Afet bölgesindeki kültürel çoğulcu yapı nasıl korunur?

Röportaj: Kiraz Mısırlıoğlu, İlayda Güler

11 ili sarsan, binlerce insanımızı kaybettiğimiz 6 Şubat depremlerinin üzerinden yaklaşık dört buçuk ay geçti. Yeniden inşa süreci alelacele yürütüledursun; bölgede yaşamaya devam eden toplulukların hayatla bağını kuvvetlendirmek, endişelerini azaltmak, güven duygularını tazelemek, refahını sağlamak uzun bir zaman gerektiriyor olsa da pek çok kuruluş bu yolda canla başla çalışmaya devam ediyor.

2017’den bu yana başta Zenginler Mahallesi sakinleri olmak üzere birçok gönüllüsüyle  dayanışma içinde Hatay’daki kültürel değerler ve etkileşimin korunması için çeşitli faaliyetler yürüten Zenginler Atölyesi Kültür ve Sanat Derneği’nden Özge Sapmaz’ın kapısını çaldık. Hatay’ın kültürel zenginliği, depremin ardından elde kalan tablo, iyileştirme çabaları için yapılan iş bölümü ve gelecek tahayyüllerini konuştuk.

Zenginler Mahallesi’nin tarihinden bahsedebilir misiniz biraz? Neden bu adı almış? Ev sahipliği yaptığı topluluklar kimlermiş ve başlarından neler geçmiş? Yıllar içinde nasıl bir dönüşüm yaşamış? 

Antakya’da ilk yerleşimin tarihinin M.Ö. 8 bine kadar uzandığını biliyoruz. Şehri İskender’in ölümünden sonra imparatorluğunu paylaşan komutanlardan Seleukos kurmuş. Daha sonra Part, Sasani, Bizans, Abbasi Tolunoğulları, Akşitler, Hamdanoğulları, Selçuklu, Haçlı ve Memlük egemenliklerine girmiş. Şehir Yavuz Sultan Selim’in Mısır Seferi sırasında Osmanlı egemenliğine geçmiş.1937’de bağımsız Hatay Devleti kurulmuş ve 1939’da Hatay, Türkiye Cumhuriyeti’ne bağlanmış. 

Antik Çağ’da “Orientis Apicem Pulcrum” (Doğu’nun Kraliçesi) olarak anılan Hatay’ın merkez ilçesi Antakya, Türkiye’deki en kozmopolit yerleşim bölgelerinden biri. Çok uzun süreler Sünni ve Alevi, Süryani, Katolik, Ortodoks, Protestan,Yahudi ve Ermeni gibi farklı etnik kökenlere ve dinlere ev sahipliği yapmış ve UNESCO “Barış Kenti” olarak seçilmiş bir merkez.

Zenginler Mahallesi, yakın tarihteki altın çağını 20. yüzyıl başlarında yani Fransız işgali sırasında ve sonrasında yaşamış. Daha sonra ekonomik ve sosyal koşulların körüklediği göçler sonucu mahalle âdeta yok olmaya terk edilmiş. O sayısız mimari araştırmaya, tarihçi tezine konu olan güzelim avlulu evler çürümeye yüz tutmuş. Gayrimüslim cemaatler ölüm kalım derecesine küçülüvermiş. Mahallenin sakinleri, “zengin”likleriyle, yani şarkıları, türküleri, tangoları, hikâyeleriyle birlikte başka diyarlara veya öbür dünyaya uçup gitmiş.

2010 yılından itibaren ise mahallemiz eğlence hayatıyla bilinir hâldeydi daha çok. Mahallede dolaşırken kentin orta tabakasının akşamları dinleyip dinleyip kurtlarını döktüğü bir müziğe rastlamamanız neredeyse imkânsızdı. O şarkıların çalınıp söylendiği meyhanenin yanındaki barda, 60’lı yılların Avrupa ithali Türkçe sözlü aranjman tınıları gelir, biraz daha ötede bir heavy metal grubu sahne alır, başka bir mekânda Roman fasıl grubu çalar. Bunlar depremden önce Zenginler Mahallesi’nde sıradan bir gece boyunca rast gelebileceklerinizdi.

Gündüzleri aynı yerlerden geçerseniz, bu kez belki Medeniyetler Korosu’nu prova hâlindeyken yakalayabilirdiniz. Başka kentlerde nadir rastlayabileceğimiz güzellikte okuyan, sesi eğitimli müezzin öğle namazına çağırıyor, ardından kilise çanları duyuluyor; mahalle sakini Hacı Fatma Teyze, kiracısı ressam Ebru’nun duvarlara çizdiği nü resimlere hayran hayran bakıyor olabilirdi.

Buralara gelenler dünyada eşi görülmemiş, kıskanılası bir biyotop diyorlardı Zenginler Mahallesi için. Hem Antakya mutfağının en lezzetlisini bulabileceğiniz lokantaları hem çılgınca eğlenebileceğiniz canlı müzik mekânlarını hem ibadet edebileceğiniz havra, kilise ve camileri hem de evde kalmadığında karşı komşudan tuz isteyebileceğiniz mesken alanlarını kapsıyordu mahallemiz.

Son yıllarda çeşitli koruma çalışmalarıyla yeniden canlandırılan mahalle 6-20 Şubat depremlerinden nasıl çıktı? Maddi ve manevi olarak neler gitti, neler kaldı?

6-20 Şubat depremlerinde Hatay’da en ağır hasarlardan birini de mahallemiz aldı. Rum Ortodoks kilisesi, Protestan Kilisesi, Ulu Cami vb. tarihi yapıların yanı sıra mahallede bulunan geleneksel Antakya evlerinin birçoğu da depremin şiddetine dayanamadı. Antakya’nın kültürel ve sanatsal değerlerini oluşturan bu mimari yapılardan geriye yok denecek sayıda az yer kaldı.

Avlumuzu paylaştığımız kedilerimiz başka sokaklarda. Mahallemizi pembeye, mora boyayan begonviller yoklar! Kokusuna “ohhh” çektiğimiz yasemenler de!

Dokunduğumuzda yüzlerce yıl öncesinin hikâyesine gittiğimiz duvarlarımız darmadağın! Oymalı taşlarımız, su kuyularımız, gölgesinde ruhumuzu serinlettiğimiz avlu ağaçlarımız yok! Bazen yağmur suyunu Asi’ye taşıyan, bazen yolumuza pusula olan su yollarımız yok dar sokaklarımızda. Kabuğumuza çekildiğimiz, sabahlara kadar sohbet ettiğimiz, çalıp söylediğimiz, dertleştiğimiz, ağladığımız, güldüğümüz, bir filmi seyre daldığımız, bildiğimizi bir başkasına öğretmenin dayanılmaz keyfini hissettiğimiz avlularımız yok! 

Paskalya yumurtalarını paylaştığımız, Kadir Gece’si helvalarını yediğimiz, tadı damağımızda kalan Hırisilerinden “keşke daha fazlası olsaydı” dediğimiz komşularımız göçtüler! 

Geriye ne kaldı derseniz: Hafızamız ve anılarımız!

Zenginler Atölyesi ne zaman, kimlerin fikriyle ve ne tür motivasyonlarla kuruldu? Bir araya geliş hikâyenizi detaylandırabilir misiniz? 

Bundan beş buçuk yıl önce 2017 yılında; yerelliği, sürdürülebilirliği, çeşitliliği ve eşitliği koyup önümüze bir yola koyulduk Eski Antakya Evleri olarak bilinen Zenginler Mahallesi sakinleri ile. Önceleri sinema atölyelerinde bir araya gelişlerimiz, zamanla mahalle sorunlarını ele almaya, sonraları farklı kültürlerin bir arada yaşam hikâyelerinin peşine düşmeye götürdü bizleri. 

Antakya’nın kültürel çoğulcu yapısının korunması ve yaşatılması; geleneksel, kültürel, sanatsal değerlerinin korunması ve halklar arasında sosyal uyumun sürekli ve kalıcı bir şekilde sağlanması amacıyla kurulmuş bir üretim birlikteliği dedik adımıza.

Yolda debelendiğimiz, yorulup durduğumuz, koştuğumuz, kaybettiğimiz, yeniden çoğaldığımız, umutlandığımız, yeniden ve yine denediğimiz oldu. İklimler değişti, hareketimiz değişti, yerimiz değişti, yolumuz değişti. Biz değiştik. Kültüre ve sanata dair, topluma ve insana dair, sınırlara ve sınırsız bir dünyaya dair ne varsa heybemizde biriktirdik. Ve şimdilerde hak temelli kültür sanat çalışmaları yapma çabasıyla büyüyoruz.

Bugüne dek Antakya’nın kültürel değerlerinin korunması ve kent sakinlerinin yeni sanatsal üretimlere teşvik edilmesi için farklı disiplinlere dokunan pek çok girişimde bulundunuz. Afetin ardından çalışma yaklaşımınız nasıl dönüştü? Acının izini hâlâ fiziksel olarak gördüğünüz sokakları şarkılarla doldurmak, şehirde büyümekte olan çocuklarla ilgilenmek gibi harika işler yapmaktasınız. Bu bağlamda mevcut ihtiyaçların eylemlerinize yansımalarına dair neler söylersiniz?

Deprem sonrası aklımızın bir türlü alamadığı bir felaketle hâlâ mücadele etmeye çalışıyoruz. Kimi dostlarımız artık yoklar! Kalanlarımız ise psikolojik olarak zor günlerden geçiyor. Tüm bu olağanüstü koşullarda Zenginler Atölyesi Kültür ve Sanat Derneği olarak depremin ilk gününden itibaren, hayatta ve şehirde kalan gönüllülerimizle birlikte “Acil Deprem Müdahalesi” faaliyetlerine başladık. Ve bu kapsamda; Eski Antakya Evleri ve Kışlasaray mahallelerinde arama kurtarma faaliyetlerine destek olduk. Mahalle sakinlerinin bir arada ve güvenli bir ortamda kalmasını sağlamak amacıyla mahallede bulunan Türk Kadınlar Birliği Parkı’nda bir toplanma alanı oluşturduk. Kentimize gelen gönüllüler ile yerelde çalışan sivil toplum örgütleri arasındaki koordinasyonu sağlamaya çalıştık. Temel ihtiyaç malzemelerinin dağıtımında görev aldık.

Yürüttüğümüz bu faaliyetlerde bölge halkının geçim kaynakları ve kültürel değerleri gibi sebeplerle geçici barınma merkezlerinde yaşamayı tercih etmediğini gözlemledik. Özellikle tarımsal faaliyet yürüten ve afet desteklerinin ulaşması güç olan köylerde insanların az hasarlı veya hasarsız olan evlerinin yakınlarında, zeytinlik alanlarda veya bahçelerinde kurdukları çadırlarda 15 ve / veya üstü nüfusla bir arada yaşadığını ve şehir merkezinden köylere nüfus hareketliliği olduğunu tespit ettik.

Özellikle çocuklar ve gençlerde olayları hatırlamakta güçlük çekmek, olayın yeniden yaşanacak olmasından endişe duymak, şok, panik, korku, üzüntü, öfke duygularını yoğun hissetmek gibi travma belirtilerine rastladık. Güven duygularını kaybeden çocukların duygularının iyileştirilmesi (umut, bir aradalık vb.) amacıyla psiko-sosyal çalışmalara destek olacak sanatsal atölyeler ile yaşadıklarını en az zararla atlatabilmelerini sağlamaya yönelik çalışmaların bu süreçte elzem bir ihtiyaç olduğunu düşündük ve çocuklara yönelik resim atölyeleri, müzikli hikâye anlatımları gibi faaliyetlerde bulunduk.

Aynı zamanda üretimlerimize ilham, yaşamımıza nefes olan sokaklarımızı her daim hissedebilmek ve hafızamızda canlı tutabilmek için yıkılan mahallemizde müzik yaptık, resim çizdik.

Şimdilerde ise özellikle yetişkinlerin benzer duygu durumlarında olduğunu gözlemliyoruz ve 20 Haziran itibarıyla yetişkinlere yönelik Gezici Perde: Açık Hava Sinema gösterimlerine başlıyoruz. İki ay sürecek olan ve üç ayrı köyde yapacağımız açık hava film gösterimleri aracılığıyla 18 yaş üstü kişilerin bir araya gelerek sosyalleşmelerine, bedensel ve psikolojik tahribatlarının sağaltılmasına; kendileriyle, diğer insanlarla ve hayatla kurdukları bağın yeniden güçlenmesine destek olmayı amaçlıyoruz.

Kentte yaşayan halklar arasında kültürel etkileşim ve uyumun sürekli ve kalıcı bir biçimde sağlanması önemsediğiniz konulardan biri. Sığınmacılar hakkındaki mevcut politikaları nasıl değerlendiriyorsunuz? Bunun iyileştirilmesi için siz neler öneriyor ve hâlihazırda ne tür sorumluluklar alıyorsunuz?

Sığınmacı, mülteci ve göçmenlere yönelik, özellikle seçim sürecinde üretilen politikaların ve ayrımcı dilin nefreti ve düşmanlığı körüklediğini düşünüyoruz. 

Dernek olarak yürüttüğümüz atölyelerde ulaşabildiğimiz kadar sığınmacı arkadaşımıza ulaşıp, özellikle katılım göstermelerini talep ediyoruz. Ve bu çalışmalar esnasında farklı kültürlerden insanlarla buluşmanın, birlikte öğrenmenin keyfini yaşarken, birbirimizle hemhâl de oluyoruz. 

Büyük resme gelince, Türkiye’deki tüm göçmen, mülteci ve sığınmacıların yaşadıkları ayrımcılığın araştırılması; eğitim, sağlık, barınma, çalışma ve istihdam hayatında yaşadıkları sorunların ve iş sağlığı alanında uğradıkları eşitsizliklerin incelenmesi; göçmen, mülteci ve sığınmacıların yaşadıkları sorunları çözmeye ve haklarını korumaya yönelik bütüncül politikalar geliştirilmesi ve insanlık onuruna yakışır biçimde çalışma ve yaşam koşullarının sağlanması; Türkiye’nin taraf olduğu mülteci ve göçmen işçilerle ilgili uluslararası sözleşmelerin yükümlülüklerinin yerine getirilmesi; göçmenliği yaratan etken ve politikaların araştırılması için siyasetçilerin, medyanın ve toplumsal aktörlerin sorumluluk alması gerektiğini düşünüyoruz.

Başkaca topluluklarla dirsek temasında bulunuyor musunuz? Sloganınız olan “Hafızamız canlı, umudumuz ayakta!”ya dayanarak, ortak bir hafızayı paylaştığınız diğer oluşumlara bakınca, Hatay’ı yeniden kalkındırmak konusundaki iş bölümünüzü nasıl okuyorsunuz? Olumlu katkıları artırmaya yönelik neler yapılmalı, nasıl kesişimlere alan açılmalı sizce?

Evet, benzer kaygıları taşıdığımız, birlikte yol almaktan keyif aldığımız başka topluluklarla dirsek temasımız bulunuyor. Deprem sonrasında acele ile başlayan “yeniden inşa” sürecinde demografik çeşitliliği korumak, kültürel birikimi ve mirası kayıt altına almak, bunu da şehrin tüm bileşenleri ile kapsayıcı ve katılımcı bir anlayış ile ele alarak, bu sürece dair politikalar ve somut öneriler geliştirmek, yerel ve merkezi yönetime politika önerilerini sunmak ve süreçle ilgili kamuoyu oluşturmak adına ulusal ve yerel STÖ’ler olarak eşgüdümlü ve bir arada çalışmanın ve bunu bir ağ çatısı altında gerçekleştirmenin önemli olduğunu düşündük. 

Bu ortak hedef doğrultusunda Ali İsmail Korkmaz Vakfı, Bir Arada Yaşarız Eğitim ve Toplumsal Araştırmalar Vakfı, Buradayız Hatay Derneği, Kültürhane, Mekanda Adalet Derneği, Nehna, Postane İstanbul, Yeniden Antakya Platformu Derneği ve Zenginler Atölyesi Kültür ve Sanat Derneği olarak bu ağın hazırlık aşamasında bir araya geldik. Bu amaçla 20 Mayıs Cumartesi günü Hatay’da yüz yüze bir toplantı yaparak kentimizde bulunan meslek odaları, STÖ’ler ve inisiyatiflerle ağın amaçları, ismi, işleyişi gibi konular üzerinde bir tartışma yürüttük. Şu anda düzenli haftalık toplantılarda buluşuyoruz. Umarım ki yakın zamanda kuruluş bildirgesini de yayınlamış olacağız.

Bununla birlikte deprem sonrası yerelden veya dışarıdan kentimize dair yürütülen çalışmaları önemsiyoruz. Ancak bu çalışmaların sürdürülebilir olması açısından mutlaka yerelde, alanında uzmanlaşmış STÖ’ler ile birlikte yapılması gerektiğini düşünüyoruz.

Yapımı 2019’a tarihlenen Mekanın Hafızası belgeselinizden alınmış kimi kesitleri Instagram hesabınız üzerinden yayımladınız bu süreçte. Projenin gelişimi, paydaşları ve bugünün gerçekliğinde hissettirdiklerini sizden dinlemek isteriz.

2010’lu yıllarda mahallemizde çeşitli restorasyon çalışmalarıyla birlikte cafe, otel, restoranların arttığını söylemiştik. Aslında Mekanın Hafızası o dönem mahalledeki evleri mesken olarak kullanan insanların “dönüşüm”e olan kaygılı yaklaşımıyla çıktı. 

Çünkü Hatay, yüzyıllardır birçok farklı etnik kimlik ve kültürden insanların bir arada yaşadığı ve bu yönüyle de Türkiye’de “barış ve kardeşlik şehri” olarak bilinen bir kentti. Şehrin merkezinde bulunan Eski Antakya Evleri’nin hikâyeleri de kentimizin bu kültürel çoğulcu yapısını özetler nitelikteydi. Bu evlerde her dönem farklı kültürlerden insanlar yaşamış, bir  kültürün nefesi bir başka kültüre can vermişti. Yüksek duvarlı bu avlularda insanlar dilleri, dinleri, inançları, ırkları ve / veya cinsiyetlerinden çok kültürleriyle yaşam bulmuştu. Bu evlere baktığınızda gördüğünüz yalnızca kafe, bar, restaurant, otel değil; birlikte yaşam kültürünün hafızasıdır da aslında.

Tam da bu nedenle, Avrupa Birliği Sivil Düşün programından aldığımız destekle Mekanın Hafızası adı verdiğimiz bir projeye başladık. Bu çalışma ile 16 ayrı eski Antakya evinin hikâyelerinden derlediğimiz kısa filmler ve her mekânın girişine astığımız “Hafıza Panoları” ile Zenginler Mahallesi’nin birlikte yaşam haritasını çıkararak, mahallemizin kültürel çoğulcu yapısını korumayı ve geliştirmeyi, bu kültürü ulusal ve uluslararası alanda görünür kılmayı ve Hatay’da yerleşik olan halka yönelik birlikte yaşam kültürü hafızası oluşturmayı amaçlamıştık.

Bugün bu videolar bize bir “kıymet” olarak kaldı. Belgelenmiş bir sözlü tarih anlatısı gibi de oldu aslında. Çocukluk fotoğraflarımızın sıralandığı bir albüme bakar gibi sürekli dönüp dönüp izlediğimiz izlettiğimiz, “buralar böyleydi”nin kanıtı bizler için!

Zenginler Atölyesi finansal kaynaklarını hangi yollarla ediniyor? Bireysel veya kurumsal olarak size destek vermek isteyenler neler yapabilir? Tam da bugün kendiniz için nasıl ihtiyaçlar tanımlıyor ve geleceğe dönük ne tür hayaller kuruyorsunuz?

Ücretli çalışanı bulunmayan ve tamamı gönüllülerden oluşan bir ekibiz. Finansal kaynaklarımızı üyelik aidatları ve bireysel bağışlar oluşturuyor. Zaman zaman çalışmalarımız için gerekli teknik malzeme ihtiyacımızı proje bazlı yürüttüğümüz faaliyetlerden karşılıyoruz. 

Bugün en büyük sıkıntıyı ne yazık ki Hatay’ın zorlu koşullarında insan kaynağı konusunda yaşıyoruz. Çalışmalarımıza destek olan gönüllülerimizin birçoğu barınma, istihdam gibi sebeplerle şehirden ayrıldı. Kalanlarımızı ise koşullar faklı iş kollarında tam zamanlı çalışmaya zorluyor. Bu durum da çeşitli koordinasyon toplantılarına katılımımızı ve çalışmalarımızın sürekliliğini etkiliyor. 

Uzun vadede iş birliği ve ortaklık kurabileceğimiz kurumlarla bir araya gelerek kurumsal kapasitemizi güçlendirebileceğimiz çalışmalar yapmayı, atölye çalışmalarımızı yeniden gerçekleştirebileceğimiz, müzik kayıtlarını yeniden alabileceğimiz, kurgu masasına yeniden oturabileceğimiz, bir masa etrafında sohbete dalacağımız bir “Merkez” kurmayı hayal ediyoruz.