Tarihine baktığınızda Wesley Eisold pek de mutlu bir adam değildi. Kendisi müzik basınında “nihilizm ve kederin genç tanrısı” olarak anılıyor, ve bunun belli sebepleri var…


Çocukluğu boyunca ailesinin sürekli bir yerden başka bir yere taşınması ve büyük ihtimalle sol elinden yoksun olarak dünyaya gelmesinden ötürü aykırı bir ergen olan Eisold, 90’ların sonlarına doğru Boston’un hardcore ortamlarında bir soluk ve anlam buldu. Adını ilk kez, Boston hardcore’unun müziğe karşı “düz” yaklaşımıyla Eisold’un ağırbaşlı ve karanlık sözlerini buluşturan (örnek: Annem ve babam âşık oldular / Bana kalan tek şey ise doğmaktı) American Hardcore grubuyla duyurmaya başladı. Grup 2004’te dağıldıktan sonra, Eisold dikkatini kısa ömürlü bir deneysel noise/grindcore topluluğu olan Some Girls’e verdi. Gruba bir şarkıda The Yeah Yeah Yeahs’in Karen O’su da eşlik etmişti. Ancak bir süre sonra bağırmaktan ve başka insanlara bağlı olmaktan yorgun düşen Eisold, punk gruplarından uzaklaşma kararı aldı ve hayata karşı memnuniyetsizliğini yazılı olarak ifade etmeye yöneldi. Heathworm Press üzerinden kendi ve başkalarının yazdıklarını yayımlamaya başladı.

Ama Eisold için henüz müziğin sonu gelmemişti, ve sahnelere kendi şartlarıyla döndü. Eline gitar alamayacak durumda olduğunu hisseden Eisold özgürlüğü elektronik müzikte buldu. Cold Cave adı altında darkwave parçalar programlar, kasvetli vokallerle buluşturur oldu. Cherish The Light Years (Matador, 2011) piyasaya çıktıktan sonra Eisold kendini bitmeyen turnelerde, “hype” çarklarına takılmış bir hâlde, kendi yaratımının kontrolünü kaybederken buldu.

2013, yakın bir arkadaşın trajik ölümü ile başladı… Bu olay Eisold için bir kez daha hayatın iplerini eline alması için bir uyarı gibiydi. İkinci kişilerin hepsi resimden çıktı; şimdi Eisold sadece canı ne isterse o şekilde takılıyor. Turne grubu da devre dışı kaldı; artık sadece kız arkadaşı Amy (Los Angeles lo-fi/psych grubu The Meek’in eski basçısı ve vokali) ile birlikte seyahat ediyor. Artık uyuşturucu ve alkol de yok; depresyonuyla ayık bir hâlde, günışığında yüzleşiyor. Yani 2014 Cold Cave’in daha ince bir yönünü ortaya çıkarırken acaba Eisold’un daha mutlu bir yanını da beraberinde mi getiriyor? Anlayacağınız 2014 daha sade bir Cold Cave ile bizi buluşturuyor. Acaba bunun daha mutlu bir Eisold olduğunu da varsayabilir miyiz? Wesley Eisold ile 22 Ocak Babylon’daki konseri öncesi yakınlaştık…


2014’e ilk defa İstanbul’a gelerek başlıyorsun; yeni yıl gündeminde başka neler var?
Dün gece ilk defa Atina’daydık ve ondan önce de bir hafta boyunca Paris’teydik. Bunun öncesindeyse hiçbir şey yapmıyorduk. Milano ve Roma’ya gideceğiz; Cold Cave daha önce Milano’da ya da Roma’da da hiç konser vermedi. Bu turumuz 10 konserden falan oluşuyor, ve asıl amacı daha önce hiç çalmadığımız yerlerde çalmak, çünkü eski menajerlerim sürekli olarak, “Orada çalmamalısın… Ah, orası o kadar da iyi değil” gibi şeyler söylüyorlardı önceleri. Bu sözler elbette menajerlerin kendi çıkarlarına yönelikti. Aylar önce bütün menajerlerimi kovdum. Aramızda geçen konuşmada, “İnsanların bize sürekli olarak gitmememizi söyledikleri yerlere gidip oralarda çalmak istiyoruz” dedik. Ve işte şimdi bu konuşmadan tam bir yıl sonra, buradayız… Şimdilik gerçekten çok güzel bir yolculuk oluyor ve böyle güzel olmaya da devam edeceğini düşünüyorum. Bu biraz da 2013’ün bağlarını 2014’ün yeniliği ile birleştiriyor. Bunun anlamı, hiç kimseye kulak asmamak; ne yapman gerektiğini düşünüyorsan onu yapmak, insanların sana neyin işe yarayıp neyin yaramayacağını söylemiş olmalarına kulak asmadan kendi fikirlerinin peşinden gitmek.

Bize yeni Cold Cave albümü ile ilgili ne söyleyebilirsin? Cherish The Light Years’ın bazı katmanlarından ayrıksı tınlayan son single’ları göz önünde bulundurursak dinleyici yeni çalışmalardan ne beklemeli?
Bence bu albüm diğer tüm albümlerden daha farklı duyuluyor. Daha sadeleştirilmiş bir tınının peşinden gittim çünkü kendimi Cold Cave olarak ilk günlerde nasıl yola çıktığımdan biraz uzaklaşmış, nasıl yaptığımı unutmuş hissediyordum. Müziği evde yapıyordum, çünkü bunu seviyordum. Sonra bir keresinde bir sürü lanet insanın gelip albüme çalmasıyla kendimi bir anda Electric Lady Stüdyo’larında buldum. Kulağımda sürekli yankılanan bir “Bunu yap, şunu yap, onu yap” sesi vardı. Bana, ”Eğer bunu yaparsan sana kayıt parası veririz… Eğer bu herif buradaysa sana para vermeyiz” diyen insanlar vardı. İşte tüm bu boktan sesler başka insanların müziğini fonlaması gerektiğinde geliyor. Bu durumdan midem bulandı. Neredeyse iki yıl o albüm için turnedeydim. Onunla ilgili beni mutlu eden herhangi bir şey yoktu. Bu sebeple ara verdim ve gerçekten sevdiğim bir şeyi kaydetmeye başladım. Ve ortaya çıkan iş daha yalındı ki bu da önceki albüme bir tepki olarak doğmuştu. Yani yeni albümü son yaptığım single’lara benzemesini istemiyorum; o kadar minimal duyulmasını da istemiyorum. Ama bu sayede Cold Cave ile ilgili neyi sevdiğimi öğrenmiş oldum; canlı anlamında minimal ve güçlü olmasını seviyorum. Şu anda bunun üzerinde çalışıyoruz ve bunu yazmaya başladık. Muhtemelen albümü sonbahara kadar çıkartmayacağız zaten programımız çok dolu ve sonbahara kadar pek boşluğumuz yok. Albümü baharda çıkartmak isterdim, ama bu mümkün değil.

Avrupa’da Nine Inch Nails’ın ön grubu olarak çıkacağınız birkaç stadyum konseri tarihi açıklandı. Bu turneden beklentileriniz neler?
Öncelikle, çok heyecanlıyız. Ben çok heyecanlıyım. Nine Inch Nails’a bayılıyorum. Trent’e inanılmaz saygı duyuyorum. Daha önce hiç böyle bir turnede çalmadım. Festivallerde çaldım ama bence tam olarak aynı şey değil. Ve bunun dışında çok da bir beklentim yok. Bu konuda kendimi çok da strese sokmuyorum, ne çok umutlu ne de çok gerginim; pek böyle şeyler hissetmiyorum çünkü kaybedecek pek bir şeyim yok. Geçtiğimiz yıllarda yapmak istediğim her şeyi tekrar kurdum ve eğer şu şekliyle kalırsa… Sadece iki aylık bir turne yapıyoruz. Çok da büyütmeye gerek yok. Şimdiye kadar iki aylık bir sürü turneye çıktım. Bu turnenin özelliği sadece biraz daha heyecan verici olması. Ama bu da bitince, hayat devam edecek, biz de işimize döneceğiz.

Cold Cave’in şu anki kadrosu nasıl? Daha ileriye bakınca devam edecek olan bir birliktelik görüyor musun yoksa her zaman bu projenin bireysel özü olarak kalacak mısın?
Her zaman bu grubun bireysel özüydüm, zaten grubu da bu yüzden kurdum. Daha önce başka gruplarda yer aldım ve diğer insanların müzik yapmasını bekledim. Onu yapmayı da çok seviyordum fakat hiç bir zaman yüzde 100 benimmiş gibi hissedemedim ve bu yüzden böyle bir şeye giriştim. Geçtiğimiz yıldan beri turnenin kadrosu ben ve Amy Lee’den oluşuyor. Ve bu böyle kalacak. Stadyum turnelerini de o şekilde yapıyoruz. Bütün bu insanlar bize, “Stadyum turnesine çıkıyorsunuz, yanınıza davulcu almalısınız” gibi şeyler söylüyor. Biz de bu insanlara sadece, “O zaman sizin grubunuz stadyum turnesine çıktığında siz yanınıza bir davulcu alırsınız” diyoruz. Grup şimdilik böyle kalacak. Beraber yolculuk yapmak hoşumuza gidiyor. Daha kolay geliyor. Artık başka insanları projemde kullanmak istemiyorum. Bir turne menajeri de istemiyorum ya da bir ses mühendisi veya ışıkçı… Ve birden bütün bu üçüncü kişileri çevrenizden uzaklaştırdığınızda biraz para yapmaya da başlıyorsunuz ve kendi yaptığınız işten keyif alıyorsunuz. Yani her açıdan daha mantıklı.   

Peki American Nightmare ve Some Girls’den sonra bu tarz değişikliğini ne tetikledi? Agresif müziğin sanatsal imkânlarından dolayı çok mu yorgun düşmüştün ya da bireysel olarak olgunlaşıp başka yönlere mi kaydın?
Aslında, kesinlikle o müzikten bitap düştüğümü hissettim. Bu sebeple her ikisiyle de başarabileceğim her şeyi başardığımı hissettiğimde yollarımı ayırdım. Ama sırf bu yüzden müziğe tekrar başlamadım. Eğer arkadaş olduğum biri bana gelip, “Hadi grup kuralım” deseydi, tüm o parçası olduğum gruplardan sonra bile, belki yine de yeni bir grup kurardım çünkü yapmayı bildiğim şey buydu; bir grupta olmak. Büyürken new wave gibi Cold Cave’in müziğinde duyabileceğiniz tarzlardan oldukça etkiledim, ama o müziğe yönelmemin sebebi bu değildi. Bu tür müzik yapmaya başladım çünkü yapabildiğim, çalabildiğim tek müzik buydu ve tek başıma bir grup kurmak istiyordum. Bunun üzerine daha önce hiç düşünmemiştim ama bir anda aydınlandım, “Aha, galiba elektronik müzik yapabilirim… GarageBand miydi neydi o? Bir şunu açıp bakayım…” Sonrasında da gürültüyü yapmaya başladım ve yaptığım patırtı şarkılara dönüşmeye başladı. Duyduklarım hoşuma gitti. Eğlenceliydi ve benimdi. Başka birinin beğenip beğenmemesi umurumda değildi. Tam zamanlı bir grubun içinde falan olmak istemedim. Sadece tek başıma müzik yapmak istedim ve yaptığım müziği arkadaşlarıma dinlettiğimde onlar da beğendi ve o zamanlar oldukça küçük olan kendi plak şirketlerinden yayınlamak istediler. Hatta başlarda müziğimi oldukça anonim tutmak istiyordum. Adımı hiçbir yere yazmadım. Vokallerimin ses perdesini çok değiştirdim. Olaylar bu şekilde gelişti. Bunu gerektiği için yaptım. Bu kararın nedeni popülerlik falan değildi. “Aaa artık bu müziği sevmiyorum; artık elektronik müzik seviyorum” ya da, “Artık popüler olan bu” gibi bir durum yoktu ortada. Sadece tek yapabildiğim oydu.

Seni hardcore’a ve punk’a çeken şeyler neydi, elektronik müziğe ne çekiyor? Bu farklı müzik türleriyle olan ilişkini nasıl karakterize edersin?
Benim için farkları var mı bilmiyorum. Sanırım aradaki tek fark zaman. Hardcore ve punk’a kapıldığım zaman büyüme çağındaydım. Her yıl bir yerden başka bir yere taşınan bir asker çocuğuydum. Kendimi aykırı hissediyordum ve okuldaki insanları sevmiyordum. Kaymayı çok seviyordum ve müzik de harikaydı. Zaten ergenken müzik yapmak istersin ve müziğin bir parçası olmak istersin, bu konuda inanılmaz tutkulusundur. Genellikle bulduğun müzik de bu tür bir müziktir çünkü o yaştaki insanlar bu müziği yapar böyle konserler düzenler ve tüm olan da budur. Elektronik müziğe gelince, elektronik müziği çok da umursamıyorum. Çünkü zaten dediğim gibi elektronik müzik benim için bir gereklilikti. Sevdiğim bir sürü elektronik müzik var ama başka müzikler de var. Ama elektronik müzik konusunda, zamanında hardcore’a olduğum kadar tutkulu olduğum söylenemez. Elektronik müziği öyle görmüyorum.   

2011’de tekrar bir araya geldiğiniz konserlerden sonra American Nightmare birkaç kez daha sahneye aldı. Bunun sadece para için yapıldığını sanmıyorum (öyleyse de bunun herhangi bir yanlış tarafı yok elbet)…
İnsanlar bunu hep söylüyor. Ama ben DJ’lik yaptığımda, American Nightmare ile sahneye çıktığımda aldığım paradan daha çok para alıyorum. İnsanlar bunu geyik diye söylüyor olabilir ama ben yine de savunmaya geçiyorum çünkü eğer para kazanmak isteseydim altı kişilik bir konsere çıkmazdım bile. Bu konserler kesinlikle para için değildi yani. Zaten bu bir hardcore konseri, ve hardcore’da pek para yok.

Tamam, o zaman parası için değilse bu şarkıları sahnede çalınca eline ne geçiyor?
O şarkıları çalmaya bayılıyorum. Ama her gün bunu yapmayı sever miydim bilmiyorum çünkü bunu yapınca fiziksel olarak da epey acı çekiyorum. Ve bu durum genellikle konserden 48 saat sonrasına kadar sürüyor. Ama o enerjiye bayılıyorum ve insanların şarkılar için ne kadar tutkulu olduğunu görmeyi seviyorum. Konserlerimizde ilk defa gelen insanlar olması hoşuma gidiyor ve bu o insanlar için de çok anlamlı oluyor. Onların tepkisi o kadar tatmin edici ki bunu yapmaya değer. Bence grubun hâlâ bir nüfuzu var; çünkü zamanında yaptığımız müzik gerçekten çok dürüsttü ve gerçekten içimizden gelerek yapıyorduk işimizi. Bunun etkileri hâlâ sürüyor ve bu insanlara da anlamlı geliyor.

Her iki tarafta da bulundun. Hardcore bir kitleye çalmakla daha indie/elektronik bir kitleye çalmanın artıları ve eksileri nelerdir?
Artık Cold Cave’in kitlesini nasıl sınıflandıracağımı bilemiyorum çünkü kesinlikle bu kitle de değişti. Başlarda geçmişte bulunduğum grupları pek de bilmeyenler Cold Cave konserlerine geliyorlardı. Ya bilmiyorlardı ya da sevmiyorlardı geçmişte yaptıklarımı; herneyse, bir nedenden dolayı eskiden konserlere gelmiyorlardı işte. Yıllar içinde bu değişti. Kitle bayağı karışık. Bazı insanlar var, sadece American Nightmare’i sevdiklerinden dolayı geliyor. Bundan çok daha fazla insanın ise American Nightmare’in varlığından bile haberi yok. Bu durum çok hoşuma gidiyor. Sahnede olmayı ve değişik insanları görmeyi seviyorum. Bence bayağı havalı bir şey. Bunun özel bir durum olduğunu düşünüyorum çünkü müzik konusunda da böyle hissediyorum. En başından beri sevdiğim şey bu ve bu grubu da o yüzden kurdum. Bazen Cold Cave konserlerine gelip konserin sonunda muhabbet edip sonunda beraber çok iyi vakit geçirdiğimiz insanlar hardcore sahnesinden insanlar oluyor. Yüzlerine bakınca bile ne kadar iyi insanlar olduklarını ve onlarla ortak bir şey paylaştığınızı görebiliyorsunuz. Ama sanırım bu iki türü, artıları ve eksileri üzerinden nasıl ayrıştırmam gerektiğini bilmiyorum.

Heathworm Press’in misyonunu nasıl tanımlarsın ve 2014 yılı için ne gibi planlar var?
Aslında ergenliğimde de fanzinler hazırlardım ama hazırladığım şeylere hiçbir zaman bir isim filan vermeyi düşünmemiştim. Sonradan, bu fanzin ve kaset kültürünün içinde bulundukça kendi ismimi yaratabileceğimi düşündüm çünkü bunun olmaması için hiçbir neden yoktu. Böylece kendi yaptıklarımı Heathworm’da yayımlamaya başladım, daha sonra aklıma kitabı olacak kadar yetenekli olan arkadaşlarım geldi. Kitapları olsa ben almak isterdim. Böylece harekete geçtim ve onların kitaplarını yayımladım. Şu âna kadar biraz yavaş hareket ettik çünkü ortaya bir kitap çıkartmak zaman alan bir iş ve ben de bu işi rahat vakit ayırarak yapmayı seviyorum. Cold Cave geçtiğimiz birkaç yıldır gerçekten çok meşgul ama şimdi üstünde çalıştığımız dört beş kitabın ortalarındayız. Crime & The City Solution’dan Simon Bonney benim en çok sevdiğim şarkı sözü yazarlarındandır ve şu an Simon’la bir kitap üzerinde çalışıyoruz. Kitabın adı The History of Crime olucak ki ben de bu başlıktan oldukça memnunum. Yine çok sevdiğim bir müzik grubu Arab on Radar’dan Eric Paul ile başka bir iş üzerinde çalışıyoruz. Zaten Eric’in birkaç kitabını çoktan piyasaya sürdük. Bu iki proje en yakın zamanlı olanlar. Henüz başlangıç aşamasında olan üç dört kitap daha var.

Punk dünyasında, indie camiası ve altkültüründe yazılı ürünlerin değişen rolüyle ilgili ne düşünüyorsun? Bana kalırsa 90’lardan günümüze olan değişimle fanzinler yerini bloglara bırakınca, HeartattaCk ve diğer fanzinlerdeki yazarlık, eleştiri ve yükümlülükler büyük ölçüde kayboldu…
Katılıyorum. Ben de aynı şekilde düşünüyorum çünkü şu an hiçbir şey bilmeden bir konu üzerinde fikir sahibi olmak çok kolay ya da insanlar hiç umursamadan fikirlerini savuruyorlar. Artık herkes yazıyor, bunda bir sıkıntı yok, ama bana kalırsa birçok kişi ne yazdığını pek önemsemiyor. Sanki bir şey yazıyorlar, ertesi gün fikirleri değişiyor ve her şey havada kalıyor. Hiçbir şey uzun ömürlü değil artık. Belki bu fiziksel şeyler söz konusu olduğunda iyidir çünkü yarattığın şeyi fiziksel olarak yayınlamak ciddi bir süreç ve adanmışlık gerektiriyor. Aynı zamanda sırf ben birinin blogunu umursamıyorum diye başka biri o blogu okuyup bir şey çıkaramaz diyemem. Ben online olarak kimseyi o şekilde takip etmiyorum. Kişisel olarak hâlâ klasiklerden yanayım. Herkesin bir fikri var ve herkes herkesin fikirlerini okuyabiliyor. Bu da harika bir şey.

Şarkı sözü yazmak ve şiir yazmaya karşı farklı yaklaşımların var mı?
Evet var. Şarkı sözü yazdığımda şarkının müziğini ya da şarkı için yapılmış basit bir melodiyi dinleyerek yazıyorum. Genellikle, aslında, bitmiş bir demoyu dinlerken çıkıyor sözler. Şarkı sözlerimi her zaman böyle yazmışımdır. Hiçbir zaman kafamın içinde şarkı sözü fikirleri gezinen bir müzisyen olmadım. Genellikle demoyu tekrar tekrar dinlerim ve belli bir hisse kapılırım, bu da duyguları tetikler ve şarkıya uyan sözler yazmamı sağlar, böylece müzik ve söz birbirini tamamlar. Karşılaştıracak olursak, şiir yazmak daha sessiz ve sakin bir iştir. Ama bence daha zor bir iş, çünkü gidecek, kaçacak hiçbir yer yok. Birbiriyle tamamlayacağın hiçbir şey yok, sadece sen varsın. Müzikteki yaratılmış duyguların müzikle açıklanması gibi bir durum yok.  

Şarkı sözlerinde ve röportajlarında samimiyete çok değiniyorsun. Aynı zamanda modaya ve modanın temsilciliğine olan ilgini de birçok kere ifade ettin ve Cold Cave’in videoları ve basın materyalleri için çok bilinçli estetik kararlar alıyorsun. Bu fikirler arasında bir çelişki var mı sence? Bir pelerin giymeyi seçsen ve siyah üzerine siyah giymeyi, bu yapmacık mı samimî mi olur?  
Bence bu kişiye göre çok değişir. Ben şahsen bunu samimî bulurum ve eğer öyle giysiler giyip kendimi aptal gibi hissetseydim üzerimi değiştirirdim. Ya da o giysilerle o gün kendimi iyi hissetseydim giymeye devam ederdim. Yaptığım her şeyde oldukça samimiyim. Bence modanın bize çekici gelmesi, gerçek anlamda hayran olduğum, aynen kendi dünyalarını yaratmış olan yazarları ve müzisyenleri algıladığım gibi bir avuç moda insanını büyüleyici bulmakla ilgili. Ve geriye kalan hiçbir şeyi umursamıyorum bile. Mesela Morissey’i düşündüğümde, bir Smiths parçası duymak istiyorum çünkü Morissey’in hayal etmiş ve kurmuş olduğu o dünyayı seviyorum ya da Danzig gibi bir grup ya da herhangi biri… Sadece kendi dünyalarını yaratan insanlar… Bir tasarımcı hakkında da aynı şekilde düşünebilirim, “Evet bu kişinin giysilerle yapmış olduğu şeyi sevdim. Bunu anlayabiliyorum ve bunu giymek istiyorum.”

Geçtiğimiz sene hayatında önemli engeller vardı ve hayatında ve yaşam biçimde değişiklikler oldu. Bu noktada, 10 yıl öncesiyle karşılaştırıldığında senin bakış açın nedir ve kendini bir 10 yıl sonra nerede görüyorsun?
Geleceği asla düşünmem aslında; günlük yaşarım. Bir yıl sonrasını düşünmek bana çok fazla. 10 yıl önce çok kötüydü. İnanılmaz depresiftim, yıllarca keyif almadığım bir turnedeydim. Bir rutine binmişti ama bir şekilde doğal da geliyordu; o tarz bir depresyon rahat hissettiriyordu. Böylece en yüksek noktasına vardı ve ben yoluma devam ettim. Şu sıralar her şey baya harika. Genel olarak çok güzel bir yıldı 2013. Korkunç bir şekilde başladı. Bir yıl ancak bu kadar kötü başlayabilirdi… Cold Cave’in de eski üyesi olan, eski bir dostum Philadelphia’daki evimde kendini vurdu ve bu durumla biz ilgilenmek zorunda kaldık. Ortalığı toplayıp, evi satmak zorunda kaldık ve olan her şey çok fazlaydı. Sonrasında oturup bizim için neyin önemli olduğunu konuştuk. Neyin önemli olduğunu ve ne yapacağımızı konuştuk. Bu doğrultuda kimseyi esir almadık ve üzerimizdeki tüm fazla yüklerden kurtulduk. Ardından karar kıldığımız her şeyi gidip gerçekleştirdik. Şu âna kadar her şey plana uygun gerçekleşti. Bütün pozitif enerjimizi pozitif varlık olarak adlandırdığımız şeye aktardık ve elimize geçen sonuçlardan memnunuz. Yolumuza devam ediyoruz ve bunu bir buçuk, iki yıl önce asla hayal bile edemezdim.

Son olarak, mezar taşında ne yazsın?
“Dürüst olmak iyi bir fikirdi”.

(Çeviri: Ayşegül Üldeş)

  1. Benim kurallarım: Glen E. Friedman

    “Yapmayı umduğumuz şeylerin şu anda kendilerine has bir hayatı olması ve insanları hâlâ etkilemesi inanılmaz; bu bir onur.”

  2. Bant Mag. Yayınları ilk kitabını sunar: Oturduğum Yerden / From Where I Am

    Aylin Güngör’ün “Oturduğum Yerden / From Where I Am” ismini taşıyan fotoğraf kitabıyla Bant Mag. Yayınları’na start veriyoruz.

  3. Müzikle anlatsana: Temalı dinleyişler

    Ünlü edebiyat eserlerinden yemek tariflerine, çeşitli bilim dallarından hayal ürünü tarihçelere kadar aklımıza gelebilecek her çeşit bilgiyi kulaklarımıza sunmaya hazır albümler dolanıyor etrafımızda. Bir de bulması kolay olsa!

  4. Joshua Camp ile temalı albümler üzerine

    One Ring Zero’nun Joshua Camp’ine temalı albüm yapma deneyimleri üzerine birkaç soru sorduk.

  5. Yeni bir gün doğuyor: Cold Cave

    Wesley Eisold ile 22 Ocak Babylon’daki konseri öncesi yakınlaştık...

  6. 20 yıllık, bağımsız bir aile: Silver Mt. Zion

    Silver Mt. Zion, mart ayında Türkiye’de gerçekleştireceği ilk konseriyle, “Gelin günümüz dünyasının buhranları için beraber endişelenelim” diyor.

  7. Carla Bozulich

    Karanlık, tehlikeli ve pop

  8. Sıkça Sorulan Sorularla Tektosag Records

    Tektosag Records hakkında bilinmesi gerekenleri sizin için öğrendik…

  9. Kelimelerden güçlü beat’ler: Sanebeatz

    2008 yılından beri SaneBeatz adıyla müzik yapan Furkan Çevik'e müzikal kariyerini, son yayınladığı albümü Balina Şarkıları'nı, geleceğe dair planlarını ve günümüz hip hop sahnesine dair fikirlerini sorduk.

  10. Müziğe dair kısalar

    Değişen adam Bob Dylan’dan, Mark Lanegan’a, Ahmet Hamdi Tanpınar’a, müzik üzerine birtakım düşünceler…

  11. Dinleme Odası’nda bu ay: Dawn of Midi

    Dinleme Odası'nda şubat ayının konuğu Dawn of Midi'ydi

  12. Teftiş: Bu ay ne dinlesem?

    Yeni müziğe dair bu ayki mesaimiz, artısıyla eksisiyle, burada.

  13. Bu ay ne izlesem?

    Yılın en çok konuşulan festival filmlerinin ardı arkasına vizyona gireceği mart ayı, hem erken bir İstanbul Film Festivali hazırlığı, hem de Oscar sezonundan eksikleri tamamlamak için ilaç niteliğinde.

  14. Nefes açıcı bir gençlik filmi: Mavi Dalga

    Beyazperdede Türkiye sinemasında çok fazla rastlayamadığımız liseli gençlerin arasına karışıp, seyircisine önceden öğrenilmiş kalıpların dışında, ferahlatıcı bir atmosfere hapseden Mavi Dalga’nın yazar ve yönetmenleri Zeynep Dadak ve Merve Kayan’la filme dair uzun ve kafa açıcı bir sohbet gerçekleştirdik.

  15. Yaratıcı bir mütevazı: Richard Ayoade

    Oyuncu, komedyen, senarist, yönetmen… Yetenekleriyle bir insanı rahatlıkla kıskançlık krizine sokabilen Londralı coollar coolu Richard Ayoade’e biraz daha yakından bakalım...

  16. 15 maddede Lars von Trier’in aşırı acıklı hikayesi

    Her filmi olay, her yaptığı skandal… Ama bu delirme eşiğine kolay gelinmiyor elbette. İzleyicilerinin önemli bir kısmının sevgi-nefret ilişkisi kurduğu Lars von Trier’in bugünlere kadar gelebilmesine hayret ettirecek olaylar silsilesi ve imza attığı skandalları sizler için derledik…

  17. Balkonumdan Çırağan…

    Veya: ANAP’ın bal peteğinden AK Parti’nin ampulüne “Turkish merry times”

  18. Görmek, düşünmek, hissetmek: 1457 Ankara

    Ankara metropolünü yeraltından yerüstüne hisseden, “yürümek düşünmektir” diyen 1457 Ankara belgeselinin yönetmeni Halil Yetiş ile konuştuk. Kent meselesinin güncel politikanın

  19. Birileri şakayı ciddîye alır

    Başka türlü bir stand-up mümkün...

  20. Arslan Eroğlu’yla müzikten edebiyata

    Ressam Arslan Eroğlu’nun son sergisi Perde’yi bahane ederek kapısını çaldık ve görsel algısını temellendirdiği kaynaklar üzerine detaylı bir söyleşi yaptık.

  21. Partick De Bana

    Bu buluşmanın kaç başlangıç noktası olduğunu ve hangi zamanlara kadar uzanabileceğini bilmiyorum.

  22. Keşfedilmeyi Bekleyen Yetenekleriyle: “Mamut Art Project”

    3-6 Nisan 2014 tarihlerinde Küçükçiftlik Park'da yapılacak olan, 2013 yılında hayata geçen ve genç sanatçıların üretimlerini galeri sahipleri, koleksiyonerler ve küratörlerle paylaşma hedefinde olan Mamut Art Project'in kurucu ortağı Seren Kohen'le bu projenin nasıl başladığını, ileriye yönelik planlarının neler olduğunu ve sanat ve eserlerin karşılığı ilişkisini konuştuk.

  23. PepsiCo Türkiye ve Sürdürebilir Tarım

    PepsiCo Türkiye PepsiCo’nun faaliyet gösterdiği ülkeler arasında bizi de örnek konuma koyan önder teknolojiler ve projeler üreterek hayata geçirmekte. Nasıl mı? Buyrun başlık başlık ve madde madde PepsiCo ve sürdürebilir tarım faaliyetleri.

  24. Künye

    yayın imtiyaz sahiplerive etkinlik direktörleri Aylin Güngö[email protected] J. Hakan Dedeoğ[email protected] yazı işleri müdürleri J. Hakan Dedeoğ[email protected] Ekin Sanaç[email protected] kreatif direktör