2023 yıl ortası raporu: İzlenesi suç dizileri

Dedektiflerin, ajanların, çaylak ve görmüş geçirmiş polis memurlarının suçlularla kedi – fare oyununa kafa uzatıyoruz. Yılın ilk yarısından dikkate değer bulduğumuz suç dizileri aşağıda.


Blue Lights (BBC)

Belfast’ın Kuzey İrlanda Polis Teşkilatı’na bağlı (ve elbette kurgusal) Blackthorn Karakolu’na adım atan üç memurun -çaylaklar Annie ile Tommy ve onlara göre daha deneyimli olan Grace- suç çetelerine, gizli ajanlara ve hatta kendi polis kuvvetlerine karşı olan güç savaşını izlediğimiz Blue Lights; Birleşik Krallık’tan çıkmış Line of Duty veya Happy Valley gibi seleflerinin aksine daha kısık ateşte pişen bir suç draması. Belfast sokakları öylesine dibi görmüş durumda ki sosyal hizmet görevlisi olarak hayatını idame ettirirken kendini bambaşka bir dünyanın kollarına bırakan Grace’in doğru kararı alıp almadığı konusundaki gündelik sorgulamalarına hak vermemek güç. Kara mizah parıltılarına rağmen kocaman bir kasvetin hiç eksikliğini hissettirmediği seri; türün eli yüzü düzgün, klişelere saplanmayan bir örneğine şans vermek isteyenler için doğru tercih. (Elif Yılmaz)


The Gold (BBC)

1983’te bir milyon pound civarında para bulacaklarını düşünerek Heathrow Havalimanı yakınındaki Brink’s Mat deposunu soymaya kalkıp, bunun yerine tam 26 milyon pound değerinde saf altınla karşılaşan altı silahlı kişiyi ve bırakın İngiltere’yi, dünya tarihinin en büyük soygunlarından biri olan bu suçu konu alan The Gold; aslında çekirdeğinde güç ve sınıf hakkında bir yapım. İskoç senarist Neil Fosyth’in yarattığı dizi, her kademeden pek çok insanın dâhil olduğu bir yolsuzluk ağı yaratarak neredeyse bütün ülkeyi içine almış bu kumpasın yanında, kimliğini tanımlayan ideallerle çelişen eylemler seçen, başvurduğu gayri meşru yollarla güç elde etmenin bedeli olarak dev sırlar ve risklerle, baskı ve stresle yaşayan insanlara odaklı. Sosyal yapısından ötürü sınıf farklarının belki de çok daha keskin olduğu Birleşik Krallık gibi bir ülkede kökleriyle kavgada olan ve bunların uzantısı dışında bir yerde kendini yeniden yaratmak yolunda yozlaşan insanları ve onları kovalayanları takip ettiğimiz dizinin dev oyuncu kadrosu yanı sıra dönem gereği Joy Divison, New Order, Echo & The Bunnymen gibi isimlerden seçilmiş müzikleri de gayet başarılı. (Zeynep Naz Günsal)


Poker Face (Peacock)

Birinin yalan söylediğini anlama konusunda olağanüstü bir yeteneğe sahip olmak ister miydiniz? Bu konuda oldukça kabiliyetli olan Charlie Cale (muhteşem ekran karizmasıyla Natasha Lyonne), Plymouth Barracuda marka arabasıyla yollara koyuluyor ve kimi zaman bir barbekü dükkânında, kimi zaman da bir metal grubunun turnesinde başka başka karakterler ve onlara dair gizemli suçları çözmeye çalışıyor. Sinemasal üretimleriyle tanıdığımız Rian Johnson’ın yaratıcısı, senaristi ve yönetmeni olduğu ilk dizi olmasıyla öne çıkan Poker Face’i; suçlunun kim olduğu değil, nasıl yakalanacağı üzerinden bir gizem inşa etmesi nedeniyle, “howcatchem” formatının en meşhur örneklerinden Columbo ile mukayese etmek mümkün. Tek nefeste saymanın mümkün olmadığı, çılgın bir yan karakter / konuk oyuncu kadrosu da pastanın üzerindeki çilek. (Elif Yılmaz)


Bunlar da var…

Copenhagen Cowboy (Netflix)

Too Old to Die Young ile sinemadan televizyona geçen yönetmenler kervanına katılan Nicolas Winding Refn, üç yıllık bir aranın ardından televizyonla flörtünü sürdürüyor; hem de Danimarka’da çektiği bir diziyle. Altı bölümlük seri, hayatını adayıp ömür boyu hizmet ettiği kuruluşu terk ederek yeni bir başlangıç yapmak üzere olan Miu’nun, Kopenhag’ın tehlikelerle dolu yer altı dünyasını baştan başa kat etmesini anlatıyor. Refn’den beklendiği üzere suç öğeleri de neon ışıklar da yerli yerinde.

Love & Death (HBO)

David E. Kelley imzası taşıyan HBO mini dizisi, Texas’ta sakin ve geleneksel (en azından ilk başta geleneksel görünen) bir kasaba hayatı yaşayan bir çifti merkezine alıyor. Sonrasında biri eline baltayı alıp dehşet saçmaya başlıyor, olaylar gelişiyor. WandaVision’ın ardından bir kere bir kere daha banliyölerin sıradışı ev kadınına hayat veren Elizabeth Olsen’ın yanı sıra Jesse Plemons’ın Emmy adayı performansına sırtını dayıyor Love & Death.

A Town Called Malice (Sky Max)

The Football Factory‘nin yönetmeni Nick Love’dan 80’ler Güney Londra’sının mafya âlemine daldıran bir dizi. İspanya’nın gece kulüpleri ve palmiye ağaçlarıyla süslü Costa del Sol’u, cebini yasa dışı yollarla doldurmak isteyen bir aile için tam aranan lokasyon. Guy Ritchie severlere hitap edebilecek A Town Called Malice’in Foreigner’dan Soft Cell’e, Culture Club’dan Cyndi Lauper’e uzanan soundtrack’i bir harika.