İlk kayıtlarını kapsayan bubblegum* dönemini aştıklarında artık daha heyecan veren bir şeyler yapmak istiyorlardı. ‘Bize ne sunabilirsin?’ diyorlardı. Ve ben de ‘Size ne istiyorsanız onu sunabilirim’ dedim.”
George Martin, ABD Haber Ajansı’na verdiği röportajda böyle konuşmuştu. 


Phil Spector, kayıtlarının tam kontrolünü üstlenmek konusunda stüdyoda dolu bir silah bulundurabilecek kadar agresif ve kararlıydı. Brian Wilson, obsesif ve nevrotikti. Sonunda büyük projesini rafa kaldırdı ve uyuşturucu kaynaklı psikozdan ötürü emekli olup, yatağa bağlı yirmi yıl geçirdi. Berry Gordy, açıkgözlü ve gösterişli biriydi. Müzik sevgisini bir müzik hiti fabrikasına dönüştürüp dünyanın en büyük müzikal imparatorluklarından birini kurdu. George Martin ise altmışların tarzına aslında çok uymayan, kibar ve ciddi bir adamdı.

İngiltere’nin en sıradan ailelerinin birinden geliyordu ve müziğe olan yeteneğini erken yaşta belli etmişti. Hava kuvvetlerine katılmadan ve müzik çalışmalarına başlamadan önce bir süre dosya memurluğu yapmıştı. Rahmaninov sevgisi sayesinde BBC’nin klasik müzik departmanında ve ardından EMI’da çalışmaya başladı. Martin, EMI’a katıldığında, daha kıyıda köşede kalmış olan ve EMI’ın eylemlerinin daha önemsiz bir bölümünü oluşturan Parlophone markası üzerine çalıştı. Peter Sellers ve Goon Show ekibiyle çalışarak komedi kayıtları yapmaya başladı.

Müzikle deney yapma imkânının erken başlaması Martin için bir şanstı. Hızlandırılmış piyano ve synthesizer’larla yapılan 1962 dans parçası “Waltz in Orbit” için BBC Radiophonics’te elektronik müzik yapan müzisyenlerle beraber çalıştı. Komedi kayıtlarında ses efektlerine ve iyi bir düzenlemeye ihtiyacı vardı. Bir Goon Show skecinde film yapımcılarıyla yasal problemler yaşamamak için, filmin adı olan “The River Kwai”deki “K” harfini çıkarmak zorunda kalmıştı. Rolf Harris’in ilk kayıtlarından birinde bir denge tahtasının sesini kaydetmişti ve bu şekilde Harris’in ses imzasını, yani onun şarkılarında kullandığı kendine özgü tınıyı yaratmıştı. Bir reklam kaydı yapmanın, bir odaya mikrofon koyup iyi bir performans almaktan sadece biraz daha gelişmiş olduğu bir zamanda, Martin en iyi ses kayıtlarını alabilmek için bütün kuralları yıkmak konusunda kararlıydı. 

Parlophone markasını geliştirme hırsı, mizah şarkılarının veya komedyenlerle çalışmanın ötesine geçmişti. Rock ’n’ roll yapmak istiyordu ama kendisinin de söylediği gibi bu sevdiği fakat çok anlamadığı bir tarzdı. Bu, Liverpool’dan Londra’ya gelen ve birkaç müzik şirketi tarafından reddedilen dört delikanlıyla, pop müzik tarihinin en büyüklerinden biri olan The Beatles’la çalışmaya nasıl başladığının hikâyesi. İlk deneme kayıtlarını bitirdiklerinde, kibar bir beyefendi olarak Martin, onlara döndü ve şöyle dedi: “Eğer beğenmediğiniz bir şey varsa, değiştirebiliriz.”

“Aslında,” diye cevapladı George Harrison, “Kravatını pek beğenmedim.”

Bu toplantıya daha duygusal bir bakış açısıyla yaklaşacak olursak, bunun Martin’in The Beatles’ı kabul ettiği an olduğunu söyleyebiliriz.

Grubun arsız bir espri anlayışı ve albenisi vardı, ancak Martin bir profesyonel olarak kayıtta onları kabul etmesini sağlayan bir şey fark etmiş olmalıydı. The Beatles havalı ve enerjikti.

Tarzları o zamanlarda Birleşik Krallık’ta hit olan parçalara göre daha hızlı, daha gürültülüydü. Repertuvarları çeşitliydi, müzik kulakları vardı ve Atlantik’in ötesinden gelen daha sert seslerden ilham alıyorlardı.  Onların Martin’den öğrenecekleri olduğu kadar, Martin’in de onlardan öğreneceği şeyler olduğu apaçıktı.

Beatles-Martin ilişkisi için dönüm noktası, ilk parçaları “Love Me Do”nun bekledikleri etkiyi yaratmamasıydı. Parçanın başarısızlığı onu üzmüştü, isteksizce ve belli bir hedefi  olmadan grup için dışarıdan bir müzik parçası aramaya başladı. Bu yöntem o zamanlarda sık kullanılıyordu. Hatta daha sonra Gerry and the Pacemakers’ın (Martin’in kaydettiği bir başka isim) hiti olacak olan “How Do You Do” adlı şarkıyı buldu. Ama Beatles bundan hoşnut olmadı, onlar kendi şarkılarını kaydetmek istiyorlardı. Bu yüzden Lennon’ın yazdığı “Please Please Me” şarkısının temposunun hızlandırılması için onları Liverpool’a yolladı. Sonuç canlı bir rock ’n’ roll ezgisiydi ve başarılıydı. “Beyler, ilk bir numaranızı kaydettiniz.” Bu Martin’in yorumuydu. Bu sözler müzik tarihine kazındı.

The Beatles’ın kariyerinin ilk zamanlarında Martin yeni anlaştığı bu isimlere büyük bir itinayla yaklaştı. Grubun kontratını tekrar gözden geçirdi ve telif hakkı ücretlerini iki katına çıkardı. Onlara daha iyi yayıncılar buldu ve kendilerini tanıtmaları için önerilerde bulundu. Birliktelikleri ticari olarak ezici bir güçtü. The Beatles başarısı bir fenomene dönüştü ve Martin, Liverpool çıkışlı bütün grupların, Gerry and the Pacemakers and Cilla Black de dahil olmak üzere, kontratlarını yapmaya başladı.

The Beatles çılgınlığının ve çok para kazanmalarının yanı sıra Martin ve grup, kayıtların yapılışını sonsuza kadar değiştirecek bir yol izliyorlardı. Stüdyoya her girdiklerinde yeni bir fikir ortaya çıkıyordu. Mikrofonu davula daha yakın tutuyorlardı. Martin’in daha sert sesler çıkarmak istedikleri zaman kullandıkları bas davul haline getirdiği küçük bir konik mikrofonu vardı. Kayıtların temposunu daha canlı, daha heyecan verici hale getiriyordu.

Rubber Soul ve Revolver albümlerini çıkardıklarında, grubun istekleri önü alınamaz bir hal almıştı. “Tomorrow Never Knows”un kaydında Lennon, seslerin bir dağın tepesinde şarkı söyleyen Tibetli keşişler gibi çıkmasını istemişti. Martin vokalleri dönen bir Leslie kabininde işleyip bir araya getirdi. McCartney bant döngüleri üzerinde çalışıyordu, beşi beraber parçanın başındaki ses kolajını yaptılar.

Bu arada Revolver albümünde “Eleanor Rigby” şarkısında Martin’in klasik müzik enstrümanlarındaki bilgisini kullanarak bir deneme yapmaya karar verdiler. Şarkıda yaylıların kullanılması gerekiyordu ama McCartney farklı bir şey yapmaya karar vermişti. Bu şekilde Bernard Herrman’ın Psycho filminde kullandığı yaylılara olan sevgisini  ifade etmek istiyordu. Martin’in bu parçada yaptığı düzenleme mükemmeldi ve Eleanor Rigby başarılı bir chamber pop şarkısı oldu.

Martin ve The Beatles’ın birlikteliği üzerine detaylı birçok şey yazıldı. Çok az birliktelik böyle yeniliklerle sonuçlanmıştı ve ilişkileri o zamanlar için emsalsizdi. Martin grup için hep bir baba figürü gibiydi. Uyuşturucu kullanmıyordu, ruhsal yolculuklar ve iç çatışmalardan uzakta kalmayı tercih ediyordu, her buluşmada gömlek giyip kravat takarak bunun ciddi bir iş olduğunu gösteriyordu. Aynı zamanda grubun en iyi yönlerini ortaya çıkarabilecek bir içgörüsü ve eşi çok görülmeyen empati yeteneği vardı. Her birinin bireysel potansiyellerinin farkındaydı, itaate zorlayan ve yöneten birinden öte, onlar için hizmet eden ve onlara rehber olan biri olmayı tercih ediyordu. Lennon’ın tuhaf isteklerini somut fikirlere çevirebiliyordu, McCartney’yi meraklı doğasını rock ’n’ roll’un ötesine taşımak konusunda cesaretlendiriyordu, Harrison’ın müzikal yeteneklerini geliştiriyor, Starr’a rock müziğin en efsanevi bateri parçalarını yaratabilmesi için yön gösteriyordu. Sonuç olarak grup, Martin’in prodüktör olarak yeteneklerini bir sanatçı prodüktörünün kariyerinde yapabileceğinden çok daha öte bir noktaya taşımasını sağlıyordu.

Martin, The Beatles dışında da kayıtlara her zaman doğal yeteneği ve yenilik üretme arzusuyla yaklaşıyordu. America, Ultravox ve UFO’yla çalışmıştı. Bu üçünün dışında daha birçok film partisyonu bestelemiş, synthesizer ağırlıklı “Theme One” parçası gibi avuç dolusu büyüleyici kayıt yapmıştı. Prodüktörlerin stüdyolarla kontratlı çalıştıkları bir zamanda bağımsız olarak çalışan ilk prodüktör olmuş, bu sayede kayıtlardaki telif hakkı ücretinde pay sahibi olabilmişti. Bir sanatçı olarak kayıt prodüktörlüğü mesleğine olan katkısı paha biçilemezdir.

Martin’in The Beatles’ın başarısındaki rolü çok tartışılan bir konu olmuştur. Şüphesiz, The Beatles inanılmaz fikirlere sahip, iyi bir gruptu, Martin olmadan da başarılı olurlardı. Ama böyle bir durumda sadece bireysel olarak başarılı olabilirlerdi. McCartney’nin ve Lennon’ın grupları farklı olabilirdi, çünkü ikisi de zorlu grup liderleriydi. Harrison’ınki gibi bir yeteneğin çok rağbet gördüğü bu dönemde, Harrison çok iyi bir rock ‘n’ roll gitaristiydi. Starr ,The Beatles’a katılmadan önce de aranılan bir bateristti. (Grup kontrat imzalamadan önce müzikten gerçekten para kazanan tek üyeydi.) Mutlu bir tesadüf dört üyeyi bir araya getirdi ve kendi kendilerine yeten bir gitar grubu yaratmalarını sağladı. Bu da onları  grubun potansiyelini tam olarak kullanmasını sağlayan Martin’e götürmüş oldu. Hem de nasıl bir potansiyel! Nasıl bir şarkı listesi! Her biri özen ve istekle dolu yaratılmış ne inanılmaz bir kayıt koleksiyonu! “Ticket to Ride”ın ahenkli ezgilerinden “A Day in the Life”ın orkestral orgazmına, yazılan her nota, kaydedilen her enstrüman, eklenen her ses efekti, her birleşim kendine özgü büyüyü yarattı.

Grup Martin’den “Let It Be”nin kaydını yapmak için ayrıldı. Şarkıda her şey yine oldukça hareketli olsa da, kayıtlar grubun yapmaktan memnun olduğu hiçbir şeyi somutlaştıramamıştı. Neredeyse projeyi yarıda bırakacaklardı, ama grup son bir albüm yapmak için güvenilir rehberleriyle tekrar çalışmaya karar verdi. Martin bunun için bir koşul öne sürdü, “her şeyi aynı eskiden yaptıkları gibi” yapacaklardı. Sonuç, grubun önceden de hep yaptığı gibi büyüleyici ve yeniliklerle doluydu. Albümün adı Abbey Road’du. Martin ve The Beatles pop müziğin seyrini sonsuza kadar değiştirecekti.

George Martin, Prodüktör 1926-2016

*Balonlu sakız dönemi: Altmışlı ve yetmişli yıllarda yapılan, hareketli temposu ve yüzeysel sözleri olan bir müzik türü. Hedef kitlesi genel olarak gençlerdi.

Image
  1. “Sanatın karmaşık olmasını istemiyorum”: Senon Williams

    Dengue Fever ve Radar Bros.’un biricik Senon Williams’ı ilk sanat sergisini Los Angeles’daki Matrushka Construction’da açtı. Bir araya gelip biraz tako siparişi verdik ve açık ve gönülden çizimleri ve heykelleri hakkında konuştuk.

  2. A’dan Z’ye: PJ Harvey

    İlk İstanbul konserine günler kala, kariyerinden bilinmesi gerekenlerle PJ Harvey.

  3. Ceketlerimizi ilikliyoruz: Son dönemden saygı albümleri

    Grateful Dead’den Ahmet Kaya’ya, son dönemin saygı albümü raporu.

  4. Tim Gane’in son harikası: Cavern of Anti-Matter

    “Bazıları, insanların enstrümantal müziği pek sevmediğini söylüyor. Benim için sorun yok.”

  5. Beşinci Beatle: George Martin

    “İlk kayıtlarını kapsayan bubblegum* dönemini aştıklarında artık daha heyecan veren bir şeyler yapmak istiyorlardı. ‘Bize ne sunabilirsin?’ diyorlardı. Ve ben de ‘Size ne istiyorsanız onu sunabilirim’ dedim.”

  6. Farklı duyarlılıklar ve vizyonlar: “Débruit & İstanbul”

    Fransız müzisyen ve prodüktör Xavier Thomas’ın solo projesi Débruit, kayıtları geçtiğimiz yıl İstanbul’da birçok konuk müzisyen eşliğinde yapılan yeni albümünü bu ay yayınlıyor.

  7. Bu kez daha planlı: King Gizzard & The Lizard Wizard

    Avustralyalı psikedelik rock grubu King Gizzard & The Lizard Wizard’la son albümleri Nonagon Infinity üzerine...

  8. Şarkı şarkı: Yeni TSU! albümü

    TSU!’yu yeni albümü Dadebe’deki şarkılarının yolculuğunu anlatması için sıkıştırıp, hikâyelerini Sadi Güran’ın ellerine teslim ettik.

  9. “Bandcamp’e âşığım, kasete ölüyorum”: Domuz Records

    Domuz Records’ı ve ilk albümü Fantezi Müzik’i geçtiğimiz ay yayınlayan Jakuzi’yi Taner Yücel ve Kutay Soyocak’tan dinliyoruz.

  10. Teftiş: Bu ay ne dinlesem?

    Yakın zamanda keşfettiğimiz, etkilendiğimiz ve paylaşmak istediğimiz müziklerden bir seçki.

  11. “Kadınlar üzerinden sınıfsal karşılaşma alanı”: Ahu Öztürk’le “Toz Bezi” üzerine

    Şubat ayında gösterildiği Berlinale’nin ardından geçtiğimiz İstanbul Film Festivali’nden En İyi Film, Kadın Oyuncu ve Senaryo Ödülleriyle ayrılan Toz Bezi’ni filmin yazarı ve yönetmeni Ahu Öztürk’ün ağzından okuyunca, bu sıcak dayanışma hikâyesiyle bağınız daha da artacak.

  12. Anneler toplumun monadları: Senem Tüzmen’le “Ana Yurdu” üzerine

    Geçtiğimiz Venedik Film Festivali’nden bu yana tüm dünyayı dolaşan, yılın en iyi yerli filmlerinden Ana Yurdu bu ay gösterime girerken, filmi yazan ve yöneten Senem Tüzmen’le ana erki, kadın yönetmen meselesi ve festival yapılarını didikleyen bir sohbet gerçekleştirdik.

  13. Dördüncü filmiyle huzurlarınızda: Yönetmen Jodie Foster

    Jodie Foster’ın yönetmen koltuğuna oturduğu ve bu ay izleme şansı bulacağımız son filmi Money Monster’dan yola çıkarak Foster’ın hayatına, ama özellikle de kamera arkasındaki kariyerine yakından bakma fırsatı bulduk.

  14. Mayıs ayı vizyonu: Iskalanmaması gereken dokuz genç yetenek

    Bu ay gösterime girmesi planlanan kırka yakın filmden bazıları, bir süredir yetenekleriyle kendilerinden söz ettiren ve ileride de çok sayıda filmde izleyeceğimiz genç yıldızları oyuncu kadrosunda barındırıyor. Vizyona akın eden bu star adaylarına yakından bakma fırsatını tepemedik.

  15. Meraklısına “iyi” müzik kitapları: Kara Plak Yayınları

    Hikâyelerin hiçbir zaman bitmediği müzik dünyasına ait kitapları kendi dilimizde okumanın keyfini yaşatmak için çalışmalarını sürdüren Kara Plak’tan Betül Kadıoğlu’yla müzik, kitaplar ve yayınevinin kuruluş motivasyonları üzerine konuştuk.

  16. İçselleştirilmiş deneyimin pedagojisi: “Violence & Learning”

    İsveç çıkışlı, interaktif politik tiyatro performansı Violence & Learning’in (Şiddet ve Öğrenme) yaratıcılarıyla, politik tartışmaları canlandırmak için Brecht’in en tartışmalı eserlerinden birine yaptıkları uyarlama üzerine bir sohbet.

  17. Künye

    yayın imtiyaz sahiplerive etkinlik direktörleri Aylin Güngö[email protected] J. Hakan Dedeoğ[email protected] genel yayın yönetmeni Ekin Sanaç[email protected] kreatif direktör Aylin Güngö[email protected] editörler