Geride kalan iki yılda hem Türkiye hem yurt dışında basılan birçok kitabı da resimleyen Rajab Eryiğit, çizgilerine Bant Mag. sayfalarından da aşina olabileceğiniz bir sanatçı. İlk kişisel sergisi Benim Öz Vatanımdır Amerika’yı 24 Aralık 2021 – 19 Ocak 2022 aralığında Bant Mag. Havuz’da açtı. Geride kalan yarım yıllık zaman diliminde üretilmiş 20 adet yeni işi bir araya getiren sergi, isminden de anlaşılacağı üzere ilhamını Amerika kıtasında bulmuş.

İllüstrasyonlarında çeşitli motifler ve göz alıcı renk kullanımını karakteristik bir stille buluşturan Rajab Eryiğit, sergideki işlerinde yağlı boya tercih etmiş. Kapsamına dört farklı mini seri sığdıran Benim Öz Vatanımdır Amerika, kültürel olarak Amerika’nın yalnızca haritadaki sınırlarında değil; gezegenin tamamında yaşıyor olmasını mesele ediyor. “Herhalde bir geleneği bomba atmak Amerika’nın; sürekli kültür bombaları yağıyormuş gibi.” diyor Rajab da. 

Hem serginin hazırlık sürecini ve temasının nasıl oluştuğunu hem de yakın gelecek için planlarını konuşmak üzere Rajab Eryiğit’le buluştuk.

rajab eryiğit

Çok farklı mecralarda üretsen de ilk kişisel sergin bu. Serginin çerçevesini nasıl belirledin? İsme nasıl karar verdin?

İlk kişisel sergim olması ve bütün hâkimiyetin de bende olması çok güzel bir duygu. Kurguyu ve üretimi çok özgür bir şekilde kendi alanımda yapmak benim için çok keyifliydi.

Serginin ismine karar vermem çok hızlı oldu aslında. Bir süredir biriktirdiğim bir sürü imge vardı ve onun etrafında döndü. Neşe Erdok’un bir röportajında duyduğum bir cümle beni çok etkilemişti, “Kendi resimlerimde bana ait olmayan hiçbir şey bulamazsınız” diyordu. Ben de kendi resimlerimi çizerken hep o duygunun içine girdim ve hep Amerikan figürleri çıkmaya başladı işin içinden. Bu Amerika imajını kendi dünyamda bir şekilde bir çerçeve oturtturmaya çalıştım. Yaşadığım coğrafyayla olan bağımı ve o Amerika’nın bende bıraktığı anıları biraz kaşıyarak biraz koştura koştura oluştururken isim bir anda patlayıverdi ve bence çok uyumlu oldu sergiyle de birlikte. Çıkış noktası buydu aslında, biraz öze dönüşteki coğrafya duyguları vesaire…

Sergi sanki doğrudan mekânın içine tasarlanmış gibi. Her duvar başka bir hikâye anlatıyor. Bu birbiriyle paslaşan mini seriler ortaya çıkarken salona özel bir kurguyu mu takip ettin? 

Hikâye anlatmayı çok seviyorum ve mekânla ilişkilenmesini de çok seviyorum bu hikâyenin. Doğru, ilk önce mekâna göre de tasarladım, her duvarda başka bir kurgu yansıtmaya çalıştım çünkü 1960’lardaki figürlerden güncel Amerikan figürlerine doğru gidiyoruz. Mekânla ilişkili olmasını çok seviyorum üretimin ve işlerin, çalışmaların. Mekâna göre tasarlamış olmam doğru bir tespit olmuş. 

“Amerika benim için soyut bir kavram ve sürekli onunla bağ kurup ondan bir onay alma ihtiyacım var. Benim için bir tabu gibi, Özgürlük Heykeli gibi duruyor başımın bir yerinde.” 

Çok kısa ve yoğun bir süreçte çıkardın bu sergiyi. Kafasına girmek için yaptığın özel bir şeyler oldu mu? Mesela tekrardan izlediğin filmler ve okuduğun şeyler nelerdi? 

Teknik anlamda üretim çok kısa bir zamanda olsa da aslında çok öncesi vardı. 1960’ların western sinemasına girdiğim oldu. Bir ara kovboylara çok kafayı taktım ama niyeyse hiçbir şekilde kovboy çizmedim. O da biraz 90’lara ait bir figür benim için. Biraz David Lynch izledim dürüst olmak gerekirse, “Amerikan mavisi” diye bir terimi var David Lynch’in, biraz onu aradım. O içinde garip bir korku barındırıyor, benim de içimde “Amerikan rüyası” ne kadar tatlı bir çerçeve olsa da içinde herkesin bilip de dillendiremediği bir korku var. Biraz oraları didiklemek için arşivlediğim bir sürü film, bir sürü fotoğraf ve eski Amerikan popüler kültürüne ait illüstratör ve çizerlerin işlerine tekrardan geri dönüp baktım.

David Hopper’ı çok severim, büyük ihtimalle ona çok bakmışımdır. Philip Guston’ın benim için çok özel bir yeri var; bir sürü kez onun belgesellerini izledim. David Hockney ince bir İngiliz olmasına rağmen Amerikan kültürünü çok iyi anlatan bir ressam bence, çok severim. Fazlasıyla onlara dönüp baktım.

Estetik olarak yıllardır içinden geçtiğin dönüşümü takip etmek çok heyecan verici. Sen bunu nasıl deneyimliyorsun? Bir solo sergi için doğru zamanın geldiğini sana hissettiren neler oldu? 

Bir solo sergi hep istediğim bir şeydi ama illüstratör olduğum dönemlerdeki duygularda sürekli sanki bir hâkimiyet ve brief vardı. Çalışmalarım onlar etrafında dönüyordu bir sürü kez. Kendime ait bir konu belirleyip ve anlatmak istediğim bir derdim olup da bunu bir çalışmaya dökmek hep isteğimdi. Belki her şey zamanında güzel; bu da bu zamana denk geldi ve çok güzel oldu, çok keyifliydi.

Yağlı boyayla çalışmak nasıl bir histi?

İllüstrasyon çizerken hep bir noktada dijital ve yine manuel bazı ekipmanlar kullanıyordum ama yağlı boya benim için çok klasik duran, hiç bulaşmayayım deyip korkuyla saklandığım bir taraftı. “Korkularımız bize aitmiş” gibi bir klişe yapacağım ama yağlı boyaya girdiğimde “Niye uzak durmuşum?” düşüncesine düştüm. Yine herhalde, bunun da zamanı buymuş. Kendimi en iyi ifade ettiğim ekipman olabilir yağlı boya. Geçişler ve benzeri teknik anlamlarda da bana çok yardımcı oluyor. Bir noktada manuel olmak keyifli çünkü boyaya, fırçaya dokunmayı çok seviyorum. Yine çok klişe bir şekilde anlatıyorum ama keyifliydi yağlı boyaya geçiş, fazlasıyla güzeldi. 

rajab eryiğit

Amerika’yı mesela etsen de çok kişisel bir yerden alıyorsun konuyu mesela anne babanın resminden yola çıkan bir iş de var sergide. Sana ait izler bu sergiden önceki çalışmalarında hep görünür olan bir şey miydi? Üretim sürecini nasıl etkiledi? 

Sanatta birey hep kendinden yola çıkıp bir noktada kolektife ulaşıyor ama zaten kolektifte bireylerin erittiği bir sürü duygu var. Her ne kadar kendimden yola çıksam da sergiye aldığım tepkiler herkeste ortak duyguların olduğu yönünde. Ben anne babamın bir portresini çizdiğimde de aslında bir sürü kişinin anne babasının portresini çizmişim gibi bir duygu ve etkileşim var. Zaten onları hep manipüle etmeyi seviyorum, biraz daha David Lynch’te bahsettiğim gibi karanlık taraflarını göstermek istiyorum. 

Burada temel aldığım noktada aslında Amerika’nın karanlık iktidarının manipülesi var. Üretim sürecinde bunlarla hem kendi özüme döndüğümde sakinleşiyorum hem de bir nevi garip bir terapi zihninde sürekli eski duyguları didiklemek ve onları sonra üretime güncel bir şekilde sunmak. İğneyi kendine batırmaktı bol bol ve bu da garip bir hazdı. Her şeyin paralel bir şekilde kolektif duygular olarak hissedildiğini görmenin yalnız olmadığımı hissettirmesi de güzeldi. Herkesin bir nevi bir tarafı, bir vatanı Amerika’ymış; onu da burada sanki imzalayıp altına noterlemiş gibi olduk. Yani o duygunun geçişi ve hissi herkesin bir şekilde evinde ya da kendinde gözlemlediği duygulara ait olması beni, “Doğru bir derdim var ve doğru şeyi anlatıyorum” gibi bir hisse büründürdü ve kendime güven duyduğum bir noktaya geldim. 

Amerika’yla ilişkini detaylandırmak ister misin? 

Başka bir coğrafyadayım ve bu coğrafyanın ismi Türkiye. Arada kıtalar, iklimler, bir sürü şey farklı ama hem kültürel hem politik bir sürü öğe ve de bir sürü duygu sanki havadan atılmış gibi coğrafyama geliyor. Herhalde bir geleneği bomba atmak Amerika’nın; sürekli kültür bombaları yağıyormuş gibi. Bunu küçüklüğümden beri hissediyorum, sanki Amerika’da doğmuşum gibi bir his. Bilmiyorum bunu sadece ben mi hissediyorum, yoksa bir sürü kişide de bu duygu var mı? Dinleyip haz aldığım ilk müzik Amerika’nın müziğiydi, görsel estetik olarak sevdiğim ilk ressamların çoğu Amerikan ressamlarıydı, futbol yerine basketbolla ilgilenip NBA tarihini araştırmak yine bir Amerika etkisiydi. Bunları ben hiç farkında olmadan Amerika’nın bana sunması ve bunu politik olarak da güzel bir büyü hâlinde yapması beni çok etkilemişti, hâlâ da etkiliyor. 

Bir onay mekanizması da var Amerika’nın; her şeyi ilk defa kendilerinin bulup bize sunduklarına ikna ediyorlar gibi. Müzik mesela İngiltere’de çok çıkar, çok üretilir ama bir şekilde Amerika’da büyür ve orada bir “onay” alıp gelişir. “Amerikan rüyası” vardır hep; onun içinde olmak sanki kolektif bir şekilde bilincime işlemiş ve sanki onun sıkışıp patlamasıyla oluştu buradaki işlerin çoğu. Amerika’nın kalbimde bir yeri var; özellikle sevip sevmemek gibi bir ilişkim olmasa da. Bir lafım var; Amerika’ya gitsem, şu an Seattle’da veya Oklahoma’da bir yerde oturacak olsam, yine de Amerika’da olduğumu hissetmem. Orası başka bir camia, başka bir evren gibi benim için. Amerika benim için soyut bir kavram ve sürekli onunla bağ kurup ondan bir onay alma ihtiyacım var. Benim için bir tabu gibi, Özgürlük Heykeli gibi duruyor başımın bir yerinde. Herhalde Amerika’yla olan en büyük ilişkim budur; tepemde duran bir şey, ne olduğunu bilmiyorum ama. 

Bu konsepti farklı mecralarda ya da farklı serilerle genişletmeyi, sürdürmeyi düşünüyor musun?

Kurgu, hikâye; bir işe başladığımda benim için temel taşlar bunlar. Sınırlar çizip içinde ilerlemeyi çok seviyorum. Arkaya döndüğümde bu sergi benim için Amerika’ydı ama şimdi garip bir şekilde daha başka coğrafyalarla ilgilenmeyi düşünüyorum. Artık bir noktada daha belgesel tarzında yapmayı seviyorum işlerimi, onu fark ettim. Bu belki bir at yarışındaki bir atın hikâyesi olabilir, başka bir coğrafyadaki sadece bir insanın hikâyesini de anlatabilirim. Bu aralar kafayı Almanya’da, Düsseldorf’ta 1800’lü yılların başında yaşanmış bir seri katil hikâyesine taktım, biraz onun üstüne araştırmalar yapıyorum. Bir sürü referans fotoğraf ve kitap topluyorum. Çizmeye de başladım, bakalım.

rajab eryiğit

Sergiden sonra neler var gündeminde? Bu sergi bittikten sonra ikinci bir sergiye mi hazırlanacaksın yoksa alternatifler var mı kafanda? 

Bu sergi bende o kadar fazla resim yapma ihtiyacı doğurdu ki sadece evde oturup resim yapmak çok baskın bir şekilde elim ayağım oldu. İstikrar sorunu olan bir insanımdır (kendimi eleştirmem gerekirse) ama o sorunu bu şekilde çözeceğime inanıyorum. İkinci bir sergi fikri var kafamda ve ufak ufak ona hazırlanmaya başladım. Onun dışında güncel, sosyal hayatımdaki bütün rutinlerimi yaşamaya bütün özverimle açığım. Ama resim hep minik bir taş olarak duruyor, büyük ihtimalle onun etrafında dolanıp yaşamaya devam edeceğim. Artık ikiler, üçler, dörtler, nasipse beşler umarım olur. Bütün temennim bu. 

Deşifre: Elif Öz

  1. Batı’nın alıştığından farklı: Deadly Prey Gallery

    80’lerden bugüne; göz alıcı, abartılı imgeler ve capcanlı renkleriyle büyülü Gana film posteri geleneği.

  2. Rajab Eryiğit’in öz vatanı olarak Amerika

    “Amerika’ya gitsem bile Amerika’da olduğumu hissetmem.”

  3. Aklımdakiler: mor ve ötesi

    Merve Dizdar, Can Öz, Mabel Matiz, Simge Pınar, Can Karadoğan, Nisan Ak, Kanat Atkaya ve Cem Kayıran’dan mor ve ötesi’ne sorular var.

  4. Bir zorunluluk olarak yaratmak: Planningtorock ve dünyasını anlama biçimleri

    Planningtorock ile üretim motivasyonundan bedeniyle kurduğu ilişkiye, aidiyet özleminden turne planlarına varan bir sohbet.

  5. Mahzuni’yle her seferinde yeniden tanışma: Anlat bize Kaan Tangöze

    “Mahzuni, ‘Haşlayın Beni’nin sonunda ‘işleyin beni’ der. Bu bir vasiyet bence. Aldım, yürütüyorum.”

  6. Modern Japon müziğinin mimarı Makoto Kubota neler neler anlatıyor

    Bir yaşayan efsane, yeniden canlanan kayıtlar ve onlarca hatıra.

  7. 8 yazarın zihnini kurcaladık

    2020’nin son çeyreği ve 2021 içerisinde kimi ilk kimi yeni kitabını yayımlamış sekiz yazar, heyecan duyduğumuz yaratım dünyalarına dair merakımızı cömertçe giderdi. Burçin Tetik, Deniz Poyraz, Derya Sönmez, Emirhan Burak Aydın, Hande Ortaç, M. Özgür Mutlu, Sinem Sal ve Yiğit Karaahmet’e sorduk.

  8. İyi dost her şeydir: Bora Akkaş ve Emir Çubukçu sohbeti

    Tiyatro, diziler, halı saha WhatsApp grupları, öykü yazarlığı ve dahası.

  9. İnternetin geleceği ve Web 3.0: Umut mu, hayal mi, zırvalık mı?

    Okuduklarımız, gördüklerimiz, duyduklarımızdan derlediğimiz bir beraber düşünme pratiği.

  10. Sorularla, cevaplarla NFT âleminde geçen bir yılın ardından

    Türkiye parantezinde farklı disiplinlerden isimler, NFT’ye dair aklımızda dolananları cevaplıyor, deneyimlerini paylaşıyor.

  11. Butik olsun, küçük olsun ve keyif alınsın: Esra Muslu ve Selim Cenkel sohbeti

    Zahter London ve Marsel Lokumları’nın yaratıcıları, geleneksel lezzetleri korumak ve farklı şekillerde ortaya çıkarmak üzerine zihin açıcı bir muhabbete oturdu.

  12. Michel Franco seyirciyle diyalog kurabilmeye inanıyor

    Meksikalı yönetmen Michel Franco ile geçtiğimiz aylarda vizyona giren filmi “Nuevo orden”, ödül sistemine dair hisleri ve daha fazlası üzerine konuştuk.

  13. Ingvar Sigurðsson için her şeyin başı senaryo

    Ingvar Sigurðsson ile ödüllü “A White, White Day” performansının hazırlık sürecinden, konuk oyuncu olarak rol aldığı “Succession”a dair hislerine uzanan bir sohbet.

  14. Yakın dönemde radarımıza girmiş 16 yerli tasarımcı ve üretici

    Geçtiğimiz sene yola çıkan ya da yeni takibe aldığımız; kimi bireysel kimi ise ekip hâlinde çalışan yerli tasarımcı ve üreticilerle konuştuk.

  15. 2021: En iyi 100 yabancı albüm

    Yıl sonu albüm listelerini hazırlamak zevkli olduğu kadar her zaman zorlu bir süreç. 2021 de bereketli bir katalogla bu işi hiiiç kolaylaştırmadı doğrusu.

  16. 2021: Yerli sahneden 65 kayıt

    Uzunçalarlar ve EP’lerden karışık 65 kayıtla, 2021’de yerli sahneden neler dinledik, hatırlayalım.

  17. 2021: En iyi 10 toplama albümü

    Meksika'dan Güney Afrika'ya, Hollanda'dan Kolombiya'ya, 2021’den favori toplama albümlerimiz burada.

  18. 2021: En iyi soundtrack albümler

    Mark Mothersbaugh, Hans Zimmer gibi soundtrack denince akla gelen ilk isimler ile Mica Levi, Dan Deacon gibi kalıplar ötesi üretenler...

  19. 2021: En iyi 75 film

    Geniş havuzdan seçim yapmak hiç kolay olmasa da bir o kadar geniş jürimizle güçleri birleştirdik, 75 filmlik bir kayıt tuttuk.

  20. 2021: Türkiye sinemasından 15 film

    Özellikle ilk uzun metrajını çekmiş yönetmenlerin ve çıtayı yükselten belgesellerin iz bıraktığı bir senenin ardından.

  21. 2021: En iyi 40 yabancı belgesel / belgesel serisi

    Farklı coğrafyalara kamerayı çevirirken sorgulatan, ilham veren, gündem belirleyen veya sadece iyi vakit geçirten 40 belgesel.

  22. 2021: En iyi 10 dram dizisi

    Seyir zevki yüksek, sarsıcı, içerik ve biçimiyle çıtayı yükseğe çıkaran hangi yapımlar gündemimizdeydi? İşte 2021’in bizce en iyi 10 dram dizisi.

  23. 2021: En iyi 10 suç dizisi

    İlkeleri ve sevdikleri arasında kalan dedektifler, ne olursa olsun izini kaybettiren seri katiller, adalet düzenindeki sistematik ırkçılığın kurbanları ve dahası. İşte 2021’den favori suç dizilerimiz!

  24. 2021’in en iyi 10 komedi dizisi

    Dikkat! Yine sadece ekran macerasına 2021’de başlamış komedi dizilerinden bir seçki yaptık.

  25. 2021: En iyi 10 bilim kurgu / fantastik dizi

    Bilim kurgu ve fantastik dizi seçkimize edebiyat klasikleri ağırlığını koydu, animasyonlar yine eksik kalmadı.

  26. 2021: Türkiye yapımı 10 dizi

    Psikolojik gerilimden dönem hikâyesine, absürt komediden seri katil anlatısına 2021'den Türkiye yapımı diziler.

  27. 2021: Gündemimizden 50 kitap

    Gündemimizden 50 kitap seçkimiz 2021’de Türkçede basılmış kitaplardan oluşuyor. Kurmacalar ve kurmaca olmayanlar bir arada.

  28. 2021: En iyi 10 tiyatro oyunu

    2021'in en iyi tiyatro oyunları seçkimiz, prömiyerini 2021'de yapmış işlerden oluşuyor ama bir de bonus var.

  29. 2021: En iyi 30 podcast

    Bu sefer Ne Dinlesek? sorunuza podcastlerle cevap veriyoruz. İlk bölümü 2021’de yayımlanmış podcastlerden Türkçe ve İngilizce karışık, 30’luk bir seçki yaptık.

  30. Künye