Günümüz deneysel caz sahnesinin en üretken ve ilham verici müzisyenlerinin başında gelen Hutchings bir kez daha dümeni İstanbul’a kırmışken…


Geçtiğimiz ay The Comet Is Coming’le Akbank Caz Festivali’ne konuk olan Shabaka Hutchings, 2018’e damgasını vuran Sons of Kemet’le bir kez daha dümeni İstanbul’a kırıyor. 21 Kasım’da Salon İKSV’de gerçekleşecek konser öncesinde buluştuğumuz Shabaka Hutchings, günümüz deneysel caz sahnesinin en üretken ve ilham verici müzisyenlerinin başında geliyor. Yukarıda bahsi geçen gruplarının yanı sıra Shabaka & The Ancestors, A.R.E. Project, Melt Yourself Down ve nice projeye hayat veren Hutchings, Bant Mag.’ın da medya partneri olduğu Le Guess Who? festivalinin bu yılki küratörlerinden biriydi.

İstanbul’da 2018’in en unutulmaz performanslarından biri olacağı aşikâr olan Sons of Kemet konseri öncesinde müzisyenle, hem grubun son albümü Your Queen Is A Reptile hem de Hutchings’in Le Guess Who? festivalindaki küratörlüğü üzerinde sohbete koyulduk.

İlk olarak Le Guess Who? festivalinden bahsetmek istiyorum. Kariyerin boyunca birçok farklı müzisyenle birlikte çalıştın ve bu yıl Le Guess Who? festivalinin de küratörlerinden biri oldun. Senden festival kapsamında bir program hazırlamanı istediklerinde aklından geçen ilk şey ne olmuştu?
Bu bir müzisyen olarak büyük bir ayrıcalık. Ne zaman bir festivale giderseniz, kendi hazırladığınız bir programı ya da güvendiğiniz veya saygı duyduğunuz birinin hazırladığı bir programı dinlemek istersiniz. Böyle bir programın kürasyonunu yapmak bir anlamda rüyalarımın gerçek olması gibiydi. Ayrıca güvendiğiniz başka bir müzisyenin hazırladığı programı dinleyebilmek de onların perspektiflerini görebilmek açısından gerçekten ilginç bir durum yaratıyor. Bir festivale gitmekle ilgili en güzel şey, gerçekten dinlemek istediğin sanatçıların büyük bir kısmını tek bir mekânda bulabiliyor olman.

Senin bakış açın neydi? Festival ekibi bu süreçte sana herhangi bir tavsiyede bulundu mu yoksa tüm isimleri sen mi seçtin?
Hayır, sadece “Bize listeni ver” dediler. Sonrasında yapabileceklerini söylediler ve hepsini festivale dahil etmeyi başardılar. Örneğin Kadri Gopalnath’ı her zaman çalarken dinlemek istemişimdir.

Son Sons of Kemet albümünü dinlemekten bir an olsun sıkılmıyorum, bir dinleyici olarak böyle harika bir kayıt yayınladığınız için teşekkür ederim. Albümün çıkışından bu yana yedi ay geçti ve albümü dünyanın dört bir yanında çaldınız. Bugün geriye dönüp baktığında bu albümle ilgili nasıl hissediyorsun?
Albümdeki bazı şeyler tamamlanmamış durumda. Kayıt yapmakla ilgili problem, şarkıları kaydettikten sonra onları turnede çalıyor olman. Bu albümdeki müzikleri belki bir yıl önce kaydettik, sonrasında turneye çıktık ve şarkılar gerçek hallerini almaya başladı. O zaman hepsini yeniden kaydetmek için çok geçti. Şimdi şarkıları ve ulaşabilecekleri en yüksek potansiyeli biliyoruz. Dinleyicilerin onlara nasıl reaksiyon verdiğini ve belli kısımların dışarıda kalması gerektiğini biliyoruz. Bu benim kayıt yapmakla ilgili en büyük problemim. Özellikle Kemet albümü için bu geçerli. Theon’a müzikleri belki de kayıtlardan bir hafta önce verdim. Davulcular şarkıları ilk defa stüdyoda duydular. Ve aslında bunu seviyorum, bir şeyi ilk defa duymanın getirdiği başka bir enerji var. Tabii ki yıldırıcı bir durum ama müzik gittikçe daha iyi oluyor. Bu aynı zamanda biraz da zamanla ilgili. Hayatım şu an fazlasıyla meşgul bir halde. Bir kayıt önceden ayarlanmışsa bunu yeniden değiştirme gibi bir lükse sahip değiliz.

Bu bir anlamda tarihe not düşmek gibi: “Bu şarkılar bu dönemde böylelerdi.”
Evet, kayıt sürecini tam olarak böyle yorumluyorum. Bu zamanın ve müziğin belgelenmesi. Şarkıları sahnede çaldıktan sonra kaydedemiyor olmamız biraz üzücü ama işler böyle yürüyor.

Bu diğer grupların için de geçerli mi? The Comet Is Coming için örneğin?
Temelde evet. Bu akşam, yakında çıkacak albümümüzden bazı şarkılar çalabiliriz. Ama albüm çıkmadan çok fazla yeni şarkı çalmamaya çalışıyoruz. Bu yıl Sons of Kemet’in yılı olduğu için o grupla albüm yayınlandıktan hemen sonra turneye çıktık. Kemet’le şarkıları albüm kendi halinde yayınlandıktan sonra anlayabilmeye başladık. The Comet Is Coming’de ise albümün kaydedilmesi ve turnesinin başlaması arasında daha uzun bir zaman aralığı söz konusu. Bir anlamda turne başladığında şarkılar büyük anlamda içimize işlemiş olacak.

Le Guess Who? festivalinde Sons of Kemet’in XL versiyonuyla sahnedeydiniz. Hazırlık süreci nasıl oldu?
Evet, extra large! Dört davulcuyla birlikte! Bu harika bir şey ve sanırım en heyecanlandığım deneyimlerden biri. Dört davulcuyla ilk çalışmamızda onlara birer perküsyon çalıyormuş gibi düşünmelerini söyledim. Yani bazı anlarda her biri davulun belli bir parçasına odaklanıyor ve bazı bölümlerde her biri aynı anda davul çalıyor. Benim de kendimi iyice zorlamam gerekiyor ki bu en sevdiğim şey. Ne kadar sert üflersen üfle daha gidebileceğin bir pay kalıyor. İki davulcuyla çalarken belli noktalarda herkesin yorulduğu ve grubun düşüp kalktığı bir nokta oluyor. Dört davulcuyla ise… Bu harika bir şey!

“Yeni nesil cazcıların farklı yollara saptığını görebilmek muhteşem.”

Son albümünüzle birlikte Impulse! Records’ın fantastik kataloğundaki yerinizi aldınız. Kendi kahramanlarınla aynı ailenin bir parçası olmak nasıl hissettiriyor?
Bu muhteşem bir şey. Yeni nesil cazcıların farklı yollara saptığını görebilmek muhteşem. Caz mirası plak şirketleriyle olan temaslarla birlikte şekilleniyor. İngiltere’de Blue Note’la anlaşmış birçok müzisyen var. Impulse! gibi bir etiketin, biraz daha deneysel cazla ilişkili olduğunu düşünüyorum. Yaptıkları şeye her zaman bir bağlam koymayı başarıyorlar. Caz olarak tanımlanan şeyin sınırlarını her zaman zorluyorlar. Bu Impulse!’la ilgili en önemli şey. 40 yıl önce yapılmış bir müziğin yeni versiyonunun peşinden gitmiyorlar.

İngiltere’de bugünlerde fazlasıyla geniş ve yetenekli bir caz sahnesi var ve senin ismin de her zaman bu sahnenin öncüsü, yol göstericisi olarak anılıyor. Kendi müziğini yazmaya başladığında senin öncü olarak gördüğün isimler kimlerdi?
Birçok insan. İlk olarak söylemem gereken şey, kendimi bir öncü olarak görmediğim. Sanırım bu zamana kadar farklı sahnelerde mücadele etmeyi başarmış insanlardan biriyim. Courtney Pine ve Steve Williamson’dan doğrudan ilham aldım. Ama aynı zamanda birlikte çalıştığım ya da gösterdikleri yolu görme şansı yakaladığım Django Bates ve John Surman gibi isimler de var. Bu insanlar İngiltere’den ve doğrudan bir iletişim kurabildiğim insanlar. İlham almak kimi zaman bu insanların size vereceği bir ders ya da göstereceği bir yolla olabilir. Ama sadece bir konser birlikte çaldığınız bir kişinin söylediği bir söz de size ilham verebilir. Birçok farklı durum söz konusu. Özellikle medyanın cazın belli jenerasyonlarına yoğunlaşma eğilimi gösterdiği Londra gibi bir yerde. Benim için yaptığım iş Polar Bear, Acoustic Ladyland, Led Bib gibi gruplar ve Fire Collective gibi müzisyen kolektifleriyle aynı doğrultuda.

Image
  1. Amandine Urruty’nin baktıkça çoğalan, garip karnaval alemi

    Çocukluğundan bu yana kara kalemle derin bir gönül bağı kuran Amandine Urruty, yatağının konforundan kopmadan, kimi zaman günde 12-13 saat çalışarak yarattığı, garip bir karnavaldan kopup gelmiş dünyaların kapısını bizim için araladı.

  2. Benim kötülerim: Sezin Akbaşoğulları

    Hem sinema - televizyon hem de tiyatro işleriyle tanıdığımız Sezin Akbaşoğulları, gönlünde yatan “kötü” kadın karakterleri Bant Mag. için sıraladı. Antik Yunan’ın en trajik kötü kadını Medea’dan evcil hayvanların kızıl saçlı kâbusu Elmyra’ya uzanan favori kötülerinden ve “kötülük” anlayışının zengin çeşitliliğinden etkilendiğimizi itiraf ettiğimiz Sezin Akbaşoğulları’ndan kötü karakterin iyisi ve kötüsü nasıl olur, onun cevabını da aldık.

  3. Aklımdakiler: Ah! Kosmos

    İkinci Ah! Kosmos albümü Beautiful Swamp 5 Ekim’de aramıza katıldı. Geçtiğimiz haftalarda Salon İKSV’de katılanların hala kulağında yankılanan bir konserle yeni albümünü tanıtan Ah! Kosmos, Beautiful Swamp’a zengin bir ruh bataklığının derinliklerindeki titreşimlerden üretildiği ilk dinleyişten belli olan, birbirinden lezzetli parçaları sığdırmış. Ah! Kosmos yaşamının ve müziğinin yörüngesinde dolanan isimlerin hem yeni albüme hem de kişisel ve üretim deneyimlerine dair sorularını cevaplıyor.

  4. Hiç bitmeyen devinim: Shabaka Hutchings

    Günümüz deneysel caz sahnesinin en üretken ve ilham verici müzisyenlerinin başında gelen Hutchings bir kez daha dümeni İstanbul’a kırmışken...

  5. Şarkı şarkı: Barlas Tan Özemek – “Yalancılar Kahvesinde” albümü

    “Şarkı yazıyorum ben. Tedavi ediyor mu bilmiyorum ama deva olduğu kesin.”

  6. Ancient to the Future*: Art Ensemble of Chicago

    1960’ların ortasından bu yana en ilham verici müzik oluşumlarından biri olmayı sürdüren Art Ensemble of Chicago’nun avangart caz sahnesinin öncülerinden oluşan efsanevi kadrosunun kolaboratif ruhu Paris’te şekillenmeye başlamıştı...

  7. Korkusuz bir dürtü: Saul Williams

    İlk filmi Slam ile Sundance’de Jüri Özeli Ödülü’ne layık görülen “şair” Saul Williams müzik kariyerinde ise kafiyeyi bir kenara bıraktı, farklı janrları keşfettiği albüm ve projelerde salt verdiği mesaja odaklandı.

  8. Yatıştırıcı, büyüleyici ve dizginsiz: Beverly Glenn-Copeland

    Susam Sokağı’nın da bestecilerinden biri olan Copeland, 20 yıllık aranın ardından, yeni orkestrası Indigo Rising’le birlikte sahnelere döndü. 74 yaşına giren sanatçı, üretimlerini büyük bir tutkuyla sürdürüyor.

  9. Mirasın izlerini takip etmek: Anoushka Shankar

    Şimdiye dek altı kez Grammy’ye aday gösterilen ve 2006’da ödül töreni tarihinde sahne alan ilk Hint müzisyen olan Anoushka Shankar, insan ve hayvan hakları için ilham verici sesini tutkuyla yükselten bir sanatçı.

  10. Perspektiflerin birikimi: Rodrigo Amarante

    Brezilyalı müzisyen ve multi enstrümantalist Rodrigo Amarante’yi tanımadığınızı düşünüyor olabilirsiniz ama müziğini duymuş olmanız hayli yüksek bir ihtimal: Kendisi, Narcos dizisinin tema müziği “Tuyo”nun yaratıcısı. Ama Amarante’nin müzikal yolculuğu, bu spesifik şarkıdan çok daha fazlasını sunuyor.

  11. “Filmler birileri onları izleyince var olurlar”: Wim Wenders

    Pina, Paris Texas, Buena Vista Social Club… Daha saymaya gerek var mı? Ulu Wim Wenders’la yaptığımız bu söyleşide, dönemin politik yapısına, gençlere ve tabii ki sinemaya dair karizmatik ve alabildiğine bilge bir yaratıcının sözleri var. Dikkatli okursanız, tüm bu sözleri filmlerindeki sahnelerden hatırlayacaksınız.

  12. Cuaron’un Deli Raporu: Roma

    Beyaz perde tecrübesini her yeni filminde bambaşka bir görsel ve işitsel şölene çeviren Alfonso Cuaron’un uzun zamandır üzerinde çalıştığı ve teknik tercihleriyle gerçek bir deli işine dönüşen son filmi Roma, içinde bulunduğumuz kesat sinema yılının belki de en nadide cevheri.

  13. Chicago Film Festivali’nden bildiriyoruz: 16 yarışma filmi

    54. Uluslararası Chicago Film Festivali’nin Uluslararası Yarışma bölümünde, aralarında Türkiye’den Sibel’in de bulunduğu 16 film yarıştı. Bazılarını festivalle eşzamanlı olarak Filmekimi gösterimlerinde izleme fırsatı bulmuş olabileceğiniz bu filmlerin geriye kalanlarını da önümüzdeki aylarda ülkemizdeki farklı festivallerde ve vizyon takviminde görmemiz olası.

  14. Almanya sinemasının parlayan yıldızı: Franz Rogowski

    Hem geçtiğimiz aylarda izlediğimiz, Christian Petzold imzalı Transit hem de vizyon tarihi 22 Kasım olan In den Gängen (In the Aisles) filmlerinin başrolünde karşımıza çıkan Franz Rogowski ile, her iki filmin de gösterildiği 54. Uluslararası Chicago Film Festivali’nde sohbet ettik.

  15. “Seslendirme sanatçısı deniyor ama tam olarak öyle değil”: Arda Tümer’le seslendirme oyunculuğu üzerine

    Ülkedeki seslendirme oyunculuğu sektöründe neler olup bittiğini, Netflix yapımlarından Star Wars’a birçok karakterin Türkçe sesi olan Arda Tümer’den dinliyoruz.

  16. Patriyarkanın batırdığı gemide siz ne yapmayı “seçiyorsunuz”?: Johanna Constantine ve Future Feminism

    “Eğer gereken buysa, aynı eski mücadeleyi bin kere daha vermeye hazırım.”

  17. Ferhat Uludere anlatıyor: 1990’lar, Trakya ve bir futbol takımı

    Yazar Ferhat Uludere yeni romanında bizi bir kez daha, ülkenin büyük ölçüde sırtını döndüğü, orada tam olarak neler döndüğünü bilmediği Trakya’ya, doğup büyüdüğü Lüleburgaz’a götürüyor.

  18. “Belki de kimse bir yere gitmemiştir”: Bu Ülkeden Gitmek

    Türkiye’de son yıllarda yaşanan ve bu göç coğrafyasının önceki deneyimlerinden farklılaşan hareketliliği gidenlerin ve kalanların kişisel hikâyeleri üzerinden aktaran "Bu Ülkeden Gitmek" kitabı, Eylül ayında Metropolis Yayıncılık'tan yayımlandı. Kafamızda konuya ilişkin yepyeni düşünme alanları açan kitapla ilgili sorularımız için söz yazarlar Gözde Kazaz ve H. İlksen Mavituna'da.

  19. Künye

    yayın imtiyaz sahiplerive etkinlik direktörleri Aylin Güngö[email protected] J. Hakan Dedeoğ[email protected] genel yayın yönetmeni Ekin Sanaç[email protected] kreatif direktör Aylin Güngö[email protected] editörler