“Eğer gereken buysa, aynı eski mücadeleyi bin kere daha vermeye hazırım.”


Askerîleşmiş sınırlar ve çökmüş bir ekolojiyle tanımlayabileceğimiz dünyamız son derece karmaşık bir krizin içinde. Toplumsal cinsiyet eşitsizliği sorunu ve kadınlara karşı ayrımcılık eski çağlardan beri sürmekte ve herhalde hepimiz farkındayız ki tek şansımız sürüdürülebilir bir gelecek. Vakit kalmadı. Gezegenimizin (insanlar dahil) tüm canlılar için yaşanamaz hale gelmesi için önümüzde kaç yıl kaldı ki?

2014’te New York’ta Kembra Pfahler, Johanna Constantine ve Anohni tarafından başlatılan sanat projesi Future Feminism’in bilinç yükseltme girişimlerini “dünyadan geri kalanları” kurtarma çabası olarak tanımlaması da bu nedenle. Belirledikleri 13 ilkeden biri “Gelecek Kadındır” ve bu sloganın yaygınlaşmasından sorumlular.

Kolektifin kurucularından biri olan sanatçı ve DJ Johanna Constantine ile Future Feminism’i konuşmak, kişisel tarihinin derinliklerine inmek ve Anohni ile küçük yaştan beri birlikte yürüttükleri çalışmaları dinlemek büyük bir zevk oldu.

Image

En eski yıllara dönecek olursak, sahneye çıkmak için ilk motivasyonun neydi? Neden performans yapmak istedin?
Genç bir yetişkin olarak California punk sahnesinden çıkmaydım. O günlerde Amerika’da bunun karşılığı, kendinizi tüm kariyer fırsatlarından ve anaakımdan koparmış olmanızdı. Çevrenizde olup biteni hiçe sayıp bu fedakârlığı yapmak istemeniz başlı başına çok büyük bir isyandı. Anohni’yle de o günlerde tanıştık. Tanışır tanışmaz da birlikte performanslar yapmaya başladık. Bir “sanatçı” olduğumu anladım. Herhangi bir eğitim almak ya da kurumsal destek aramak aklımın ucundan bile geçmedi. Kapılarını bize açan sahnelere çıkarak başladık, onları çer çöpten yarattık ve mikrofonu elimize aldık. Size inanacak tek bir kişi varsa bu bile yeterli oluyor. Geri kalan her şey zaman içinde öğrenilebilir!

“Feminist pratik üzerine düşünme biçimim yıllar içinde tamamıyla değişti.”

Özellikle genç yaştayken rol model kavramının gücü ve etkisi muazzam büyük olabiliyor. Kendini feminist olarak tanımlamanda tesiri olan ilk rol modellerin, figürler, düşünceler nelerdi? Bugünün genç jenerasyonunu bu anlamda daha şanslı gördüğün oluyor mu?
1980’lerde büyürken rol modelleri için büyük bir açlık içerisindeydim açıkçası. Etrafıma baktığımda hiçbir şey hoşuma gitmiyordu. Her yerde erkeklerin arzularına göre şekillenen bir kadın estetiği hâkimdi. Bu beni çok sinirlendiriyor ve hayattan soğutuyordu. Gelecek çok umutsuz görünüyordu. Kendim için marjinal ve “itici” bir görüntü benimsemiştim. Böylece dikkat çekebilecektim. Henüz internet filan olmadığı için iş başa düşüyordu anlayacağınız. Bu sayede Politik anlamda aynı kafada olduğum arkadaşların yer aldığı güçlü gruplarla tanıştım. Ama özendiğim şeyler bulmakta hep zorlandım.

Nasıl bir kadın olmak istediğime dair bir fikrim vardı. 10 yaşlarımdayken kahramanım Grace Jones’du! Ona çok özeniyordum. Yatak odamın duvarında Conan kostümü içinde bir posteri asılıydı. Her gün bisikletle mahalledeki spor salonuna giderdim. Kocaman ve terli erkeklerle dolu bir odada ağırlık çalışırdım. Asla kimseyle konuşmazdım. Çok güçlendim. Kuzey California’da büyürken çok işime yaradı çünkü birçok saldırıyı püskürtmem gerekti.

Benim için en önemli dönüm noktalarından biri Angry Women kitabında yer alan Diamanda Galas röportajını okumaktı. Kadın düşmanlığıyla ilgili muazzam bir tartışmaydı. Çok öfkeliydi. Ve insanlar ona kulak veriyordu! Bir kitaba basılmıştı! Röportajda sanatçı olma sürecini anlatmıştı. Benim için yol gösterici oldu. Sanatçı olmaya karar vermişti. Böylece istediği yeteneklere sahip olmak için çalışmıştı. O zaman kadar insanların bir sabah uyanıp ne yapmak istediklerini bildiğini sanıyordum. Geleceğimi kurmak için eksik olan parçayı bulmuştum. Kulağa çok basit geliyor olabilir ama o ana kadar başka kimse bana bunu söylememişti!

Günümüzde genç kadınların daha şanslı olduğunu düşünüyorum. Dünyanın dört bir yanındaki diğer kadınlara ve bilgiye erişebilmek muazzam bir şey. Ama beni radikalleştiren meselelerin aynılarıyla baş ettiklerini de görüyorum. Yalnızca sorunlar değil, mücadeleler de çok benzeşiyor. İnternet kültürü çok acımasız olabiliyor.

“Yaşım ilerledikçe anladım ki toplum üzerinde olumlu bir etki yaratabilmek için kendimi ondan soyutlamamalı, tam tersine ortasına atılmalıydım.”

Kişisel tarihini düşünecek olursan, yıllar içinde feminizme yaklaşımını ve feminizm pratiğini etkileyen başlıca düşünceler nelerdi?
Feminist pratik üzerine düşünme biçimim yıllar içinde tamamıyla değişti. Aarhus’daki Future Feminism programı sırasında FEMEN’den Inna Shevchenko’yla bunun üzerine konuştuk. Ona dedim ki “Eskiden polis karakollarını spreylerle boyarken şimdi tamamen aynı amaç için insanlarla bir çember oluşturup el ele tutuşmak çok acayip geliyor.” O da bana “İkisi de tamamen aynı şekilde iyi hissettiriyor değil mi?” dedi. O kadar doğru ki!

Hayata karşı tatminsizliğimi kabul etmek ve ona göre hareket etmek genç bir kadınken oldukça farklıydı. Öfkemi fiziksel olarak ifade ediyor ve etrafımdaki toplumu reddediyordum. Yaşım ilerledikçe anladım ki toplum üzerinde olumlu bir etki yaratabilmek için kendimi ondan soyutlamamalı, tam tersine ortasına atılmalıydım. Bazı davranışlar o kadar yaygın ki gözden kaçabiliyor. Ezilenler tarafından bile! Ben bu davranışların en derindeki nedenlerini araştırmaya çalışıyorum. Kadın düşmanı sistemler altında yalnızca kadınların değil erkeklerin yaşadığı zorluklara da bakıyorum. 

Bir oda dolusu kadın ve erkeğin toplanarak feminist meseleleri ele aldığını görmek çok güçlü bir duygu yaratıyor. Artık mümkün olabildiğince en geniş toplulukları yaratmaya çalışıyorum.

Future Feminism’in ortaya çıkışında etkili olan ne gibi hareket ve pratiklerden bahsedebilirsin? Özelikle de örgütlenmek, tartışma mekanizmaları kurmak, değişikliklere açık olmak anlamında? Sizin için özel olarak ilham teşkil eden bir modelden bahsetmek mümkün mü? Yoksa her şey daha içgüdüsel mi ilerledi?
Tartışmalarımız için oluşturduğumuz model çok organik bir şekilde gelişti. Bir araya gelerek kadınlara dair meseleleri konuşmak üzere bir tarih belirledik. Fark ettik ki içinde bulunduğumuz sosyal çevrelerde hiçbirimiz feminizm üzerine konuşmak için yeterince rahat bir alana sahip değildik. “Feminizm” neredeyse yasak bir sözcük gibiydi. Neden öyle olduğunu anlamaya çalıştık. Sözlük anlamına bile baktık. Neticede kullanılabilecek en doğru ve iyi kelime olduğuna karar verdik ve onu insanların önüne yeniden koymaya karar verdik. Bunu da bir sanat projesiyle yapacaktık. Bu proje üzerine haftalık toplantılar düzenlemeye başladık. Ardından bunun çok daha geniş bir tartışma olduğunu fark ettik. Haftalar değil, yıllar sürdü. Model olarak bilinç yükseltme gruplarını aldık. Duygusal anlamda ne kadar zorlanacağımızın farkındaydık ama kesinlikle buna değecekti.

Image
Image

Future Feminism’in manifestosunu oluştururken inzivaya çekilmek neden iyi bir fikir gibi geldi?
Daha en başlardan inzivaya çekilmenin iyi bir fikir olacağını anladık. Arkadaşlarımızla karşılıklı oturup sadece birbirimizi dinlemeye çok nadiren vakit bulabiliyoruz. Bence birçok insan için bu böyle. Bu zamanlarda diğer tüm faaliyetlerimizi durdurma ve yalnızca birbirimizle konuşma kararı aldık. Her birimiz bu toplantılara fikirlerle geldik, araştırmalar yaptık ve notlar aldık. Ardından toplantılar hakkındaki bireysel fikirlerimizi karşılaştırdık ve bunu hep tekrar ederek ilerledik. Saatler ve sayfalar sonrasında en önemli 13 maddeden oluşan bir manifesto ortaya çıktı. İşin kendisi de bu manifesto oldu.

Uzun ömürlülük bazen gözardı ediliyor. Anohni çok genç yaşlarından beri birlikte çalıştığın biri. Bu ortaklığı bunca yıl sürdürmek senin için ne ifade ediyor? Uzun ömürlülük sana neler hissettiriyor?
Uzun ömürlülük benim için amaçların gücünün bir göstergesi. Hayatta gerçekten inandığın bir şey varsa bu tutkuyu sonuna kadar sürdürebiliyorsun. Anohni’yle birlikte yaptığımız işler de asla kırılamayacak kadar güçlüler. Bu kadar genç yaşta birbirimizle tanıştığımız için çok mutluyum. Fakat elbette seninle aynı hayalleri paylaşan ve seni yüreklendiren birine sahip olmanın değeri her yaşta aynı. Hayal kurmak için asla çok genç ya da çok yaşlı değilsiniz!

Son zamanlarda sanatçı ya da DJ olarak başka ne gibi iş birlikleri içerisindesin?
Her zaman iki çalışma alanım oldu: görsel sanatlar ve DJ’lik. Performanslarımı ve danslarımı mümkün olduğunca hep farklı sahnelerde ya da müzelerde sergiliyorum. Ayrıca kulüplerde DJ’lik yapıyorum. Bazen yaptığım dansların müziklerini de kendim hazırlıyorum. Kısa süre önce Tokyo’da Ohno School tarafından düzenlenen Butoh festivalinde canlı performans yaptım. Onur vericiydi! Hâlâ pek çok kulüpte DJ’lik yapmayı sürdürüyorum ama canlı müzik ve dansı birleştirdiğim bir grup çalışması üzerinde de çalışmaya başladım. Bu şekilde birkaç canlı performans gerçekleştirdim. Henüz bunda tek başımayım.

Kembra, Le Guess Who? festivaline yazdığı mektupta “Gerçek hayatta yan yana durmamız önemli” diye yazmış. Bu çok doğru. Bazen öyle geliyor ki sanal dünyada ve boktan şeylerle karşılaşınca birbirimize daha çok destek sunabiliyoruz. Ama (örneğin birbirimizin konserlerine gitmek gibi) fiziksel birliktelik gerektiren şeyler söz konusu olduğunda dayanışmamız o kadar güçlü olmayabiliyor. Burada suçlu var mı?
Hepimiz işlerimize gömülebiliyoruz. Ben ve arkadaşlarım bir mesajı ya da yorumu paylaştığımızda birbirimize yakın olduğumuzu hissedebiliyoruz. Bu duruma dürüstçe yaklaşmam gerekirse bir hayli yanızlaştırıcı olduğunu düşünüyorum. İster bir arkadaşın için ister bir dava için fiziksel olarak bir yerde bulunmak çok daha güçlü bir duygu. Dijital medyanın ve sunduğu sonsuz bilginin dikkatimizi dağıttığını düşünüyorum. Gerçek anlamda beslenebileceğimiz şeyleri nerede bulabileceğimizi bize unutturabiliyor. Ben iletişimin en doğru yolunun vakit yaratmak ve insanları gerçek anlamda dinlemek olduğuna inanıyorum.

Toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılık sence diğer ayrımcılıklardan ne anlamda farklı? Özellikle de toplumun genelinin algısı ve onu tartışma biçimleri söz konusu olduğunda…
Bence toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılığı görmezden gelinen koca bir ırkçılık olarak tanımlamak fazla kaçmaz. O kadar uzun yıllardır her alanda uygulanıyor ve kabul görüyor ki görünmez hale gelebiliyor. Kendi hayatımı incelediğimde hiç sorgulamadan kabul ettiğim şeyler olduğunu görüyorum. Her gün sokakta yürürken hissettiklerimi düşünüyorum. Kendiliğinden her gün nasıl da güvenliğimi sağlamak için daima tetikte olduğumu fark ediyorum. Toplumsal cinsiyetim nedeniyle ülkemizin tarihine ve bugün yükselen politikalara nasıl da dahil edilmediğimi hissediyorum. Kadınlar hep oradaydı ama aynı zamanda da değildi. Tarih, kadınların düşüncelerini yeterince önemli bulmadığı için yazmayı tercih etmedi. “Cinsiyet” kelimesini duyunca insanlar genellikle bedenlerimize dair bir şeyden bahsettiğimizi sanıyor. Ama mesele bunun çok ötesinde. Bir yandan da ironik olarak benim ülkemde kadınların kendi bedenlerini kontrol etmeye yönelik temel hakkı tehdit altında.

Future Feminism’de ayrıca en büyük resme bakmaya çalışıyorum. Evrensel ve çevresel bir resim. Ayrıca eğer gereken buysa, aynı eski mücadeleyi bin kere daha vermeye hazırım.

“Her yeni nesil, devam eden sorunların aynı şekilde üzerine gitmelidir.”

2014’ten bu yana Future Feminism’in algılanışı konusunda ne gibi farklılıklar gözlemiyorsun?
2014’teki ilk şovdan bu yana Future Feminism’in bir sanat ve performans etkinliğinden çıkarak bir tartışma şablonuna dönüştüğünü düşünüyorum. Benim hayalim de buydu: Feminizmi tartışabileceğimiz bir alan açmak. İşimizden yola çıkan performanslara ve sunumlara yer veren geceler düzenleyerek başladık. Şimdi ise bizi davet eden her yerde mümkün olduğunca kabalık olarak ve mümkün olduğunca çok sayıda projeyle birlikte konuşmalar ve toplantılar düzenliyoruz. Benim için okula dönmek gibi bir şey. O kadar çok şey öğreniyorum ki… Future Feminism’in her etkinliğinden önce konuşmacılardan duygularını anlatmalarını istiyoruz. Ayrıca tartışmalara izin vermiyoruz. İnsanların bir tartışmaya ya da saldırıya hazırlanmak zorunda kalmadan, özgürce kendilerini ifade edebilmelerini sağlamaya çalışıyoruz. Şimdiye kadar oldukça başarılı ilerledi.

Image
Image

“Temel feminen değerler”, “kadın haller” gibi ifadeler kullandığınız için sıklıkla özcülükle suçlanıyor musunuz?
Elbette birçok konuda eleştiri alıyoruz. Yazdığımız maddeler kapsayıcı, basit ve evrensel olmayı amaçlıyor. Eski fikirler de bizim için tamamen yeni olan fikirler de barındırıyorlar. Feminizmin tarihi o kadar uçsuz bucaksız ki… Asla hiçbir bölümünü yeniden yazmaya filan çalışmadık. Bence her yeni nesil, devam eden sorunların aynı şekilde üzerine gitmelidir. Ben kadınların ve erkeklerin biyolojik olarak da duygusal olarak da birbirinden farklı olduğuna inanıyorum. Bunu anlamak benim için dengeyi sağlama yönünde atılabilecek bir adım.

“İlerleme” kavramını nasıl tanımlıyorsun?
Benim için ilerlemenin yolu empatiden geçiyor.

“Başarısızlık” kavramını nasıl tanımlıyorsun?
Eğer bir şeyi denemezsem kendimi başarısız sayarım.

Bugünlerde umudu nerelerde buluyorsun?
Bazıları umudun insanları körleştirdiğini söylüyor. Katılmıyorum. Her şey çok hızlı değişebiliyor. Ben de pozitife doğru çok çaba sarf ediyorum. Çok umutluyum. Çünkü öyle olmayı seçiyorum.

  1. Amandine Urruty’nin baktıkça çoğalan, garip karnaval alemi

    Çocukluğundan bu yana kara kalemle derin bir gönül bağı kuran Amandine Urruty, yatağının konforundan kopmadan, kimi zaman günde 12-13 saat çalışarak yarattığı, garip bir karnavaldan kopup gelmiş dünyaların kapısını bizim için araladı.

  2. Benim kötülerim: Sezin Akbaşoğulları

    Hem sinema - televizyon hem de tiyatro işleriyle tanıdığımız Sezin Akbaşoğulları, gönlünde yatan “kötü” kadın karakterleri Bant Mag. için sıraladı. Antik Yunan’ın en trajik kötü kadını Medea’dan evcil hayvanların kızıl saçlı kâbusu Elmyra’ya uzanan favori kötülerinden ve “kötülük” anlayışının zengin çeşitliliğinden etkilendiğimizi itiraf ettiğimiz Sezin Akbaşoğulları’ndan kötü karakterin iyisi ve kötüsü nasıl olur, onun cevabını da aldık.

  3. Aklımdakiler: Ah! Kosmos

    İkinci Ah! Kosmos albümü Beautiful Swamp 5 Ekim’de aramıza katıldı. Geçtiğimiz haftalarda Salon İKSV’de katılanların hala kulağında yankılanan bir konserle yeni albümünü tanıtan Ah! Kosmos, Beautiful Swamp’a zengin bir ruh bataklığının derinliklerindeki titreşimlerden üretildiği ilk dinleyişten belli olan, birbirinden lezzetli parçaları sığdırmış. Ah! Kosmos yaşamının ve müziğinin yörüngesinde dolanan isimlerin hem yeni albüme hem de kişisel ve üretim deneyimlerine dair sorularını cevaplıyor.

  4. Hiç bitmeyen devinim: Shabaka Hutchings

    Günümüz deneysel caz sahnesinin en üretken ve ilham verici müzisyenlerinin başında gelen Hutchings bir kez daha dümeni İstanbul’a kırmışken...

  5. Şarkı şarkı: Barlas Tan Özemek – “Yalancılar Kahvesinde” albümü

    “Şarkı yazıyorum ben. Tedavi ediyor mu bilmiyorum ama deva olduğu kesin.”

  6. Ancient to the Future*: Art Ensemble of Chicago

    1960’ların ortasından bu yana en ilham verici müzik oluşumlarından biri olmayı sürdüren Art Ensemble of Chicago’nun avangart caz sahnesinin öncülerinden oluşan efsanevi kadrosunun kolaboratif ruhu Paris’te şekillenmeye başlamıştı...

  7. Korkusuz bir dürtü: Saul Williams

    İlk filmi Slam ile Sundance’de Jüri Özeli Ödülü’ne layık görülen “şair” Saul Williams müzik kariyerinde ise kafiyeyi bir kenara bıraktı, farklı janrları keşfettiği albüm ve projelerde salt verdiği mesaja odaklandı.

  8. Yatıştırıcı, büyüleyici ve dizginsiz: Beverly Glenn-Copeland

    Susam Sokağı’nın da bestecilerinden biri olan Copeland, 20 yıllık aranın ardından, yeni orkestrası Indigo Rising’le birlikte sahnelere döndü. 74 yaşına giren sanatçı, üretimlerini büyük bir tutkuyla sürdürüyor.

  9. Mirasın izlerini takip etmek: Anoushka Shankar

    Şimdiye dek altı kez Grammy’ye aday gösterilen ve 2006’da ödül töreni tarihinde sahne alan ilk Hint müzisyen olan Anoushka Shankar, insan ve hayvan hakları için ilham verici sesini tutkuyla yükselten bir sanatçı.

  10. Perspektiflerin birikimi: Rodrigo Amarante

    Brezilyalı müzisyen ve multi enstrümantalist Rodrigo Amarante’yi tanımadığınızı düşünüyor olabilirsiniz ama müziğini duymuş olmanız hayli yüksek bir ihtimal: Kendisi, Narcos dizisinin tema müziği “Tuyo”nun yaratıcısı. Ama Amarante’nin müzikal yolculuğu, bu spesifik şarkıdan çok daha fazlasını sunuyor.

  11. “Filmler birileri onları izleyince var olurlar”: Wim Wenders

    Pina, Paris Texas, Buena Vista Social Club… Daha saymaya gerek var mı? Ulu Wim Wenders’la yaptığımız bu söyleşide, dönemin politik yapısına, gençlere ve tabii ki sinemaya dair karizmatik ve alabildiğine bilge bir yaratıcının sözleri var. Dikkatli okursanız, tüm bu sözleri filmlerindeki sahnelerden hatırlayacaksınız.

  12. Cuaron’un Deli Raporu: Roma

    Beyaz perde tecrübesini her yeni filminde bambaşka bir görsel ve işitsel şölene çeviren Alfonso Cuaron’un uzun zamandır üzerinde çalıştığı ve teknik tercihleriyle gerçek bir deli işine dönüşen son filmi Roma, içinde bulunduğumuz kesat sinema yılının belki de en nadide cevheri.

  13. Chicago Film Festivali’nden bildiriyoruz: 16 yarışma filmi

    54. Uluslararası Chicago Film Festivali’nin Uluslararası Yarışma bölümünde, aralarında Türkiye’den Sibel’in de bulunduğu 16 film yarıştı. Bazılarını festivalle eşzamanlı olarak Filmekimi gösterimlerinde izleme fırsatı bulmuş olabileceğiniz bu filmlerin geriye kalanlarını da önümüzdeki aylarda ülkemizdeki farklı festivallerde ve vizyon takviminde görmemiz olası.

  14. Almanya sinemasının parlayan yıldızı: Franz Rogowski

    Hem geçtiğimiz aylarda izlediğimiz, Christian Petzold imzalı Transit hem de vizyon tarihi 22 Kasım olan In den Gängen (In the Aisles) filmlerinin başrolünde karşımıza çıkan Franz Rogowski ile, her iki filmin de gösterildiği 54. Uluslararası Chicago Film Festivali’nde sohbet ettik.

  15. “Seslendirme sanatçısı deniyor ama tam olarak öyle değil”: Arda Tümer’le seslendirme oyunculuğu üzerine

    Ülkedeki seslendirme oyunculuğu sektöründe neler olup bittiğini, Netflix yapımlarından Star Wars’a birçok karakterin Türkçe sesi olan Arda Tümer’den dinliyoruz.

  16. Patriyarkanın batırdığı gemide siz ne yapmayı “seçiyorsunuz”?: Johanna Constantine ve Future Feminism

    “Eğer gereken buysa, aynı eski mücadeleyi bin kere daha vermeye hazırım.”

  17. Ferhat Uludere anlatıyor: 1990’lar, Trakya ve bir futbol takımı

    Yazar Ferhat Uludere yeni romanında bizi bir kez daha, ülkenin büyük ölçüde sırtını döndüğü, orada tam olarak neler döndüğünü bilmediği Trakya’ya, doğup büyüdüğü Lüleburgaz’a götürüyor.

  18. “Belki de kimse bir yere gitmemiştir”: Bu Ülkeden Gitmek

    Türkiye’de son yıllarda yaşanan ve bu göç coğrafyasının önceki deneyimlerinden farklılaşan hareketliliği gidenlerin ve kalanların kişisel hikâyeleri üzerinden aktaran "Bu Ülkeden Gitmek" kitabı, Eylül ayında Metropolis Yayıncılık'tan yayımlandı. Kafamızda konuya ilişkin yepyeni düşünme alanları açan kitapla ilgili sorularımız için söz yazarlar Gözde Kazaz ve H. İlksen Mavituna'da.

  19. Künye

    yayın imtiyaz sahiplerive etkinlik direktörleri Aylin Güngö[email protected] J. Hakan Dedeoğ[email protected] genel yayın yönetmeni Ekin Sanaç[email protected] kreatif direktör Aylin Güngö[email protected] editörler