Hem sinema – televizyon hem de tiyatro işleriyle tanıdığımız Sezin Akbaşoğulları, gönlünde yatan “kötü” kadın karakterleri Bant Mag. için sıraladı. Antik Yunan’ın en trajik kötü kadını Medea’dan evcil hayvanların kızıl saçlı kâbusu Elmyra’ya uzanan favori kötülerinden ve “kötülük” anlayışının zengin çeşitliliğinden etkilendiğimizi itiraf ettiğimiz Sezin Akbaşoğulları’ndan kötü karakterin iyisi ve kötüsü nasıl olur, onun cevabını da aldık.


Image
Image

“Kötülük, iyiliğin olduğu yerde vardır.”

Sinema, tiyatro veya televizyonda –ya da okuduğun kitaplardan birinin henüz gerçekleşmemiş bir uyarlaması da olabilir bu– en çok hangi ‘‘kötü kadın’’ı canlandırmak isterdin? Ve elbette, neden? 
Gerçeküstü bir karakter çok heyecan verici olurdu. Bilemiyorum belki de hiç böyle şanslara sahip olamadığımdan çekici geliyor fantastik karakterler. Aslında listeyi yaparken motivasyonum oynamak isteyeceğimi düşündüğüm, dolayısıyla favorim olan karakterleri seçmekti. Aralarından en çok elektrik aldıklarımdan biri Poison Ivy (Zehirli Sarmaşık). Kendisi beklenmedik bir karakter, tekinsizlik hissi, şahane kostümler… Bütün bunlar iştahımı kabartıyor.

Sence bir “kötü kadın” karakterin efsaneleşmesi için gerekli altın kurallar neler? En “iyi” kötü nasıl olunur? 
Geçmişinde bir travma yatıyor olmalı, güçlü bir karakteri olmalı. Yani içine düştüğü korkunç şartlarla – herhangi birini öldürebilecek ya da intihara sürükleyebilecek şartlardan bahsediyorum– mücadele etmekten sertleşmiş, katılaşmış bir yüreği olan, bu sebeple acımasız olmuş bir kötü karakter bence her zaman daha ilginç.

Bir de tersinden sorsak, sence “kötü kadını” oynarken en çok yapılan hatalar neler? Bir diğer deyişle, kötünün kötüsü nasıl oluyor?
Sapıklığın kötülükle karıştırılması sonucu oluyor sanırım… Çünkü kötülük iyiliğin olduğu yerde vardır, iyi olabilecek şeyi bize düşündürür. Ama sapıklık öyle mi… Sapıklık, manyaklık vs. hastalıktır, tek başınadır ve sadece negatifi çağrıştırır. Kötü karaktere akla yatabilecek, vurucu bir hikâye bulmak lazım bence.

Kimi zaman “kötü kadın” karakterler gerçekten kötülük peşinde oldukları için değil, ataerkil sistemin biçtiği kadın rolüne karşı çıktıkları için “kötü” ilan ediliyor. Seçtiğin listedeki isimlerden bazıları, Medea veya Abigail örneğin, böyle karakterlerden sayılabilir.  Sen böyle bir karakter yazacak olsaydın, ne gibi bir ortamda, nasıl bir sistemi alt üst etmesini hayal eder, hangi nedenlerle “kötü” ilan edilmesini isterdin?
Ortamı trolleyen kötüler diyebilir miyiz bunlara? Reşat Ekrem Koçu’nun bir zenne hikâyesi vardı. İnanılmaz dillere destan bir zenne bu, zennelerin oynatıcıları olurmuş ve beraber çalışırlarmış o dönem. Bu dillere destan zennemiz aslında bir kız çocuğuymuş. Herkes onun peşinde, herkes onu elde etmeye çalışıyor falan… Ve onun bir kız çocuğu olduğu ortaya çıksa büyük skandal kopacak!

Bir süre idare ediyorlar, kız biraz büyüdükçe işler iyice karışır gibi oluyor, oynatıcı beyle aralarında bir etkileşim, bir yoldaşlık başlıyor ve adamımız kızımızı korumak için beraberce kaçmaya ikna ediyor, sanırım Mısır’a kaçıyorlar… Yolda adam vuruluyor, kız tek başına kaçmak zorunda kalıyor. Tabii bu kaçış türlü zorluklarla dolu, yasadışı yollarla yapılan bir kaçış. Mısır’da yeni bir hayat başlıyor, yıllar geçiyor falan derken kadın tekrar İstanbul’a geri dönüyor… Ama bu sefer VIP hizmet sunan bir randevuevi patroniçesi olarak. Kadın en sonunda öldürülüyor. Mafya ve eğlence dünyası trolleme/güzellemesi bir hikâye, mis gibi kötülük kokuyor.


SEZİN AKBAŞOĞULLARI’NIN FAVORİ KÖTÜLER SEÇKİSİNİ, SADİ GÜRAN’IN ÇİZGİLERİ VE KARAKTERLERİN/KİŞİLERİN BİRBİRİNDEN ŞEYTANİ ALINTILARIYLA SIRALADIK

Image

Winifred Sanderson
“Lanetli büyü kitabım size sesleniyor. Bir Cadılar Bayramı gecesinde, ay yuvarlakken, bir bakir bizi yer altından çağıracak. Aha! Biz geri döneceğiz, ve Salem’de yaşayan tüm çocukların hayatı benim olacak!”
Kenny Ortega’nın yönetmenliğini yaptığı Hocus Pocus’da 17. yüzyılda idam edilen ve Salem halkından öç almak için ölümden geri dönen Sanderson kardeşlerin en büyüğü ve lideri. Bette Middler’ın canlandırdığı Winifred Sanderson aynı zamanda ödüllü oyuncunun en kült karakterlerinden bir tanesi.


Image

Medea
“Birçok yönden farklıyım birçok insandan. Ağzı iyi laf yapan ahlaksıza müstahaktır cezaların en ağırı. Haksızlığı güzel sözlerle giydirerek büyük kötülüklere cüret eder. Oysa zeki değildir o kadar…”

Euripidies tarafından M.Ö. 5. yüzyılda kaleme alınan, Antik Yunan tragedyalarının en ünlü ve can alıcılarından biri olan Medea, kocası Jason’ın kendisini bir Yunan prensesiyle aldatmasının ardından hem prensesi hem de kendi öz çocuklarını öldürerek tiyatro tarihinin en sert ve acıklı intikam öykülerinden birinin baş kahramanı oldu.


Image

Annie Wilkes
“Zamanı geldi. Silahıma iki kurşun koyuyorum. Biri benim için, biri de senin için. Ah sevgilim, herşey çok güzel olacak.

Stephen King’in Misery romanının sinema uyarlamasında yazar Paul Sheldon’ın hastalıklı hayranı Annie Wilkes’i canlandıran Kathy Bates bu obsesif ve dengesiz, canavar kadın rolüyle Oscar kazanmıştı.


Image

Goth Kraliçesi Tamora
“Bana sana kötülük yapan binlercesini göster.
Ve hepsinden intikamını alayım.”

Shakespeare’in ilk trajedisi ve en kanlı oyunlarından biri olarak bilinen Titus Andronicus’un ana karakterlerinden Goth Kraliçesi Tamora, kendisini tutsak eden ve en büyük oğlunu öldüren Roma generali Titus’tan tecavüz, kan ve vahşet dolu bir intikam alıyor. Kendi sonu da planladığı intikam kadar kanlı biten Tamora’nın oyunun finalinde yediği turtanın sakladığı dehşet ise kan donduran cinsten.


Image

Cesaret Ana
“Bazen kendimi bu vagonla cehennemi gezerek kükürt satarken hayal ediyorum. Bazen de cennette arabamızı sürüp dolaşan ruhlara erzak dağıtırken! Ah keşke ateş edilmeyen bir yer bulabilsek, ben ve çocuklarım – çocuklarımdan geri kalanlar… O zaman biraz dinlenebilirdik.”

Bertol Brecht’in epik tiyatro oyunu Cesaret Ana ve Çocukları Otuz Yıl Savaşları sırasında vagon kantini ile savaş meydanlarını arşınlayarak savaştan ekmeğini kazanmaya çalışan ancak bir yandan da ona çocuklarını kaptırmamak için mücadele veren Cesaret Ana’nın başkaldırı dolu hikâyesini anlatıyordu. Bugün tiyatro tarihinin en önemli savaş karşıtı eserlerinden biri olarak kabul edilen Cesaret Ana ve Çocukları’ndan maalesef hâlâ öğreneceğimiz çok şey var.


Image

Zehirli Sarmaşık
“Öldürecek çok insan var… ve çok az zaman.”

Batman evreninin en seksi ve cazibeli kötülerinden olan DC Comics karakteri Zehirli Sarmaşık aslında insanlığın doğaya yaptığı geri dönülemez tahribatla mücadele etmek için tek yolun insanları öldürmekten geçtiğine kanaat getirmiş bir doğa savaşçısı desek, çok da yanlış söylemiş olmayız.


Image

Neriman Köksal
“Bir gün Beyoğlu’nda yürürken baktım iki adam beni takip ediyor. Ben de çok alımlıyım, herkes dönüp dönüp bakıyor. O gün de üstümde siyah tayyör var, yakası kürklü. Adamlar Park Otel’in arkasındaki evimize kadar geldiler. Meğer biri yönetmen Çetin Karamanbey’miş. Beni Refik Halit Karay’ın ‘Çete’ romanındaki Rus prensesi Nina rolü için beğenmişler. Sene 1949. Kartlarını uzatınca ‘Ben artistlik yapamam’ diyerek tersledim. Bir prova filmi çekeceklerini söylediler, ısrar kıyamet, sonunda kabul ettim. Sonra onlar Refik Halit beye resimlerini götürmüşler, o da beğenmiş. Sonra elime silah verdiler, tüfek verdiler, ata bindirdiler stüdyoda.”

Listenin tek kurgu karakter olmayan ismi Neriman Köksal, Türkiye sinema tarihinin en başarılı kötü kadınlarını canlandıran unutulmaz isimlerden biri. 1999’da kaybettiğimiz ve 70 yıllık sinema kariyerinde sayısız kötü karakteri hayata geçiren Köksal’ın Fosforlu Cevriye karakteri ise memleketin sinema tarihinde moda olacak, “maskülen”, ağzı bozuk ve erkeklerle aşık atan kadın karakterlerin ilki olarak kabul ediliyor.


Image

O-Ren Ishii
“Lideriniz olarak sizi beni zaman zaman, ve her seferinde saygılı bir biçimde, eleştirmeniz için teşvik ediyorum. Eğer benim planlarımın akıllıca olduğuna ikna olmazsanız, bana söyleyin ve sizi ikna etmem için fırsat verin. Size hiçbir konunun tabu olmayacağına burada ve şimdi söz veriyorum. Ancak az önce konuştuğumuz konu hariç. Benim Amerika veya Çin kökenimden negatif bir durummuş gibi söz ederseniz ödeyeceğiniz bedel… kafanız olur.”

Quentin Tarantino’nun şiddet dozu yüksek kült serisi Kill Bill ölümcül kadın karakterleriyle de dikkat çekmişti. İlk filmde Lucy Lui tarafından canlandırılan Japon, Çin ve Amerika kökenli O-Ren Ishii, Tokyo’nun yeraltı suç organizasyonunun Cottonmouth takma adıyla bilinen lideri ve Deadly Viper Assasination Squad’ın en tehlikeli üyelerinden bir tanesiydi. O-Ren, 2004 MTV Movie Awards’da Lui’ye en iyi kötü karakter ödülünü de getirdi.


Image

Abigail Williams
“Çenenizi kapatın! Hepiniz. Dans ettik, hepsi bu. Ve sözlerimi iyi dinleyin, içinizden herhangi birisi bundan başka tek bir kelime söylerse, korkunç bir gecenin karanlığında sizi bulurum ve yanımda içinizi titretecek sivri uçlu bir bedel getiririm! Bunu yapabileceğimi biliyorsunuz. Ben Kızılderililerin hemen yanımda uyuyan anne babamın kafalarını parçaladıklarını gördüm. Ben geceleri yapılan kan kırmızısı kötülükler gördüm. Ve sizin güneşin hiç batmamış olmasını dilemenizi sağlayabilirim!”

Arthur Miller’ın ünlü oyunundan beyazperdeye uyarlanan Cadı Kazanı’nda (The Crucible) Winona Ryder’ın canlandırdığı, âşık olduğu evli adamla beraber olmak için korkunç sonuçlara yol açan iddialarda bulunan Abigail Williams karakteri aynı zamanda tarihte Salem Cadı Avı’nı da başlatan ve yirmi kişinin çeşitli şekillerde öldürülmesine yol açan 12 yaşındaki iftiracı olarak tanınıyor.


Image

Elmyra
“Sana sarılıcam ve seni öpücem ve seni sonsuza kadar sevicem (ve asla tüketip atmıycam).”

Tüm evcil ve şirin hayvanların kâbusu Elmyra, Warner Bros.’un ünlü televizyon çizgi serisi Tiny Toon Adverntures’dan tanıdığımız bir karakter. Evcil hayvanlara ve şirin şeylere olan “aşırı sevgi dolu” yaklaşımıyla etrafındaki canlıların en büyük korkularından biri haline gelen Elmyra’nın eski evcil hayvan oyuncakları ve terkedilmiş kulübelerle dolu bahçesini hatırladıkça gözlerimiz doluyor.

  1. Amandine Urruty’nin baktıkça çoğalan, garip karnaval alemi

    Çocukluğundan bu yana kara kalemle derin bir gönül bağı kuran Amandine Urruty, yatağının konforundan kopmadan, kimi zaman günde 12-13 saat çalışarak yarattığı, garip bir karnavaldan kopup gelmiş dünyaların kapısını bizim için araladı.

  2. Benim kötülerim: Sezin Akbaşoğulları

    Hem sinema - televizyon hem de tiyatro işleriyle tanıdığımız Sezin Akbaşoğulları, gönlünde yatan “kötü” kadın karakterleri Bant Mag. için sıraladı. Antik Yunan’ın en trajik kötü kadını Medea’dan evcil hayvanların kızıl saçlı kâbusu Elmyra’ya uzanan favori kötülerinden ve “kötülük” anlayışının zengin çeşitliliğinden etkilendiğimizi itiraf ettiğimiz Sezin Akbaşoğulları’ndan kötü karakterin iyisi ve kötüsü nasıl olur, onun cevabını da aldık.

  3. Aklımdakiler: Ah! Kosmos

    İkinci Ah! Kosmos albümü Beautiful Swamp 5 Ekim’de aramıza katıldı. Geçtiğimiz haftalarda Salon İKSV’de katılanların hala kulağında yankılanan bir konserle yeni albümünü tanıtan Ah! Kosmos, Beautiful Swamp’a zengin bir ruh bataklığının derinliklerindeki titreşimlerden üretildiği ilk dinleyişten belli olan, birbirinden lezzetli parçaları sığdırmış. Ah! Kosmos yaşamının ve müziğinin yörüngesinde dolanan isimlerin hem yeni albüme hem de kişisel ve üretim deneyimlerine dair sorularını cevaplıyor.

  4. Hiç bitmeyen devinim: Shabaka Hutchings

    Günümüz deneysel caz sahnesinin en üretken ve ilham verici müzisyenlerinin başında gelen Hutchings bir kez daha dümeni İstanbul’a kırmışken...

  5. Şarkı şarkı: Barlas Tan Özemek – “Yalancılar Kahvesinde” albümü

    “Şarkı yazıyorum ben. Tedavi ediyor mu bilmiyorum ama deva olduğu kesin.”

  6. Ancient to the Future*: Art Ensemble of Chicago

    1960’ların ortasından bu yana en ilham verici müzik oluşumlarından biri olmayı sürdüren Art Ensemble of Chicago’nun avangart caz sahnesinin öncülerinden oluşan efsanevi kadrosunun kolaboratif ruhu Paris’te şekillenmeye başlamıştı...

  7. Korkusuz bir dürtü: Saul Williams

    İlk filmi Slam ile Sundance’de Jüri Özeli Ödülü’ne layık görülen “şair” Saul Williams müzik kariyerinde ise kafiyeyi bir kenara bıraktı, farklı janrları keşfettiği albüm ve projelerde salt verdiği mesaja odaklandı.

  8. Yatıştırıcı, büyüleyici ve dizginsiz: Beverly Glenn-Copeland

    Susam Sokağı’nın da bestecilerinden biri olan Copeland, 20 yıllık aranın ardından, yeni orkestrası Indigo Rising’le birlikte sahnelere döndü. 74 yaşına giren sanatçı, üretimlerini büyük bir tutkuyla sürdürüyor.

  9. Mirasın izlerini takip etmek: Anoushka Shankar

    Şimdiye dek altı kez Grammy’ye aday gösterilen ve 2006’da ödül töreni tarihinde sahne alan ilk Hint müzisyen olan Anoushka Shankar, insan ve hayvan hakları için ilham verici sesini tutkuyla yükselten bir sanatçı.

  10. Perspektiflerin birikimi: Rodrigo Amarante

    Brezilyalı müzisyen ve multi enstrümantalist Rodrigo Amarante’yi tanımadığınızı düşünüyor olabilirsiniz ama müziğini duymuş olmanız hayli yüksek bir ihtimal: Kendisi, Narcos dizisinin tema müziği “Tuyo”nun yaratıcısı. Ama Amarante’nin müzikal yolculuğu, bu spesifik şarkıdan çok daha fazlasını sunuyor.

  11. “Filmler birileri onları izleyince var olurlar”: Wim Wenders

    Pina, Paris Texas, Buena Vista Social Club… Daha saymaya gerek var mı? Ulu Wim Wenders’la yaptığımız bu söyleşide, dönemin politik yapısına, gençlere ve tabii ki sinemaya dair karizmatik ve alabildiğine bilge bir yaratıcının sözleri var. Dikkatli okursanız, tüm bu sözleri filmlerindeki sahnelerden hatırlayacaksınız.

  12. Cuaron’un Deli Raporu: Roma

    Beyaz perde tecrübesini her yeni filminde bambaşka bir görsel ve işitsel şölene çeviren Alfonso Cuaron’un uzun zamandır üzerinde çalıştığı ve teknik tercihleriyle gerçek bir deli işine dönüşen son filmi Roma, içinde bulunduğumuz kesat sinema yılının belki de en nadide cevheri.

  13. Chicago Film Festivali’nden bildiriyoruz: 16 yarışma filmi

    54. Uluslararası Chicago Film Festivali’nin Uluslararası Yarışma bölümünde, aralarında Türkiye’den Sibel’in de bulunduğu 16 film yarıştı. Bazılarını festivalle eşzamanlı olarak Filmekimi gösterimlerinde izleme fırsatı bulmuş olabileceğiniz bu filmlerin geriye kalanlarını da önümüzdeki aylarda ülkemizdeki farklı festivallerde ve vizyon takviminde görmemiz olası.

  14. Almanya sinemasının parlayan yıldızı: Franz Rogowski

    Hem geçtiğimiz aylarda izlediğimiz, Christian Petzold imzalı Transit hem de vizyon tarihi 22 Kasım olan In den Gängen (In the Aisles) filmlerinin başrolünde karşımıza çıkan Franz Rogowski ile, her iki filmin de gösterildiği 54. Uluslararası Chicago Film Festivali’nde sohbet ettik.

  15. “Seslendirme sanatçısı deniyor ama tam olarak öyle değil”: Arda Tümer’le seslendirme oyunculuğu üzerine

    Ülkedeki seslendirme oyunculuğu sektöründe neler olup bittiğini, Netflix yapımlarından Star Wars’a birçok karakterin Türkçe sesi olan Arda Tümer’den dinliyoruz.

  16. Patriyarkanın batırdığı gemide siz ne yapmayı “seçiyorsunuz”?: Johanna Constantine ve Future Feminism

    “Eğer gereken buysa, aynı eski mücadeleyi bin kere daha vermeye hazırım.”

  17. Ferhat Uludere anlatıyor: 1990’lar, Trakya ve bir futbol takımı

    Yazar Ferhat Uludere yeni romanında bizi bir kez daha, ülkenin büyük ölçüde sırtını döndüğü, orada tam olarak neler döndüğünü bilmediği Trakya’ya, doğup büyüdüğü Lüleburgaz’a götürüyor.

  18. “Belki de kimse bir yere gitmemiştir”: Bu Ülkeden Gitmek

    Türkiye’de son yıllarda yaşanan ve bu göç coğrafyasının önceki deneyimlerinden farklılaşan hareketliliği gidenlerin ve kalanların kişisel hikâyeleri üzerinden aktaran "Bu Ülkeden Gitmek" kitabı, Eylül ayında Metropolis Yayıncılık'tan yayımlandı. Kafamızda konuya ilişkin yepyeni düşünme alanları açan kitapla ilgili sorularımız için söz yazarlar Gözde Kazaz ve H. İlksen Mavituna'da.

  19. Künye

    yayın imtiyaz sahiplerive etkinlik direktörleri Aylin Güngö[email protected] J. Hakan Dedeoğ[email protected] genel yayın yönetmeni Ekin Sanaç[email protected] kreatif direktör Aylin Güngö[email protected] editörler