Tarık Töre’nin ilk solo sergisi Whellkom geride bıraktığımız sene sonunun en etkilendiğimiz sergilerinden biriydi. Sergiyi gezip görüp biraz da tuvaller arasında kaybolduktan sonra aklımızda kalanları konuşmak için Töre ile sohbete oturduk.


Tarık Töre’nin geçtiğimiz kasım ayında Pilot Galeri’de gerçekleşen ilk solo sergisi Whellkom, farklı dünyalara, anlara, manzaralara, kimi zaman da Töre’nin kafasının, düşüncelerinin içine açılan pencerelerden kafasını uzatıp bakmak isteyenleri açık kollarla karşılıyor ve kucaklıyor. Ölüm, keşif, mücadele, savaş, tarih gibi pek çok farklı konu ve kavramdan pervasızca beslenen serbest düşünce akışlarının bu kavramların arasında; denemenin ve yanılmanın, yapıp bozmanın veya yarım bırakmanın rahatlığıyla dolaştığı bir sergi Whellkom. Bir gözlemci olarak resimden resime dolaşırken sık sık geri dönüp bir ayrıntıya tekrar, yakından baktığınız, oradan çıkan bir düşünceyi başka bir tuvalde tamamladığınız bir deneyim sunan bu sergi Töre’nin son üç yıla yayılan çalışmalarından oluşuyor. Töre ile hem genel olarak sergiyi hem de tekil olarak işleri konuştuğumuz sohbet için ise okumaya devam ediniz.

Image

discovery “detail”, 190 x 255 cm, tuval üzeri yağlı boya, 2017

Image

demonstration, 140 x 180 cm, tuval üzeri yağlı boya, 2017

“Aslına bakarsak ben tema, konu veya konsept düşünerek çalışan biri değilim, daha çok kendi içimden gelen, sevdiğim şeyleri resmediyorum. Ama elbette hepsi benden çıktığı için kendi içlerinde işleri birleştiren noktalar ister istemez ortaya çıkıyor.”

İlk önce şunu sormak istiyorum, bundan önce senin hep karma sergilerin bir parçası olarak sergiliyordun işlerini. Whellkom ise ilk solo sergin. Ne kadar sürelik bir birikimin sonucu bu sergi?
Karışık aslında…  En kaba tabiriyle üç yıl diyebilirim, üç yıl önce başladığım, bir noktaya getirdiğim, bir süre dinlendirdiğim, sonra devam ettiğim işler var sergide. Ama sergiye yön veren, sergiyi taşıyan işler dersek aslında son bir yılın çalışmaları söz konusu.

Serginin ismiyle ilgili bir karışıklık da olmuş sanırım. Aslında senin seçtiğin isim Whellkom, ancak sergiye gelenleri ilk karşılayan işinde Wheelkom yazıyor. Bu bir oyun mudur, bir mesaj mıdır, yoksa tamamen eğlenceli bir hata mıdır, emin olamadım?
Aslında orada komik bir öykü var. Serginin isminin Whellkom olmasına karar verdikten sonra, üç yıl önce yapıp bıraktığım bir iş üzerinde sergiye yakışacağını düşündüğüm için oynamalar yapmaya başladım. Küçük küçük eklemeler yaparken işin tepesine de serginin ismini yazmaya karar verdim. Ama ben resim yaparken fikirden çok kompozisyonu düşünüyorum. Oraya bir “e” çizdim, sonra yanına bir “e” daha eklemişim, güzel duracağını düşünerek… Yani biçimden dolayı Whellkom yerine Wheelkom’a gitmiş aklım. Neyse sonra fark ettik bu hatayı, ama bu durumdan dolayı serginin ismi heryerde farklı yazıldı. O kadar çok çeşit oldu ki, Wellcome, Whellcome, ne istersen, hepsini gördük. Sonra da hepsini düzeltmeye çalıştık tabii.

Ölüm sergide tekrar eden bir öğe… Ölümü simgeleyen anlar ve figürler işlerinde karşımıza sık sık çıkıyor. Ölüm kavramı bu sergide birleştirici bir tema mı?
Aslında o tamamen kişisel bir durum, bir “memento mori” diyebilirim. Bu ölüm detaylarını gerçekçi bir yerden algılamamak lazım, daha çok bir hatırlatıcı gibi. Ölüm elbette diğer pek çok kavram gibi kendine bir yer buluyor sergide, ama sergiye yayılan bir tema diyemem.

Aslına bakarsak ben tema, konu veya konsept düşünerek çalışan biri değilim, daha çok kendi içimden gelen, sevdiğim şeyleri resmediyorum. Ama elbette hepsi benden çıktığı için kendi içlerinde işleri birleştiren noktalar ister istemez ortaya çıkıyor.

Serginin temasını arıyorsak illa, sergi daha çok kendilerini arayan insanlar, umut ve özgürleşmek üzerine aslında. Belki ölümün bu perspektifte bir yeri vardır, o da özgürleştirici bir şey sonuçta, düşüncesi dahi özgürleştirici olabiliyor. 

Zaten sen kendini yaratıcı olarak serbest bıraktığında benim gibi bir izleyici bu işlerde ne gibi ortaklıklar buluyor, nasıl birleştiriyor, nasıl ilişkiler keşfediyor; sergiyi bu sorularla gezmek epey ilgi çekici, etkileyici bir deneyim yaratıyor. Çünkü her ne kadar bir tema olmasa da sergide çeşitli dünyalar var ve bu dünyalar aynı güneş sisteminin gezegenleri gibi. Mesela benim sergiyi gezerken fark ettiğim, tüm işlerindeki ışık kullanımı. Kimi zaman tüm resme bir hare gibi yayılan, kimi zaman resimdeki bir detayı aydınlatan bir ışık kullanımı söz konusu. Ancak her zaman ışığın önemli bir ağırlığı var gibi. Senin ışık hakkındaki düşüncelerin, işlerinde ışığı kullanırken gözettiğin kriterler neler?
Ben ışığı tüm sergiyi birleştirici bir öğe gibi kurgulamayı planlamamıştım, o yüzden mesela tüm sergideki ışık kullanımından sen bahsedince fark ediyorum gibi. Ben ışığı çok severim. Teknik olarak da ruhsal olarak da… Teknik olarak Hollanda ve Venedik ekollerinden etkileniyorum. İki ekolde de ışık çevresinde şekillenen resimlerin yeri büyüktür. Işığı resmedeler. Nereden geliyor desen, Venedik mesela suyun çok olduğu bir yer. Suyun yansıttığı ışık hayatın bir parçası haline gelmiş. İstanbul da öyle, ben İzmirliyim, İzmir de öyle. Bu ışığın meditatif bir hali var ve ben onu görmeyi seviyorum.

Resimlerine didaktik mesajlar yedirmek gibi bir kaygın olduğunu düşünmüyorum. Ama bununla beraber resimlerde izleyicinin bakışına göre keşfedebileceği mesajlar var bence. Örneğin “Geçit” işinde ilk dikkat çeken Ölüm figürünün bakışı altında yürüyen askerler, ancak biraz daha dikkatle baktığında resmin iki yanındaki koyları fark ediyorsun, birinde ormanla bütünleşmiş bir kasaba, diğerinde ise sanayileşmiş bir bölge var. Bu karşıtlıkları nasıl kuruyorsun veya nasıl sızıyorlar resimlerine?
Sezgisel ilerliyor aslında herşey. Mesela ben düşünmemiştim bu karşıtlığı sen söyleyene kadar. “Geçit” işinde benim esas ayrımım yaşayan ve ölü şeylerin karşıtlığıydı. Kontrast yaratmak resimde her zaman duyguları ortaya çıkaran bir durum, bunun da etkisi var sanırım işlerimde. “Geçit” bir devam resmi aynı zamanda, yani bir önceki anı da var, ancak sergide yer almıyor o iş. Bir önceki işteki bir detayın büyütülmüş hali “Geçit”…

Üretme sürecini de merak ediyorum ve “Geçit” ile ilgili anlattıkların aslında bu merakıma yönelik cevaplar da içeriyor. Örneğin bahsettiğin gibi bir resimde yer verdiğin bir ayrıntıyı başka bir resimde mercek altına almak, bir işten diğerine devam eden ayrıntılar, tamamlanmamış fikir ve düşünceler senin üretim sürecinin doğal parçaları… Sanırım sergide bunu en iyi temsil eden iş “Mind Puzzle” olsa gerek, zira bu işte çizilip silinmiş, üzerine başka şeyler eklenmiş, zamana yayılan organik bir şekilde evrilmiş bir tablo söz konusu.
Benim hata yapmakla ilgili, resimde belli bir estetiği yakalamaya çalışmakla ilgili düşüncelerim vardı. Özellikle akademi kökenliysen resmin bir sürü kuralı var. Bu kuralları kırmak mümkün, ama o zamanda özgürlük kurallarına göre hareket etmen gerekiyor. “Mind Puzzle” benim rahatça istediğimi yapmaya karar verdiğim bir iş. Aynı zihnin çalışma şekli gibi, akla sürekli gelen ve sonra kaybolan, kalıcılığı olmayan düşüncelerin estetik kaygısı olmadan yer bulabildiği bir resim olsun istedim.

Ancak bu işi yaparken şunu da fark ettim, her ne kadar kendini özgür bırakmaya, estetik kaygısı olmadan resim yapamaya çalışsan da, bunu becermek epey zor. Yapamıyorsun. Yani silmek de serbest, üzerine başka bir şey çizerek kapatmak da serbest, ama işin başına geçince o rahatlık çıkmıyor, konsantre olamıyorsun. Şunu düşündüğümü hatırlıyorum: “Evet tamamen özgürüm, ama bu kadar özgür olmak istiyor muyum acaba?” Aslında tüm resimlerde o konsantrasyon anını arıyorum. Tam olarak konsantre olduğum anlarda aklıma gelen fikirleri resmetmek hem kolay hem de eğlenceli oluyor.

Image

siege, 120 x 150 cm, tuval üzeri yağlı boya, 2017

Image

discovery, 190 x 255 cm, tuval üzeri yağlı boya, 2017

Image

mind puzzle, 148 x 200 cm, tuval üzeri yağlı boya, 2017

Whellkom her ne kadar önceden planlamamış olsan da söylediğin gibi işler üzerinden ilerleyen bir sohbette bol bol senaryolar ve hikayeler üretilmesine izin veren bir iletişim kuruyor izleyiciyle. Bu anlamda uzun uzun sohbet etmek mümkün gerçekten. Bu duruma etki etmesi muhtemel bir diğer özelliği ise senin kullandığın oranlar ve ölçekler üzerinden izleyicinin kendisini neredeyse bir Tanrı pozisyonunda bulması, resimlerindeki olaylara ve figürlere uzaklardan ve yukarlardan bakması. Yani pek çok resmindeki figürler o anın her detayına hâkim değiller, ancak izleyici olarak biz her köşede neler döndüğünü görebiliyoruz. Bu perspektif veya bakış açısı hakkında ne düşünüyorsun?
Ben bunu kendi arkadaşlarımla da konuşmuştum daha önce. Bu perspektif beni rahatlatan bir perspektif. Ben bunu Tanrı olarak düşünmemiştim… Daha çok müdahale hakkı olmayan bir gözlemci olarak düşünüyorum o perspektiften bakmaya. Seni göremeyen ama senin gördüğün insanlar ve durumlar. Tam hatırlamıyorum ama Dante’nin bir lafı var: “sen bir olayın içindeysen cehennemdesindir, olayın olduğu yerdeysen ama içinde değilsen araftasındır, eğer olayın tamamen dışındaysan cennettesindir.” Bence huzur veren kısmı o, olayların içinde olmak zor, ancak dışarıdan bakan bir gözlemci olmak huzur veren bir pozisyon.

Son olarak “Tarık vs Töre” işini sormak istiyorum. Sergideki tek enstalasyon, sergide yer alan tüm tuval üzerine yağlıboya işlerin arasında format olarak teknik olarak bambaşka bir iş. Başka şeyler denemeye geldiğinde malzeme olarak, teknik olarak ne kadar özgür, rahat hissediyorsun?
Aslında daha fazla enstalasyon yapmak istiyordum bu sergi için. Ama nihayetinde tüm duvar işlerinin ortasında, sergi alanına da bir yön veren, ortada yerde duran bir enstalasyonda karar kıldım. Format  olarak da plastik arasında akrilik boya kullandım. Bir halı yaratmak istiyordum bu şekilde, fikir ilk o şekilde ortaya çıktı.

Ben boyamaktan çok keyif alıyorum. Ama her zaman başka malzemeler, formatlar denemek ve bu denemelerde hissettiğin özgürlük de oldukça çekici. Çünkü yağlıboyada neyin güzel olduğunu, ne zaman güzel olmadığını biliyorsun. Bu bilgi elbette önemli, ama bazen özgürlüğünü de kısıtlıyor. “Mind Puzzle” mesela bu bilginin kısıtlamalarını hissettiğim bir çalışmaydı. Bilmediğin malzemeyle çalışmanın, kendini daha az sorguladığın, daha uzun süreye yayılarak çalıştığın bir rahatlığı var. Bence güzelliğin en önemi kriterlerinden bir tanesi bir şeyi severek, sevgiyle yapmak. Sergi izleyiciye bunu hissettirebiliyorsa ne güzel…

  1. Tarık Töre’nin güneş sistemine hoş geldiniz: Whellkom

    Tarık Töre’nin ilk solo sergisi Whellkom geride bıraktığımız sene sonunun en etkilendiğimiz sergilerinden biriydi. Sergiyi gezip görüp biraz da tuvaller arasında kaybolduktan sonra aklımızda kalanları konuşmak için Töre ile sohbete oturduk.

  2. Anların arasını yakalamak: Brian ‘B+’ Cross

    İrlandalı fotoğrafçı, yapımcı ve DJ Brian “B+” Cross, bugüne kadar siyahi sanat akımı, dub, Etiyopya cazı ve Brezilya sambasına dair özel birçok an belgelemiş olmanın yanı sıra DJ Shadow'un 1996 yılına can vermiş ilk albümü "Endtroducing"in kapak fotoğrafının da sorumlusu.

  3. 2017: En iyi 50 albüm

    Her sene dergi ekibinin birbirini yiyip kendi arasında küçük alevlenmelerin çıkmasına sebep veren Yılın En İyi 50 Albümü listemizi hazırlarken işleri biraz daha karıştıralım dedik ve değerlendirme ekibini çevremizden çeşitli müzisyen, yazar, DJ ve organizatörlerle genişlettik. Ortaya çıkan kabarık albüm havuzunu 50’lik bir listeye sığdırmak her ne kadar zorlasa da yıl boyunca ne denli nitelikli ve fazlasıyla özgün albüm çıktığı gerçeği bir kez daha yüzümüze çarptı. İşte Bant Mag.’ın 2017 yılından seçtiği en iyi 50 albüm burada!

  4. 2017: Yerli sahnede yılın en iyi 30 albümü

    Her geçen gün daha fazla ayakları yere basan albümün yayınlandığı yerli müzik sahnesi 2017’de de fazlasıyla hareketliydi. Köklü grupların ihtişamlı albümlerinden fazlasıyla tatmin edici ilk albümlere, işte 2017’de yerli sahnede üretilmiş uzunçalarlardan Bant Mag. ekibinin ve kalabalık jürimizin radarında en belirgin şekilde yerini alan 30 albüm!

  5. 2017: Müzik klipleri, yeniden basım ve derleme albümler

    2017’den göz alıcı klipler ve yeniden basılmış kimisi gizli kimisi çoktan âşık olunmuş albümler...

  6. Gökçen Kaynatan neden bir efsane?

    Geçtiğimiz Aralık ayında Gökçen Kaynatan’ın Finders Keepers etiketiyle yayınlanan ve erken dönem elektronik kayıtlarından özel bir koleksiyonu dinleyiciyle paylaşan plağının lansmanı kapsamında Bant Mag. Havuz’da gerçekleştirdiğimiz bu söyleşide, kendisinin neden bir efsane olduğunun temeline inmeye çalıştık.

  7. İstanbul punk mitolojisi: Tünay Akdeniz

    Tünay Akdeniz’in 1970-1980 arası yayınladığı şarkılarının toplandığı “The Godfather of Turkish Punk” plağı Ironhand Records tarafından geçtiğimiz Kasım ayında yayınlandı. Enstrümantal versiyonlar ile birlikte 12 parçanın yer aldığı albümde iki de sürpriz şarkı bulunuyor. Bu vesileyle Erinç Güzel, Tünay Akdeniz’le derinlemesine bir sohbete oturuyor.

  8. Aklımdakiler: kim ki o

    Yeni albüm "Zan"ın perde arkasını kim ki o'nun bir hayli uzun yolculuğunda çeşitli şekillerde yer almış müzisyenler, prodüktörler, DJ’ler ve sanatçıların gruba yönelttiği sorularla aralıyoruz.

  9. Aklımdakiler: Tuğçe Şenoğul

    Seni Görmem İmkansız ve Kahinar gruplarıyla yaptığı üretimlerin ardından kariyerinin ilk solo albümünü yayınlayan Tuğçe Şenoğul’a yakınındakiler, dostları ve hayatına bir noktada dokunmuş olan isimler merak ettiklerini sordu.

  10. Şarkı şarkı: Nilipek. – “Döngü” albümü

    Nilipek.'e gizemli sularda özgürce gezindiği, taptaze keşiflerle içtenliği bir araya getirdiği yeni albümü "Döngü"deki 12 parçayı sorduk, Merve Vural da hepsini tek tek resimledi.

  11. Aydınlıkları ve karanlıklarıyla 2017: Moon Duo

    Moon Duo’nun nefis synth partisyonlarından sorumlu Sanae Yamada’yla geride kalan yılı gözden geçirdik.

  12. 2017: En iyi 50 film

    İşte Bant Mag. ekibinin dünyada ilk kez 2017 yılı içerisinde vizyona girmiş ya da festival prömiyerini gerçekleştirmiş filmler arasından seçtiği en iyi 50 film!

  13. 2017: Yılın dizileri

    Dünyada ilk kez 2017 yılı içerisinde yayın hayatına başlamış olan yeni drama ve komedi dizileri ile mini diziler arasından, Bant Mag. ekibinin seçtiği en iyilerin yer aldığı 10’luk listeler!

  14. 2017: Ağlamaklı liste, yerli filmler, kuir filmler ve belgeseller

    2017’nin ilgiye değer diğer filmleri, yılın en iyi yerli filmleri, belgeselleri, kuir filmlerinin yer aldığı diğer listeler burada!

  15. A Yüzü B Yüzü: Jim Carrey

    Her sayı tartışmalı bir isme, filme ya da olaya iki farklı bakış açısından yaklaşan iki ayrı yazının sıralanacağı A Yüzü B Yüzü köşesinin ilk konuğu Jim Carrey. Geçtiğimiz aylarda Jim & Andy - The Great Beyond ile adından söz ettiren komedyen hakkında Melikşah Altuntaş açık, güneşli, Binnaz Saktanber ise sağanak yağışlı bir köşeden bildiriyor.

  16. 2017: Dikkat çeken kitaplar

    Severek takip ettiğimiz beş yayınevine 2017 içinde hem kendi yayınladıkları hem de diğer yayınevlerinden çıkan ve dikkat çekmek istedikleri kitapları sorduk.

  17. İnsanı duvara çarptıran bir belgesel: Lüfer

    Kimisine göre boğazın prensi, kimisine göre yırtıcı piranası olan lüfer balıklarının soyunun tükenmesi, yüzyıllardır lüfer etrafında örülen aşkın, muhabbetin ve afiyetin de sonuna işaret ediyor.

  18. Künye

    yayın imtiyaz sahiplerive etkinlik direktörleri Aylin Güngö[email protected] J. Hakan Dedeoğ[email protected] genel yayın yönetmeni Ekin Sanaç[email protected] kreatif direktör Aylin Güngö[email protected] editörler