tatu fly?: “Karanlık yolculuklar anlatıyorum”

Mehmet Fırıl’ın psikedelik çalışmalarından oluşan projesi tatu fly?, batı müziğinin enstrümanları ile doğu müziğinin makamlarını sentezliyor ve dinleyiciyi karanlık bir yolculuğa çıkarıyor. İlk ürünlerini 2001 – 2006 yılları arasında, farklı toplama albümlerde duyduğumuz tatu fly?, 2014’te ilk stüdyo albümünü yayınlamıştı. On üç yıllık bir demlenme sonucunda ortaya çıkan Somewhere Around Nowhere, kaybolmuş bir karakterin hikâyesini anlatıyordu. Beş yıllık bir sürecin ardından gelen Nomad ise karanlık atmosferi, görkemli sound’u, enteresan hikâyesi ve enstrümantal zenginliğiyle dikkat çekiyor. Albümle ilgili detayları Mehmet Fırıl anlatıyor.

Röportaj: Özgür Yılgür – Fotoğraf: Levan Uzbay

Beş sene sonra gelen yeni bir albüm. Araya bu kadar zaman girmesinin sebepleri nelerdi?

Mehmet Fırıl: Beş sene gerçekten çok uzun bir süre. Normal şartlarda yaptığım müziğin sürdürülebilir olması ve albümler arasında uzun aralar olmaması gerekirdi. Ancak Türkiye müzik endüstrisinde tatu fly?’ın yaptığı müziğin bir karşılığı olmadı maalesef. Bir plak şirketi ya da prodüktör olmadan, kendi imkânlarım doğrultusunda hazırladığım bir albüm oldu Nomad. İşin üretim ve kayıt kısmı kadar yönetim süreciyle de ilgilenmek durumunda kaldım. Bu yüzden iki albüm arasına beş yıl gibi uzun bir süre girdi aslında. Diğer yandan şartlar da beni böyle yönlendirdi. Yine hayatımı müzik yaparak kazanıyorum, fakat yaptığım diğer işler bazen tatu fly?’ın önüne geçmek zorunda kalıyor. Bunlarla birlikte tatu fly? ile konser veremediğim için bir küskünlük de yaşıyordum. Daha sonra Medea Kali oyunu için İstanbul Devlet Tiyatroları’na müzik yapmaya başladım. O epey bir zamanımı aldı, fakat yeni enstrümantal parçalar yazmama da sebep oldu. Nomad’in üretim sürecinin başlangıç noktası da o oldu zaten.

Peki albümün üretim süreci nasıl gelişti?

Aslında ilk albümden sonra (Somewhere Around Nowhere, 2014) yeni şarkılar üzerine çalışmaya başlamıştım ve kısa zamanda iki albüme yetecek materyal üretmiştim. Ancak zamanla kafamdaki sound değişmeye başladı. Medea Kali’nin müziklerini hazırlarken bir yandan da bu şarkılar üzerine çalışmaya başladım. Müzik endüstrisinin şartlarını bir kenara bırakıp albümü kendi yöntemlerimle kaydetmeye karar verdim. Parçaların büyük bir kısmını da kendim kaydettim. Sonra bu şarkıların sound’unu daha da zenginleştirmek için müzisyen arkadaşlarımın katkılarını almaya başladım. Cenk Erdoğan, “Black Sea” ve “Wall of Death” şarkılarında yaylı tanbur çaldı. “Odyssey”de Burak Ergenç gitarlarda bana eşlik etti. Ozan Erkan parçaların çoğunda gitarlarıyla yer aldı. Mert Alkaya davulları kaydetti. Çok eskiden birlikte çalıştığımız Gülüş Gülcügil Türkmen de “Nowhere” parçasında ufak bir vokal bölümüyle katkı verdi. Bir cümle de olsa ilk defa bir tatu fly? şarkısında vokal kullanmış olduk. Daha sonra Ozan Erkan ile miksi yaptık. Mastering ise Babajim’den Güven Ersoysal’a ait. Süreç bu şekilde tamamlandı. Bu albüm için bir diğer önemli isim de Evren Uysal aslında. Albüm onun plak şirketi Big Fat Mama Records aracılığıyla ilk önce dijital mecralarda yer alacak. Daha sonra plak olarak da dinleyiciye sunulacak.

“ASLINA BAKARSAN ENSTRÜMANTAL MÜZİK YAPMAK ZOR DEĞİL; ONA KULAK KABARTACAK KİTLEYE VE SAHNEYE ULAŞMAK ZOR.”

İki albümü arka arkaya dinlediğimde temel bir fark dikkatimi çekiyor. Somewhere Around Nowhere daha kişisel ve minimal bir çalışmayken, Nomad daha görkemli bir sound’a sahip. Bu albümle birlikte odağın biraz daha prodüksiyona ve atmosfere yoğunlaşmış gibi. Sen iki albüm arasındaki farklılıkları nasıl yorumluyorsun?

İlk albüm benim hikâyemi konu alıyordu. Her parçada hayatımla ilgili önemli bir dönemi anlatmaya çalışmıştım. “To My Son” oğlumu, “My Angel” eşimi, “Confrontation” da kendimle yüzleşmemi konu ettiğim şarkılardı mesela. Dediğin gibi daha kişisel bir albüm Somewhere Around Nowhere. Nomad’de beni etkileyen en önemli unsur Medea Kali oyunu oldu. Oyunun müziklerini yazarken tatu fly? için ilham aldığım çok şey vardı. Bu yüzden Nomad’in daha sinematik bir albüm olduğunu söyleyebilirim. Kullandığım enstrümanların çeşitliliği de arttı bu albümde. Buna bağlı olarak da daha büyük bir sound ortaya çıktı.

Ben de albümü dinlerken bir soundtrack dinliyormuş hissine kapıldım. Nomad’deki şarkıların hangi filmlere sound track olmasını isterdin?

Bu baya zor bir soru aslına bakarsan, ama aklıma ilk gelen Prometheus (2012) oldu. Oradaki karanlık anlatıma uygun bir atmosferi var Nomad’in. Biraz düşününce The Abyss (1989), Blade Runner (1982) ve Mad Max: Fury Road (2015) filmlerine de yakışabilir bu parçalar.

Bu albümün konseptini oluştururken Medea Kali oyunundan ilham aldığını söyledin. Hikâyenin seni etkileyen unsurları nelerdi?

Medea Kali, Laurent Gaudé’nin yazdığı bir oyun. Yunan mitolojisinden Medusa ve Hint mitlerindeki Kali arketiplerini harmanlayarak yarattığı bir Medea efsanesini konu alıyor. Zeynep Utku da İstanbul Devlet Tiyatroları için uyarlamış bu hikâyeyi. Aslında albümdeki konsepti tam olarak bu oyunun üzerine kurmadım. Hikâye beni çok etkiledi ve albüm için bir çıkış noktası oldu. Bunun üzerine Medea, Kali ve Medusa figürlerini yansıtan bir anti-kahraman yarattım ve onun karanlık, spiritüel ve zihinsel yolculuğunu anlatmaya çalıştım. Konsept, o kahramanın yolculuğu esnasında tanık olduğu hikâyeleri kapsıyor.

Hikâyelerini kelimeler yerine seslerle anlatmayı tercih ediyorsun. Kendini bu şekilde ifade etmeyi seçme sebeplerin neler?

Enstrümantal müzik epey sabır ve emek isteyen bir tür bana kalırsa. İnsanların baştan sona sabırla dinlemeleri, zaman ayırmaları ve içine girmeleri gerekiyor. Sözlü müzik dinleyiciye doğrudan bir mesaj veriyor. Bu Rage Against the Machine’in şarkı sözlerindeki gibi protest bir mesaj da olabilir, Beyonce’nin “Why Don’t You Love Me” parçasındaki gibi aşk acısıyla ilgili de olabilir. Anlaması kolay, hep bir ağızdan söylemesi kolay… Yeni nesil hemen nakarat duymaya güdümlü bir şekilde müzik dinliyor. Çok kafa yormadan, kolay anlaşılır sözlerle nakaratı ağızlarına sakız edebildikleri müzikleri dinlemeyi tercih ediyorlar daha çok. Diğer yandan enstrümantal müzik, dinleyen herkese farklı bir deneyim sunabiliyor. Daha polifonik ve zamansız olması gibi pozitif yanları da var. Ben kendimi kelimelerle pek ifade edebilen birisi değilim açıkçası. Kendi hikâyelerimi seslerle anlatmayı seviyorum, kendimi bu şekilde daha iyi ifade edebildiğimi düşünüyorum. Aslına bakarsan enstrümantal müzik yapmak zor değil; ona kulak kabartacak kitleye ve sahneye ulaşmak zor.

Senin ilk albümden sonra en çok yakındığın konu tatu fly?’ın müziğini kaldırabilecek bir sahne bulamaman ve bu yüzden konser verememendi. Nomad ile buna bir çözüm bulabildin mi?

Peyote bizim için bir mabet gibiydi, fakat koşulları sınırlıydı. İlk albümün çıktığı dönemde Karga ve Babylon dışında sahne alabileceğim bir mekân da yoktu açıkçası. Aynı mekanda sürekli konser vermek de manasız bir şey bana kalırsa. Ancak Türkiye’de çok fazla sahne yok ve müziğini dinleyiciye sunmak kadar, ortaya koyduğun çalışmanın ekonomik olarak seni besleyebilmesi de önemli bir unsur. Festivallerdeyse iş biraz daha eğlence odaklı olduğu için tatu fly? oralarda kendine pek yer bulamadı. Dolayısıyla işin en tatlı yanından mahrum kaldığım için bir küskünlük yaşamıştım. Nomad ile farklı bir bakış açısı edindim diyebilirim. Çoğunlukla oturarak seyredilebilecek konserler vermeyi amaçlıyorum bu sefer. Diğer yandan sahnede bir koreografi düzenlemeyi de planlıyorum. Yaptığım müziği destekleyecek bir sahne gösterisi üzerine çalışıyorum. Bu noktada tiyatro sahnelerinin daha uygun olacağını düşünüyorum. Eskiden bu kadar büyük düşünmüyordum açıkçası. Şarkıları canlı çalmanın yeterli olacağına inanıyordum, ama zamanla bu fikrim değişti. Nomad için planladığım konser düzeni daha kalabalık bir kitleye ulaşacaktır diye tahmin ediyorum. Diğer yandan da bu müziği ve planladığım şovu yurt dışındaki seyirciye sunmayı da kafama takmış durumdayım.

“GRUP MÜZİĞİ YAPABİLMEK GERÇEKTEN ZOR BİR ŞEY… YILLARCA GRUP OLARAK KALABİLEN EKİPLERE ÇOK SAYGI DUYUYORUM. HERKESİN AYNI KAFADA OLDUĞU YA DA BİRBİRİNİ DOĞRU TAMAMLAYAN GRUPLARI TAKDİR EDİYORUM.”

Geçtiğimiz günlerde Instagram’dan yaptığın bir paylaşımda Dükkan-ül Hayal ekibiyle bir klip üzerine çalıştığından bahsettin. Bu çalışmaların detaylarını anlatabilir misin biraz?

“Black Sea” için çalışıyoruz şu an. Ardından “Wall of Death” için bir çalışmamız olacak. Sonrası için de ilk albümden “Jellyfish”e bir video çekmeyi düşünüyoruz.  Dükkan-ül Hayal’den Emir (Özer) ve Aslı (Akıncı / Kendisini Tampon grubundan da tanıyoruz) benim çok eski arkadaşlarım. Medea Kali oyununda da birlikte çalıştık. Onlar da sahne dekorlarını ve sfx’leri hazırlamıştı . Albüm hazır olduğunda Emir ile paylaştım. Şarkıları dinleyince büyük heyecan duydu ve hemen bu parçalara video çekmemiz gerektiğini söyledi. Ben de seve seve kabul ettim. Şu an “Black Sea”nin klibi için kostüm ve görsel materyalleri hazırladık, bir kaç gün içinde çekimlere geçeceğiz.

Albümün kapağında, daha önce Tool için yaptığı işlerle tanıdığımız Chet Zar’a ait bir çalışma yer alıyor. Bu çalışmasını seçme sebeplerin neydi? Onunla nasıl bir iletişim kurdun?

Ben yaklaşık yirmi yıldır takipçisiyim Chet Zar’ın. Yaptığı her çalışmaya hayranlık duyuyorum. İlk albümü Ömer Yiğit Aral’ın çalışmalarıyla donatmıştık. Nomad’i hazırladığım süreçte Yiğit’in bir sergi çalışması olduğu için bir araya gelemedik. O ara bir cesaretle Chet Zar’a mesaj attım. Kapaktaki görsel onun daha önce yaptığı ve benim hayranı olduğum bir çalışması. Albümün temasına çok uygun bulduğum bir görseldi. İlk albümdeki figür beni temsil ediyordu. Chet Zar’ın bu çalışmasındaki figürle de kendimi çok özdeşleştirdim ve albümde yarattığım kahramanı çok iyi yansıtacağını düşündüm. Somewhere Around Nowhere’in kitapçığında bana ilham verdiğinden dolayı Chet Zar’a da teşekkür etmiştim. Yıllar sonra albümü ona yolladığımda çok şaşırdı ve sevindi. Uzun yazışmalarımız sonunda hoş bir arkadaşlığımız oldu. Bundan sonraki albümlerimde de kendisiyle çalışmayı çok isterim.

tatu fly? kadar elektro punk grubun 13 ile yaptığın işlerle de tanıyoruz seni. Orada son gelişmeler neler?

Prodigy’nin Music for the Jilted Generation (1994) albümünü dinlediğimden beri o sound’un peşinden koşuyorum. O tavır ve sound’a sahip bir müzik yapmak hep hayalimdi. 13’te buna yönelik bir takım denemelerim oldu. Müzisyen arkadaşlarımla birlikte önce coverlar icra ettik, ardından kendi parçalarımızı yazdık. Ancak istediğimiz ruhu yakalayamadık sanırım. Hayatın getirdiği farklı öncelikler, kadro değişiklikleri ve bunun gibi elimizde olmayan birçok etken 13’ün devam etmesinin önüne geçti. Grup müziği yapabilmek gerçekten zor bir şey… Yıllarca grup olarak kalabilen ekiplere çok saygı duyuyorum. Herkesin aynı kafada olduğu ya da birbirini doğru tamamlayan grupları takdir ediyorum. Şimdilik 13 bir kenarda duruyor, şu an tatu fly? daha öncelikli benim için. Ancak zamanı geldiğinde 13 de tekrar sahnelere dönecektir.