Geçtiğimiz sene yola çıkan ya da yeni takibe aldığımız; kimi bireysel kimi ise ekip hâlinde çalışan yerli tasarımcı ve üreticilerle konuştuk.

“Ne katı ne sıvı, ne yarım ne tam”: Alakok
alakok

Siz kimsiniz? Hikâyenizi kısaca anlatabilir misiniz?

Ben Şeyla Arditti Aykın. Biyoçözünür olarak adlandırılan yani doğada kendiliğinden çözünebilen ürünler tasarlıyorum. Kahve ve çay posaları ya da meyve ve sebzelerin kabuklarından ileri dönüştürdüğüm tasarımları “Alakok” olarak adlandırdığım bir platform üzerinden meraklılarına sergiliyorum.

Alakok, Türk Dil Kurumu sözlüğüne de girmiş Fransız kökenli bir kelime; rafadan yumurta anlamına geliyor. Adından da anlaşılacağı gibi ne katı ne sıvı, ne yarım ne tam bir hâl durumudur alakok. Kendine özgü çizgilere sahip; “mükemmel olmayanı sevme ve onu olduğu hâliyle kabul etmenin güzelliği” felsefesi ile yola çıkan, hayal gücü ile süslenip somutlaşan bir oluşum.

Nasıl ve neden bu yola çıktınız? 

Kabukları objeye dönüştürme fikri Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde okurken forecast tasarım platformlarından birinde gördüğüm “yenilebilir su” projesini merak etmem ile başladı. Bu projede plastik kaplara artık gerek kalmayacağı, yenilebilir paketlemenin hızlanacağından bahsediliyordu. Plastik ambalajlar ve alternatifleri hakkında okuduklarımdan etkilenip, “Ben de yapabilir miyim acaba?” diye sormaya başlayıp amatörce evde denemeler yapmaya başladım. 

Deneylerim zamanla daha da gelişti ve tasarımlar artık, evde kendime ve tanıdıklarıma hediye olmaktan çıkıp daha geniş kitlelere ulaşmaya başladı. Doğaya ne kadar katkı sağlarsam o kadar iyi diye düşünüyorum. 2019 yılında başladığım bu oluşum hâlâ gelişmekte ve duyarlı markalar ile birlikte büyümekte.

Tasarımlarınızı / ürünlerinizi kimler alıyor? 

Her  Alakok ürünü bir ileri dönüşüm projesi. İşlevselliğini yitirmiş, amacından farklı olarak kullanılabilecek meyve, sebze kabuğu ve posalar birer objeye dönüşüyor. Doğal karışımların renklerini taşıyor. Çanak, tütsülük, mumluk, takılık vb. kullanım alanları dışında kuru gıda ya da yağlı kağıt ile birlikte yemek sunumlarında da kullanılabilir. 

Ürünlerinizi alanlar, neden alıyorlar? 

Alakok’a gelen güzel geri dönüşlerden, insanların artık az atık üretme ve doğayı iyileştirme adımları konusunda daha fazla sorguladığını görüyorum.

Tabii sektördeki ileri dönüşüm projelerini destekleyen markaların artması da farkındalığın yükselmesini sağlıyor. Örneğin, çevremdeki birçok kişi evsel atıkları kullanma alternatifi arayışına girdi. Alakok ile karşılaşan işletmeler, projeye katılmak istediklerini iletiyorlar. Bu sadece ticaretten öte, bir sosyal sorumluluğun da parçası. 

Bence bir kere sorguladınız mı artık geri dönüşü olmuyor. Bu sebeple Alakok, kendi alanında çözümler üretmeye, atığı azaltmaya destek olacak tasarımlar geliştirmeye devam edecek. Biz gelecek için heyecanlıyız.


“Bitpazarı gezilerinden ilhamla”: Alt Üst
alt üst

Siz kimsiniz? Hikâyenizi kısaca anlatabilir misiniz?

Biz Selin Karcı, Selen Konuk ve Şahin Paksoy. İstanbul Bilgi Üniversitesi’nden mezun iki tasarımcı ve bir mimardan oluşuyor ekibimiz. Mezun olduktan hemen sonra, adını koymasak da Alt Üst süreci başlamıştı bizim için. Buna paralel olarak hepimiz bir süre, kitap ve sergi tasarımı gibi farklı işler yaptık. Şimdi yine aynı tipte işleri beraber yapmaya devam ediyoruz.

Alt Üst ise kısaca, ileri dönüşüm tasarımlar yapan bir kıyafet markası. Zaten var olan, “raf ömrü bitmiş” kıyafetler ve çeşitli tekstil ürünlerini kendine kaynak ediniyor.

Nasıl ve neden bu yola çıktınız?

Alt Üst’ün temelleri, 2019 yılında başlayan bitpazarı gezilerimizden ilhamla atıldı. Bit pazarları, binlerce kullanılmış ürüne, tekrar kullanıma dâhil olmaları adına ev sahipliği yapıyor. Malzeme ömrünün düşündüğümüz kadar kısa olmadığını gözler önüne seren bitpazarları aslında, marka olarak cevaplamaya çalıştığımız soruları sormamızın sebebi olarak görülebilir.

Bu gezilerin bizim için ilk amacı, endüstriyel moda ürünlerinden daha özgün ve kendimizi daha iyi ifade edebileceğimiz kıyafetler bulabilmekti. Pazardan topladığımız kıyafetlerin maddesel ve görsel potansiyeli, özgün ileri dönüşüm tasarımların ve markanın en önemli unsurlarından biri oldu diyebiliriz.

Öte yandan moda, dünyada çevreye en çok zarar veren endüstrilerden biri. Seri sonu ürünlerini yakan dev giyim markaları, seri üretim, üretim fazlalığı ve tüketim çılgınlığını besleyen “trend” kavramı bu büyük sorunun nedenlerinden sadece birkaçı. Alt Üst olarak hem çok bireysel hem de çok global olan bu problemleri cevaplamayı amaçlıyoruz. Bunu hem yeni bir kaynak tanımlayarak hem de sürdürülebilirliği prensip edinerek yapıyoruz çünkü sürdürülebilirlik bir trend değil, her disiplinden hem üreticinin hem de tüketicinin alması gereken bir sorumluluk.

alt üst
alt üst

Tasarımlarınızı / ürünlerinizi kimler alıyor?

Ürünlerimiz genellikle çevre bilinciyle alışveriş yapan, özgün giyinmeyi tercih eden ve tasarıma önem veren bir kitlenin ilgisini çekiyor.

Ürünlerinizi alanlar, neden alıyorlar?

Sürdürebilirliğin yanı sıra, aslında farklılaştığımız nokta tasarım dilimiz ve ürünlerimizin özgünlüğü diyebiliriz. Buna paralel olarak cinsiyet, trend, sezon gibi kalıplaşan ve tüketim kültürünün bir parçası hâline gelen kuralların dışındaki duruşumuzun da bir diğer neden olduğunu düşünüyoruz.


“Tasarım üzerinden dayanışma ve sosyal etki yaratan bir deneyim”: Atlas Harran
atlas harran

Siz kimsiniz? Hikâyenizi kısaca anlatabilir misiniz?

Atlas, tasarım üzerinden dayanışma ve sosyal etki yaratan bir deneyim oldu hepimiz için. Günümüzde sürekli değişen dünya dinamiklerini (sosyal politika, sağlık, ekonomi…) düşünürsek, “iyi tasarım” kavramı da toplumla etkileşim yaratan, nitelikli ve özgün içeriklere dönüşüyor. 

Atlas Harran Tasarım Koleksiyonu sayesinde hem her tasarımcının özgün yorumu ile binlerce yıllık Mezopotamya kültürünü bugüne tercüme eden, hem de kadınlara ekonomi yaratan bir model oluşturduk. 

IN-BETWEEN Tasarım Platformu kurucuları Dilek Öztürk ve Bilgen Coşkun tarafından kürate edilen koleksiyonda, tasarımcılar; Aslı Smith, Barış Gün, Begüm Cana Özgür, DAY Studio, INCOMPLIT ve Şule Koç’un çalışmaları yer alıyor.

Nasıl ve neden bu yola çıktınız? 

Proje 2017’de başladı. Harran Kaymakamlığı’nın daveti ile orada bir alan çalışması gerçekleştirdik ve International Labor Organization’ın desteği ile kurulan ahşap, keçe, seramik ve dokuma atölyelerini inceledik. Ustalar ile görüştük, üretim yapan kadınlarla konuştuk. Burada sürdürülebilir bir ekonomi yaratmak adına global bir tasarım koleksiyonu oluşturmak için öncelikle bir tasarım ekibi kurmak ile yola başladık. 

Aynı zamanda, Harran ve Mezopotamya kültürü etrafındaki, geçmişi 8 bin yıl öncesine dayanan çok katmanlı medeniyetleri projenin ana referansları olarak ele aldık. Bu uygarlıkların mimarlık, astronomi, matematik, geometri ve inanç sistemlerine olan katkıları inanılmaz. Bu referanslarla tasarım ve üretim süreçlerimize başladık. Tabii ki bu süreçleri kadınların el becerileri ve yorumları ile dönüştü ve bizler de onlardan çok şey öğrendik. 

Lansmanımızı 2018’de, Milano Tasarım Haftası’nda yaptık. 2019’da Stockholm Tasarım Haftası ve Design Week Turkey’den davet alarak projemizi orada da sergiledik. 2020’de Atlas, İstanbul Tasarım Bienali’nin programına dahil oldu ve bienal kapsamında Aslı Smith ve Öykü Özgencil yeni eserler ürettiler. Atlas, bir model olarak sergilenmeye ve potansiyellerinin örnek olarak gösterileceği etkinliklerde yer almaya devam edecek. 

atlas harran
atlas harran

Tasarımlarınızı / ürünlerinizi kimler alıyor?

Hikâyesi olan ürünler ile yaşam alanlarındaki günlük rutinlerini zenginleştirmek isteyenler tercih ediyor. 

Ürünlerinizi alanlar, neden alıyorlar?

Ürünlerimizi alan kişilerden öncelikle onların özgünlüklerini, tasarımını takdir ettikleri için aldıkları geri bildirimini duyuyoruz. Bu bizi çok mutlu ediyor çünkü sosyal tasarımın özgünlük değeri çok önemli.  

Atlas Harran ürünlerine hipicon üzerinden ulaşabilirsiniz. 


“Regl olan bireyleri kaliteli ürünlerle buluşturmak için yola çıktık”: BEIJE

Siz kimsiniz? Hikâyenizi kısaca anlatabilir misiniz?

Biz Naz, Doruk ve Eren; farklı hikâyeleri olan ve yolları BEIJE’de kesişen üç ortağız. BEIJE’de “Brand” ismini verdiğimiz departman, Naz’ın liderliğinde ilerliyor. Basın bültenleri ve Bant Mag. gibi sevdiğimiz marka/mecralarla iş birlikleri de Brand’in konularına dâhil olduğu için buradaki soruları Naz cevaplıyor olacak.

Naz Özbek: Doruk ve ben, üniversiteyi ABD’de okuduk. Doruk, Northwestern Üniversitesi’nde Endüstri Mühendisliği ve Ekonomi çıkışlı; ben de University of Pennsylvania / Wharton School’da Sosyoloji ve Ekonomi’den mezunum. Eren ise Boğaziçi’nde Endüstri Mühendisliği’ni bitirdikten sonra MBA için Columbia Üniversitesi’ne gitti. İlk senenin sonunda BEIJE için Türkiye’ye döndü. 

BEIJE’in hikâyesinin başlangıcı Doruk’a dayanıyor. ConsenSys isimli bir blokzincir yazılım şirketinde çalıştıktan sonra Türkiye’ye dönüyor. O zamanlar ABD’de başarısını kanıtlamış olan doğrudan-tüketiciye modelini ve abonelik sistemini Türkiye’de denemeye karar veriyor. BEIJE’in ilk web sitesini kendisi kodluyor, anneannesinin evinde paketleri hazırlıyor. BEIJE, ilk satışını Ocak 2020’de yapıyor -evet, bir pandemi şirketiyiz!-. Bundan birkaç ay önce ise hikâyeye ben dâhil oluyorum. 

Biz aslında Doruk’la aynı ilk ve ortaokuldanız ve aynı zamanlarda New York’ta yaşadık ama yollarımız esas, ikimiz de Türkiye’ye döndükten sonra kesişiyor. Doruk bir gün beni arıyor; bir projesi olduğunu, bunun ilgimi çekip çekmeyeceğini soruyor. Biz bir kafede buluşuyoruz; Doruk cebinden bir ped çıkarıp bana uzatıyor ve “Projem bu!” diyor. 

Benim New York’taki iş tecrübem ise kültür-sanat ve yazarlık tarafında. Kısa süreli bir ajans tecrübesini bir kenara bırakırsak, daha spesifik olarak etkinlik düzenleme, topluluk yönetimi ve içerik üretimi tarafında güçlü kaslarım var. Doruk ile ilk buluşmamızdan sonra benim aklımda BEIJE ile ilgili, özellikle marka tarafında farklı farklı fikirler oluşmaya başlıyor. Birkaç kez daha buluşuyoruz. Sonra, pandeminin hepimizi eve kapattığı dönemde ben Ankara’da tüm günümü BEIJE’i düşünerek geçirmeye başlıyorum. O zaman Yin ve Yang olarak yaptığımız ayrımda, Ben Yin’i temsil eden kültür tarafını üstleniyorum; Doruk da Yang’i temsil eden strateji tarafını. 

Eren, Boğaziçi’nden sonra McKinsey’de danışmanlık yapıyor. MBA’e gitmeden önceki yazı, BEIJE’in ofisinde geçiriyor (kendisi bu dönemden ‘staj’ olarak bahsediyor). Sonra New York’a gidiyor ama aklı ve gönlü BEIJE’de; bizimle hep temasta kalıyor. İlk senenin sonunda ise MBA programını dondurarak BEIJE’e katılmak için Türkiye’ye geri dönüyor.

BEIJE’in kurucu ekibi bu şekilde oluşuyor. Doruk, teknoloji ve girişimcilik tarafını, ben marka ayağımızı, Eren ise finans ve operasyon kısmını yönetiyor. Ama bir startup olmanın gereği olarak hepimiz her şeyle (farklı oranlarda) ilgileniyoruz aslında.

Nasıl ve neden bu yola çıktınız? 

Naz Özbek: Biz; regl olan bireyleri kaliteli ürünlerle buluşturmak, değer verdiğimiz konularla ilgili farkındalığı artırmak ve bu süreçte doğaya, topluma ve bireye de faydalı olmak için yola çıktık. Kendimizi sadece kaliteli ürünler üreten bir şirket olarak değil; inandığı ve savunduğu değerler, değiştirmek istediği bazı şeyler olan bir topluluk olarak da tanımlıyoruz.

BEIJE yolculuğuna atıldığımız ilk günden itibaren, sağlıklı ve doğal menstrüel hijyen ürünlerine erişimin ne kadar zor olduğunu gözlemlemeye başladık. Yukarıda da bahsettiğim doğrudan-tüketiciye -direct-to-consumer- iş modeli sayesinde üreticiden tüketiciye ulaşan tüm süreci yönetebiliyoruz. Bu sayede sağlıklı, organik ve kimyasalsız hijyenik ped, tampon ve menstrüel kap gibi ürünleri neredeyse market fiyatlarında (hatta zamların arttığı bu günlerde market fiyatlarının da altında!) üyelerimizle buluşturabiliyoruz.

İşin bir de marka tarafı var. Bizim esas konumuz, “menstrüasyon”. Özellikle Türkiye’de doğru bilgiye ulaşılması, konuşulması ve bilgi/deneyim paylaşımı yapılması çok güç bir başlık maalesef. Zamanla kabuk bağlayan, tabulaşan menstrüasyon yaklaşımını biraz olsun değiştirebilmek, onun etrafında bir diyalog yaratmak ve konuşulması için alan açmak istedik. 

Sosyal medyadaki takipçilerimizin doğru ve güvenilir bilgilere ulaşamadığı, kendi sağlıklarını doğrudan etkileyen bir konuda belki de kimseye danışamadığı durumlarda onlara güvenilir, araştırılmış (ve kaynakçası tutulmuş) bilgiler verebilmeyi sorumluluk edindik. “Biz böyle bir markadan ne görmek isteriz?” sorusuyla yola çıktık; kendi görmek istediğimiz gibi içerikler ürettik. 

Zamanla harika bir komünite oluştu BEIJE etrafında; bize de, “Demek ki bir boşluğu doldurmaya başladık.” dedirtti. Her gün bu komüniteden öğreniyor, onların istek ve ihtiyaçları doğrultusunda içerik üretmeye çalışıyoruz. 

Üyelerimize 360 derece bir BEIJE deneyimi yaşatmak için ise evlerine gönderdiğimiz paketlerden, hazırladığımız çalma listelerine kadar; özel ve kişiselleştirilmiş bir deneyim sunmaya özen gösteriyoruz.

21. yüzyılın ilk çeyreğinde; iklim krizi, toplumsal cinsiyet eşitsizliği, gelir adaletsizliği gibi çokça sorunla karşı karşıya kalan bir nesil olarak, artık sadece kendimizi düşünme lüksümüzün olmadığına inanıyoruz. Bu bilinçle, elde ettiğimiz kârın yüzde sekizini, Türkiye’nin farklı bölgelerinde ihtiyacı olan bireylerin menstrüel hijyen ürünlerine ulaşımını sağlayan dernek, kurum veya gönüllü kuruluşlara bağışlıyoruz. Askıda Ped projemiz kapsamında ise BEIJE abonesi olan ya da olmayan herkesin;  tek bir kişinin, üç kişilik bir ailenin veya 12 kişilik bir sınıfın aylık ped ihtiyaçlarını karşılayabileceği bir model sunuyoruz. 

Fotoğraf: Mert Terliksiz

Tasarımlarınızı / ürünlerinizi kimler alıyor? 

Naz Özbek: Şu anda 81 ile ulaşıyoruz. Instagram’da ise 140 bin kişilik, kocaman bir aileyiz. Ürünlerimizi, çevreyi ve / veya kendi sağlığını önemseyen, farklı yaşlardan ve şehirlerden farklı farklı bireyler kullanıyor. Bir yandan da regl olmayan ancak Askıda Ped projemiz kapsamında ihtiyacı olan diğer bireylerin menstrüel hijyen ürünlerine ulaşımına destek olmak için BEIJE satın alan bir kitle de var. 

Ürünlerinizi alanlar, neden alıyorlar?

Naz Özbek: Sağlık farkındalığıyla bizi tercih eden kişiler çoğunlukla, kullandıkları diğer ürünlerin kimyasal içeriklerinden dolayı mantar, enfeksiyon, alerji ve / veya kaşıntı gibi durumlarla karşılaşmış; BEIJE’i doğal bambu lifinden üretilmiş ve hiçbir kimyasal süreçten geçmemiş olması sebebiyle kullanıyorlar. 

Çevresel kaygıları olanlar ise bambunun, pamuğa nazaran çok daha az suya ihtiyaç duyarak büyümesi, kimyasal işlemlerden geçmediği için doğada daha kolay çözünebilmesi ve paketlememizin, alternatiflere göre daha çevre dostu olması sebebiyle tercih ediyorlar. Menstrüel kap kullanıcıları da genellikle, menstrüel atık konusunda çok daha duyarlı oluyorlar ve neredeyse sıfır atık üreten bir ürün olarak onu yeğliyorlar.

Her iki kitlenin ortak noktası ise abonelik sisteminin sağladığı konfor; bir kez paketini oluşturduktan sonra bir daha ped alışverişini düşünmen gerekmiyor! Biz iki ayda bir senin kapına, sana özel paketini gönderiyoruz!  


“Kadın istihdamı ve geleneğin devamını sağlama mutluluğuyla”: Figure
Fotoğraf: Soner Ataş

Siz kimsiniz? Hikâyenizi kısaca anlatabilir misiniz?

İlke Beyaz: Sosyoloji mezunu, yaklaşık 15 sene boyunca moda, prodüksiyon ve yayıncılık alanında çalıştıktan sonra kreatif birikimini hayallerindeki markaya aktarmaya karar veren biriyim diyebilirim en kısa hâliyle.

Nasıl ve neden bu yola çıktınız? 

İlke Beyaz: İşim gereği birçok global ve lokal markaya danışmanlık verip kreatif projeler ürettim. Bir ürün ya da marka özelinde yeni dünyalar yaratmak, hikâyeler yazıp onları görsel olarak hayata geçirmek beni her zaman çok mutlu etmiştir. İlham dünyamı ve deneyimimi kendi kurduğum bir markaya aktarmak hep aklımın bir köşesindeydi aslında ama bunu yaparken, sadece bana fayda sağlayacak bir plan kurmak istemiyordum. 

Eğer bir şey üreteceksem, bunun çevreye en az zararla ve kadınlara iş imkânı sağlayarak olmasını düşledim; bir süre demlenmeye bıraktım. Her şey olması gereken zamanda oluyor sanırım. Evim için hayalimdeki kilimi ararken, geleneksel el dokuması yapan kadınlarla tanışmak, ilk adımı atmamı sağladı diyebilirim. 

Kuşaktan kuşağa aktarılan, müthiş bir emek ve değer taşıyan el dokuması kilim geleneğinin, makineleşmeyle beraber azaldığını görmek ve kendi imkânlarıyla bu zanaatı geçim kaynağı yapan kadınlarla birlikte olmak, Figure’ü kurmak için en büyük motivasyonlarım oldu.

figure
figure

Tasarımlarınızı / ürünlerinizi kimler alıyor?

İlke Beyaz: Figure kurulalı yaklaşık bir buçuk sene oldu. Her kilim sipariş üzerine dokunuyor, bu yüzden tasarım belli olsa da dokuyan her kadının elinden sadece size özel bir parça çıkıyor. Bu sürede kilimlerimiz, tasarıma ilgi duyan, el emeğine ve zanaate değer veren, bir ürünü uzun yıllar kullanmak isteyen kişilerin evlerinde yerlerini aldı. 

Ürünlerinizi alanlar, neden alıyorlar?

İlke Beyaz: Marka lansmanı yapılmadan önce uzun bir hazırlık sürecimiz oldu. El dokuması alanında uzman olsalar da zanaatkarlar için tasarımlarım çok yeniydi. Daha önce klasik Anadolu kilimi dışında bir şablonla çalışmamışlardı. Bu yüzden farklı illerde ve köylerde onlarca numune üretildi. Onlar tasarımlarla bağ kurduktan sonra en sağlam, en yumuşak ve kaliteli yün arayışı sonucu içime sinen son hâllerine ulaştık. 

Figure’ü tercih etme nedenlerini birçok bileşenin oluşturduğu bir kokteyle benzetebilirim. Kaliteli ve uzun yıllar rahatlıkla kullanılabilecek bir yatırım olması, yüzyıllardır dokunan ve derin anlamlar taşıyan Anadolu kilim motiflerinin modern dokunuşlarla yeniden yorumlanarak özel bir tasarım objesi haline gelmesi, kadın istihdamına ve geleceğine katkıda bulunma mutluluğu ve eşi benzeri olmayan el dokuması geleneğinin sürdürülmesini sağlamak bu formülü oluşturuyor bence.


“Yaratan iki kadının geninden beslenerek cinsiyetsiz bir oluşuma yoğruldu”: Jorah Closet
jorah closet

Siz kimsiniz? Hikâyenizi kısaca anlatabilir misiniz?

Ecenaz Aytemur: Ben Radyo Televizyon ve Sinema Bölümü mezunuyum ve medya sektöründe çeşitli pozisyonlarda çalışmayı deneyimledim. “Tamamdır işte bu, burada mutluyum.” diyemediğimi fark ettikten sonra yolum modellikle kesişti. Dört senedir profesyonel olarak modellik yapıyorum. Moda sektöründe kamera önünden ve tüm set ortamlarından aldığım ve seçtiğim deneyimlerle, benim de oraya katabileceklerim olduğunu gördüm. Bu sektörde bana ve doğamızın gidişatına göre değişmesi gereken çok şey var. Bu yüzden neden olmasın deyip Milano’da modellik yaparken, sonsuz güvendiğim Setenay ile birlikte, bize göre daha doğru bir moda yoluna doğru ilk adımımızı atmak istedik.

Setenay Uçar: Benim de İstanbul’da Uluslararası Ticaret ve Milano Marangoni Moda Enstitüsü’nde Fashion Business bölümlerinde eğitim geçmişim var. Moda, en büyük ilk üç sektörden biri. Bu sektörün kocaman gücünün doğamıza ve insanlığa dair etkisini olumlu yöne çevirebilmek adına, İtalya’da Jorah’nın doğum sancılarına küçük küçük şahit olduk.

Jorah, yaratan iki kadının geninden beslenerek cinsiyetsiz bir oluşuma yoğrulmuş bir DNA’ya sahip. Özgür, rahat, doğaya ve insana saygılı ve en önemlisi farkındalık sahibi.

Nasıl ve neden bu yola çıktınız?

Setenay ve Ecenaz olarak ikimiz de her koşulda, her bedenin ardındaki ışığı ve iyiliği görmeye çalıştık. 2019’da iki kadının ortaklığındaki tutkuyu bir ruha dönüştürmek istedik. Deneyimlerimizden, sevdiklerimizden, bize dokunmuş her şeyden beslendiğimiz yaratıcılıkla Jorah adında bir ruh doğdu. 

Jorah, “yaz yağmuru” demek. Spontane ama hayat veren, doğanın kuraklığına nefes olan: yaz yağmuru. Böylelikle her dokunduğuna iyi gelen bir marka olmalıydı bizimkisi. Küçük bir adım ve “ŞİMDİ” dedikten sonra baktık ki zamanla kocaman bir ailesi olmuş Jorah’nın. Bizi devam ettiren bu ailenin getirdiği gurur. Neden yola çıktık derseniz; hâlâ öğreniyoruz, yolculuğun keyfini çıkarıyoruz.

jorah closet
jorah closet

Tasarımlarınızı / ürünlerinizi kimler alıyor?

Jorah insanı; kıyafet seçimlerinde rahatlığa dikkat eden, takım elbisenin getirdiği güçlü özgüveni oversize sevgisiyle mütevazi hâle getiren, aktif yaşantısında girdiği zıt ortamlarda aynı kombinle kendi özgün ruhunu yansıtabilen, ihtiyacı olmadıkça satın almayan, aldıysa da ürünün geçmişini bilen ve saygı duyan, lokal markalara güvenip kalpleri eriten biri. 

Ürünlerinizi alanlar, neden alıyorlar?

Jorah’nın en belirgin özelliklerinden biri cinsiyetsiz oluşu. Tasarımları sunarken kullandığımız dilde bile cinsiyetsiz kelimeler seçmeye dikkat ediyoruz. Jorah’nın dolabındaki herhangi bir parçayla kendini özleştirebilen bir insana cinsiyeti yüzünden sınır koymak bizim duruşumuzun dışında kalıyor. İçinde mutlu hissedecekse bir insan dilediğini giyebilmeli çünkü dünyanın sadece mutlu ve anlayışlı insanlara ihtiyacı var. Bu hissi alabilen herkes genelde bize şans veriyor ve yolculuğumuz böylece başlıyor. 


“Her parça elde üretildiği için onu diğerlerinden ayıran ufak farklar oluyor”: KAM HOME
kam home

Siz kimsiniz? Hikâyenizi kısaca anlatabilir misiniz?

Ben İrem. Yüzde100 el yapımı ve sürdürülebilir ürünler tasarlayan KAM HOME’un hem kurucusu hem tasarımcısı hem de üreticisiyim. 

Nasıl ve neden bu yola çıktınız? 

Sanat ve tasarım, doğduğum evde benden önce vardı. Annem güzel sanatlar mezunu, serigrafiden tezhibe, farklı disiplinlerde üretim yapmayı seven bir resim öğretmeni; babam ise her boş zamanında ağaç oymadan maketçiliğe, tasarım ve zanaatla uğraşan bir diş hekimi. Kendimi bildim bileli evimizin bir odası atölyeydi; ben orada büyüdüm. Beni ağaç baskıyla tanıştıran  annem oldu. Bu asırlık teknik tasarımlarımla buluşunca da KAM HOME’un ilk koleksiyonları şekillendi. 

kam home
kam home

Tasarımlarınızı / ürünlerinizi kimler alıyor?

KAM’ları tasarlarken aklımda seri üretim çıkışlı yani birbirinin aynı olan ürünlerden çok, kendine has ve bir tavrı olan ürünleri tercih eden, sanatı hayatının bir parçası hâline getirmiş insanlar vardı. Bugün geldiğimiz noktada KAM, Türkiye’nin yanında Amerika ve Avrupa’da da talep edilen bir markaya dönüştü bile. KAM’dan sık alışveriş yapanların da başta sanatçılar ve mimarlar olduğunu görmek beni çok mutlu ediyor.

Ürünlerinizi alanlar, neden alıyorlar?

Zamansız tasarımlar olması yanında her bir KAM elde üretildiği için onu diğerlerinden ayıran ufak farklılıkları oluyor. Bu üretim şekli her ürünü eşsiz ve kişiye özel yapıyor. Bir diğer büyük neden ise KAM’ların doğaya saygılı, sürdürülebilir üretim şekli. Kimyasal işlemlerden geçmemiş ham kumaşlar ve sertifikalı ekolojik boyaların tercih edilmesi, çevre bilinci yüksek insanlar için çok önemli. 


“Niyetimiz kimyasallardan uzak, atıksız hayata geçişe fırsat sağlamak”: Lindos Naturals
lindos naturals

Siz kimsiniz? Hikâyenizi kısaca anlatabilir misiniz?

Deniz Akdemir: Biz Lindos Naturals olarak doğaya ve Dünya’mıza saygılı, doğadan aldığını ona geri vermek isteyen, çok yeni bir sosyal girişimiz. Hiçbir zararlı kimyasal içermeyen, tamamen bitkisel kaynaklı temizlik ve kişisel bakım ürünleri üretiyoruz. Ürünlerimizde asla hayvansal kaynaklar kullanmıyor ve onları hayvan dostlarımızın üzerinde test etmiyoruz. Tüm ürünlerimiz UK Vegan Society ve PETA Cruelty-Free sertifikalı. 

Aynı zamanda, DEKAMER (Deniz Kaplumbağaları Araştırma Kurtarma ve Rehabilitasyon Merkezi) ile olan iş birliğimiz çerçevesinde satılan her Lindos ürünü, deniz kaplumbağalarının bakım ve tedavi masraflarına katkıda bulunuyor. Tabii ki bunları yaparken tüketimimizi de kontrol altında tutuyoruz ve herkesi bu konuda teşvik ediyoruz. Konsantre ürünlerimizle yüzde 90 ambalaj tasarrufu, “Yeniden Doldur” (REFILL) paketlerimizleyse yüzde 70 oranında plastik, su ve enerji tasarrufu sağlıyoruz. Sıfır atık felsefemizle tüm ambalajlarımızı tekrardan kullanmaya teşvik edip REFILL olanları da geri toplayarak atık üretiminin önüne geçiyoruz. Hedefimiz: SIFIR ATIK. 

Nasıl ve neden bu yola çıktınız? 

Deniz Akdemir: Hâlâ unutamadığım anılarımdan birisi 2009 yılında Barselona’da yaşarken çöp ayırma işlemi konusundaki tecrübesizliğimdi. Yaşadığım evde neden üç ayrı çöp kutusu var diye şaşırmıştım. O zaman çok açık bir şekilde çevresel duyarlılıktaki eksikliğimizi anlamıştım. Bu hissiyat beni bugüne ve Lindos’u kurmaya yönlendirdi.

Nasıl yediğimize ve içtiğimize dikkat etmeye başladıysak, evimizi nasıl temizlediğimize dikkat etmek de hem sağlığımız hem de geleceğimiz açısından önemli. Kullandığımız her temizlik malzemesi en nihayetinde kendini denizde veya toprakta buluyor. Buradan yola çıkarak, daha sade bir ambalajla hem tamamen doğal ve sürdürülebilir hem de işe yarayan ürünlerin hayalini kurdum.

İçeriğinde hangi ham maddelerin olduğunu ve ne işe yaradıklarını bilsek ne güzel olur, dedim. Kendimiz, sevdiklerimiz, patili dostlarımız ve en önemlisi bütün doğa için en iyisini yapmaya uğraştık. Araştırdıkça, temizlik gücünden ödün vermeden doğaya saygılı ürünler de üretilebileceğini fark ettik ve yola koyulduk.

lindos naturals
lindos naturals

Tasarımlarınızı / ürünlerinizi kimler alıyor?

Deniz Akdemir: Lindos ürünleri herkes için; bebeğiniz, okula başlayan çocuğunuz, hayvan dostlarınız ve siz. Altı ay önce başlayan maceramızda Lindos’un amaçlarına ve değerlerine inanan çok güzel bir kitle oluştu. Atıksız yaşama geçiş yapmak (veya onu devam ettirmek) isteyenler, kendileri ve sevdikleri için şeffaf ve temiz içerikli, güvenli ürünler tercih edenler kısacası hayatına gezegenimiz ve kendisi için güzel bir dokunuş katmayı arzulayan herkes. Zaten bizim de en büyük niyetimiz, mümkün olduğunca çok kişiyle tanışıp kimyasallardan uzak, doğaya saygılı, atıksız hayatlara fırsat sağlamak.

Ürünlerinizi alanlar, neden alıyorlar?

Deniz Akdemir: Lindos ile tanışmak için birçok neden var. Ürünlerimiz çeşitli sebeplerden dolayı tercih edilebiliyor. Mesela Ahşap ve Yer Temizleyici ürünümüz evcil hayvanların parkeler üzerinde daha güvenli olması için tercih edilebilirken, Bulaşık Sabunu’muz özellikle bebek gereçlerinin temizliğinde hassas olan ebeveynler tarafından seçiliyor. Tüm evinizi temizleyecek tek ama güçlü bir ürün arıyorsanız Konsantre Yüzey Temizleyici’miz var. Zaten ürünlerimizi tasarlarken amacımız buydu. Mümkün olduğunca az malzemeyle olabildiğince geniş bir alana dokunmak, sadeleşmek ve mümkün olan en az atığı oluşturarak en fazlasını başarmak. Ürünlerimizin kullanım alanları ve aroma çeşitleriyle ilgili daha fazla bilgi almak için herkes Instagram sayfamız ve web sitemize davetli. Eminiz ki siz de küçük parçalarımızla günlük yaşamınızda büyük farklar yaratabileceksiniz.


“Plaj esintisi hissetmek isteyenlere”: Mat.Co
mat.co

Siz kimsiniz? Hikâyenizi kısaca anlatabilir misiniz?

Buket Saylam: İç mimar ve tasarımcıyım. Farklı şeyler denemeyi seviyorum; mesleğimin getirdiği tasarım ve estetik anlayışı ile çok yönlü bir yaklaşım geliştirdiğime inanıyorum. Mat.Co markası olarak doğayı seven, sürdürülebilirliğe önem veren, aynı zamanda özel ürünler ile fark yaratmayı seven bir anlayışımız var. Çıkış ürünümüz “matkot”, Mat.Co ismi de buradan geliyor. Tasarımların kendisi gibi markanın ismi ve tasarım dili de oldukça sade ve minimal bir yapıya sahip.

Nasıl ve neden bu yola çıktınız?

Çeşme’nin büyüleyici koylarında geçen çocukluğum, her gün hissettiğim masmavi Ege’nin esintisi ilhamım oldu aslında. Mat.Co markasının çıkış ürünü matkot, çok severek oynadığım bir oyundur fakat hem dayanıklılık hemde görsellik açısından eksiklikleri vardı. Ben de bunu, her detayı doğaya saygılı malzemeler ile tamamlamak istedim ve ortaya Mat.Co çıktı. 

Ürünlerimiz kişisel oyun tarzınızı yansıtacak sürdürülebilir ahşap malzemelerden üretiliyor. Doğadan ilham aldığımız renk seçenekleri ile dikkat çekerken, her oyun sırasında benzersiz bir dokunuş ve his deneyimi sunuyor. Denizde, bahçede eğlenceli vakit geçirebileceğiniz, aynı zamanda aktif kalacağınız bir spor. Pratik olması da bir avantaj sağlıyor; yüzde 100 organik bez çantası ile gittiğiniz her yere rahatlıkla sizinle gelebilir.

mat.co
mat.co

Tasarımlarınızı/ürünlerinizi kimler alıyor?

Tasarımlarımızı özel ürünlere sahip olmak isteyen kişiler alıyor. Detaylara ve tasarıma önem veren, incelmiş zevkleri olan insanlar seviyor. Aslında ürünlerimizin hedef kitlesinde bir yaş aralığı yok. Sporla uğraşan, aktif yaşamı seven kişiler en çok tercih edenlerden. Genellikle geri dönüşlerde, benim duyduğumla aynı heyecanı hissediyorum.

Ürünlerinizi alanlar neden alıyor?

Sahip olduğumuz birçok ürünün benzeri olması, durumları biraz sıradanlaştırabiliyor. Mat.Co ürünlerindeki her detay heyecanla, önemsenerek tasarlanıp üretiliyor. Kişiye özel ayrıntılar katabilmek de tercih sebeplerinden biri oluyor. Plaj hayatının esintilerini hissetmek isteyenler, ürünlerimizi çok sevecektir.


“Çocukluğumda oyunlar oynadığım yıldızlardan biri beni buldu”: Nunki Design
nunki design

Siz kimsiniz? Hikâyenizi kısaca anlatabilir misiniz?

Ben Nunki Design markasının kurucusu Müge Caferoğlu. Sanat ve tasarım alanında farklı disiplinleri birleştirerek yaratıcı mecralarda çalışmayı seven, doğa hayranı, tüm eğitim hayatını sanat okuyarak geçirmiş bir tasarımcı, illüstratör ve yazarım. Nunki Design’ın ilk tasarımları, 2014 yılında Anadolu Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Grafik Tasarım Bölümü’ndeki sanatta yeterlilik projem olarak ortaya çıktı. 2019 yılında akademik kariyerime ara vermemle birlikte doğa, macera ve sihirden ilham alan Nunki Design’ın marka yolculuğu başlamış oldu. Sanırım doğa ana beni kucakladı; çocukluğumda oyunlar oynadığım yıldızlardan biri beni buldu. 

Nunki, Sagittarius takımyıldızındaki bir yıldızın adı. Nunki Design ise bu yıldızda yarattığım fantastik dünyanın ve karakterlerin doğa ile iç içe yaşamını yansıtan oyun, oyuncak ve ürün koleksiyonlarını tasarladığım bir oyun alanı benim için. Nunki’de ekip olarak oldukça küçüğüz. Ben, ürünlerin tasarım ve prototip kısmında çalışmalarımı sürdürürken, bu yolculukta en büyük destekçim olan eşim Tuncay Caferoğlu da üretimle ilgili süreçleri yönetiyor. Nunki Design’ın sade, geri dönüşümü destekleyen, cinsiyet ayrımı olmayan ürün tasarımlarını özenle seçilmiş malzemelerle birleştirip el emeği ile üretiyoruz. Çalışma ortağı olarak, yerel küçük üreticileri ve evde üretim yapan kadınları tercih ederek birbirimize destek oluyoruz. 

Nunki Design’da 2019 yılından bu yana; fantastik Nunki karakterlerinin doğal kumaşlardan üretilen bez oyuncakları, masif ağaç oyuncaklar, Hikâye Bohçası oyunu gibi doğa ile bağ kurmayı sağlayan ürünlerle sürekli genişleyen bir yelpazede tasarım yapıyor ve üretiyoruz. Çocukluğumdan beri kendi kendime hayallerimi resmederken, şimdi Nunki sayesinde çocuklar için hem çizmeye hem de yazmaya başladım. Nunki yıldızındaki sürdürülebilir yaşamı anlatan, Nunki Zamanı – Mucize Vadisi’nde Bir Gün kitabım 2020 yılında Kumdan Kale Yayınları tarafından yayımlandı ve çocuklarla buluştu.

Nasıl ve neden bu yola çıktınız? 

Tasarımı, doğayı, keşfetme heyecanımı ve düşlerimdeki fantastik dünyayı el yapımı ögelerle birleştirebileceğim bir alanda, insanların hayatına anlamlı bir dokunuşla gülümseme yaratmak hep hayalimdi. Nunki Design, sınırsız hayal gücüyle ortaya çıkan tasarımlarımı, doğal malzemelerle ürüne dönüştürebileceğim sürdürülebilirlik odaklı bir marka olarak hayat buldu.

Eskiden doğal malzemelerden üretilen birer zanaat ürünü olan oyuncaklar, günümüzde hızla gelişen sanayi ve teknolojinin sonucu olarak plastik, metal, sentetik kumaş gibi çoğu doğaya zarar veren malzemelerden seri bir şekilde üretilmeye başladı. Günlük yaşantımızın birçok alanında kullandığımız başka ürünler için de bu durum geçerli. Nesnelerin ruhlarını yitirmiş ve fabrikasyon olmaları, çevreye zarar vermeleri, anı biriktirecek kadar bizimle zaman geçirememeleri, karmaşık ve estetikten uzak olmaları günlük hayatta beni rahatsız eden konular. 

Bir tasarımcı olarak estetik, yaratıcı ve çevreye duyarlı olabilecek ürünleri nasıl farklı bir bakış açısı ve dokunuşla üretebileceğimi düşünüyorum. Çok fazla uyaranın bulunduğu günümüz yaşantısında oyun ve oyuncak tasarımlarında olabildiğince sade bir yaklaşım benimseyerek çocukların hayal dünyalarına alan açmak istiyorum. Geleceğe dair planladığımız tüm ürünler, çocukların ve yetişkinlerin doğa ile daha fazla bağ kurup birlikte daha çok oyun oynamaları, yaratıcılıklarını geliştirmeleri ve hayatta mutluluk veren küçük şeyleri fark etmeleri doğrultusunda şekilleniyor. 

nunki design
nunki design

Tasarımlarınızı / ürünlerinizi kimler alıyor?

Oldukça geniş bir kitleye hitap ediyoruz. Ürünlerimizi çoğunlukla tasarıma ilgi duyan, doğal olanın verdiği dokunuşu ve kendi ürettiği şeyleri kullanmayı seven; hayatına anlam katacak, hikayesi olan ürünlere önem veren kişilerin aldığını gözlemliyorum. 

Nunki karakterinin doğal malzemelerden üretilen oyuncaklarını ve Hikâye Bohçası oyununu daha çok çocuklarının hayal dünyasını geliştirmek isteyen, doğal ve el yapımı ürünlere değer veren ebeveynler tercih ediyor. İki yıldır, Nunki karakterlerini yanlarından ayırmayan, onları uyku arkadaşı yapan miniklerin fotoğraflarını görmek beni çok heyecanlandırıyor. 

Ürünlerinizi alanlar, neden alıyorlar?

Nunki yıldızında yaşayan karakterlerin oyuncak tasarımlarında, doğal keten ve pamuklu kumaşları kültürümüzde hep var olan nakış tekniğiyle birleştirerek el işçiliğinin güzelliği ile birlikte geleneksel değerlerin duygusunu yansıtmaya çalışıyorum. Ahşap oyuncaklarda masif Akçaağaç kullanarak elde kesilen figürleri zararlı madde içermeyen boyalarla, elde renklendiriyorum. 

Nunki karakterlerinin oyuncakları hem farklı hem de doğal malzemelerden üretilmiş olmaları sebebiyle ilgi çekiyor. Çocukların iletişim ve dil becerilerini geliştirmek, hayal güçlerini arttırmak için tasarladığım “Nunki Hikâye Bohçası” oyununda yer alan hikâyeler, ahşap karakterler ve harita tasarımıyla birlikte yaratıcı bir aktivite olması sebebiyle ebeveynler tarafından tercih ediliyor. 

Yetişkinlerin ve çocukların “Nunki El Yapımı Kağıt Kiti”  ile kendi el yapımı kağıtlarını üretmeleri, “Bitki Pres Kiti” ile topladıkları çiçekleri kurutarak herbaryumlar tasarlamaları ve “Nature Walk Keşif Panosu” ile doğadan malzemelerle koleksiyonlar oluşturmaları çok özel ve anlamlı aktiviteler. Nunki Design ürünlerini, özgün hikâyesi ile hayatlarına anlam kattığını düşündükleri ve doğal malzemelerle tasarıma değer verdikleri için tercih ediyorlar.

Sihirli şeylere ve mucizelere inanmayı, kayan yıldızlarla birlikte dilek tutmayı, bulutlarla oyun oynamayı hiç bırakmamanız dileğiyle…


“Karşılığını kıyafette bulan bir ifade şekli”: one square meter
one square meter

Siz kimsiniz? Hikâyenizi kısaca anlatabilir misiniz?

Zeynep Özar Berksü: Ben hikâyemi biraz ortasından başlatmak istiyorum. “Bırakıp güzel sanatlara geçerim” diye 2003’te girdiğim Yıldız Teknik Üniversitesi’nin Siyaset Bilimi Bölümü’nün kapısından, 2011’de yüksek lisansımı alıp çıktım. Hayatımın bu dönemi, şu an olduğum kişinin ve yaptığım işin özüne işlediği için hikâyemin bu kısmına çok kıymet veriyorum. Soru sormak, alternatifi okumak, reddetmek ve karşısında durmak; insanı tanımak veya anlamaya çalışmak; çözüm üretmek ve onu ifade etmek… Tasarlarken, dikerken, yazarken hep bunların ekseninde dönüyorum diyebilirim.

Çağrı Berksü: Yedi yıl önce reklam dünyasında çalışan bir tasarımcıyken kendimi bir pantolon için kalıp çizer, kumaş keser koleksiyonun fotoğraf çekimlerini yapar hâlde buldum. Artık farklı markalar için benzer işleri yapmayıp, bizim hayata getirdiğimiz bu fikrin tüm ihtiyaçlarını düşünüyorum. Hakkında düşünülecek yeni alanlar, benim için oyun oynanabilecek, deney yapılabilecek bir platform yarattı. Ürünü ve sergilendiği alanı beraber tasarlayabilmek çok özgürleştirici. 

Nasıl ve neden bu yola çıktınız?

Biz güzel bir şey yapmak; onu da doğru şekilde yapmak isteyen iki kişiyiz. one square meter, ikimizin birlikteliğinden bu motivasyonla başlayan bir yolculuk. Bir seçimler evreni. Karşılığını kıyafette bulan bir ifade şekli.

Bu yola, moda gibi sorunlu bir endüstride insanı, doğayı ve son ürünü yücelten başka bir üretim modelinin mümkün olduğunu göstermek için çıktık. 

one square meter
one square meter

Tasarımlarınızı / ürünlerinizi kimler alıyor?

Tek satış kanalımız internet sitemiz olduğu için müşteri profilimizle doğrudan tanışıklık kurabiliyoruz. Çoğunluğu şehirlerde yaşayan, çalışan kadınlar oluşturuyor ancak pandemi ile birlikte yaşam alanlarında Güney Ege’ye doğru bir kayma olduğunu söyleyebiliriz. 

Ürünlerinizi alanlar, neden alıyorlar?

Biz gündelik hayat için tasarlıyoruz. Kadınların gündelik hayatlarındaki senaryolarını düşünüyoruz ve tüm o senaryolar için akılcı, rahat, uyumlu, çok yönlü, evrensel çizgide, süssüz, kendi kimliğini dayatmayan, onlarla arkadaş olabilecek formlar yaratıyoruz. Giyinme alışkanlıklarında buna benzer biçimleri arayan kadınlar ile yollarımız kesişiyor şüphesiz. Tabii bir diğer etken de üretim modelimiz. Biz üretimimizi sipariş geldiğinde, siparişi veren kişi için gerçekleştiriyoruz. Atölyemizi laboratuvar gibi kurguladığımız için insanlar satın aldıkları kıyafetlerin hangi koşullarda üretildiklerine birincil gözden tanıklık edebiliyorlar.


“El yapımı mobilyaları nesiller boyu kullanılabilir kılıyoruz”: Salt Obje
salt obje

Siz kimsiniz? Hikâyenizi kısaca anlatabilir misiniz?

Ben Şerife; lisansta Uludağ Üniversitesi, yüksek lisansta ise Ege Üniversitesi Kimya Mühendisliği Bölümü’nden mezunum. 2010 yılında kurumsal hayata giriş yaptım. 10 yıla yakın farklı sektörlerde planlama ve üretim operasyonu odaklı çalışma fırsatım oldu. Bu süre içerisinde hobi olarak 2016 yılında ev kullanımına yönelik mobilyalar tasarlamaya başladım ve bazılarının üretimlerini gerçekleştirme şansım oldu. Bu ürünler The Artling, Tatler Homes, Architectural Digest, Design Ideas, Behance gibi online sergi ve dergilerin seçkilerinde yer aldı. 2019 yılında kurumsaldan ayrılarak Salt Obje’nin ilk somut adımını attım.

Nasıl ve neden bu yola çıktınız?

Salt Obje, fikir kırıntısı olarak bile var olmadan önce hep hayalini kurduğum ama adını koyamadığım bir şeydi. Pandemi etkisi ile biraz da akışta meydana gelen bir durum oldu. Karakterim, yeteneklerim ve ihtiyaçlarımın aynı dili konuştuğu bir noktadan filizlendi ve yavaş yavaş kendi kişiliğini ortaya koymaya başladı. Neden sorusuna gelince, çok içgüdüsel bir durum; açıklamak benim için biraz zor açıkçası.

salt obje
salt obje

Tasarımlarınızı / ürünlerinizi kimler alıyor?

İki ayrı ürün gamımız mevcut; kendi tasarımımız olan mumlarımız ve restore edilerek yeniden kullanıma hazır hâle gelen mobilyalar. Başta her ikisi için farklı kullanıcı grupları var diye düşünüyordum ama şu anda böyle bir sınırlamanın olmadığı kanaatindeyim. Evinde kendini iyi hissetmek isteyen, ahşap / pirinç / mermer gibi doğal malzemeleri seven, dönüştürmeye inanan, tüketmeden üreten ya da çok basit şekilde bir sehpaya ihtiyaç duyan herkes ürünlerimizi alabiliyor.

Ürünlerinizi alanlar, neden alıyorlar?

Öncelikle ev kullanımına yönelik ürünlerimiz olduğu için temelde, ihtiyaçtan gelen bir seçim söz konusu ancak özellikle tercih edilmemizin sebebi daha çok, hikâyesi ve kalıcılığı olan mobilya arayışına benzersiz bir ürün gamı ile hitap edebilme imkânımızın olması. Restore ettiğimiz her üründen yalnızca bir adet var ve bu bir değer yaratıyor. Ayrıca tamamen el üretimi olan mobilyaların ulaşılabilirliği artık kısıtlı ve maliyetli. Ahşap gibi doğal malzemeler, doğru teknik ve tecrübe ile tekrar ilk günkü performansına ulaşabiliyor oysa ki. Biz, oldukça değerli olan bu el imalatı mobilyaları nesiller boyu kullanılabilir kılıyoruz. Böylelikle hem doğayı hem de müşterilerimizin bütçelerini korunmuş oluyoruz. Biz mutlu, doğa mutlu, müşterilerimiz mutlu.


“Hepimiz, doğal olanla ilişki kurma açlığı yaşıyoruz”: sat-su-ma studio
sat-su-ma

Siz kimsiniz? Hikâyenizi kısaca anlatabilir misiniz?

Ben Özge Horasan, sat-su-ma studio’nun kurucusuyum. Kendimi başlarda “doğal boyamacı” olarak tanımlıyordum ama doğal malzemelerin dünyasında derinleştikçe bu bana biraz yetersiz gelmeye başladı. Doğadan renk ve malzeme elde etme konusunda uzmanlaşmış bir deneyciyim ve sat-su-ma studio da bu konuda insanlara ilham vermek, malzeme ve bilgi sağlamak için kurulmuş bir marka. Herhangi bir krizle karşılaşmadığı müddetçe, sadece doğal boyalar kullanılmış son ürünler de üretiyor. 

Hacettepe Üniversitesi’nde Biyoloji okudum ve Bitki Biyolojisi üzerine yüksek lisans yaptım. Sonra Ankara’da bağımsız sanat ve müzik ile ilgili işler yaptım. 2013 yazında, Gezi olayları sonrası kent yaşamını terk ettim ve bir daha da geri dönmedim. O zamandan beri doğal boyama, özellikle de bitkilerden boya elde etme ve bununla tekstil malzemelerini boyama üzerine çalışıyorum. Datça’da yaşıyorum ve buradaki stüdyomda çalışıyorum, yani “sat-su-ma studio”. 

Nasıl ve neden bu yola çıktınız? 

Aslında pek çok sebebin birleşmesi sonucu kendimi şimdiki işimi yaparken buldum. Fakat temelde; ellerimi kullanarak bir şey yapmak, bir de doğadan gelen ve ona geri dönecek malzemelerle çalışmak fikirleri vardı. Süreç içerisinde pek çok şey değişti, evrildi ama bu ikisinden hiç ödün vermedim. O yüzden biraz bu iki neden beni ateşledi diyebilirim. 

Bir de artık daha fazla aynı şekilde devam edemeyeceğini düşündüğüm bazı şeylere kendimce bir yaklaşım bulmak istedim. Tüketim kültürünü kastediyorum. Çözüm önerisi diyecek kadar iddialı konuşmak istemem ama en azından bize sunulan ve başka da hiçbir seçenek yokmuş gibi görünen ana akım üretimler dışında başka şeyler de yapılabilir diye hem kendim görmek hem de göstermek istedim. Basit bir örnek verecek olursam; bir ceketiniz olsun istiyorsanız, kumaşını alarak onu doğal boyalarla boyayıp kesip biçip kendinize bir ceket dikebilirsiniz. 

sat-su-ma
sat-su-ma

Tasarımlarınızı / ürünlerinizi kimler alıyor?

Ne yazık ki belli bir sosyo-ekonomik seviyede olan insanlar. Doğal malzemelerin yoğun işçilik gerektiren yüksek maliyetli malzemeler olmalarına bir de döviz kuru eklenince, durum bu oluyor. Tüketim çılgınlığından sıyrılmış veya bunu isteyen, yapıp etmekten keyif alan, kendine yeni bir hobi arayan, sentetik malzemelerin toksisitesinden endişe duyan, kendi pratiğine yeni ve doğal malzemeler tanıtmak isteyen, emeğin, zamanın ve işçiliğin kıymetini bilen insanlar diyebilirim. Bu hem yurt içi için hem de yurt dışı için geçerli ama yurt dışında biraz daha fazla karşılık bulduğunu söyleyebilirim, başta bahsettiğim sebepten. 

Ürünlerinizi alanlar, neden alıyorlar?

Hepimiz doğal olanla ilişki kurma açlığı yaşıyoruz ve hayatlarımıza bunu çeşitli şekillerde sokmaya çalışıyoruz. Bence temel sebep bu. Bir de güzel oldukları için! 


“İyi olmak ve iyi gelmek için”: Space for Mana
space for mana

Siz kimsiniz? Hikâyenizi kısaca anlatabilir misiniz?

Ebru ben. Reklam mezunuyum. Bir süre ajanslarla çalıştıktan sonra; nasıl bir iş yapmak istediğimi değil, nasıl bir hayat yaşamak istediğimi düşünerek kendime yeni bir yol çizdim. Bu yolda kullandığım ana malzeme seramik çamuru ve geleneksel baskı teknikleri olsa da ben, kendimi bir hikâye anlatıcısı olarak tanımlamayı seçiyorum.

Nasıl ve neden bu yola çıktınız? 

Kendi yolumu arıyordum ve sonunda işaret ışıkları beni buraya çıkardı. Yüzeysel söylenişte çok klasik bir hikâye olarak tam zamanlı işimden ayrıldım ve nasıl bir yaşam istediğime baktım. Kendimi bu zamana kadar hep şifalandırmaya çalışarak getirmişim, bunu anladım. Daha derin araştırmalara yöneldikçe, mitoloji ve masal çözümlemelerine doğru açılan kapıdan içeriye daldım ve günün sonunda var olduğumuz yaşam içerisinde taşımakta zorlandığımız birçok yükün, aslında unuttuğumuz yeteneklerimizle ortadan kaldırılabileceğini hatırladım. 

Unuttuğumuz ve bize güç verebileceğine inandığım hikâyeleri çizimlerle birleştirerek günlük yaşantımızın içerisine dâhil etmek için ilk önce; geleneksel baskı yöntemlerini kullanarak hazırladığım bez çantaları, daha sonrasında seramik çamurundan hazırladığım kabile takılarını ve mitoloji serisini konu alan, günlük kullanıma uygun seramik parçaları üretmeye başladım. 

space for mana
space for mana

Tasarımlarınızı / ürünlerinizi kimler alıyor?

Hepimizin hikâyesi farklı olsa da hislerimizin ortak olduğuna inanıyorum. Yakın bir zamanda deneyimlediği bir hissi sürdürmek, kendine bir cümleyi ya da hikâyeyi hatırlatmak isteyen kişiler tercih ediyor daha çok. Hepimiz sevdiklerimize ve kendimize iyi gelmek istiyoruz temelde. Benim burada yaptığım şey; artık uzun uzun konuşmaya ihtiyaç bırakmadan, birinin kendisini ve söylemek istediğini doğrudan anlatabilen parçalar ortaya koymak.

Ürünlerinizi alanlar, neden alıyorlar?

Bana göre bir Mana edinmek; kendine ya da aldığın kişiye içten bir mektup yazmak gibi bir şey. İyi olmak ve iyi gelmek için alıyorlar.


“Sürdürülebilir olanın otantik bir stil taşıması gerekiyormuş gibi bir algı var”: Susbag
susbag

Siz kimsiniz? Hikâyenizi kısaca anlatabilir misiniz?

Burcu Süren: Biz Öner ile birlikte sürdürülebilir ve lüks marka iletişimi yapan Collab İstanbul Lifestyle Marketing Ajansı’nın sahipleriyiz. Ben 17 yıllık reklamcıyım. Özellikle dijital tarafta büyük markalarla çalışma fırsatı buldum. Son 10 yıldır da, moda alanında birçok markayla çalıştık. Onlara sürdürülebilir üretim konusunda tavsiyelerde bulunup çok da ciddiye alınmazken, kendimizi bir anda sürdürülebilir ürünler yaparken bulduk. Susbag aslında, bizim sürdürülebilir üretim yaptığımız üç markadan biri. Ben aynı zamanda; Marmara Üniversitesi, İMA, İHKİB ve büyük markalar için; sürdürülebilir moda, döngüsel moda, değişen tüketici davranışları üzerine dersler, eğitimler ve seminerler veriyorum. Uzmanlığımız bu diyebilirim. 

Öner Oktar: Ben aslında müzik menajerliğinden ve sahne prodüksiyonundan geliyorum. Burcu ile tanışmadan önce yıllarca İstanbul Fashion Week’lerde teknik danışman olarak görev aldım. Modaya ve tasarımcılara bu anlamda yakınlığım vardı. Sanırım önce şunu anlatmak daha güzel olur: Bizim iletişim tarafında sürdürülebilirliğe başlamamız aslında, kendi hayatımızda da buna dair pratikler geliştirmemiz ve farkındalığımızın artmasıyla oldu. Plastik tüketmiyor, hızlı moda markalarından alışveriş yapmıyor, çöplerimizi ayırıyor, organik atıklarımızı kompost yapıp kendi bitkilerimizde gübre olarak kullanıyoruz. Bu uzun zamandır böyle.

Markalara bu anlamda yıllarca tavsiyeler verirken neden kendimiz yapmıyoruz dedik ve 2018 yılında ilk sürdürülebilir markamız KNOT_x’i, tekstil atölyelerinin elinde kalmış küçük miktardaki artık yünleri tekrar hayata kazandırabilmek için kurduk. Upcycle olması nedeniyle oldukça küçük bir stokla Vakkorama’larda satışa sunduk. Amacımız satıştan daha çok, farkındalık yaratmaktı.

Nasıl ve neden bu yola çıktınız? 

Burcu Süren: Aslında Susbag’in konsepti de tam olarak bu alışkanlıklar ile gelişti. Kendimiz ve çalışanlarımız için daha sürdürülebilir ve iyi besinler tedarik edebilmek adına her hafta pazara gidiyorduk. Plastik poşet almamak için 10 tane bez çantamız vardı. Pazarcılarla poşet almamak için saatler süren tartışmalarımız oluyordu. Bez çantalar çok dayanıklı olmadıkları için çabuk deforme oluyor, sapları yerlerinden çıkıyor, huzurlu bir alışveriş deneyimi yaratmıyorlardı. Yine aynı sıkıntıları yaşadığımız bir gün, bir “Evreka!” anı yaşadık ve neden içinde seperatörleri olan bir alışveriş çantası üretmiyoruz ki dedik. Bu nedenle Susbag’i farklı sayıda ayırıcıları olan ve günlük, haftalık, aylık alışverişlere fırsat veren üç boyda tasarladık.

Öner Oktar: Tabii bir alışveriş çantası sunmanın yanı sıra, şık ve dayanıklı bir ürün olmasına da özen gösterdik. Günlük olarak kullanılabilir bir çanta olmalıydı, bu nedenle insanların tüketim ve giyim alışkanlıklarına uygun olmasına özen gösterdik. Çünkü insanların aklında, sürdürülebilir olanın otantik bir stile sahip olması gerekiyormuş gibi bir algı var. Bunu yıkmak istedik. Susbag’in tüm ham maddesi  yüzde 100 recycled. Etiketinden sapına hepsinin recycled olabilmesi için fazlaca uğraştık. Etiketlerimiz bile içinde tohum bulunan kağıtlardan üretildi; ekildiğinde fesleğen çıkarıyor.

susbag 2
susbag

Tasarımlarınızı / ürünlerinizi kimler alıyor?

Burcu Süren: Aslında ürünümüzün ulaşılabilir olmasını çok istedik. Kâr etmekten ziyade sürdürülebilir tüketimi yaygınlaştırmak istiyoruz fakat maliyetler, Türkiye’deki üreticilerin ufak adetlerle üretim yapmıyor oluşu gibi sebeplerle ürünlerimizi ancak yüksek gelir ve eğitim grubuna hitap eden platformalarda satışa sunabiliyoruz. Bu kitlenin de bu konudaki farkındalığı yüksek olduğu için iyi bir tanışma noktası oluyor.

Öner Oktar: Kesinlikle eğitimli bir kitle. Susbag’in iyi niyetlerle üretildiğinin farkında olan bir grup. Müşterilerimizle iletişimde olmayı seviyoruz ve gördüğümüz kadarıyla gerçekten bilinçli bir kitleye hitap ediyoruz.

Ürünlerinizi alanlar, neden alıyorlar?

Öner Oktar: Şık bir alışveriş çantası olduğu için alıyor olmalarını tercih ediyorum. Bölmeleri ile plastiksiz alışverişe fırsat vermesi, başkası yapsaydı da etkileneceğim bir fikir olurdu. 

Burcu Süren: Bence hikâyeyi satın alıyorlar. Henüz sürdürülebilirlik adına büyük adımlar atamayan bir ülkede, hatta dünyada yaşadığımızı düşünüyorum. Farkındalığı olan insanlar, işin bir ucundan tutmak istiyorlar. Devletlerden göremedikleri değişimleri markalardan gördüklerinde onları tercih ediyorlar. Sanırım asıl sebep bu.


“Zanaatların zamana yenik düşmesine engel olmayı amaçlıyorum”: yüksük
yüksük

Siz kimsiniz? Hikâyenizi kısaca anlatabilir misiniz?

Ben Zeynep. Havacılık Mühendisiyim. 2019’da yüksük’ü kurdum. yüksük; el işçiliğini ön planda tutan, sürdürülebilir yöntemler kullanan ve birbirinden farklı referansları harmanlayarak geleneksel zanaatları modernize eden bir girişim. Bu şekilde geleneksel tekstil zanaatlarını günümüz dünyasına adapte ederek, daha sürdürülebilir bir üretim sistemi kurmayı ve zanaatların zamana yenik düşmesine engel olmayı amaçlıyorum. Ailemin kadınları el sanatlarına ve dikiş nakışa meraklıdır; ben de onların becerilerine tanık olarak, bu gustoyla büyüdüm. Bana hem ilham kaynağı hem de çok destek oldular. 

Nasıl ve neden bu yola çıktınız? 

Adımları baştan planlayarak yola çıkmadım; inandığım bir fikrin peşine düştüm diyebilirim. İlk önce el örgüsü kazak, çorap ve bandana yapma fikriyle yola çıkmıştık ama 2019 sonbaharında en yakın arkadaşlarıma eski bir yorgan fotoğrafı yollayıp, “Bunun gibi bir bluz yapsak giyer miydiniz?” diye sordum. Onlardan güzel yanıtlar alınca da işe giriştim. Kıyafetlerin yanında kişiye özel yorgan siparişleri de almaya başladık. Bu planladığımız bir şey değildi, talep üzerine yapmaya başladık. İnsanlar için anlamlı sembolleri veya figürleri geleneksel işçilikle birleştirdik. Hem kullanması keyifli hem de eşsiz yorganlar diktik ve çok güzel geri dönüşler aldık.

yüksük
yüksük

Tasarımlarınızı / ürünlerinizi kimler alıyor?

Ürettiklerimizi; el işçiliğine, sürdürülebilir girişimlere, kişiye özel ve zamansız tasarımlara önem veren insanlar alıyor diyebilirim. Tasarımların insanlarda hem çok tanıdık hem de yeni ve benzersiz bir his uyandırmasını umuyorum, bu sebeple hikâyesi olan tasarımlarla ilgilenen insanların aldığını düşünüyorum. 

Ürünlerinizi alanlar, neden alıyorlar?

Artık üretilmeyen kumaşlar ve materyaller kullanıyoruz; elimizden geldiğince doğal malzemelerle ve lokal atölyelerle çalışıyoruz. Bunların iklim krizi gerçekliğinde yeni bir şey alırken dikkat edilmesi gereken noktalar olduğunu düşünüyorum. Çevre konusunda bilinçli; etik tüketime, el emeğine, harcanan zamana ve zanaata değer veren insanların, yüksük’te bu değerlerine karşılık bulduklarını düşünüyorum.

  1. Batı’nın alıştığından farklı: Deadly Prey Gallery

    80’lerden bugüne; göz alıcı, abartılı imgeler ve capcanlı renkleriyle büyülü Gana film posteri geleneği.

  2. Rajab Eryiğit’in öz vatanı olarak Amerika

    “Amerika’ya gitsem bile Amerika’da olduğumu hissetmem.”

  3. Aklımdakiler: mor ve ötesi

    Merve Dizdar, Can Öz, Mabel Matiz, Simge Pınar, Can Karadoğan, Nisan Ak, Kanat Atkaya ve Cem Kayıran’dan mor ve ötesi’ne sorular var.

  4. Bir zorunluluk olarak yaratmak: Planningtorock ve dünyasını anlama biçimleri

    Planningtorock ile üretim motivasyonundan bedeniyle kurduğu ilişkiye, aidiyet özleminden turne planlarına varan bir sohbet.

  5. Mahzuni’yle her seferinde yeniden tanışma: Anlat bize Kaan Tangöze

    “Mahzuni, ‘Haşlayın Beni’nin sonunda ‘işleyin beni’ der. Bu bir vasiyet bence. Aldım, yürütüyorum.”

  6. Modern Japon müziğinin mimarı Makoto Kubota neler neler anlatıyor

    Bir yaşayan efsane, yeniden canlanan kayıtlar ve onlarca hatıra.

  7. 8 yazarın zihnini kurcaladık

    2020’nin son çeyreği ve 2021 içerisinde kimi ilk kimi yeni kitabını yayımlamış sekiz yazar, heyecan duyduğumuz yaratım dünyalarına dair merakımızı cömertçe giderdi. Burçin Tetik, Deniz Poyraz, Derya Sönmez, Emirhan Burak Aydın, Hande Ortaç, M. Özgür Mutlu, Sinem Sal ve Yiğit Karaahmet’e sorduk.

  8. İyi dost her şeydir: Bora Akkaş ve Emir Çubukçu sohbeti

    Tiyatro, diziler, halı saha WhatsApp grupları, öykü yazarlığı ve dahası.

  9. İnternetin geleceği ve Web 3.0: Umut mu, hayal mi, zırvalık mı?

    Okuduklarımız, gördüklerimiz, duyduklarımızdan derlediğimiz bir beraber düşünme pratiği.

  10. Sorularla, cevaplarla NFT âleminde geçen bir yılın ardından

    Türkiye parantezinde farklı disiplinlerden isimler, NFT’ye dair aklımızda dolananları cevaplıyor, deneyimlerini paylaşıyor.

  11. Butik olsun, küçük olsun ve keyif alınsın: Esra Muslu ve Selim Cenkel sohbeti

    Zahter London ve Marsel Lokumları’nın yaratıcıları, geleneksel lezzetleri korumak ve farklı şekillerde ortaya çıkarmak üzerine zihin açıcı bir muhabbete oturdu.

  12. Michel Franco seyirciyle diyalog kurabilmeye inanıyor

    Meksikalı yönetmen Michel Franco ile geçtiğimiz aylarda vizyona giren filmi “Nuevo orden”, ödül sistemine dair hisleri ve daha fazlası üzerine konuştuk.

  13. Ingvar Sigurðsson için her şeyin başı senaryo

    Ingvar Sigurðsson ile ödüllü “A White, White Day” performansının hazırlık sürecinden, konuk oyuncu olarak rol aldığı “Succession”a dair hislerine uzanan bir sohbet.

  14. Yakın dönemde radarımıza girmiş 16 yerli tasarımcı ve üretici

    Geçtiğimiz sene yola çıkan ya da yeni takibe aldığımız; kimi bireysel kimi ise ekip hâlinde çalışan yerli tasarımcı ve üreticilerle konuştuk.

  15. 2021: En iyi 100 yabancı albüm

    Yıl sonu albüm listelerini hazırlamak zevkli olduğu kadar her zaman zorlu bir süreç. 2021 de bereketli bir katalogla bu işi hiiiç kolaylaştırmadı doğrusu.

  16. 2021: Yerli sahneden 65 kayıt

    Uzunçalarlar ve EP’lerden karışık 65 kayıtla, 2021’de yerli sahneden neler dinledik, hatırlayalım.

  17. 2021: En iyi 10 toplama albümü

    Meksika'dan Güney Afrika'ya, Hollanda'dan Kolombiya'ya, 2021’den favori toplama albümlerimiz burada.

  18. 2021: En iyi soundtrack albümler

    Mark Mothersbaugh, Hans Zimmer gibi soundtrack denince akla gelen ilk isimler ile Mica Levi, Dan Deacon gibi kalıplar ötesi üretenler...

  19. 2021: En iyi 75 film

    Geniş havuzdan seçim yapmak hiç kolay olmasa da bir o kadar geniş jürimizle güçleri birleştirdik, 75 filmlik bir kayıt tuttuk.

  20. 2021: Türkiye sinemasından 15 film

    Özellikle ilk uzun metrajını çekmiş yönetmenlerin ve çıtayı yükselten belgesellerin iz bıraktığı bir senenin ardından.

  21. 2021: En iyi 40 yabancı belgesel / belgesel serisi

    Farklı coğrafyalara kamerayı çevirirken sorgulatan, ilham veren, gündem belirleyen veya sadece iyi vakit geçirten 40 belgesel.

  22. 2021: En iyi 10 dram dizisi

    Seyir zevki yüksek, sarsıcı, içerik ve biçimiyle çıtayı yükseğe çıkaran hangi yapımlar gündemimizdeydi? İşte 2021’in bizce en iyi 10 dram dizisi.

  23. 2021: En iyi 10 suç dizisi

    İlkeleri ve sevdikleri arasında kalan dedektifler, ne olursa olsun izini kaybettiren seri katiller, adalet düzenindeki sistematik ırkçılığın kurbanları ve dahası. İşte 2021’den favori suç dizilerimiz!

  24. 2021’in en iyi 10 komedi dizisi

    Dikkat! Yine sadece ekran macerasına 2021’de başlamış komedi dizilerinden bir seçki yaptık.

  25. 2021: En iyi 10 bilim kurgu / fantastik dizi

    Bilim kurgu ve fantastik dizi seçkimize edebiyat klasikleri ağırlığını koydu, animasyonlar yine eksik kalmadı.

  26. 2021: Türkiye yapımı 10 dizi

    Psikolojik gerilimden dönem hikâyesine, absürt komediden seri katil anlatısına 2021'den Türkiye yapımı diziler.

  27. 2021: Gündemimizden 50 kitap

    Gündemimizden 50 kitap seçkimiz 2021’de Türkçede basılmış kitaplardan oluşuyor. Kurmacalar ve kurmaca olmayanlar bir arada.

  28. 2021: En iyi 10 tiyatro oyunu

    2021'in en iyi tiyatro oyunları seçkimiz, prömiyerini 2021'de yapmış işlerden oluşuyor ama bir de bonus var.

  29. 2021: En iyi 30 podcast

    Bu sefer Ne Dinlesek? sorunuza podcastlerle cevap veriyoruz. İlk bölümü 2021’de yayımlanmış podcastlerden Türkçe ve İngilizce karışık, 30’luk bir seçki yaptık.

  30. Künye