Jodie Foster’ın yönetmen koltuğuna oturduğu ve bu ay izleme şansı bulacağımız son filmi Money Monster’dan yola çıkarak Foster’ın hayatına, ama özellikle de kamera arkasındaki kariyerine yakından bakma fırsatı bulduk.


Kendisi için söylenen “gözümüzün önünde büyüdü” klişesini sonuna kadar hak eden bir isim Jodie Foster. Zira kendisi henüz üç yaşındayken başladığı oyunculuğa kırkın üzerinde reklam filmi, bir o kadar sinema filmi, çeşitli televizyon dizi ve filmleriyle bolca ödül ve övgü sığdırmayı başardı.

Reklam oyuncusu olarak sekiz yaşında kariyerinin zirvesine oturunca, bu kez dizi oyunculuğuna başlayan Foster bu alanda da hatırı sayılır miktarda işte çalıştı ve artık beyazperdeye büyük ve kalıcı bir adım atma yoluna çıktı. Foster hiç şüphesiz gelmiş geçmiş en deneyimli kadın oyunculardan biri olarak biliniyor ve kabul ediliyor günümüzde. Çocuk oyunculuktan kadın oyunculuğa kusursuz bir geçiş yapması, belki de kariyerinde ona en büyük kazanımı sağladı.

Henüz on dört yaşında Martin Scorsese’nin Taxi Driver filmindeki efsane rolüyle En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu kategorisinde Oscar adayı olan Foster, yirmi altı yaşında bu kez tecavüz mağduru bir kadını canlandırdığı filmi The Accussed filmiyle En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’nün sahibi oldu. Sadece üç yıl sonra The Silence of the Lambs ise ona genç yaşta iki Oscar’lı bir kadın oyuncu olma unvanı getirdi.

Filmleriyle kazandığı başarı herhangi bir kadın oyuncuyu kıskançlık krizine sokabilecek güçte olan Foster’ın oyunculuk kariyerine odaklanmak değil esas amacımız. Dünya prömiyerini gerçekleştireceği Cannes Film Festivali’nin hemen ardından bu ay gösterime girecek son filmini bahane ederek, bir yönetmen olarak mercek altına almak istiyoruz ünlü oyuncuyu.

Küçük yaşlardan itibaren zamanının büyük bir kısmını geçirdiği setlerde kadın sayısının azlığı hep dikkatini çekmiş Foster’ın. Neden yeterince kadın yönetmen olmadığı sorusuna çocuk yaştan itibaren kafasını takmış. Zaten çok iyi bir oyuncuyum neden yönetmenlik gibi zor bir sınava kendimi sokuyorum diye düşünmeden, 1991 yılında atıldığı bu işte eleştirmenlerden geçer not alan filmler çekmeyi de başarmış bir yönetmen kendisi. Yönetmenlik koltuğuna oturup kimi bölümlerini çektiği Orange Is the New Black, House of Cards ve Tales from the Dark Side gibi televizyon dizilerini bir kenara bırakarak, ünlü yıldızın yönetmenlikteki sınavına sondan başa doğru göz atalım şimdi.

Image

Money Monster (2016)

Başrollerini George Clooney, Julia Roberts ve son dönemin yükselen yeteneklerinden İngiliz oyuncu Jack O’Donnell’ın paylaştığı Money Monster’a uzun bir süredir hazırlanan Foster’ı beş yıllık bir aradan sonra yeniden yönetmen koltuğunda göreceğiz bu ay. Hollywood’un hakkında çok sayıda hikâye anlattığı Wall Street maceralarından birini, bu kez bir TV programı üzerinden işleyen Foster, geniş kitle sinemasına da göz kırpıyor filmiyle.

Foster’ın ilk kez suç ve gerilim yüklü bir hikâyeye odaklandığı bu film, borsa tüyoları veren programın sunucusu ve yapımcısını merkez alırken, bir izleyicinin bu tüyoları uygulaması sonucu tüm parasını kaybetmesiyle, programın çekildiği kanalda estirdiği terörü konu alınıyor. Öfke giderek tırmanıyor ve canlı yayında milyonların gözü önünde sunucu rehin alınıyor. Ona tek yardım edebilecek kişi ise sadece sesiyle onu yönlendiren programın yapımcısı. Hızlı temposu ve düşmeyen tansiyonuyla filmin hem eleştirmenler hem de seyirciden geçer not alması şaşırtıcı olmayacak gibi görünüyor.

The Beaver (2011)

Foster’ın başrollerini Mel Gibson, Anton Yelchin ve yıldız oyuncu Jennifer Lawrence’la paylaştığı The Beaver, çağımızın vebası majör depresyon problemine odaklanan bir hikâye konu alıyordu. Filmde, başarılı bir işadamıyken yaşadığı psikolojik sorunlar yüzünden etrafıyla olan iletişimi kopma noktasına gelen Walter Black’ın hayatına konuk olmuştuk. Eski güzel günlerine dönmek ve sahip olduğu kronik depresyonu yenmek isteyen Black’in, bunun için farklı yöntemler denemesi ve en sonunda hayatına giren bir kuklayla işlerin değişmesini anlatan film, kimselere pek yaranamasa da eli yüzü düzgün bir filmdi.

Yer yer son derece duygu sömürüsüne kayabilecek bir hikâyeden, seyircisini boğmayan dört başı mamur bir iş çıkarmayı başaran Foster, filminde yer yer beslendiği komediyle de izleyiciye iyi vakit geçirtmenin de bir yolunu bulmuş gibiydi. Teknik rejisi kadar, hikâye anlatımında kendine ait bir gözü olduğunu ispatlayan Foster’a karşı umutlarımızı güçlendiren bir filmdi The Beaver.

Home for the Holidays (1995)

Jodie Foster yönetmenlik kariyeri boyunca, geniş kitle sinemasında aşina olduğumuz hikâyelere yaklaşırken, içerisine yerleştirdiği sevimli detaylarla daima fark yaratmayı becerebilen bir yönetmen olmayı başardı. İşte buna örnek olabilecek bir diğer filmi Home for the Holidays’te de bir Amerikan klişesi olan şükran gününde kalabalık bir aile toplaşmasını konu alıyor. İki elin kanda olsa mutlaka gitmek zorunda olduğun ve ailenle geçirmen gereken şükran gününde disfonksiyonel aile temasını didikleyen Foster, izleyicisine aile kavramı üzerinden bir sorgulatma yaşatıyor.

İşini kaybeden Claudia Larson’ın kızının şükran gününde kendisini değil de erkek arkadaşını tercih etmesi üzerine gelişen olayları konu alan film, gerçekliği, diyalogları ve yaratılan incelikli karakterleriyle Foster’ın hanesine artı puan olarak yazılıyor. Geri dönüp baktığımızda doksanların Amerikan bağımsızları arasında da özel bir yere oturtulabilecek film, Foster’ın bir yönetmen olarak da ciddiye alınmasında da önemli bir rol üstlenmişti.

Little Man Tate (1991)

Ünlü oyuncunun bu ilk yönetmenlik deneyimi, tek başına çocuk büyüten bir annenin hayatında karşına çıkabilecek zorlukları gözler önüne sermeyi hedefleyen ve yarattığı anne-oğul karakterlerinin sağlamlığıyla da kendine hayran bırakan bir filmdi. Altı yaşında konser verebilecek kadar piyano çalabilen, on yaşında üniversiteye kabul edilebilecek kadar yüksek IQ’lu oğlu için mücadele eden bir anneyi canlandıran Foster, hem oğlunun hak ettiği hayatı ona sunmak için olağanüstü mücadeleler veren annelerden birini muazzam bir biçimde canlandırıyor, hem de metanetli bir hikâye anlatıcısı olduğunu kanıtlıyordu bu filmiyle.

Foster’ın dolaylı da olsa otobiyografik yönelimlerde bulunduğu bu film, izleyicisine büyük bir yalnızlık içinde kalan bir çocuğun sevgi arayışını ve annesiyle kurduğu küçük ama özgün dünyayı, duygu sömürüsüne kaçmadan, başarıyla anlatmış ve Foster’ın henüz ilk yönetmenlik işiyle alkış toplamasına vesile olmuştu.

  1. “Sanatın karmaşık olmasını istemiyorum”: Senon Williams

    Dengue Fever ve Radar Bros.’un biricik Senon Williams’ı ilk sanat sergisini Los Angeles’daki Matrushka Construction’da açtı. Bir araya gelip biraz tako siparişi verdik ve açık ve gönülden çizimleri ve heykelleri hakkında konuştuk.

  2. A’dan Z’ye: PJ Harvey

    İlk İstanbul konserine günler kala, kariyerinden bilinmesi gerekenlerle PJ Harvey.

  3. Ceketlerimizi ilikliyoruz: Son dönemden saygı albümleri

    Grateful Dead’den Ahmet Kaya’ya, son dönemin saygı albümü raporu.

  4. Tim Gane’in son harikası: Cavern of Anti-Matter

    “Bazıları, insanların enstrümantal müziği pek sevmediğini söylüyor. Benim için sorun yok.”

  5. Beşinci Beatle: George Martin

    “İlk kayıtlarını kapsayan bubblegum* dönemini aştıklarında artık daha heyecan veren bir şeyler yapmak istiyorlardı. ‘Bize ne sunabilirsin?’ diyorlardı. Ve ben de ‘Size ne istiyorsanız onu sunabilirim’ dedim.”

  6. Farklı duyarlılıklar ve vizyonlar: “Débruit & İstanbul”

    Fransız müzisyen ve prodüktör Xavier Thomas’ın solo projesi Débruit, kayıtları geçtiğimiz yıl İstanbul’da birçok konuk müzisyen eşliğinde yapılan yeni albümünü bu ay yayınlıyor.

  7. Bu kez daha planlı: King Gizzard & The Lizard Wizard

    Avustralyalı psikedelik rock grubu King Gizzard & The Lizard Wizard’la son albümleri Nonagon Infinity üzerine...

  8. Şarkı şarkı: Yeni TSU! albümü

    TSU!’yu yeni albümü Dadebe’deki şarkılarının yolculuğunu anlatması için sıkıştırıp, hikâyelerini Sadi Güran’ın ellerine teslim ettik.

  9. “Bandcamp’e âşığım, kasete ölüyorum”: Domuz Records

    Domuz Records’ı ve ilk albümü Fantezi Müzik’i geçtiğimiz ay yayınlayan Jakuzi’yi Taner Yücel ve Kutay Soyocak’tan dinliyoruz.

  10. Teftiş: Bu ay ne dinlesem?

    Yakın zamanda keşfettiğimiz, etkilendiğimiz ve paylaşmak istediğimiz müziklerden bir seçki.

  11. “Kadınlar üzerinden sınıfsal karşılaşma alanı”: Ahu Öztürk’le “Toz Bezi” üzerine

    Şubat ayında gösterildiği Berlinale’nin ardından geçtiğimiz İstanbul Film Festivali’nden En İyi Film, Kadın Oyuncu ve Senaryo Ödülleriyle ayrılan Toz Bezi’ni filmin yazarı ve yönetmeni Ahu Öztürk’ün ağzından okuyunca, bu sıcak dayanışma hikâyesiyle bağınız daha da artacak.

  12. Anneler toplumun monadları: Senem Tüzmen’le “Ana Yurdu” üzerine

    Geçtiğimiz Venedik Film Festivali’nden bu yana tüm dünyayı dolaşan, yılın en iyi yerli filmlerinden Ana Yurdu bu ay gösterime girerken, filmi yazan ve yöneten Senem Tüzmen’le ana erki, kadın yönetmen meselesi ve festival yapılarını didikleyen bir sohbet gerçekleştirdik.

  13. Dördüncü filmiyle huzurlarınızda: Yönetmen Jodie Foster

    Jodie Foster’ın yönetmen koltuğuna oturduğu ve bu ay izleme şansı bulacağımız son filmi Money Monster’dan yola çıkarak Foster’ın hayatına, ama özellikle de kamera arkasındaki kariyerine yakından bakma fırsatı bulduk.

  14. Mayıs ayı vizyonu: Iskalanmaması gereken dokuz genç yetenek

    Bu ay gösterime girmesi planlanan kırka yakın filmden bazıları, bir süredir yetenekleriyle kendilerinden söz ettiren ve ileride de çok sayıda filmde izleyeceğimiz genç yıldızları oyuncu kadrosunda barındırıyor. Vizyona akın eden bu star adaylarına yakından bakma fırsatını tepemedik.

  15. Meraklısına “iyi” müzik kitapları: Kara Plak Yayınları

    Hikâyelerin hiçbir zaman bitmediği müzik dünyasına ait kitapları kendi dilimizde okumanın keyfini yaşatmak için çalışmalarını sürdüren Kara Plak’tan Betül Kadıoğlu’yla müzik, kitaplar ve yayınevinin kuruluş motivasyonları üzerine konuştuk.

  16. İçselleştirilmiş deneyimin pedagojisi: “Violence & Learning”

    İsveç çıkışlı, interaktif politik tiyatro performansı Violence & Learning’in (Şiddet ve Öğrenme) yaratıcılarıyla, politik tartışmaları canlandırmak için Brecht’in en tartışmalı eserlerinden birine yaptıkları uyarlama üzerine bir sohbet.

  17. Künye

    yayın imtiyaz sahiplerive etkinlik direktörleri Aylin Güngö[email protected] J. Hakan Dedeoğ[email protected] genel yayın yönetmeni Ekin Sanaç[email protected] kreatif direktör Aylin Güngö[email protected] editörler