktan sonra biraz limon sıktım ve birkaç kaşık bal koydum biraz daha kaynatıp kavanoza aldım.
Kutup Moda
Tek başıma dinlenmeyi de arkadaşlarımla oturup sohbet edip bir şeyler içmeyi de en sevdiğim yer. Bir kokteyle de uğrayabilirsiniz, arkadaşınızla şarap içip bir şeyler yemeye de gidebilirsiniz. Kutup beni her zaman atmosferi ve müzikleriyle Kadıköy’ün eski ve güzel zamanlarında gibi hissettiriyor.
Özgür Mumcu
Türk Mitoloji Atlası – Bartu Bölükbaşı
Türk mitolojisinin çok zengin ve derin dünyasını iyi çalışılmış metinlerle ve usta işi çizimlerle sunan bu kitap, şimdiden temel bir eser olarak nitelenmeyi hak ediyor.
Ozan Akyol
Ben bu yaz tüm sofralarda masa örtüsü olarak gazete kullanalım derim. Kaybolmaya yüz tutmuş bu kadim geleneği gelin birlikte canlandıralım. Yazlık balkonunuzda, tatil için gittiğiniz memleketinizde, aile-akraba-dost sofralarında kısacası kalabalık yemeklerde serelim tabağın çanağın altına ahvalimizi gönlümüzce. Hatta soframızın tüm bileşenleri isterlerse kendi hayat görüşlerine uygun gazeteyi sarsın güzel bir medya mix yapalım. Böylece hem yankı odalarımızın dışında neler olup bittiğini öğrenelim hem de gittikçe körelen okuma alışkanlığımızı bir nebze olsun geri getirmişiz gibi bir şey olsun. Ne bileyim ya, deneyelim ve yaşayalım derim naçizane…….
Simge Pınar
Elena Ferrante’nin Napoli serisine bir yaz günü başlamıştım, günlerce hiç durmadan seriyi okuduğum o yazı çok keyifle hatırlıyorum. Bu tatil için planım Napoli romanlarından uyarlanan HBO yapımı My Brilliant Friend dizisini izlemek. Romanları kadar övüldüğünü görüyor ve pek meraklanıyorum.:)
Hakan Bıçakcı
Podcast: Jack Talks by Jack Lives Here
Gülşah Güray ve Kanat Atkaya’nın hazırlayıp karşılıklı sohbet havasında sundukları, her bölümde bir grubu, müzisyeni, türü, akımı veya müzikle bağlantılı konuyu ele aldıkları seri. Hakkında her şeyi bildiğini sandığın konularda bile yeni ve heyecan verici bir şeyler öğrenme garantili.
YouTube: Kutlukhan Kutlu ile Hayal Mahmuru
YouTube’daki en sevdiğim kanallardan Kutsal Motor’un en sevdiğim serisi. Birikimlerini aktarma konusunda özel bir yeteneği olduğunu düşündüğüm sinema yazarı-çevirmen Kutlukhan Kutlu’nun her bölümde farklı temalar üzerine konuştuğu bir program. Odakta sinema var ama Kutlukhan Kutlu baş döndürücü bir kurguyla daldan dala atlıyor. Edebiyattan mitolojiye, popüler kültürden dilbilime uzan ilham verici bir akışla. Şimdiye kadar 16 bölüm yayınlandı. Hepsini tavsiye ederim.
Dergi: Naber
Kapanan dergi haberleriyle kederlenmeye alışmışken, Naber dergisinin uzun bir aradan sonra basılı formatta geri dönmesiyle çok mutlu olduk bu senenin başında. Umut Sarıkaya en sevdiğim, en çok güldüğüm mizahçılardan. Düzenli olarak yayımlanan bir dergi değil Naber. Sabırla beklemek gerekiyor ama her seferinde buna değiyor.
Kitap: İthaki Yayınları’nın “Japon Klasikleri” serisi
Nefis bir edebiyat serisi. İçeriği ayrı, kapak tasarımları ayrı güzel. Bu kapsamlı seriden bir kitap seçmem gerekirse Aynalar Cehennemi ve Diğer Öyküler derim. Bu kitaptan bir öykü seçmem gerekirse de “İnsan Koltuk” derim.
Film: The 4th Man (1983)
Filmografisi çok alakasız ve çok iyi filmlerle dolu Paul Verhoeven’ın Hollywood’a açılmadan önceki, erken dönem filmi. Çok acayip bir paranoya klasiği. Ton açısından çağrışımlar: Jacob’s Ladder, After Hours, Obsession, The Conversation, Eyes Wide Shut, The Tenant ve yönetmenin daha sonra çekeceği Basic Instinct.
Dizi: How To with John Wilson
Belgesel-komedi türündeki bu mini-diziyi çok geç keşfettim. Uzun zamandır bu kadar kafa açıcı, hayranlık uyandırıcı, aynı anda bu denli acıklı ve renkli olabilen bir şey izlememiştim. Başka türlü bir yetenek.
Okan Urun
Bisiklet aslında çocukluktan beri hayatımda. Bir dönem Fransa’da yaşarken ulaşım aracıydı benim için. Sonra İstanbul’a dönünce motorlu araçların üzerime sürmesinden ve sadece sahilde kullanmayı içime sindiremediğimden ara verdim. Pandemiden bir süre önce yeniden bir bisikletim oldu ve trafiğe rağmen kullanmaya başladım. Pandemide daha hafif yeni bir bisiklet aldım ve neredeyse bomboş İstanbul caddelerinde süzülmenin enfesliğini yaşadım. Bir daha öyle bir rahatlık olmaz herhalde. Şimdi kentin keşmekeşi geri döndü ama ben sahilde de binme fikri ile barıştım. Bu arada sanki İstanbul’da sürücüler de biraz daha dikkat etmeye başladılar bisikletlilere. Özellikle Kadıköy’den başlayıp nerdeyse Tuzla’ya kadar uzanan yolda sürmek, kafamı boşaltmaya yarayan yegane şey. Canım bisikletim, tek mal varlığım:) Not: Kask takmayı unutmayın.
Deniz Taşar
Dahmer ve Selling Sunset arasında geçen Netflix seyir zevkimin lüks ve şatafatla bir ucuna, gerilim ve polisiyesiyle diğer ucuna dayanan tam orta yerinden; başkalarıyla sohbetlerimden radarlardan kaçmış olabileceğini fark ettiğim bir dizi önerisiyle geliyorum size. Epey önce izlemiş olsam da ‘ne izleyeyim?’ sorusuna en çok verdiğim cevaplardan biri Quicksand (Bataklık). Bir okuldaki silahlı saldırıyla başlayan ve olayların gelişimini takip ettiğimiz, 2019 yılından, sürükleyici bir İsveç dizisi. Platformlardaki tüm gerilim – polisiye içeriğini yutar gibi izleyenlere önerimdir.
Kuzeye gitmişken, Norveç’ten Sick of Myself (İlgi Manyağı) önermeden gitmek istemem. Konusu ve kurgusuyla oldukça enteresan bu 2022 yapımı, ilgiye açlığın kara mizahla bezeli toksik bir tanımını bir ilişki üzerinden çok güzel anlatıyor. Orijinal adı, Syk Pike, keşke sadık kalınıp “Hasta Kız” olarak çevirselermiş ve konunun detaylarını izleyinin keşfine bıraksalarmış diye de düşünmeden edemedim. İngilizce isminde de bambaşka bir yorum katılmış, kelime şakası da var, severim, fakat en sadesi en güçlüsü olurmuş ve olmuş diye düşünüyorum.
O hâlde bir de Danimarka diyelim ve üçlüyü tamamlayalım. İlgilisinin çoktan izlemiş olduğuna emin olduğum ama yine de bazı sinemaseverlerin gözünden kaçmışsa diye önermek istediğim bir Lars von Trier – Jørgen Leth ortak çalışması The Five Obstructions (Beş Engel). Aynı zamanda İsviçre ortak yapımı bu 2003 belgeseli, izleyiciye film içinde film deneyimini sonuna kadar yaşatırken sinemaya, çözüm üretmeye ve yaratıcı düşünceye dair inanılmaz bir perde arkasını da gümüş tepside sunuyor.
Hayatımda bu aralar iyice artmış bir İskandinav etkisi olduğu bir gerçek, ben bunu Duolingo’da Norveççe öğrenerek taçlandırıyorum. Telefona ne yazık ki son zamanlarda çok bağlanmış biri olarak kendimi, ne kadar uzun süre yaparsam yapayım, sadece iyi hissetmemi sağlayan eğlenceli ve işe yarar bir alışkanlığım oldu. Nazar değmesin, aralıksız 305. günümdeyim, sizi de yanıma beklerim.:)
Onur Ünsal
Çok sevgili Bant Mag. okuyucuları. Bana bir ay önce tavsiye edilen ve içinden çıkamadığım bir YouTube programını kulaklarınıza fısıldamak istiyorum. Lex Fridman denen muazzam bir arkadaş teknoloji ve bilimin tüm öncülerini davet edip çıldırasıya güzel sorular sorduğu bir seri yapıyor. 400’e yakın bölümü var ve hepsi en az üç saat. Aklınıza gelebilecek herkes ve aklınıza hiç gelemeyecek her soru orada. Kara kuşak karateci arkadaşımızın bu bilgi yelpazesine mi şaşırırsınız, konukların demeçlerine mi, bizi bekleyen teknolojiye mi, açılan perspektiflere mi, orası sizde. muk!
Binnaz Saktanber
Çilingir Sofrası (Gain)
Herkesin böyle bir hikayesi vardır. Unutulmayan bir ilk aşk, kapanmamış kapılar, yıllar sonra sorulan hesaplar… Buna bir de Türkiye’de kuir olmanın ağırlığını ekleyin. Sonra alın bu ihtimalleri bir çilingir sofrasına davet edin… Son yıllarda izlediğim en yalın, gerçekçi ve evrensel hikâyelerden biri Çilingir Sofrası. Mutlaka izleyin.
Efe Tunçer
Kitap: China Miéville – Ekim
YouTube kanalı: Crash Course
İnsan yaz sıcağında güzel bir sahilde güneşlenirken neden Ekim Devrimi ile ilgili bir kitap okusun? Virginia Woolf’un dönem Rusya’sı ile ilgili şu tanımlaması için belki de: “Burası gün batımlarının daha uzun, gün ağarmalarının daha âni olduğu ve cümlelerin, en iyi şekilde nasıl sonlandırılacağı hakkında duyulan şüphe yüzünden, yarım bırakıldığı yerdir.” Hepimiz bazen böyle hissetmişizdir ve Philip Roth’un dediği gibi, yaşanırken beklenmedik gelen olaylar, bittiğinde kaçınılmaz gelir. Herkese iyi tatiller!
Sinanılmaz
Quentin Dupieux’nün (Mr. Oizo) filmlerini kesinlikle öneririm. Absürt bir dünyanın içerisinde çok ısrarlı bir gerçekçiliği var. Ayrıca müziklerini de öneririm. Ama filmlerini daha çok öneririm. Zaten filmlerinde müzikleri de var. İyi günler.
Cem Dinlenmiş
Film: The Blue Velvet, David Lynch. Back to the Future esintili karanlık bi rüya.
Dizi: How to with John Wilson, HBO’dan. Tatlı ve şiirsel bi format, John sanki arkadaşım gibi.
Mekân: Yıldız Korusu, Müvezzi Caddesi tarafında boğaza bakan banklar.
Yemek tarifi: Patatesli deniz börülcesi salatası, biraz bergama tulumu, zeytinyağı, limon, sarımsak.
Albüm: Os Mutantes’in 1968 tarihli kendi adını taşıyan ilk albümü. Rita Lee (1947-2023) huzur içinde uyusun.
Kitap: 2666, Roberto Bolaño, Pegasus Yayınları’ndan. Bolaño’nun yazdığı her şeyi tavsiye ederim, ölümünün üstünden 20 yıl geçmiş olması ne acayip.
Çizgi roman: ve Sinem 3. CİLT, İthaki Yayınları’ndan. Cihan Kılıç’ın Uykusuz’da yayımlanmış süper serisi.
Oyun: Eastward, nefis grafikli piksel art macera, PC ve Mac uyumlu.
Tiyatro/performans: Deniz Göktaş’ın gösterisi, Ses Tiyatrosu’nda bi başka.
Alışkanlık: Roberto Bolaño okurken Os Mutantes dinlemek.
Podcast: Açık Radyo, Açık Bilinç. Hiç sıkılmadan merakla dinlediğim Güven Güzeldere klasiği.
Hande Sönmez
Bu aralar podcast olarak Ortamlarda Satılacak Bilgi’yi çok dinliyorum. Didaktik olmadan öğretici, cool gözükme kaygısı yok, anlatım dili yumuşak. Özlemişiz… Ayrıca henüz üç bölümü yayınlandı ama Aykut Sezgi Mengi ile Konuş Onunla’yı da çok sevdim. Buradan Sezgi’den ricam olsun; lütfen devam edin. Hande Kuday ile kadın mücadelesi konuştuğu bölümü ayrıca çok sevdim.
YouTube kanalı olarak drama pasta’yı çok seviyorum. Âdeta “anti Beyaz TV” olarak doğmuş nefis bir kanal. Magazini bu bakış açısıyla dinlemek iyi hissettiriyor.
Ayrıca İstanbul’da yaşayanlar için Pera Müzesi’ndeki Zamane İstanbulları sergisini de çok tavsiye ederim. İstanbul’un bugününe serginin sunduğu perspektiften bakmak bambaşka bir perspektif kazandırıyor. İstanbul’a bakış açımızın gittiğimiz 3-4 semtle sınırlı kalmaması açısından kıymetli bir sergi.
Son olarak film (tamam çok kişisel ama söylemeden edemeyeceğim) tavsiyem ise tabii ki Çilingir Sofrası. Aldığı ödüllerden ve benim filmle olan bağımdan bağımsız olarak diyebilirim ki nefis yazılmış ve oynanmış bir film.
Umur Çağın Taş (Oscar Boy)
Dizi: The Other Two
Ünlülük müessesesi ve anaakımda kuir kimliklerin gördüğü muameleyle alakalı daha komik bir şey üretilmeyecek muhtemelen. Üçüncü sezonu da fişek gibi.
YouTube programı: Hot Ones (First We Feast)
Dünya ünlüsü isimlere aşırı acı ürünler yedirmek ve onlara kariyerleri boyunca hiç duymadıkları özende sorular sormak kimin aklına geldiyse alnından öpmeli.
Podcast: Las Culturistas
Fire Island’dan tandığımız Bowen Yang ve Matt Rogers’ın “kültür” hakkında sınırsız gullüm yaptığı, ünlü konuğu bol bir kanal. Michelle Yeoh’lu bölümü zirve noktası.
Da Poet
JPEGMAFIA & Danny Brown – SCARING THE HOES.
Son yıllarda dünyada rap müzikte özgün bir sound bulabilmek, samanlıkta iğne aramak kadar zorken SCARING THE HOES, birbirinin kopyası ve anlık tüketim ihtiyacına yönelik işlere çekilmiş 14 şarkılık bir orta parmak. Girift, sert ve ufuk açıcı. Son zamanlarda bana en çok ilham veren albüm oldu.
Melikşah Altuntaş
Şu sıralar gündemi takip etmek durumunda kalmak ve çok yoğun bir negatif güncele maruz kalmak nedeniyle olsa gerek, 2000’ler başında izleyip dinlediğim, okuduğum şeylerin konforlu alanına sığındım. Örneğin her sabah YouTube’dan bir bölüm 7 Numara izleyerek güne başlıyorum ve gün içinde bir bölüm Gilmore Girls’üm de muhakkak oluyor. Bir dönemimi kurtaran genç yetişkin romanlarından bir tanesini de her ayıma sıkıştırmaya çalışıyorum. Örneğin en son İskandinav edebiyatından Şakalar Kraliçesi’ni okudum. Buruk bir büyüme öyküsüydü ama bana iyi geldi.
Dilan Balkay
Bu sıralar döndürüp döndürüp dinlediğim iki albüm var; ikisi de 2021’de yayımlandı aslında ama benim tam şimdimin eşlikçileriymiş. İlki Panam Panic’ten Love of Humanity. Kanımı kaynatan, “stank face” yaptıran, her dinlediğimde başka bir tat aldığım bir albüm. Dinlerken ellerim kaşınıyor, müzik yapasım geliyor. Diğeriyse Yebba’dan Dawn. Yayımlandığı yıl da çok severek dinlemiştim ama gitgide daha da büyüdü bende. Dönem dönem albümdeki favorim değişiyor. Bu ara en çok “Boomerang”i seviyorum sanırım. Tatilde akşamüstü sakinliğine çok yakışır bir albüm bence Dawn.
Korgün Akgün
Hem anlatım tarzı hem çizim tekniği hem de işlediği konusuyla derinlemesine etkileyen bir kutsal kitap manga serisi LONE WOLF and CUB.
Rahat çizimleri ve seçilen kadrajların muhteşemliğinin yanı sıra karakterlerin Cannes’lık oyunculuğu her çizer için ders niteliğinde; bütünlemeye mecbur bırakan bir ders, hatta okulu bıraktıran o ders.
Ayrıca girdap gibi içine çeken duygu yoğunluğu da herkesin kaldırabileceği bir yük değil; nem havada mı gözlerimde mi, ayırt etmesi zor.
Kaan Karsan
Film: Showing Up (Yönetmen: Kelly Reichardt)
Hayatın bütün işleyişinin belirleyicisi olan rutin duygular üzerine olabilecek en derinlikli filmleri yapmaya devam Kelly Reichardt’ın yeni filmi, özgüven sancılarıyla kıvranan bir sanatçının birkaç gününe odaklanıyor. Önceki filmindeki inekten sonra bu kez de yaralı bir güvercini filmine davet ediyor ki o güvercin başka de bir dünyanın kapılarını açıyor. Öncekine benzeyen ama detaylarda farklı bir dünyanın…
Dizi: Mrs. Davis (Yaratıcıları: Damon Lindelof & Tara Hernandez)
Modernitenin kanıksanmışlıklarını aşırılıklarla yıkan ve geride kalan enkaz aracılığıyla da hikâyeler anlatan metinlerin sayısı gün geçtikçe çoğalıyor. Southland Tales, Under Silver Lake, White Noise, Beau Is Afraid gibi filmlerden sonra Mrs. Davis de bir 21. yüzyıl tezi gibi. Algoritma ve tanrı arasında kalmış bir rahibe olan baş karakteri de bütün gerçeküstücülüğüne karşın aslında tam bir günümüz karakteri.
Mekân: Ankara
Şaka gibi ama tam değil de. Geçen ay Uçan Süpürge sebebiyle Ankara’da bir hafta geçirdim. Seçim sonrası yapmak için harika bir aktiviteydi korkularının üstüne gitmek. Şaka bir yana ne yapacağını bilirsen ve azıcık kafasına girersen güzel şehir. İstanbul’a dair bir özlem uyandırdığı doğru (bu da bir İstanbulluya iyi geliyor) ama bence bu Ankara’ya dair negatif bir sebepten kaynaklanmıyor.
Albüm: Sparks – The Girl is Crying in Her Latte
Sparks’ın yeni albümünün sürprizlerle dolu olması bir sürpriz değil. Grubun kendine özgü mizahı, melankolisi, incelikli müzikal fikirlerle buluşmaya devam ediyor. “The Girl is Crying in Her Latte, Take Me For A Ride” ve “Nothing is As Good As They Say It Is” başta olmak üzere en az birkaç şarkının ‘best of’ potansiyeli var bence. Yıl boyunca en çok dinlediğim albüm muhtemelen bu olacak.
Kitap: The Zone of Interest – Martin Amis
Jonathan Glazer’ın bu yıl Cannes’da olay yaratan ve merakla beklediğim filmine kaynaklık eden bu roman Türkçede maalesef bulunmuyor. Meselesi gereği “tatlı” bir yaz tavsiyesi de diyemem ama karanlığın pek çok tonunda gezinen rahatsız edici bir okuma tecrübesi olarak gerçekten çok çarpıcı olduğunu söylemeliyim.
Oyun: Diablo IV
Son günlerde düzinelerce saatimi bu iblislerle dolu fantezi dünyasına feda ettiğimi ilk kez itiraf edebiliyorum. Level 60’larının başında, yolun yarısında, özünde iyi bir Necro’ya cömertçe hayat(ımı) veriyorum. Bunu tavsiye ya da tedbir olarak alabilirsiniz.
Podcast: Succession Podcast
Succession çılgınlığı biterken geriye kalbi kırık Roy çocukları, kırık dökük hayaller, her şeye rağmen ultra bir zenginlik, kendini feci hırpalamış bir Jeremy Strong ve bir TV başyapıtı kaldı. Her bölüm sonrası dizinin yönetmenlerini, senaristlerini, oyuncularını davet ederek yapılan podcast bölümlerini dinlemek de diziyi izlemek kadar keyifliydi.
YouTube Kanalı: Volkşov
Volkşov’un üç üyesi an itibariyle başka işlerine odaklanmış durumdalar. Fakat biz izleyicileri Volkşov’u her ortamda usanmadan övmeye devam ediyoruz. Çünkü bir kişinin daha Volkşov izlemesi bir kazanımdır. Muhitleri, mahalleleri birer kültür gurmesi gibi yaşayan ve yaşatanların bu cüretkâr vlog serisi hiçbir zaman eskimeyecek.
Sezen Sayınalp
YouTube Kanalı: Letters Live
Bugüne kadar hayranlık müessesesi sayesinde birçok filmle, kitapla, oyunla tanıştım. Bunlar arasında en ilgimi çeken Letters Live adlı etkinlik oldu. Benedict Cumberbatch’in de ortak yapımcılarından biri olduğu Letters Live’a Simon Garfield’in To the Letter’ından ve Shaun Usher’ın Letters of Note’undan ilham almış bir mektup okuma etkinliği diyebiliriz. Çeşitli tarihlerden çeşitli isimlerin mektuplarını ünlü isimler sahnede -neredeyse- canlandırarak okuyorlar. Letters Live’ın YouTube kanalında bu etkinliklerden video kayıtlarına da yer veriliyor. Mektupları seslendirenler arasında kimler yok ki! Olivia Colman, Benedict Cumberbatch, Keegan-Michael Key, Oscar Isaac, Miriam Margolyes bu isimlerden bazıları.
Albüm: The Girl Is Crying in Her Latte (Sparks)
Sparks sevenler buraya! Şarkı sözlerinden sahne performanslarına, müziği ve mizahı harmanlayan Ron ve Russell Mael kardeşler her albümlerinde eşsiz bestelerine bir basamak daha ekliyorlar. Sparks’ın bu yıl çıkardığı albüm de yazı karşılıyor adeta. The Girl Is Crying in Her Latte hem albümün hem de çıkış şarkılarının adı. Bu şarkının klibi ise Cate Blanchett’in dansıyla daha da şenleniyor. 14 şarkılık albümün her şarkısı favorim diyebilirim.
Kitap: Budala (Elif Batuman)
Elif Batuman’ı The New Yorker’daki makaleleriyle tanımış, röportajlarıyla hayran kalmış ve haberini alır almaz da ilk romanını beklemeye başlamıştım. Budala’yı (orijinal adıyla The Idiot) Batuman’ın otobiyografik ögelerle biçimlendirdiği bir yeni yetişkinliğe adım romanı olarak tanımlayabilirim. Harvard’a yeni başlayan Selin’in hikâyesi hem iki ülkenin hem iki jenerasyonun hem yeni hislerin hem de birden fazla dilin bir arada gençlik heyecanını betimlemesine benziyor. Okurken o heyecana ve Batuman’ın hayata dair ayrıntılara kendi üslubuyla nasıl yaklaştığına tanık olacaksınız.
Stand-up: Kate Berlant: Cinnamon in the Wind
Son yıllarda hem komedi yazarlığıyla hem de oyunculuğuyla muhteşem işlere imza atan biri Kate Berlant. Özellikle stand-up’larındaki sahne kullanımı, şakaların biçimsel anlamda da nasıl yenilikler yaratabileceğinin altını çiziyor. Cinnamon in the Wind de onun sahne gösterilerinden biri. Bo Burnham’ın yönettiği bu siyah beyaz special, stand-up komedinin içeriği kadar bu içeriği oluşturan komedyenin sahnede kendi alanını nasıl biçimlendirdiğini de bizlere gösteriyor. Kate Berlant muhteşem bir metinle mizahını konuşturuyor.
Aylin Güngör
The Longest Mixtape – 1000 Songs For You
Aslında, 2015 yılından bir önerim var. Bu önerim benim de o yıl koca yazımı kurtarmıştı. Hâlen de çok değerlidir. Caribou ya da Daphni olarak da bildiğimiz Dan Snaith’in “Longest Mixtape”i!
Müzik zevkine en çok güvendiğim ve beğendiğim müzisyenlerden biri olan Dan Snaith’den bir hazine, bir müzik ziyafeti bu. 1000 parçalık, tüketmesi zor ama çok keyifli bir dünya…
Kendi deyimiyle müzikler üzerinden hayatının hikâyesi olan bu 1000 şarkılık playlistte çok farklı dünyalara, ortamlara ve hislere gidebiliyorsunuz. Bu sebeple karışık dinleyin demiş öneri olarak. Belli bir sırası yok. YouTube’da dizili şekilde paylaşmış. Ama bu listeyi uzun uğraşlarla Spotify’a, SoundCloud’a vs koyanlar ve liste hazırlayanlar da mevcut!
Ben buraya kendi paylaştığı şekliyle YouTube linkini bırakıyorum.
Ve de paylaşırken böyle de bir not yazmış zamanında:
NOTE: PLEASE LISTEN TO THIS PLAYLIST ON SHUFFLE.
The last few years of my life have been incredible, thanks in large part to all of you – so I’ve been thinking of how to say thank you.
As you can imagine, music has been a central love of my life since I was a teenager and over the years I’ve been introduced to a lot that has stayed with me. I’ve collected the majority of that music here – and I thought sharing it with you seemed like one way I could say thanks.
I’m sure some things are under-represented or over-represented, but roughly speaking this is a musical history of my life. Of course a lot of this music has come to me through my friends – thank you to Koushik, Kieran, Jeremy, Gary, Brandon, Jason, Sam, Ketan, Ryan, Toby and many others…
Also, please share music with me that you think I would like but is not included here, in the hope this becomes a dialogue rather than a monologue.
I suggest you listen to this on shuffle as I made no attempt to sequence these tracks – I just entered them as I browsed along the shelves in my record collection. If you see dead links or duplicate songs please tweet me @caribouband.
I hope you find something to enjoy here. Thanks,
Dan
The Forsyte Saga (2002)
Bu önerim, İngiliz dönem dizilerini sevenler için! Özellikle de dışarıda sıcak yaz yaşanırken biraz dramatik, kasvetli dünyalara dalmayı tercih ediyorsanız … 2002 yılından, zamansız güzellikte, sofistike anlatımıyla, türünün severleri için altın niteliğinde bir dizi bu.
Forsyte ailesinin yıllara yayılan ve üç jenerasyonun yürek burkan hikâyesi. Ama öyle böyle değil, hikâye bir Türk dizisinden bile daha dramatik olabiliyor. Çok etkileyici oyuncular var. Benim ilk Homeland’de karşıma çıkan Damian Lewis kariyerinin ilk yıllarında… İngiliz dizilerini seviyorsanız oradan tanıyabileceğiniz Gina McKee (Bodyguard, Line Of Duty, Missing…), Ben Miles (The Crown, The Capture, Black Mirror…) , Rupert Graves (Emma, Sherlock…) gencecik versiyonlarında.
Tek sorun dizinin ülkemizde yasal bir yuvasının olmaması. Diziyi bir yerden bulup izlemiştim, bu konuda bol şanslar. Pişman olmayacaksınız. Tema müziğini de ayrıca seveceğinizi düşünüyorum.
Vokalsiz versiyonu
Vokalli versiyonu.
Sadi Güran
Yunus Emre Şahin’in kendi yazıp oynadığı, Nezaket Özlem Dede’nin yönettiği Yeni bi seçenek yok dimi?; kısa, içine alıp asla bırakmayan çok etkileyici bir oyun. Farklı yerlerde oynamaya devam ediyorlar. Oynadıkları mekâna uyum sağlayan, genç, bağımsız tiyatronun güzel örneklerinden. Yakalayıp izleyin derim. Ben iki kere yakaladım.
J. Hakan Dedeoğlu
Ben olsam tatilde içinde kaybolacağım, yepyeni ve uzun bir serüvene atılmak isterdim. Bunun da en iyi yolu kendinize göre iyi roman bulmaktan geçiyor. Tavsiyem, henüz okumadıysanız Saygın Ersin’in Yedi Kartal Efsanesi serisine başlamanız. Yani tabi fantastik edebiyattan hoşlanıyorsanız. Pek benim kalemim değil deseniz bile bence Yedi Kartal Efsanesi’ne bir şans verin derim. Hem Anadolu efsanelerinden, hem popüler kültürden beslenerek nefis bir harman yakalıyor Saygın Ersin. Serinin şu an üç kitabı var. Üçüncüsü daha yeni çıktı, dördüncüsü de yolda. Tatilde üç kitap nasıl bitireyim derseniz de peşinize bırakmam, yine Saygın Ersin’den Pir-i Lezzet’i öneririm. Hem dizi hakları da satıldı, ekranlara gelmeden okuyun. O da ayrı bir güzellik. Kısa tutuyorum. Kitapların konularına girmiyorum.
Son bir öneri olarak da… Tatil yeni müzikler keşfetmek için nefis bir zaman. Ben mesela ara ara yeni müzikleri keşfetmek için dünyada düzenlenen, gidemediğim festivallerin line-up’larına bakıyorum. Bilmediğim grupları açıp dinliyorum. Ağıma baya güzel gruplar da takılıyor. Yaz boyu dolu dolu festival var. Açın bakın, merak ettiklerinizi dinleyin. Birkaç festival bırakayım buraya, onlarla başlayabilirsiniz: Fuji Rock (Japonya), Off Festival (Polonya), End Of The Road (İngiltere), Beaches Brew (İtalya), Sideways (Helsinki), Ypsigrock (İtalya)…
Yağmur Ruken Kahraman
Kaybolma Kılavuzu – Rebecca Solnit
Efil efil yaz sıcaklarında yavaşlama ihtiyacı olanlara, yürüdüğü patikaları şöyle bir gözden geçirip yenilerine açılacaklara sırt sıvazlama seansı tadında bir kılavuz.
İmtiyaz Yahut Cici Kızlara Bir Roman – Sezen Ünlüönen
İmtiyazlı ya da cici kız olmaktan uzak olanlara; Nergis’in iç sıkıntılarından neşesine açılan tebessümü garantili, yer yer kahkahası muhtemel, yaz dizisi tadında su gibi akan bir eşlikçi yahut büyüme hikâyesi.
Elif Öz
Dizi: Human Resources
Big Mouth’taki hormon canavarlarına yenileri ekleniyor ve Human Resources’ta bu çılgın canavarların kendi evrenlerindeki ofis hayatını izliyoruz. Spin-off’u da en az Big Mouth kadar müstehcen, komik ve zekice yazılmış. Haziran başı ikinci sezonu geldi ve yarım saatlik bölümleriyle hemencecik izleniyor.
Dizi: Shrinking
Komedilerden tanıdığımız Jason Segel yine komedi unsurları da bol bu dramda eşini yeni kaybetmiş terapist Jimmy’yi canlandırıyor. Hata üstüne hata yapan karakterimiz bir şekilde işleri yoluna sokmanın bir yolunu da buluyor hep. İkinci sezonunun geleceği kesinleşen dizinin en büyük sürprizi ise yine terapist rolünde karşımıza çıkan Harrison Ford!
Şarkı: Mazzy Star – Halah
Grubun debut albümünün açılış şarkısı, yazın melankolik hislerden kurtulamayanlar için sıkı bir throwback. Kalbiniz kırık olsa da olmasa da dinleyip dinleyip uzaklara dalmaya davet ediyor “Halah.”
YouTube: Roundtable’lar
The Hollywood Reporter ve Los Angeles Times’ın YouTube kanallarında bulabileceğiniz, sezonun gözde oyuncularının bir masa etrafında toplanıp ya röportajcı tarafından yöneltilen soruları yanıtladıkları ya da birbirlerine sorular sordukları bir konsept. Farklı dizi ve filmlerden oyuncuların birbirlerine hayranlıklarını ve etkileşimlerini çok da nadir görmediğimiz için epey eğlenceli videolar çıkıyor ortaya.
İlayda Güler
Tren Rayları – John Berger & Anne Michaels (KETEBE)
Bu yalnızca bir kitap değil; -muhtemelen- her birini dinmez bir merakla çevireceğiniz 64 sayfada sizi yumuşaklıkla, güvenle saracak, içinizi ferahlatacak bir sığınak aynı zamanda. Anne Michaels ile John Berger’ın, “kavuşmanın ve vedanın her çeşidine şahitlik eden” kimi tren garları ve etraflarında olup bitenler hakkındaki kişisel ve toplumsal hafızaları yokladığı diyaloglarına Tereza Stehlíková’nın türlü orman manzaralarını derleyen fotoğrafları eşlik ediyor Tren Rayları’nda.
Oportünizm, özensizlik, sevgiyi bireyselliğe indirgemecilik, öteki’ni anlama gayretinden vazgeçiş, bitmek bilmeyen kaygılar ve aceleciliğin kontrolündeki zamane yaşantılarının sırtınıza yüklediği kronik yorgunluk bir nebze hafifleyecek bu kitabı okuyunca. Binlerce kilometre öteye uzanan rayları takip ederken; Anne ve John’un birbirine uzak yollarda besleyip büyüttükleri aşklarıyla gülümseyecek; yer değiştirip değiştirmemiş olmanız fark etmeksizin, belki bu tatilde etrafınıza “bir şeyleri hatırlamak için” bakacaksınız siz de. Sevgiyle 🍃
Cem Kayıran
Tatilde evdeyim. Ama bir yere gidecek olsaydım, Brian Chippendale’in şamatalı tavan arası stüdyosuna gitmek isterdim. Ansızın şöyle bir şeyle çarpışıp sistemi resetlemek iyi olurdu. Sonra çizgi roman eskizlerini karıştırır, yeni tişört tasarımlarından gözüme kestirdiklerimi çantaya atar ve çok geç olmadan eve dönerdim. Pardon sayın Chippendale, bozuk PlayStation tam altı ay sonra tamir edildi.
Deniz Bankal
Duval Timothy – Meeting with a Judas Tree
Kendrick Lamar dinlerken “kim çalıyor bu piyanoyu?” diyerek albüm kredilerinden öğrendiğim Duval Timothy son yıllarda en çok etkilendiğim isim. İkinci albümü Meeting with a Judas Tree birkaç ay önce yayımlandı. Mahler’den cırcır böceklerine kadar birçok tanıdık sese ve hisse temas eden bu albüm, tatilde benim gibi şehirde kalanlara zihinsel bir kaçamak imkânı sağlayabilir.
Zeynep Naz Günsal
The Secret to Superhuman Strength / İnsanüstü Gücün Sırrı, Alison Bechdel
BilgeSu yayınlarının Türkçeleştirdiği, kuir ikon denebilecek devrimsel çizgi romancı Alison Bechdel’in benlik, bağımlılık, insan vücudunun sınırları ve ölümlülük gibi temaları irdeleyen üçüncü otobiyografisi. Envai çeşit spor dalının yanı sıra terapiyi, bekaret yeminini, çok aşklı olmayı denediği yolculuğunu aktaran kitap, Bechdel’den beklendiği ölçüde komik ve aydınlatıcı.
1982’de Recreational Records etiketiyle yayımlanan bu nadide tekli, kalabalık olduğu kadar gizemli ekibin tek bilindik işi. Maximum Joy, Blue Aeroplanes, Rip, Rig and Panic gibi isimlerle 80’ler Bristol müzik sahnesinin önemli kadrolarından olmuş Scream + Dance’in “In Rhythm” ve “Giacometti” parçaları deneysel, fazlasıyla eklektik ve tüm yaratıcılıklarıyla insanı kıpır kıpır eden nitelikte. Teklinin iki parçasının 12’’ versiyonlarının yanı sıra “In Pink and Black” parçasını içeren kısaçalar versiyonu da bulunmakta.
Merdan Çaba Geçer
Dizi: Finding Your Roots
Tarih profesörü Henry Louis Gates Jr.’ın hem işin mutfağında yer edindiği hem de sunuculuğunu üstlendiği Finding Your Roots; DNA arşivleri ve yazılı kaynaklar taranarak, ünlü isimlerin kendi soy ağaçları hakkındaki sırları keşfetmesini sağlayan bir belgesel serisi. Üstelik dokuz sezonu devirdi bile!
Bir bölümde Edward Norton, Pocahontas’ın 12. kuşaktan torunu olduğunu fark ediyor; bir başkasında Scarlett Johansson, büyük amcasının Varşova Gettosu’nda hayatını kaybettiğini öğrenip gözyaşlarını tutamıyor. Julianne Moore ile Marisa Tomei uzaktan akraba çıkıyor, soyunun köle tacirlerine dayandığını öğrenen Ben Affleck özür diliyor, Julia Roberts’ın aslında başka bir soyisim taşıması gerektiği anlaşılıyor… Uzmanlardan oluşan ekibin, araştırılacak her konuk için yüzlerce saat mesai harcadığı nevi şahsına münhasır program; tarih ile magazinin pek alışık olmadığımız kesişim kümesinde.
Film: Rumba
Hem yaz aylarına girmiş hem de uzunca bir tatile başlamışken, öneri için oyumu bir “konfor filminden” yana kullanacağım: Fiziksel komediyi simetrik kompozisyonlar, stilize bir görsellik ve harika Latin danslarıyla bir araya getiren Rumba.
Kabare geçmişleri olması çok da şaşırtıcı gelmeyecek Fiona Gordon ve Dominique Abel ikilisinin hem başrolde konumlandığı hem de Bruno Romy ile yazıp yönettiği yapım; gündüzleri bir ilkokulda öğretmenlik yaparak, akşamları ise Latin dans yarışmalarında hünerlerini sergileyerek mutlu mesut yaşayan tutkulu bir çiftle tanıştırıyor bizleri. Ta ki bir araba kazasının Fiona’nın bacağına, Dominique’in ise hafızasına mâl oluşuna kadar… Bu ne çeşit bir konfor filmi derseniz, zaten bence Rumba asıl gücünü, en masum anlarında bile kara komediye zahmetsizce geçiş yapabilmesinde alıyor. Jacques Tati veya Buster Keaton filmlerine gönül vermişlere de özellikle tavsiyedir.
Esin Çalışkan
Çocuk kitaplarının kendilerinden başka bir şeye ihtiyacı var mı, sanmıyorum. Ama bence yetişkin hâllerimizin epey var. Kelimelerden yeterince bıkınca mutlaka kapısını arşınladığım bu nadide parçalardan biri birkaç gündür başucumda: Ördek, Ölüm ve Lale.
Kendimi yalanlıyor gibi görünme riskini göze alıyorum. Bu sıralar içinde zevkle dolandığım zamanımı puf etme aracım: Dangerous Minds.
Ezgi Oğraş
Falan / OnlyCans
Komedyen Deniz Özturhan, Eda Özyurt, Hande Yögen ve Tuba Ulu hazırladıkları OnlyCans isimli YouTube serisinde kendi tabirleriyle canları ne isterse onu konuşuyor. Ortalama 40 dakikalık bölümlerde farklı konuları mizahlarını katarak eşeliyor. İlişkilerden gündelik yaşamlarına uzanan sohbetlerinde bolca kahkaha eşlikçi.
Asena Büyük
Ekipten arkadaşım Esin’in bir İzmir ziyaretinde bana hediye ettiği Şehirdeki Küçük isimli resimli roman başucu kitabım oldu. Sydney Smith‘in poetik suluboya dünyası, Gonca Özmen‘in nefis çevirisiyle orijinal dilindeki ritminden hiçbir şey kaybetmemiş.
Gonca Özmen çevirisini gördüğümde, şiirlerini ne kadar çok sevdiğimi hatırladım ve yeniden başucu kitaplarım arasına yerleştirdim şiirlerini. Buradan hareketle iki tane de şiir kitabı önerebilirim: belki sessiz ve kuytumda.
Beni yazmaya teşvik eden şiirden başka bir şey değildi. Lise yıllarımda inanılmaz aç hisseden bir “şiir tüketicisi” olduğum zamanlarda tanıştığım Gonca Özmen’in şiirleri, suyu bir ayna gibi görüp içinize bakmanız için güzel bir fırsat.
Kiraz Mısırlıoğlu
Cuma / Çukurcuma
Çukurcuma’nın renkli sokaklarında saklı Cuma, günün her saati uğramak için ideal. Vegan ve vejetaryen opsiyonları ile kendine has lezzetler sunan restoran huzur, samimiyet ve gastronomiyi bir araya getiriyor ve etrafını çevreleyen antika eşya dükkânları ile tarihi günümüz değerleriyle buluşturuyor.
Tuvana Adalı
Jim Jarmusch’un biraz aylaklık, biraz absürtlük, bolca müzik ve muhabbet içeren, hem meditatif hem zihnin atıl kalmış köşelerine canlılık üfleyen, tamamen kendi temposu ve tuhaflığında ilerleyip açılan filmlerinin daimi hayranıyım. Tatil/dinlenme günlerine de boş ve durağan görünümlü bir vaktin içinde bir noktadan diğerine gitmenin muzip ve sade yollarını keşfetme ilhamı vererek güzel bir eşlikçi olabilir. Özgün karakterlerle tanışmak (ya da yeniden buluşmak) ve kendi özgünlüğünde rahatlamak için de birebir. Aralarından seçmek zor ama en güncel favorim Down By Law.
Jarmuschvari bir alışkanlık/aktivite önerisi olarak da şehirde tek başına, müzik dinlemeden ya da biriyle sohbet eşliğinde sadece yürümek için yürümek duyulduğundan daha ilginç olabilir. Büyük şehirlerin bugünlerde boşalacağını da tahmin ederek belki normalde kalabalık olan ve görece uzak bir mesafeyi plansızca, beklentisiz adımlamak; etrafa bakıp sesleri dinlemek şehirle yeni bir ilişki kurmaya ya da basit bir yolculuğa çıkmaya vesile olur.
Müzikle yürümek isteyenlere de bir şarkı: İçinde olunan herhangi durumu gizemli ve erotik bir tona büründürme potansiyeli taşıyan, Boozoo Bajou imzalı YMA.