Olasılıklar üzerine bir sergi: Aşikâr Hareketlerin Gizli Hâlleri

Yazı ve Fotoğraf: Zeynep Ayta

İçinde yaşadığımız dönemi kısaca durma-karşıtı bir çağ olarak tarif etmek mümkün. Bitmek tükenmek bilmeyen bir devinim hâlindeyiz, ulaşmaya çalıştığımız yerler, tamamlanmayı bekleyen işler; hep daha öteye, ileriye doğru ittirmeye çalıştığımız hayatlarımız… Bu zorunlu akıntıda direksiyon hakimiyetimi koruyamadığımı hissettiğim bir dönemden geçerken, Aşikâr Hareketlerin Gizli Hâlleri sergisi, adımlarımın kesin bir doğrultuda olması gerekmediğini hatırlattı bana. 

Sinan Eren Erk küratörlüğünde Bilsart’a yerleşen sergi; Sena Başöz, Didem Erbaş, TUNCA, Merve Ünsal ve Yoğunluk’un video işlerinden oluşuyor. Aşikâr Hareketlerin Gizli Hâlleri, 4 Mayıs’a dek ziyarete açık.

Serginin bağlamını, her hareketin içinde yatan başka bir olasılık olduğu düşüncesi oluşturuyor. Hatta İngilizce başlığından –Dormant States of the Awakened Moments– yola çıktığımızda, apaçık ortada olan anların uyanmayı bekleyen anlamlarına göz kırptığımızı anlıyoruz. Hep bir yön üzerinden tanımladığımız hareketler, aslında başlangıç ve bitiş kavramlarından yoksun; başka ögeler ile kurduğu ilişkiler aracılığıyla sağa sola çekebileceğimiz birtakım kıpırdanmalardan ibaret. 

Aşikâr Hareketlerin Gizli Hâlleri’ndeki işler bu kımıldamalardan oluştuğu gibi, her eser bir diğerindeki farklı bir ihtimali de uyandırıyor. Fakat bu ilişkilenmelerin entelektüel bir didaktiklik ile sunulmaması, sanırım sergiye dair en sevdiğim şey oldu. “Sanatçının burada ne anlatmak istediği” sorusuna apaçık cevap vermeyi bilerek reddeden çağdaş sanat eserlerine, bir üst-anlam dayatma derdi yok. Serginin küratörü Sinan Eren Erk’in deyimi ile bir “farz edelim ki senaryosu” ile oluşturulmuş bir mekân içerisindeyiz. Önerilen ilişkilerden biri, Didem Erbaş ile Yoğunluk’un işleri arasında. Yağmur sularından oluşan bir gölcükte kendiliğinden doğal yaşam alanı edinen iribaşların bitişiğinde, doğaya yakınlaşabilmek için yapay bir gölcük oluşturan insanın çabasının absürtlüğü biraz daha büyüyor sanki. 

Diğer duvarda, içinde alkışların koptuğu şiddetli bir boks maçının yaşanabileceği bir arenadaki beklenmedik sakinlik ile tanıdık bir şefkat göstergesinin şiddetli hâlleri birbiri ile konuşuyor. TUNCA ve Sena Başöz’den çıkmış bu iki iş de şefkat ile sertliğin birbirine dönüşebilir hâllerine işaret ediyor. Şefkat kelimesinin Latince kökeninin (compassion) acı anlamından (passio) geldiğini de söylemeli burada. Merve Ünsal’ın, tek kanallı video işlerinin bu ikili kombinasyonlarını takip eden çift kanallı videosu ise kendi içinde bir perspektif oyunu yaratıyor; bir karınca yuvasını andıran obruk görüntülerinin bir yandan da ufuk çizgisi kadar soyut ve sonsuz olabileceği önermesi ile baş başa bırakıyor.

Sergide sevdiğim bir başka küratöryel dokunuş, duvardaki işlerden ikisinin arasında konumlanan, sergi bağlamını özetlediği söylenebilecek alıntı. Hele ki bu durma-karşıtı çağda okuma yetimizi kaybettiğimizi, sergi metnini okusak bile özümseyecek kadar önünde durmadığımızı düşünürsek, oldukça başarılı bir referans noktası sunuyor bu Tolstoy cümlesi:

“Kesin kararlara ulaşma arzusuyla iyilik ve kötülüğün, gerçeklerin, düşüncelerin ve çelişkilerin sonsuz devinim içindeki uçsuz bucaksız okyanusuna atılmış talihsiz, zavallı bir mahluktur insan!”

Bu cümle içinizde bir yankı yarattıysa, Aşikâr Hareketlerin Gizli Halleri sergisini ziyaret edebilir, devinimlerin arasında uyuyan diğer olasılıklar ile zihninizi uyarabilir ve uyandırabilirsiniz.