55 Albüm: Eylül 2024 best of

Yazı: Cem Kayıran, Elif Öz, İlayda Güler, Şevval Öztemur, Tuana Özcan, Utkan Çınar, Zeynep Naz Günsal

“Ne dinlesek?” diye soranlara, eylül ayından yerli – yabancı karışık 55 albüm. Sıralama kronolojik.


6 EYLÜL: SUUNS – The Breaks
(Joyful Noise Recordings)

Kaydederlerken bir şekilde önceki albümleri The Witness’ın (2021) tam zıttı hâline geldiğini tarif ettikleri The Breaks, Montrealli deneysel rock ekibinin synth, loop ve sample’larla duyularımıza yığıldığı bir kayıt. Davulcu Liam O’Neill’ın prodüksiyonda başı çektiği, karakteristik vokalist Ben Shemie ve gitarist Joseph Yarmush’un da nokta atışı katkılarda bulunduğu The Breaks aktıkça gizemi artan, SUUNS denince akla gelen o pırıltılı tuhaflığı iyice pekişen bir iş. Albümün tam orta yeri “Road Signs and Meanings”, tekinsiz piyano akorları ve kulakları diken bas hattıyla gizemi zirveye taşıyor. Yeni SUUNS albümü, dışavurumcu olduğu kadar uysal bir dream pop açılımı.

6 EYLÜL: MJ Lenderman – Manning Fireworks
(ANTI-)

Kariyerine oldukça hızlı bir giriş yapan ve dört yılda dördüncü solo albümüyle karşımıza gelen müzisyen ve besteci MJ Lenderman henüz 25 yaşında bu kadar popüler olacağını hayal etmemiştir herhalde. Kuzey Carolina’nın Ashville’inden gelen ve ağırlıkla 90’ların indie rock soundunu, yanında 70’lerin klasik rock havalarını ve de Alt. Country yaklaşımını ustaca birleştiren Lenderman’ın gitar soundu da oldukça özgün ve ilgi çekici. Biraz Rufus Wainwright’ı andıran vokal tarzı belki her kulağa uygun olmayabilir ama heyecan verici bir müzisyenle karşıya karşıya olduğumuz kesin. Bolca “yılın en iyi albümlerinden biri” payesi verilen işi pas geçmemeli.

6 EYLÜL: Okay Kaya – Oh My God – That’s So Me
(ONErpm)

Oslo’nun dışında, kendini her şeyden izole ettiği bir adada kurduğu yeni evi ve stüdyosunda yazıp kaydetmiş bu albümü Okay Kaya. Kayıtlar, çalım, prodüksiyon hepsi onun ellerinden çıkma. Dördüncü albümünde şarkı yazarı olarak ne denli geniş bir haritaya yayılma eğilimi olduğunu bir kez daha gözler önüne seriyor. “The Wannabe” ve “Help, I’ve Been Put into Context!” gibi parçalarında dingin, kendine kulak kesilen bir üslupla geçmiş mikrofon başına. Tüm bedeni esneten bir groove’a yaslanan “The Groke” ya da 90’lardan bir PJ Harvey albümüne de sızabilecek kıvamdaki “Spacegirl (Shyirley’s); albümün geniş çapının özetini çıkaracaktır. Eşliğinde hayaller kurup, derinlere dalarken bulacaksınız kendinizi bizden söylemesi.

6 EYLÜL: Hinds – VIVA HINDS
(Lucky Number)

Madridli garage rock grubu Hinds’in dördüncü stüdyo albümünün prodüktör koltuğunda eski The Vaccines davulcusu Pete Robertson var. Yakın dönemde orijinal kadrosundan Amber Grimbergen ve Ade Martin ile yollarını ayıran grup, yoluna bas gitarda Paula Ruiz ve davulda Maria Lázaro ile devam ediyor. Buram buram 90’lar havası estiren yeni albümde ilgi çekici konuklar da var: Beck ve Grian Chatten (Fontaines D.C.).

6 EYLÜL: Nala Sinephro – Endlessness
(Warp Records)

Nala Sinephro ve yetenekli müzisyen dostlarından (James Mollison, Morgan Simpson, Sheila Maurice-Grey, Nubya Garcia, Lyle Barton, Natcyet Wakili ve Dwayne Kilvington), her bir vuruşun üzerinize ağır ağır damlayarak yavaş yavaş sizi kavurduğunu hissedeceğiniz bir seans. Olduğunuz yerden, zamandan, telaşlardan ya da zihninizde köşe kapmaca oynayan tilkilerden bir nebze uzaklaşmaya ihtiyacınız varsa, reçetenizde Endlessness yazıyor. Zamanının en özel ve yaratıcı zihinlerinden biri olduğunu tekrar ispatlıyor Nala Sinephro. 

6 EYLÜL: Jazzbois – Still Bunted
(Bağımsız)

Bencze Molnár (tuşlular), Viktor Sági (bas) ve Tamás Czirják’tan (davul) oluşan Budapeşteli caz üçlüsü Jazzbois, keskin canlı performans enerjisini kayıtlarına da aktramayı başaran gruplardan. Şehrin en hareketli kulüplerinden birinin üstünde konumlanan yeni stüdyolarında kaydettikleri ilk iş olan Still Blunted, doğaçlama seanslarını bir DJ set gibi kurguladıkları incelikli bir çalışma. “Darker Than Disco”, “ISSI” gibi parçalar teras partilerine; “Mokep” ve “Budapest Pull Up” gibileri de daha derin dinleme listelerinize geliyor.

6 EYLÜL: Amadou & Mariam – La vie est belle
(Because Music)

Malili ikili Amadou & Mariam, best of tadında bir derleme albümle geri dönerken, araya bir de yeni parçaları “Mogolu”yu sıkıştırmış. Geçtiğimiz 20 yıldır müziklerini bütün dünyaya yayan ikilinin sıcak melodilerini, hayata karşı pozitif duruşlarını ve daha lokal janrları nasıl pop ve rockla birleştirdiklerini görmek; bu tatlı ikiliyi hatırlamak için harika bir yol.

6 EYLÜL: Midwife – No Depression in Heaven
(The Flenser)

Madeline Johnston namıdiğer Midwife, dördüncü solo albümünde ayrılmaz bir bütünmüş gibi duyulan gitarı, serpiştirilmiş synthesizer yürüyüşleri ve sessiz vokallerini derin bir hüzünle birbirine yapıştırıyor. Önceki işlerine oranla ses dünyasını biraz daha daraltan müzisyen, yedi şarkılık koleksiyonda da tek bir his (depresyon ve çaresizlik arası bir şey) etrafında dönüyor. Gri bulutların altındaki durgun bir suyu izlemek gibi No Depression in Heaven’ı baştan sonra dinlemek. 

6 EYLÜL: Fred again.. – ten days
(Warner Music UK / Atlantic Records UK / Fred Gibson)

Anaakımın da yeraltının da nabzını tutmaya gayretli; pop house denen olgunun uzun süredir başını çeken Fred Gibson’ın dördüncü stüdyo albümü. Her günü kısaca yaşatır kisvede skitlerden ve bunların tekabülü en fazla üç dakikalık parçalardan oluşan albüm alan kayıtları ve stüdyoda mikrofona sızanlarla renkleniyor. Nitekim Fred again.. ve albümdeki kimi konuklarının jurnal girişi yapar gibi olduğu  parçalar var. Şarkı söylemekten çok düşüncelerini ses kaydına alır gibiler (“just stand there” ve “SOAK” örneğin). Brian Eno ve Four Tet etkileri işitmemek mümkün değil: Biri yan komşusuymuş zaten büyürken; diğeriyle de geçmişleri uzun. Çevresinden Anderson .Paak, Obongjayar, Sampha, Jozzy, Skrillex, Joy Anonymous, Emmylou Harris ve bir bu kadar daha konuğu işe katan müzisyenin “10 gün hakkında 10 parça” şekilli bir konsepte dayandırdığı ten days’in tonunda izlenimsel olduğu çok an var. 

6 EYLÜL: Max Richter – In A Landscape
(Decca)

Artık günümüzün en çok tanınan bestecilerinden biri olan Max Richter uzun ve verimli kariyerinde bolca film-dizi müziğiyle adını duyururken son yıllarda solo külliyatına da daha çok eğilmeye başladı. In A Landscape de en güçlü işlerinden biri olarak kariyerinde mihenk taşı olabilme potansiyeline sahip. 60’ına merdiven dayayan müzisyenin ustalık eseri belki de. Oxfordshire’da eşiyle inşa ettiği stüdyosunda kaydettiği albüm, sonbaharda sakin günlerinizin eşlikçisi olabilecek en iyi seçeneklerden. Richter’in bu albümle ilk dünya turnesine çıkacağını da belirtelim. Umarız yakınlarımıza da uğrar.   

6 EYLÜL: The The – Ensoulment
(Cinéola / earMUSIC)

2024’e geri dönüşlerin yılı diye boşuna demiyoruz. En göz önünde zamanını 80’lerde yaşayan ve son albümünü 25 yıl önce yayımlayan Matt Johnson’ın The The’sı da bu furyaya katıldı. Albüm bildiğimiz The The’dan farklı yollara çok da sapmazken; oldukça kendini bilir, olgun ve rahat yaklaşıma sahip. Johnson’ın yarı şarkı söyleyen yarı konuşan vokali çok dinç. Eski bir grup dinliyormuş intibasına pek kapılmıyorsunuz. Oyunbaz şarkı isimleri ve sözlere de bir mercek tutmak gerekir tabii. Bir tek belki prodüksiyon biraz daha “kirli” olabilirmiş diye düşündürüyor ama 25 seneden sonra çok da arıza çıkarmaya gerek yok. Keyfine varalım.   

6 EYLÜL: Toro y Moi – Hole Erth
(Dead Oceans)

Toro y Moi yani Chaz Bear, kendisi için yeni sulara açıldığı 13 parçalık Hole Erth ile rap, punk, indie rock, elektro sesli yerlere balıklamasına dalıyor. Yumuşak, beklenmedik şekilde bazen haykıran vokallerle dengelediği cızırdayan ve robotik sesler, albüm içinde parça parça dolanıyor. Bu çok katmanlı ses bombası Toro y Moi diskografisinin en ayrıksı kayıtlarından biri olacak, bakalım devamı nasıl gelecek.

13 EYLÜL: DEADLETTER – Hysterical Strength
(So Recordings)

İngiltere dolaylarında beş – on yılda bir müzik tarihinin geçmişinden başka bir sayfayı yeniden çevirme geleneği son dönemde post-punk uzantısı işlerle devam ediyor malumunuz. Yeni neslin bu anlamda en orijinal ekiplerinden biri DEADLETTER. 2020’den bu yana yayımladıkları –kendi tabirleriyle- “yanıcı şarkılar” sonrası ilk albümleri Hysterical Strength de bu kanıyı haklı çıkaran bir iş kesinlikle. Çamura batmaktan korkmadan savrulmak isteyenler, kemerleri bağlamadan slalom yapmaya cesaret edenler, az sonra neye çarpacağını bilmemekten heyecan duyanlar; buyrunuz kapı ardına kadar açık. Bir de güzel haber: DEADLETTER, ilk İstanbul konseri için 5 Aralık’ta Babylon’da. Biletler işte burada.

13 EYLÜL: Ginger Root – SHINBANGUMI
(Ghostly International)

Californialı multi-enstrümanist, besteci ve prodüktör Cameron Lew, 2017’den bu yana Ginger Root projesiyle eklemleri gevşeten işler ortaya koyuyor. Soul dolgulu bir city pop nostaljisi yaşatan son işi SHINBANGUMI, kıvrak ve havalı bir kayıt. Kendi müziğini “agresif asansör soul’u” olarak tanımlamayı seçse de bu koleksiyon o kadar da ısırmıyor dinleyeni. “Kaze”in hafif sarhoş atışması tadındaki melodi zigzaglarında görüşmek üzere!

13 EYLÜL: Nilüfer Yanya – My Method Actor
(Ninja Tune / GRGDN Müzik)

Sıkışmış ruhların doğasını işlediği şarkılarla dolu son albümü PAINLESS’ı 2022 baharında yayımlamıştı Nilüfer Yanya. Aradan iki yıl geçti, artık köklü plak şirketi Ninja Tuneun bir parçası olarak geri döndü. Üçüncü albümü My Method Actor’da kendine dönük çıkarımlarını nokta atışı bir sembolizmle şarkılaştırmış. Girift ve akıcı kompozisyonlarla dolu albümün  prodüksiyonuyla da parladığına şüphe yok; alkışlar müzisyenin önceki albümlerinde çeşitli şarkılarda birlikte çalıştığı Wilma Archer’a gidiyor.

13 EYLÜL: LSDXOXO – DOGMA
(Fantasy Audio Group, Because Music)

Kelela’nın baş döndürücü Raven’ındaki prodüksiyonları, Lady Gaga’nın “Alice”ine yaptığı remiks, kışkırtıcı Eartheater düeti “Demons” ve nice işiyle müzikal haritasının ne denli geniş bir alana yayıldığını açık etmişti LSDXOXO. House, rap, beatdown ve pop etiketlerini bir araya getirdiğinizde aklınızda ne canlanıyor bilinmez ama DOGMA hepsini aynı bohçada çalkalayıp yeni ifade biçimleri yaratıyor. Yeri gelince melankolinin de hakkını veriyor ama ayağa kaldırmak konusunda fazlasıyla meziyetli. 

13 EYLÜL: Nick Lowe & Los Straitjackets – Indoor Safari
(Yep Roc)

70’lerin sonunda özellikle ilk albümü Jesus of Cool’la kalplerde taht kuran Nick Lowe, 2000’lerin sonunda kendini bir “crooner”a dönüştürüp iki güzel albüm yapmıştı. 75 yaşındaki müzisyen kendisinin de yeni bir albüm yapmayı planlamadığını söylese de Indoor Safari kendisinden beklenen kalitede. 10 yıldır beraber çaldığı grubu Los Straitjackets ile yakaladıkları sinerjiyi elle tutulur bir işe çevirme isteğine engel olamamış. 50’li ve 60’lı yılların pop ve rockabilly’si gibi tınlayan albüm gayet istikrarlı prodüksiyon ve güzel çalımlarla Lowe’un mirasına güzel bir ekleme daha yapıyor. 

13 EYLÜL: Colin Stetson – The love it took to leave you
(Invada Records / Envision Records)

Colin Stetson’ın üretme arzusu, adanmışlığı ve içindekileri kesintisiz akıtabilme kabiliyeti araştırılmalı, hatta bu konuda bir belgesel yapılmalı. Son üç yıldaki üçüncü solo albümü The love it took to leave you. Bu zaman dilimine Cult of Luna, Brìghde Chaimbeul ve Tim Hecker ile ortaklaştığı albümler, Void Patrol ile bir uzunçalar ve üç adet film müziği de sıkıştırdığını belirtelim. Kanadalı müzisyenin nefesi ve efektlere boğduğu saksafonundan filizlenen avangart kompozisyonlar, bu kez 144 yıllık bir metal fabrikasında kaydedilmiş. Sarmalları ve irili ufaklı patlamalarıyla yine tek kişilik dev orkestra kıvamında. 22 dakikalık “Strike your forge and grin” meditatif bir kıyamet tasviri sanki. 

13 EYLÜL: Tindersticks – Soft Tissue
(Lucky Dog / City Slang)

Ne denilebilir ki? Melankolik, içine sonbahar esintisi sinmiş; yağmurdan ıslanmış ve sararmış yaprakların, kalabalık kaldırımların arasında, eller cepte, hüzün yüklü âşık kalple yürürken mırıldanmak için yapılmış sinematik parçalar koleksiyonu. Tindersticks, bildiğimiz gibi yani. Onların imza denkleminde hayat bulan düşünceli sözler, dokuz parçanın üzerinde dolaşan karamsar bulutlar, Stuart A. Staples’ın sakinleştirici ve ilahi bir atmosfer yaşatan vokalleri, nazik blues ve soul etkileri ile adım adım üzerinize büyüyor Soft Tissue

13 EYLÜL: trentemøller – Dreamweaver
(In My Room Records)

Kariyerinin başından beri yavaş yavaş dark wave, new wave, synth pop, shoegaze gibi türlerden öğeleri müziğine katarak dans müziğinden uzaklaşan Anders Trentemøller,  son albümünde de bu rutini devam ettiriyor. Dreamweaver, son dönem trentemøller albümleriyle benzer “karanlık” tonlarda, yine gayet güzel kaydedilmiş, sonbahara yakışacak bir albüm. Gelgelelim biraz yavan bir romantik yaklaşımı olduğunu da söylemeli. Sound’unu kendine özgü hâle getireli çok oldu; artık biraz daha cesur, daha deneysel, daha köşeli olmanın vaktidir sanırız. Müzisyenle geçen sene yaptığımız röportajı da burada bulabilirsiniz.

13 EYLÜL: Sarah Davachi – The Head as Form’d in the Crier’s Choir
(Late Music)

Elektroakustik müziğin geride kalan 10 yılına zihin açıcı tematik albümler bırakan Kanadalı besteci Sarah Davachi, yine derin dinleme hâlinde deneyimlenmesi gereken bir koleksiyonla karşımızda. 90 dakikaya yayılan yedi parça, oda orkestraları ve solo performanslar için yazılmış; ağır ağır genleşip derinleşen besteler. Herhangi bir zamanla ya da spesifik bir durum ya da ruh hâliyle özdeşleştirmenin kolay olmadığı bir üslup benimsiyor Davachi. Dinleyicilere de tavsiyesi, albümü uzun bir ark süresince yavaşça yükselip alçalan, sonra tekrar başladığı yere çıkan bir yapı olarak düşünmeleri.

13 EYLÜL: The War On Drugs – Live Drugs Again!
(Super High Quality Records)

Konser albümleri biraz eskinin olayı gibi günümüzde. 80’lerde, ‘90’larda iyi iş yapan bu değerli konseptin sesi soluğu kesilmişti. Bu aralar şanslıyız ki yakın zamanda Blur’den sonra Philadelphia gitaristleri geleneğinin coşkulu isimlerinden Adam Granduciel’in grubu The War On Drugs da canlı bir albümle geldi. Dört yıl önce de bir konser albümü yayımlayan grubun, synthlere daha çok ağırlık veren son albümü I Don’t Live Here Anymore’daki şarkıların canlı versiyonları da iyi işliyor. Granduciel hiçbir zaman iyi bir vokalist olmadı ama yarattığı “büyük” soundun yer yer heyecan verici olduğunu söylemeli. Davulcu Charlie Hall’ın da dikkat çeken bir performansı olduğunu ekleyelim.

13 EYLÜL: Terrace Martin – Nintindo Soul
(Lowly / O’Connor)

Los Angeles’ın eklektik caz ve hip hop sahnesinin yerinde durmak bilmeyen çok yönlü müzik insanı, yine dinleyeni ânında etkisi altına alan prodüksiyonlarla dolu bir albümle çıkageldi. Martin’in solo diskografisinde neo-soul etkilerinin en belirgin şekilde takip edilebildiği kayıt olduğunu söyleyebiliriz Nintindo Soul’un. Muhtemelen son yıllardaki Dinner Party mesaisiyle açılan patikaların bir çıktısı bu da. İlk dinlemede favorimiz, karizmatik bir retro havası estiren Preston Harris düeti “Can I Love You”.

13 EYLÜL: Floating Points – Cascade
(Ninja Tune / GRGDN Müzik)

Temmuz ayında İstanbul’daki performansıyla biraz düş kırıklığı yaratan Floating Points kendini şahane yeni albümü Cascade ile affettiriyor. Herhangi bir füzyona girmeden temiz ve saf IDM ve techno yapılı albüm; beş yıl aradan sonra tamamen tek başına olduğu bir albüm yapan Samuel Shepherd için bir zafer ânı. Sonlardaki drum’n’ bass ve ambient denemeleri de müzisyenin esnekliğine ve cephanesinin bolluğuna işaret ediyor. Biraz Jon Hopkins, biraz da Todd Terje gibi İskandinav soundlara da göz kırpan Cascade, 2024’ün dans pistlerine en büyük hediyelerinden biri.

13 EYLÜL: My Brightest Diamond – Fight The Real Terror
(Western Vinyl)

New Yorklu müzisyen ve besteci Shara Nova’nın dinleyenin en derinlerine temas eden melodilerle hayat verdiği My Brightest Diamond projesi uzun bir aranın ardından yeni seslerle aramızda. Nova yeni koleksiyonundaki parçaları Sinéad O’Connor’ın ölüm haberini aldıktan sonra yazmaya başlamış Shara Nova. Fight the Real Terror ile aktivizme dair sorular sorduğunu ve insanlığın hassasiyetlerini sorguladığına işaret ediyor müzisyen: “Cevaplar sunmuyorum ama bu tip düşüncelere bir bakış atıyorum. Orkestrasyon olmadan hızlı bir şekilde yazmak beni ânın içinde olmaya, gösterişten ziyade yapıya odaklanmaya itti.”

13 EYLÜL: The Jesus Lizard – Rack
(Ipecac Recordings)

Sanki dünmüş gibi. Bu yıl geri dönüş yapan gruplar arasında arayı en çok tutan grup The Jesus Lizard olmalı. 1998’deki Blue‘dan sonraki ilk albümleri 26 yıl aradan sonra dinleyiciyle buluştu. Grubun enerjisi ve yaklaşımında hiçbir değişiklik olmadığını hemen fark ediyorsunuz. Evet, belki tarzları artık çok revaçta değil ama zamanında da çok popüler olduklarını söylemek zor. Eski sevenleri için de yeni tanışacaklar için de falsosu olmayan, dinamik bir iş. Aman Perry Farrell ve Dave Navarro gibi birbirlerine girmesinler de!

13 EYLÜL: Die Nerven – WIR WAREN HIER
(Glitterhouse Records)

Taner Yücel öneriyor:
“2010’da Stuttgart’ta kurulan power trio Die Nerven’in Wir Waren Hier isimli albümü 13 Eylül’de dijital portallara dağıtılmış. Yer yer agresif ve çok da yeni tınlamayacak ama rahatlıkla bağ kurulacak tanıdık formüller barındırıyor. Prodüksiyonu yine aşırılıklardan kaçınılmış, çok doğal bir rock sound’uyla karşımızda. Eskiden grubun Spotify hesabında yazdığı gibi geleneği bozmamış ‘the last rock band of Germany’.”

20 EYLÜL: Honeyglaze – Real Deal
(Fat Possum Records)

Londralı üçlü Honeyglaze, Real Deal ile sessizlik ve kaosu ustalıklı bir şekilde dengeleyerek yetişkin hayatının sıradanlığı, ayrılıklar, kişilik krizleri gibi büyüme sancılarını Anouska Sokolow’un soğukkanlı vokalleriyle kurcalıyor. Math rock’tan midwest emo’ya geniş bir ilham yelpazesiyle şekillenen albüm, grubu enstrümantal olarak çok daha olgun ve kendinden emin bir noktaya taşıyor. Çarpıcı gitar tonları, akıldan kolay çıkmayacak riffler ve zaman zaman yoğunlaşan davul partisyonları ile zengin bir akışa sahip albümün prodüktörü, önceleri Interpol ve Parquet Courts gibi isimlerle de çalışmış olan Claudius Mittendorfer.

20 EYLÜL: Tim Reaper, Kloke – In Full Effect
(Hyperdub)

Başta kurucusu olduğu Future Retro etiketiyle yaptığı yayınlar ve açık fikirli prodüksiyon anlayışıyla jungle müziğinin serüvenini şekillendiren figürlerden biri oldu Tim Reaper. Tam 20 yıl sonra Hyperdub kataloğuna tekrar adını yazdırdığı yeni işi In Full Effect, Avustralyalı prodüktör Kloke ile kendinizi güvende hissedeceğiniz bir serbest dalış yapmaya davet ediyor. Türün 90’lardaki zirve dönemlerine referanslar verirken, ciğerlerinizi titreten bas hatlarını sağlı sollu savuruyor üzerinize.

20 EYLÜL: Başak Günak  – Rewilding
(Subtext / MultiverseLTD)

Bugüne dek elektronik prodüksiyonlarını Ah! Kosmos mahlasıyla yayımlayan Başak Günak’ın Rewilding adlı albümü ambient kompozisyonlarından oluşuyor. Son dönemdeki kimi enstalasyonlarından materyaller, fısıltılar, Buchla 100 synthesizer, kilise orgu gibi çeşitlenen ses kaynaklarıyla çok katmanlı bir bestecilik üslubu benimsemiş bu kez. Bir anlamda yaratıcı reflekslerini yeniden tanımlamış. Isak Hedtjärn’ın bas klarnet icrası da albümün gri atmosferine karakterini veren unsurlardan biri olarak öne çıkıyor. Kulaklıkla ve başkaca uyaranlardan arındırılmış bir şekilde deneyimlenmesi önerilir.

20 EYLÜL: Aga B – INTERLUDE 87
(GTR Müzik)

Günlük hayatın, rutinin içinde kendi temponuzu yitirdiğinizi hissedip döngünün dışına çıkıp nefes alma ihtiyacı pek çoklarımız için tanıdık. Bunun altından kalkmanın yolu herkes için çeşitlilik gösterecektir; Aga B ise çareyi bu arzunun bir albümünü yapmakta bulmuş anlaşılan. İçsel yolculuklarını ve bugününü, şimdisini şarkılaştırmaya koyulmuş INTERLUDE 87 ile. KXRGX imzalı yeri gelince puslu, yeri gelince parlak, yeri gelince mesafeli duyulan prodüksiyonun yarattığı zeminde Aga B’ye Kamufle, Su Sonia, Abkountry, Fuat gibi konukları da eşlik ediyor. Ahmet Budak’ın ellerinden çıkan, dev Aga B’nin sokakları arşınladığı “INTRO” klibi de işte burada.

20 EYLÜL: The WAEVE – City Lights
(Transgressive Records)

Blur’ün Graham Coxon’ı ve Pipettes’in Rose Elinor Dougall’ının güç birliği, namıdiğer the WAEVE’in ikinci stüdyo albümü artık bizimle. Bu ikiliyi bir de Arctic Monkeys, Pet Shop Boys, Jessie Ware ve Fontaines D.C. albümlerinin prodüktör koltuğunda oturan James Ford’la birleştirince ortaya çıkan sonuç epey dikkat çekici. İkilinin yeni ebeveynler olmasının tesirini çoğu ânında taşıyan albüm (bknz. “Song For Eliza May”) Coxon ve Dougall’ın glam rock sevdasını su yüzüne çıkarıyor. Punk ve new wave rüzgârlarının da estiği albümün gittiği yer net olmasa da fikirler ve melodiler açısından oldukça zengin bir koleksiyon çıkmış ortaya.

20 EYLÜL: Thurston Moore – Flow Critical Lucidity
(Daydream Library)

Thurston Moore’un ismi her zaman Sonic Youth ile beraber anılacak olsa da son 10 yılda gayet hatırı sayılır, biraz da sürpriz bir solo külliyat yarattı kendine. 2014’ten beri altıncı solosu olan Flow Critical Lucidity de bunlara kalite bir ek. Melodik spirallerle dolu ve Radieux Radio’nun tüm sözleri yazdığı albümde My Bloody Valentine’dan Deb Googe da bas çalmış. Bir şarkıda Stereolab’den Laetitia Sadier da var. Genel anlamda Moore’un artık alışılageldik soundundan bir sapma duymuyoruz ama onun da güzel örnekleri var bu albümde. Artık 70’ine yaklaşan efsanevi müzisyenin bu verimli çağına tanık olmaktan kaçınmayın deriz. 

20 EYLÜL: Bright Eyes – Five Dice, All Threes
(Dead Oceans)

Conor Oberst, Mike Mogis ve Nate Walcott üçlüsü Bright Eyes, yolculuklarının 30. yılında Five Dice, All Threes ile mükemmelliğe kafa tutuyor. Beş zarın hepsini üç atmak epey zor. Hatta imkânsıza yakın; tıpkı kusursuza ulaşmak gibi. Prodüksiyonu kendilerinin üstlendiği albüm, kısa sürede doğaçlama seanslar ile hayat bulmuş. Bu süreç, grup için alışılmadık bir özgürlük alanı yaratırken Conor Oberst belki de hiç olmadığı kadar dürüst, öfkeli ve melankolik. Caz esintili Cat Power düeti “All Threes” ikilinin vokal armonileri ile Bright Eyes kataloguna taze bir soluk katarken;  “El Capitan”, “Bas Jan Ader” gibi parçalar hikâye anlatıcılığının ustaca sergilendiği klasik bir Oberst işi. Five Dice, All Threes, dinleyiciyi referanslarla dolu lirikleri arasında kaybolmaya davet eden, Bright Eyes’dan beklenen her şeyi ve daha fazlasını barındıran geniş bir yelpazeye sahip.

20 EYLÜL: Yseult – MENTAL
(Y.Y.Y. / I HAVE NO FUCKING IDEA)

Olimpiyat Oyunları kapanış töreninde de sahne alarak dikkatlerini üzerine çeken Fransız müzisyen Yseult, yeni işi MENTAL ile tam anlamıyla bir  “radyonuzun ayarlarıyla oynamayın” albümüne imza atmış. Birkaç parçayla örnekleyecek olursak: “GARÇON”, motorik bir beat ve fiyakalı gitar oyunlarıyla tesirli bir rock’n’roll açılımı. Muhteşem bir klip eşliğinde geçtiğimiz aylarda yayımlanan “BITCH YOU COULD NEVER”, Fransız elektronik müziğinin imza etiketlerinden Ed Banger’a selam çakıyor âdeta. Kıvrak mı kıvrak “GASOLINA” ise Arca & Rosalia stüdyoya girmiş gibi hissettiriyor. Şaşırmaya hazırsanız play’e basabilirsiniz. Tabii ki bazı ıskalanmış şutlar da var ama anaakım müzik adına epey cesur bir prodüksiyon anlayışı olduğu ortada.

20 EYLÜL: John Murry & Michael Timmins – a little bit of grace and decay
(TV Records)

John Murry madde bağımlılıklarından kurtulup, pek yetenekli merhum prodüktör Tim Mooney’nin yardımlarıyla ilk solosu The Graceless Age’i 2012’de yayımladığında elimizde büyük bir cevher olduğunu düşünmüştük. Gelgelelim Mooney’nin erken kaybı ve başka dertler, Murry’nin verimini oldukça düşürdü ve ertesinde günümüze kadar ilkini geçemeyen, sadece iki albüm daha kaydetti. Hakkındaki yeni belgesel The Graceless Age: The Ballad Of John Murrynin müzikleri için Cowboy Junkies’den tanıdığımız Michael Timmins ortaklığı; hem eski hem yeni şarkılar, hem de kısa enstrümantal soundtrack parçalar içeriyor ve Murry’nin yeteneğini tekrar hatırlatıyor. Gayet minimal prodüksiyon; sadece bir akustik gitar ve Murry’nin sesi şarkılarının tüm gücünü yansıtmakta zorlanmıyor. Kendisiyle yeni tanışanlar için iyi bir başlangıç olur. Dileğimiz Murry’nin daha derli toplu bir kariyer yolu izleyebilmesi. Çünkü kendisi az bulunur kumaşta bir şarkı yazarı. 

20 EYLÜL: The Voidz – Like All Before You
(Cult Records)

Hüzünlü “Overture”la açılan Like All Before You kısa süre içinde New Order stili gitarlarıyla devam edip, “Prophecy of the Dragon”da bir metal bara uğrayıp, “Flexorcist”te rotayı 80’ler ışıltısına döndürünce anlıyoruz ki The Voidz canı ne isterse tam olarak onu yapacak. Şikayetimiz yok kesinlikle. Grubun ilk iki albümünden alışık olduğumuz vocoder efektli Julian Casablancas vokallerini ve solistin iki grubunda da elini korkak alıştırmadığı kinayeli, “kıyamet yaklaşıyor ve herkes çok kötü niyetli” temalı sözleri bu albümde de bol bol bulmak mümkün. Koleksiyonun her parçası ayrı bir dünya; âdeta grubun ilham eksikliği yaşamadığı ve yeni şeyler denemekten korkmadığına emin olmamızı sağlıyor. 

20 EYLÜL: Katy J Pearson – Someday, Now
(Heavenly Recordings / GRGDN Müzik)

Kendini ve sanatçı kimliğini yeniden keşfetmek için bir süredir molada olan Katy J Pearson, üçüncü stüdyo albümünde hem kendinden hem de yaptığı müzikten emin duyuluyor. 10 şarkı boyunca Fleetwood Mac’ın folk güzellikleri kadar Cate Le Bon’un barok popunu da hatırlatıyor Someday, Now. Koleksiyonun her parçası mutlu diyemeyiz belki ama kendini gizlemeyen aranjmanlar sayesinde her biri alabildiğine parlak. Kayıtlardaki müzisyenler ve prodüktörü Nathan Jenkins’le vizyonlarının karşılıklı anlaşıldığını ve birbirlerine uyumlandığını anlamak güç değil. Güçlü bir ses dünyası ve sınırlarından yaratıcılık taşan bu uzunçaların sahibi Katy J Pearson’a biraz mola iyi gelmiş anlaşılan.

20 EYLÜL: Jamie xx – In Waves
(Young / GRGDN Records)

The xx ile üne kavuşan Jamie xx solo çalışmalarının arasını çok açtı, bir 10 sene kadar.  Sonunda ikinci solo albümü In Waves ile karşımızda. 2015 tarihli başarılı çıkışı In Colour, gayet ustaca kotarılmış, özgün bir işti. Yeni albüm ona göre belli değişiklikler içeriyor. Basslar daha yüklü, sample’a sırtını daha çok dayarken daha kulüp odaklı. İşçiliğine söyleyecek laf yok ama bazı şarkılar yolda düzülmüş gibi; sample tercihleri de yer yer sıkıcı olabiliyor. Özellikle The xx’ten arkadaşları Romy ve Oliver’ın konuk olduğu “Waited All Night” ise yeni bir The xx albümü isteği uyandırıyor. Seveni kadar sevmeyeni olabilecek bir iş.

20 EYLÜL: Manu Chao – Viva Tu
(Radio Bamba / Because Music)

90’lardan bu yana hem şarkıları hem de politik duruşu ile gönlümüzü çalan Manu Chao, 17 yılın ardından İspanyolca, Fransızca, İngilizce ve Portekizce hikâyelerini albümleştirdi. 13 şarkıdan oluşan Viva Tu’da country müziğin ikonik figürlerinden Willie Nelson ve Fransız şarkıcı Laeti ile yapılmış düetler de yer almakta. Bir bakmışsınız Karayip kumsallarında güneşin yakıcılığını yaşıyoruz, bir bakmışsınız São Paulo tarfiğinde yolumuzu bulmaya çalışıyoruz. Manu Chao denince akla gelen ilk şeylerden biri olan “neşe”, eksiksiz bir şekilde sızmış Viva Tu’ya.

20 EYLÜL: Sunset Rubdown – Always Happy to Explode
(Pronounced Kroog / Secretly)

Ayrılıkların yaşandığı fakat sonrasında Spencer Krug’un attığı bir e-mail ile başlayan birleşmeler, umutlar ve 15 yıllık serüvenin meyvesi, bir Sunset Rubdown yolculuğu, Always Happy to Explode, Montreal merkezli grubun tekrar bir araya gelişinin bir kutlaması. Dokuz parçalık albümün orta tempo akışında dramatik vokaller ve atmosferi her adımda daha da yoğunlaştıran işitsel tercihler iç içe geçiyor.

25 EYLÜL: Deri Altı Kanalları – Kozmonotlar
(Inverted Spectrum Records)

Ülkenin deneysel ve psikedelik müzik tarihine dair zihinlerde yeni kapılar açan Deri Altı Kanalları külliyattan bir derleme daha huzurunuzda. Kozmonotlar adını taşıyan yeni DAK yayını, grubun 2019’da hayatını kaybeden üyesi Ceyhun Dora’nın hazırladığı bir seçki. Grup hâlinde yapılmış kayıtların yanı sıra solo işler ve Ceyhun Dora’nın Şayeste Önder’le birlikte Cei-Shai adıyla kaydettiği iki parça da Kozmonotlar’ın akışında yer alıyor.

27 EYLÜL: SOPHIE – SOPHIE
(MSMSMSM Inc. / Future Classic) 

“Bence yaşadığım zaman hakkında tamamen sahici olmayı kariyerim boyunca bir hedef olarak göreceğim, bu ânın esas olarak ne olduğunu bulmayı.”

DJ, prodüktör, sanatçı ve birçokları için kutup yıldızı görevi gören Sophie Xeon’un pırıl pırıl ve bir o kadar da yıkıcı icrasının ardındaki mirası yeniden hatırlama zamanı. Haziranda müzisyenin resmî hesabına yüklenen @MSMSMSM_FOREVER videosuyla duyurulan SOPHIE, bildiğimiz anlamıyla elektronik müziğin yüzünü değiştirerek yepyeni ufuklar yaratmış kişiliğe tüyleri diken diken eden bir veda. Vefatından önce tamamlayamadığı parçaların aralarından az çok ayırt edilebilse de seçki onu onurlandırmaya tümüyle yeterli. Albüm SOPHIE’nin kardeşi ve stüdyo yöneticisi Benny Long ile aile fertleri ve dostlarının dokunuşlarıyla tamamlanmış. Özgün sanatkârlığı ve tek elden yaratmış olduğunu söylerken çekindirmeyen hyperpop türü nezdinde kaos ve karanlığı da daima kucaklamış bir dehadan geri kalan bu devasa iş, SOPHIE’nin iç dünyasına giden yolu tekrardan aydınlatan bir ışık olmalı.

27 EYLÜL: Padme & Toprak Işık – Jest (Original motion Picture Soundtrack)
(Tamar Records)

İstanbullu punk oluşumu Padme’den, grup üyelerinden Toprak Işık’ın yönettiği Jest filminin soundtrack albümü. “Film ne hakkında?” diye soranlar için şöyle bir yanıtımız var Toprak’tan: “‘Cehennem acı çektiğimiz yer değildir. Acı çektiğimizi kimsenin bilmediği yerdir.’ dendi tarihte bir noktada ve çok da haklı bir sözdü. Bu film de bununla alakalıydı aslında.” Sekiz parçalık albüm, dörtlünün ilk soundtrack işi olmasının yanı sıra Spagetti Western tınılarıyla da Padme anlatısında yeni bir sayfa açıyor.

27 EYLÜL: V.A. – Why Don’t You Smile Now Lou Reed at Pickwick Records 1964-65
(Light in the Attic)

11 yıl önce aramızdan ayrılan “karanlıklar prensi” Lou Reed’in kariyeri doğal olarak The Velvet Underground ve sonrası olarak bilinir. VU’dan önce de maaşlı bir şarkı yazarı olarak çalıştığı bilgisi daha sıkı hayranların ilgi alanıydı. Kaybolmuş cevherler konusunda usta plak şirketi Light in the Attic sayesinde, elimizde Reed’in Pick Wick Records’ta, 22-23 yaşlarında, yazdığı şarkıların bir toplaması var. The Primitives ve The Roughnecks gibi birkaç örnek dışındakiler farklı müzisyenler tarafından seslendirilmiş şarkılar. Reed’in dönüştüğü şeyi düşünmeden, önyargısız şarkılara bakmak zor. Hem VU hem de sonrasındaki solo kariyerindeki yazarlığının köklerini buradaki şarkılarda bulabiliyorsunuz. Mesela Robertha Williams’ın seslendirdiği iki beste Reed’in Berlin döneminin öncülü gibi tınlıyor hakikaten.  Hem 60’ların o dönem için taze ve farklı soundlarından örnekler duymak hem de Reed’in gelişim dönemine tanık olmak için birebir. Efsane müzisyenin rock’n’roll kanı her adımda ortada.

27 EYLÜL: Efterklang – Things We Have In Common
(City Slang)

Danimarkalı grup Efterklang, üç yıllık arayı kapatan yeni albümünde incelikli besteciliği ve sonik paletinde gözettiği çeşitlilik ile etrafınıza bir yuva örüyor. Bir Efterklang albümünden bekleyeceğiniz sıcaklık, eksiksiz şekilde nüfuz etmiş Things We Have In Common’a. Albümün konukları Mabe Fratti, Beirut ve Sønderjysk Pigekor’a daçeşitli duraklarda manzaraya kendi renklerini katmak için alan tanınmış. 20 yılı deviren grubu özel kılan nüanslar, tüm iniş ve çıkışlarıyla dokuz şarkıda kendini belli ediyor.

27 EYLÜL: Origami Angel – The Brightest Days 
(Counter Intuitive Records)

Origami Angel, The Brightest Days ile grubun karakteristik enerjisini ve esprili tavrını korurken, dinleyiciyi daha aydınlık bir dünyaya buyur ediyor. Koleksiyon; çeşitli noktalarında kendini gösteren metal dokunuşları, pop-punk’tan synth pop’a geniş bir müzikal yelpazeye yayılan sound’uyla birlikte içinde süzülerek gezdiriyor. Pozitiflikleri ile sarmadıkları bu koleksiyon, en gri anlarında bile naifliğini koruyor.

27 EYLÜL: Xiu Xiu – 13″ Frank Beltrame Italian Stiletto with Bison Horn Grips
(Polyvinyl)

Dümeni keskin şekilde kırma cesaretini her daim barındıran özel gruplardan biri Xiu Xiu. Diskografilerinin yayıldığı uçsuz bucaksız haritada kendilerine küçük ve karanlık kuyular kazdıkları son dönem işleri, dinleyici için kimi zaman bir meydan okumaya dönüşen yoğun dinleyiş hâinde olmayı talep ediyordu. Los Angeles’tan Berlin’e tanışıp estetik algılarını yıkıp yeniden şekillendirmeye karar verdikleri dönemin ürünü olan 14. stüdyo albümü, Xiu Xiu’nun ekstrem ve ayrıksı uçlarda dolanmaktan duyduğu hazla yanıp tutuşuyor. Teatral monologlar, fuzz kasırgaları, hipnotik döngülerle “kaosun 1001 hâli var ve hepsi güzel” diyor bir kez daha Jamie Stewart ve Angela Seo.

27 EYLÜL: Jakuzi – Madalyon I
(Bağımsız)

Üçüncü Jakuzi albümü Madalyon’un ilk yarısı. Hem grubun bağımsız olarak yayımladığı ilk albüm hem de Kutay Soyocak’ın Soup Natsy (Bahri Onur Erol) ile geçirdiği ortak üretim sürecinin ilk çıktısı. Jakuzi’nin her daim yakın olduğu 80’lere doğru daha da belirgin adımlar atılıyor. Kutay Soyocak’ın söz yazımındaki ve ifadesindeki yönelimler, albümün genelindeki ışıltılı atmosferini daha bulanık, daha yorumlamaya açık bir renge boyuyor. Albümün en melankolik anlarına ev sahipliği yapan Brek imzalı “Yalnızlar Caddesi” de bir düet olması itibarıyla Jakuzi külliyatı için bir başka ilk. Kutay Soyocak’la Madalyon’un ilk yüzünü, yeni yaratıcı arayışlarını, tercihlerini ve bu oyun alanını kendisi için canlı tutabilme yöntemlerini konuştuğumuz röportaj da buradan okunabilir.

27 EYLÜL: Naima Bock – Below a Massive Dark Land
(Sub Pop Records)

Naima Bock ilk solo albümü Giant Palm’la bir besteci ve söz yazarı olarak derinliğini göstermiş; folk tınılarına mistik bir hava katan sesiyle akıllarımıza iki sene evvel kazınmıştı. Yeni albümde ise Bock kendinin biraz daha karanlık köşelerini eşeliyor, âdeta önceden çekindiği sözleri yazması, çıkmadığı notalara çıkması için kendine izin veriyor. Gittikçe zenginleşen aranjmanları inanması güç kılsa da Below a Massive Dark Land’in tamamını kendi başına yazmış müzisyen. Büyük annesinin evinde bir gitar ve keman eşliğinde geçen yazım süreci sonucunda tıpkı Giant Palm gibi her saniyesi ve detayıyla kendine hayran bırakan ve Bock’un birey olarak büyüdüğü ve hayatta aradığı şeylerin değiştiğini belgeleyen bir koleksiyon çıkmış ortaya.

27 EYLÜL: Kit Sebastian – New Internationale
(Brainfeeder / GRGDN Müzik)

Geçmişle günümüzü psikedelik pop filtresinden geçirerek buluşturan Londralı ikili Kit Sebastian, Brainfeeder etiketli yeni albümleri lie kültürlerarası bir müzikal yolculuğa ortak ediyor.  Azerbaycan cazından Tropicália’ya, Fransız pop’tan Anadolu rock’a uzanan geniş bir yelpaze ile bu albüm, ikiliye kayıt ve yazım sürecinde yeniliklerle dolu bir deneyim yaşatmış.  New Internationale, göçmenlik deneyimlerinden aşk hikâyelerine kadar pek çok farklı temayı kendine has sinematik tarzlarıyla birleştiriyor. İkiliyle sohbetimize de buradan ulaşabilirsiniz.

27 EYLÜL: Tropical Fuck Storm – Tropical Fuck Storm’s Inflatable Graveyard
(Three Lobed Recordings)

Inflatable Graveyard, Tropical Fuck Storm’un ilk canlı kayıt albümü. Dinleyiciye kaotik bir enerji patlaması sunuyor. Albüm, grubun sahne performanslarının enerjisini ve karmaşasını iliklere kadar yansıtırken her parça, yüz yakan gitar riffleri ve yoğun ritimlerle gürültünün sınırlarını zorluyor ve derin bir katarsis yaratıyor. Kapanışı, grubun 2018’de stüdyo versiyonunu paylaştığı “Stayin’ Alive” yorumu epey yüksek bir şekilde yapıyor. Yollarının buralara da düşmesi dileğiyle!

27 EYLÜL: Alan Sparhawk – White Roses, My God
(Sub Pop Records)

Geçtiğimiz iki yıl Alan Sparhwak için oldukça zordu. Low’u beraber kurduğu eşi Mimi Parker’ı kaybeden müzisyen yas döneminden sonra ilk defa bir solo albümle geri döndü. 11 şarkı boyunca, Sparhawk’un aslında çocuklarına aldığı elektronik ekipmanla çok vakit geçirmesinin sonucunu dinliyoruz. İnorganik sesler ve tanınmayacak hâle gelene kadar manipüle edilmiş vokallerle dolu bir koleksiyon çıkmış ortaya. Müzisyenin bu ses dünyasına eğilmesinin ardındakiler de merak uyandırıyor hâliyle. Duygularını anlamak ve sindirmek için yepyeni şeyler denemeye mecbur olması, şu âna kadarki yöntemlerin yetmemiş olması muhtemel tabii; belki de kendi kendine yabancılaşmıştır, belki de elektronik bir cümbüşe gömmek istemiştir yasını. 

27 EYLÜL: Hayden Thorpe – Ness
(Domino / GRGDN Müzik)

2010’ların indie rock sounduna değerli katkılar veren Wild Beasts dağıldığında bir burukluk hissetmiştik. O zamanlar grubun vokalisti Hayden Thorpe’un bu kadar ilgi çekici bir solo kariyeri olacağını tahmin edemezdik. Wild Beasts’in 2018’de dağılmasından sonraki beş yıldaki üçüncü solosuyla karşımıza gelen Thorpe, istikrarlı sounduna devam ederken yeni bir şeyler de deniyor. 2021 tarihli Moondust for my Diamond’daki ritmik yaklaşım yerini farklı stillerdeki, Kate Bush-vari bir arayışa bırakmış. Hem bir konsept albüm havası var hem de değişkenlik gösteren bir sound. Bir tek belki Thorpe’un şarkılarda biraz fazla konuşkan olduğu eleştirisini getirebiliriz. Artık kendini kanıtlamış bir müzisyen olan Thorpe hep kulak kabartılması gereken işler yapmaya devam ediyor.

27 EYLÜL: Ezra Collecive – Dance, Nobody’s Watching
(Partisan Records / GRGDN Müzik)

Mercury Ödülü kazanan ilk caz beşlisi olmakla tarihe, yazın Babylon Soundgarden’a teşrif edişleriyle de kalbimize kazınmış ekibin son albümü, adından net anlaşılabileceği üzere tümüyle dansa adanmış. Lider Femi Koleoso, basçı TJ Koleoso, klavyeci Joe Armon-Jones, trompetçi Ife Ogunjobi ve tenör saksafon James Mollison’ın oluşturduğu kolektifin yeni stüdyo işi, her zamankinden daha coşkun bir birlik hissi aşılıyor. Where I’m Meant to Be (2022) ardından belirli yönlerden epey atmosferik denebilir; sinematik senfonik breakler, spoken word kesitlerden yer yer beslenen dizgi gittikçe ve kararlılıkla hareket ve ritmi arttırıyor: Partinin başladığını adım adım hissettiren bir parça listesi. Puslu, vibe’ların temiz olduğu bir dub club’tan çıkıp Afrobeat ve caza doygun pistlere… Konukların Yazmin Lacey, Olivia Dean, M.anifest ve Moonchild Sanelly olduğu LP’de sürpriz bir Fela Kuti cover’ı da mevcut.