62 yıllık ömrüne tam 453 plak, 58 kaset ve yayımlanmış 8 kitap sığdırmış halk ozanı Âşık Mahzuni Şerif’in türküleri, yıllardır Duman konserlerinde de Kaan Tangöze konserleri ve albümlerinde de yeniden yorumlanıyor. 2022’nin ilk günlerinde yayımlanan ikinci solosunda da 10 Mahzuni türküsünü kendi aranjeleriyle bir araya getirdi Kaan Tangöze. 

Albümün hava koşulları sebebiyle rötarlanan lansman konseri öncesinde Murat Meriç, Kaan Tangöze’yle sohbete oturdu. Âşık Mahzuni Şerif’in hayatına nasıl girdiğinden, türkülere olan merakının köklerinden, türkü geleneğine yaklaşımından konuştular. Konu ister istemez Duman’a da uzamış tabii. Yeni albüm gözleyenlere, birinci ağızdan güzel haberler var.

“Ölümsüz eserleri sayesinde, [Mahzuni’yle] her seferinde yeniden yeniden tanışıyorum.”
Kaan Tangöze
Fotoğraf: Emre Durmaz

Başından beri merak ettiğim, Âşık Mahzuni Şerif’le olan mesain. 2005’te Roll’da yayımlanan Duman söyleşisinde o aralar onun türküleriyle ilgilendiğini söylemiştin. 2015’te ilk solo albümünde “Tersname”yle karşılaştık. Sonrasında bu albümde karşımıza çıkan türküleri konserlerde söylemeye başladın; Duman konserlerine de girdi bu türküler… En sonunda bir albümde topladın. Soru şu: Âşık Mahzuni Şerif’le nasıl tanıştın?

Muhtemelen 2005 yılında tanıştım, belki daha öncesidir… Söyleşide adını andığıma göre daha sonra olamaz. Elime geçen bir CD ile tanıdım, Çeşmi Siyahım CD’si, bir yerden buldum, dinlemeye başladım. Âşık Veysel ve Neşet Ertaş’la haşır neşirdim zaten, bu albümle Âşık Mahzuni Şerif”i tanıdım. Bildiğim eserleri vardı ama art arda derinlemesine dinleyince oradaki türküler beni yıktı. O günden beri başucu albümüm oldu. Deyim yerindeyse, içinde boş yok. Zaten baktığında neredeyse o albümü yaptım gibi bir şey. Uzun havalar hariç, o albümle tanıdığım şarkılar. Beni etkileyen, tek bağlamasıyla söylediği türküler. Davulsuz, bassız, aranjesiz ama çok etkileyici. Sözlerin dizilişi, besteler, söyleyişteki groove… Tek bağlama çalıyor ama otuz kişilik orkestra gibi ses çıkarıyor. Etkilenmemek mümkün değil. O andan beri hep dinledim, hiç bırakmadım. Evde bir-iki deneme yapmıştım, küçük küçük çıkarmaya çalışıyordum şarkıları… Ne zaman ki solo albüm yaptım 2015’te, oraya bir Âşık Mahzuni Şerif yakışır dedim. “Tersname” bir şiirdi, bestesi yoktu; “country havasında söyleyeyim, uyar” dedim. Şiir uzun, aralara mızıka serpiştirdim, söylem olarak da albüme uydu. Güzel oldu. Albümün konserine hazırlanırken “10-12 parçayla konser gitmez” diye düşündüm, aklıma doğrudan bu türküler geldi.

Hatırlıyorum, Zorlu PSM’de yaptığın lansman konserinde art arda çalmıştın bu türküleri…

O gün belki de bu albümdeki bütün düzenlemeleri çalmıştım, evet. Konserlerimde, keyifli olduğum zamanlarda, beş-altı türküyü çalıyorum. Onları öyle öyle pişirdim, sonunda pandemide boş vaktim oldu, tek başıma stüdyoya girdim. Kendi stüdyomuzda, Berk’le (Kula) mikrofonları kurduk, kaydettik. Tek seferde çıktı zaten hepsi, albüme koyarken de müdahale etmedim.

Peki bir taraftan şiirleri de okuyor muydun? Albümü dinliyorsun, tamam ama “Tersname” orada yok. Nereden buldun o şiiri? Herhangi bir Âşık Mahzuni Şerif kitabı var mıydı elinde?

Kitaptan değil muhtemelen internetteki araştırmalardan buldum onu. Kitabı yok maalesef elimde. Senin haşır neşir olduğunu biliyorum, görmüştüm imzalı kitabı… Hatta gördüğümde “bu kitabı okumam lazım” dedim ama henüz bulamadım.

O kitap [Mahzuni Şerif / Yaşamı, dünya görüşü, şiirleri – hazırlayan: Süleyman Zaman, 1997] ve kitaptaki imza benim Âşık Mahzuni Şerif’le tanıştığım günün hatırası. Sen yetişebildin mi? Tanışma şansın oldu mu?

Hayır, maalesef tanışamadım ama ölümsüz eserleri sayesinde her seferinde yeniden yeniden tanışıyorum.

Söz meclisten dışarı, insanlar pek çok türküsünü biliyorlar ama bir kısmı onların Âşık Mahzuni Şerif tarafından yazıldığını bilmiyor gibi… “Boşu Boşuna”yı Edip Akbayram, “Yuh Yuh”u Selda Bağcan şarkısı sananlar var.

“Dom Dom Kurşunu” da öyle değil mi? Ben sahnede çalıyorum, millet dinliyor, eşlik ediyor ama onu onlara duyuran isim Mahzuni değil muhtemelen, İbrahim Tatlıses.

Üstelik bir hayli yanlış bir yorumla duydu, tanıdı insanlar onu. Hatta Ferhan Şensoy, “Ferhangi Şeyler”de bunu “Kahramanmaraş’ta bir yiğit ‘solcudur’ diye vuruldu da Âşık Mahzuni, ‘Dom Dom Kurşunu’nu söyledi; siz diskoda dingildeyin diye söylemedi” sözleriyle eleştirir.

Evet, onu hatırlıyorum…

2009’da yine Roll’da yayımlanan bir söyleşide çocukluğunuzdan aklınızda kalan sesler sorulmuş, sen orada da “Dom Dom Kurşunu” demişsin.

Öyle demiştim çünkü sahiden çocukluğumuza kadar giden bir şey bu.

Peki albümde neden “Dom Dom Kurşunu” yok? Konserlerinden aşinayız, bekledim, ilk baktığım şeylerden biri bu oldu hatta…  

Almayı çok istedim, kayıt sırasında stüdyoda da çaldım ama canlı konserden aldığım tadı alamadım. İnsanlarla beraber söyleyince çok etkili oluyor. Öyle güzel bir türkü ki altında kalmayayım istedim ve açıkçası kendi performansım beni kesmedi. Sonra başka bir aranjman düşündüm, onun üzerine çalışıyorum. Şimdilik bekletiyorum. Zamanı gelsin, içime sinerse kaydederim belki, single olarak yayımlarım. Öyle hoppidi hoppidi bir türkü değil bu. Sözleri de öyle değil zaten. Ben sözlerine uyan bir aranjman yapmak istiyorum. Son yaptığım öyle oldu ama “dur bakalım” dedim, elimdeki kayıtları rafa kaldırdım, bekletiyorum. Yeniden bakacağım ona.

Çocukluğunda duyduklarına döneyim. Duydun, belki kaydettin hafızanın bir yerine ama onlarla yeniden haşır neşir olman Seattle zamanlarına denk geliyor sanki, ne dersin? 

Tam da öyle oldu. Seattle’a gitmeden önce cover çalan bir gruptuk. Oraya gidince, artık hasretten mi bilmem, Zeki Müren, Özdemir Erdoğan, Neşet Ertaş, Âşık Veysel gibi isimleri dinlemeye başladım. Yanımda götürdüğüm CDler vardı, onları dinlerken uyandım, bir dönüşüm yaşadım. Öyle oluyor demek ki bu işler…

Giderken cover söylemeyi bırakmak gerektiğini düşünüyorsun, bunun seni kendinden uzaklaştırdığını söylüyorsun hatta ama sonra yeniden cover’a döndüğünde bir anda bambaşka bir noktadan başlıyorsun. Tam anlamıyla kendine dönüyorsun aslında. Enteresan bir yolculuk değil mi bu?

Elbette öyle. Eskiden yabancı şarkılar çalardık, bizim için bir eğitimdi bu. Aranjman nasıl yapılır, enstrüman nasıl çalınır, ister istemez öğrenmek durumunda olduğumuz şeyler bunlar ve hepsini yeniden söylediğimiz şarkılar aracılığıyla öğrendik.

Buna bir nevi kostümlü genel prova diyebilir miyiz yani?

Kesinlikle. Çalarken bir anda beynine oturuyor o forma. Vokalistleri taklit ederken de sesin açılıyor, eğitimin tamamlanıyor. Şimdi söylediklerim bambaşka. Açıkçası, zenginliğimizin farkına bizimkilerle vardık. Başkalarının da bunları görmesi gerekiyor. Âşık Mahzuni Şerif, Âşık Veysel, Neşet Ertaş gibi isimler sadece müzisyen değil, her biri birbirinden değerli filozoflar.

Karacaoğlan’a kadar uzanıyorsun zaten…

O kültür o kadar zengin ki! Amerika’ya baktığımızda bir sürü isim görüyoruz: Woody Guthrie, Pete Seeger, Robert Johnson… Oradaki rock müzisyenleri bunlardan besleniyor. Bizimki de en az onlar kadar zengin, hatta onlardan daha derin. En azından bana öyle geliyor. Folk bütün dünyada zengin zaten; Japonya’da da öyle, İngiltere’de de öyle. Düşünsene bütün eserler zamana dayanabilmiş, bugüne gelmiş. Bu anlamda gerçek. İyi bir şey yani bu. Yüzyıllara meydan okumuş her biri. Bugün yapılan şarkılar üç-beş yılda unutulup gidiyor ama bu eserler kalıyor. Kalacak da.

Baktığında sözler de eskimemiş ama… Âşık Mahzuni Şerif o dönemde de “saraylar yıkılsın” diyor ki bugünkünden farklı bir söylem değil bu. O gün “yuh” çektiği herkes hâlâ aramızda.

“Mervanın Dölü” var mesela, albümde de söyledim; bire bir bugünü görüp yazmış sanki o türküyü. Değişen pek bir şey de yok aslında, o zamandan bugüne bir tek isimler değişmiş.

“Yorumlamayı seviyorum, yorumluyorum. İsteyen dinler, beğenen beğenir, merak eden gider orijinalini bulur.”
Kaan Tangöze
Fotoğraf: Emre Durmaz

Ben, halk müziğinde Pir Sultan Abdal’dan bugüne gelen geleneğin bir parçası olduğunu düşünüyorum. Âşık Mahzuni Şerif’in de içinde bulunduğu o uzun zincirin günümüzdeki parçalarından, yeni halkalarından birisin. Şarkı yazarlığı, söz ustalığı anlamında söylüyorum bunu. Sazınla değil belki ama gitarınla kendi türkünü yazıp söylüyorsun.  

Bunu ancak iltifat olarak alabilirim.

Biraz daha açayım: Kentli şarkı yazarlarını bir yana bırak, alaturkadan ve türkülerden beslenerek yazıyorsun şarkılarını. “En Güzel Günüm Gecem” şarkısında “türkülerden de çaldım” dizesiyle de bunu açık ediyorsun zaten…

Sadece bu değil, türkü formatında yaptığımız şarkılar da var. “Kolay Değildir” öyle mesela. İlk albümdeki “Halimiz Duman” da öyle bir şarkı. Sadece halk müziği değil, alaturka da bir kaynak bizim için.

Sesine, söyleyişine ve gitar çalışına yansıyor zaten…

Bunlardan besleneceğiz işte, olayımız bu. 

Albümü yaparken aklında ne vardı? Türküleri sevmişsin belli, içselleştirmiş ve yorumlamışsın. Bir yandan bu türküler defalarca kez farklı alanlarda söylenmiş. “Boşu Boşuna” popüler bir türkü mesela… Bunları söylerken “bir de benden dinleyin” gibi bir iddian yok. Varsa da bunu ve seni buna iten şeyi merak ediyorum.

Yine albümde yorumladığım “Çeşmi Siyahım” mesela, neredeyse millî marş gibi, söylemeyen kalmamış. Burada şunu söyleyeyim: Ben albümü yaparken bunların hiçbirini bilmiyordum. Bu, işin komik tarafı belki. Zamanında başkalarından dinleseydim bu kadar etkilemezdi belki de beni; dinlemediğim türküler olduğu için böyle vuruldum. Şanslıyım, doğrudan Mahzuni’den beslendim. Sonradan fark ettim, bunları okumayan kalmamış meğer. Benim için fark etmez gerçi, kendim gibi yorumluyorum çünkü. Beğenmeyen, “bu hiçbir şeye benzemiyor” diyen de olacaktır. Başkalarından dinleyenler, kulakları onlara alışık olanlar beğenmeyebilir. Herkes farklı yorumluyor çünkü. Ben çok sevdiğim için yaptım. Bunu yaparken “gençlere Mahzuni’yi tanıtayım, bilmeyen kalmasın” gibi bir misyon belirlemedim. Yorumlamayı seviyorum, yorumluyorum. İsteyen dinler, beğenen beğenir, merak eden gider orijinalini bulur.

Yine de cover, bu anlamda bir kıvılcım yakabiliyor. Bir kısım şarkılar Duman konserlerinde söylenince yeniden görünür oldu. Erkin Koray şarkısı “Sen Yoksun Diye” mesela… Onu sizden dinleyip peşine düşenler olmuştur muhakkak.

Jenerasyonlar eski şarkıları farklı yerlerden öğreniyor. Bazen birini başka bir yorumla seviyorlar ama yaş aldıkça orijinalini buluyorlar.

Sizin kitle de bu anlamda meraklı. Giderek gençleşen bir kitleye çalıyorsunuz. Duman konserlerinde iki Mahzuni türküsünü yorumlamanız bu anlamda çok hayırlı. Sizi dinleyenler için de farklı bir eğitim oluyor bu. Düzenlemeler de senin albümdekinden bir hayli farklı üstelik. Daha sert çalıyorsunuz…

İşin içine grup girince kaptırıyoruz, tutamıyoruz kendimizi. Tek gitar olunca doğal olarak başka bir yoldan yürüyor şarkı.

Âşık Mahzuni Şerif külliyatına baktığımızda, “Katil Amerika” ile başlayan ya da daha doğru bir deyişle ivme kazanan bir politikleşme süreci olduğunu görüyoruz. Sende de özellikle solo albümlerde böyle bir ivme var.

İlk solo albümüm Gölge Etme, adı üstünde politik bir albüm. Bob Dylan’ı çok severim mesela ben; o politiktir. Sevdiğim müzisyenler zaten ciddi bir kısım konulardan bahseden müzisyenler. İster istemez onlardan etkileniyorum. 20’li yaşlarımda dinlediğim şarkılar, demek ki 2015’ten sonra dilimden dökülenleri etkileyecekmiş.

Öncesinde de gayet politik şarkıların var aslında. Mahzuni’nin “Katil Amerika”sı, 1960’lardaki Amerika algısını yansıtıyor, Duman’la yaptığınız “Özgürlüğün Ülkesi”, 2000’lerin ortalarındaki durumu kayıt altına alıyor. Solo albümündeki “Amerikan Kovboyları” da yazıldığı dönem itibariyle bakışını yansıtıyor. Gelenek sürüyor.

Değer verdiğim şeylerden biri, müzisyenlerin bu konuları işlemeleri çünkü hayat bizzat bu. Yaşadığını şarkıya aktarman, kendini ifade etmen gerekiyor. Hep aşktan, çiçekten, böcekten bahsedersen olmuyor. Ondan da bahsediyoruz elbette ama özellikle şu dönemde, hayata dair şeyleri biraz daha ön plana çıkartmak şart.

Bu anlamda bir şarkınızla bizzat bir direnişi ateşlediniz. 2013 yılında 31 Mayıs’ı 1 Haziran’a bağlayan gece paylaştığınız “Eyvallah”, Gezi direnişinin simge şarkısı oldu.

O şarkının kaydını üç dört ay önce yapmıştık, albüm için bekletiyorduk. ODTÜ’deki ayaklanmadan esinlenip yazmıştım. O gün yeri geldi, hemen paylaştık.

İki yıl sonra da yaşananları “Taksim Meydanı” adlı şarkında anlattın…

O doğrudan Gezi’yle bağlantılıydı işte…

Durmama, susmama hâli güzel. Hele ki şu dönemde. Pandemi yüzünden evlere kapandığımızda aslında ne kadar kendi kendimize olduğumuzu şaşarak fark etmiştik. Sen nasıl geçirdin bu dönemi?

Evde geçirdim tabii ki…

Hiç şarkı yazabildin mi? Pek çok müzisyen, bu soruya “içimizden gelmedi” cevabını veriyor…

Müzik için aynı şeyi söyleyemem ama söz konusunda ben de öyleyim.

Bir yandan tuhaf bir verimlilik de var sanki. Batuhan (Mutlugil) albüm çıkarttı mesela. Sen de öyle.

Evet, Batuhan’ın albümü çok güzel. Ari’nin ki de (Barokas) öyle.

Güzellik dersen üçünüzün albümleri birbiriyle yarışıyor…

Bazen kendi aramızda konuşurken “bir Duman festivali yapalım” diye dalga geçiyoruz. Sırayla çıkalım, solo solo çalalım, en sonunda Duman’la ortalığı karıştıralım…

Şahane fikirmiş bu! Soruya dönelim ama istersen…

Özellikle söz yazma konusunda çok sıkıntı yaşadım. Bunun için tamamen yalnız kalman, elini ayağını dünyadan çekmen gerekiyor ama buradaki yalnızlık bambaşkaydı. Beste yaptım mesela, hiç durmadım. Pandemi boyu gitarım sürekli elimdeydi. En fazla tatile gittiğim zamanlarda uzaklaşıyorumdur ama elimden hiç bırakmıyorum. Turneye giderken bile akustik gitarı yanıma alırım, odada yalnız kaldığımda çalmaya başlarım.

Hiç yeni şarkı çıktı mı bu süreçte?

Yeni beste çok. Bende de var, Batuhan ve Ari’de de… Toplasak belki 50-60 beste var elimizde. Bunların yarısına bakmışızdır beraber ama hep araya bir şey giriyor, tamamına erdiremiyoruz. Dağılıyoruz, birleşiyoruz, bir şeyler değişiyor, pandemi oluyor, şarkılar bir türlü ortaya çıkamıyor. Bunun için konsantre olup stüdyoya girmemiz gerekiyor.

Daha girmediniz mi?

Kendi stüdyomuzda bir şeyler oluyor, sürekli çalışıyoruz ama kayıt için girmedik. Girmeye karar verdikten sonra bir ayda çalar çıkarız.

Bu noktada sormazsam olmaz: Yeni Duman albümünü ne zaman dinleyebileceğiz?

Dediğim gibi sözleri bekliyoruz. Kafayı toplayıp sözleri bitirsek gerisi kolay. Besteler tamam.

“Mahzuni, ‘Haşlayın Beni’nin sonunda ‘işleyin beni’ der. Bu bir vasiyet bence. Aldım, yürütüyorum.”
Kaan Tangöze
Fotoğraf: Emre Durmaz

Dağıtmayalım, Âşık Mahzuni Şerif türkülerine dönelim… Beni en çok etkileyen dizelerden biri, “kadir bilmeyene kıymet verilmez”. Bu türkülerin yeniden yeniden söylenmesinde bu kadirbilirliğin rolü var diye düşünüyorum. Sende de var bu. Beslendiğin kökleri sahipleniyorsun, eserini onun üzerine kuruyorsun…

Bu doğal seyrinde gelişen bir şey. Yeniden söyleniyorlar çünkü çok güzel, çok değerli hepsi. Mahzuni, “Haşlayın Beni”nin sonunda “işleyin beni” der. Bu bir vasiyet bence. Aldım, yürütüyorum. Türkülerini dinlediğimde tüylerim diken diken oluyor. İlk etki sürüyor, her seferinde aynı şeyi hissediyorum. Müthiş! Her kelimesi altın. O dizilişlere inanamıyorum.

Üstelik, elimizdekiler az buz değil. Sadece Âşık Mahzuni Şerif özelinden baksak bile yüzlerce türküde kim bilir daha ne hazineler gizli…

Elime ne geçtiyse bakıyorum ben. Yayımlanmış, yayımlanmamış bir sürü türküsü geldi şimdi, çevreden. Tek tek dinliyorum hepsini.

Konserlerini hatırlarım ben. Ankara’da Atatürk Spor Salonu’nu aynı gün iki kere tıklım tıklım doldurduğunu bilirim. İnsanlar bu konserlerde bu türküleri hep bir ağızdan söylüyordu.

Değerini bilmek bu işte. İnsanlar yeterince sahiplenmiş.

Bir şekilde yaşıyor, yaşatılıyor ve hiç eskimiyor. Türkülerini zamanla değiştirdi, onlara yeni dizeler ekledi ama hiçbirini yok saymadı, unutmadı, unutturmadı. “Katil Amerika”yı iki farklı zamanda iki kere söyledi mesela… Amerika durmadıkça Mahzuni yeni dize ekliyordu.

Doğaçlama işte, caz gibi bir şey bu. Ufku geniş insanlar bunlar. Âşık Mahzuni Şerif, filozof gibi adam.

Bir yandan da yasaklanıyor bu türküler. Radyoda çalınmıyor, plakları toplatılıyor…

Davaları oldu, başına dertler geldi, Almanya’ya gitti diye biliyorum ben. Bir dönem orada yaşamak zorunda kaldı. Öldüğünde de oradaydı galiba. Kızılbaş diye adlandırılıyordu. Sözünü sakınmadığı için oluyor bunlar. Yazıyorsan onları da söyleyeceksin elbette.

Diğer devrimci ozanlarla aran nasıl? Bir dönem plakları çok satan İhsani, Zamani, Mehmet Koç, Emekçi gibi isimlerle mesain oldu mu hiç?

İhsani baltalı olandı, değil mi? Onu hatırlıyorum. Derya (Bengi) göndermişti. 2015’te albüm çıktığında, repertuvarıma yakışacağını düşünerek. Onu sevmiştim. Aslında diğer ozanlara da dalmam lazım. Benim bir üçlüm var: Neşet Ertaş, Âşık Veysel, Âşık Mahzuni Şerif. Onlara yoğunlaştım. Sadece sözler değil besteler de beni çok etkiliyor. Elbette her birinde başka bir tat var. Hazine çok geniş, bitmek bilmez. İyi ki öyle. O dediğin okyanuslara daldık mı oralardan daha kim bilir neler çıkar…

“Her şey bir yana, artık bir Duman albümü yapalım diyoruz.”

Bir tarafta da alaturka var… Senin Münir Nurettin Selçuk’u da çok sevdiğini biliyorum.

Bak ondan da konserlerde bir şarkı söylüyorum: “Biraz kül biraz duman, o benim işte” diye başlayan şarkısı…

Münir Nurettin Selçuk, şiirden beslenmiş. Vazgeçemediği bir şairi var, Yahya Kemal Beyatlı. Sende de aynısını görüyorum. Özdemir Asaf mesela, vazgeçilmezin, değil mi?

Öyle. Benim için bambaşka bir yerde. Şiir başka bir durum. Besteyi yapayım, oturayım da sözü besteye uydurmaya çalışayım gibi bir şey yok. Okurken geliyor kendi kendine melodi. Karacaoğlan’da da öyle oldu. “Bir Kız Bana Emmi Dedi” şiirini mırıldanarak okudum, sonra gitarı alarak sözleri aklıma gelen melodiye yerleştirdim. Böyle olmazsa olmuyor; sonradan oturtmaya çalışınca oturmamazlık olabiliyor ama okurken müziğini bulursan doğal bir şey çıkıyor ortaya.

Çıkmasa da şarkılarına giriyor ama bunlar. İlk albümdeki “Yalnızlık Paylaşılmaz” mesela, belli ki Asaf’tan etkilenerek yazılmış. Solo albümündeki “Bekle Dedi Gitti” ya da… Başta sözünü ettiğim zincire eklemlenme meselesine döneceğim şimdi, şairlerinden el alıp sözlerinin üzerine yeni sözler eklerken kendi sözünü de söylüyorsun.

Olması gereken bu. Dünyada da böyle oluyor çünkü.

Âşık Mahzuni Şerif türküleri söylemeye devam mı?

Birkaç tane solo konserim var, albüm sonrasında… Onlarda bu türküleri söylemeye devam edeceğim. Çaldığım sürece bu her zaman benimle ilerleyecek. Yenileri de eklenebilir tabii ama proje olarak baktığımızda, her şey bir yana, artık bir Duman albümü yapalım diyoruz.

Hepimiz aynı şeyi bekliyoruz.

O yüzden konsantrasyonumuzu artık ona yöneltsek iyi olacak. Solo albümlerimizi çıkarttık, konserlerimizi yaptık, bir rahatlama oldu. Artık yan yana gelme zamanı.

İnsan son albümü dinlerken ister istemez şunu düşünüyor: Keşke Mahzuni’yle yan yana gelseydiniz, birlikte bir şeyler söyleseydiniz.

Yan yana gelmek güzel olurdu ama bu da bir yan yana geliş. O yine bizimle yaşıyor.

Neşet Ertaş’la temasın oldu mu peki? Onun dönemine yetiştin…

Olmadı. Olabilecekken olmadı. Bostancı Gösteri Merkezi’nde konseri vardı, “gidelim” dedik, bir şeyler oldu, gidemedik. Gençlik işte.

Gençliğinin bir kısmı Ankara’da geçti, değil mi?

Evet. Ankara’nın yeri ayrı. A Bar, Graffiti, Manhattan… 1990’lı yıllarda oradaydım ben, yaşım daha 17. Üniversite okumaya gelmiştim, sevmiştim.

Ankara hem Neşet Ertaş’ın hem Âşık Mahzuni Şerif’in memleketi… Neşet Ertaş bir süre sonra başka yerlere göçmüş ama Mahzuni yerleşmiş, merkez üs olarak orayı tercih etmiş.

Ankara o yıllarda Türkiye’nin rock başkenti. Var bir damar.

Benim de gençliğim orada geçti ve en heyecanlı dönemimde yolum sizle kesişti. Limon’a gelişinizi beklerdik, en önde yerimizi alırdık, bağıra çağıra şarkılarınıza eşlik ederdik. Şu cümleyi çok rahat kurabiliyorum: Ben Duman’la büyüdüm.

Biz de öyle büyüdük. Ari’yle çocukluk arkadaşıyız zaten. Batuhan’la da çok erken dönemde tanıştım. Onun başka bir grubu vardı, biz başka grupta çalıyorduk ama ara ara sahnede takılıyorduk.

Bu takılmalar sırasında enteresan şeyler de oluyordu sanki. Ankara konserlerinizden bir Ebru Gündeş şarkısı hatırlıyorum, “Dön Ne Olur”. Ne güzel söylerdiniz onu. Sonra neden bıraktınız?

Olmadı o. Bir türlü içimize sinmedi. Sonra da kendi kendine düştü. Belki bir daha çalarız. Çok güzel çünkü, enteresan bir şarkı bu. Konserde söylediğimizde güzel tepkiler de alıyorduk.

Yeri gelmişken sorayım, yeni cover var mı yolda?

Kafamın içinde bir kısım şarkılar dönüyor ama daha arkadaşlarımla da paylaşmadım, söylemeyeyim şimdi. Sürprizli bir durumlar olabilir.  

Şunu hep merak ederim: Yan yana geldiğinizde türkü dinliyor musunuz?

Elbette. Biri son anda bir şey keşfettiyse getiriyor. Turnede o küçük kolonlarımız hep yanımızda. Bağlayıp hemen dinliyoruz.

Turnelerde etrafı dolanma şansınız oluyor mu? Moğollar mesela, bir dönem turnelerde gittikleri yerden çok beslenmiş. Yörelerde öğrendikleri türküleri repertuvarlarına almışlar.

O dönemde yaşasak biz de o tarz bir etkileşime geçerdik belki ama şimdi devir çok değişti. Hem her şeye her yerden ulaşabiliyorsun hem de hayat alabildiğine hızlandı. Gidiyorsun, otelde biraz dinlenip konsere çıkıyorsun, sonrasında yine otele dönüyorsun ve kendini odaya atıyorsun… Arabayla yakın yerlere gidiyoruz ama o yolculuklarda da kafa dağıtmak için futbol falan oynuyoruz. Yoksa geçmiyor o yol! Yine de ne yaparsak yapalım bir şeyler dinliyoruz. Erkin Baba’sız olmuyor mesela, illa onun bir şarkısı döner konser öncesinde, kuliste ya da otelde. Onunla güzel hatıralarımız da var. Herkes bir yana, o bir yana. Sahiden babamız gibi.

Bir dönem rock kulvarında türkülerden beslenenlere baktığımızda hikâye hep aynı isimler etrafında dönüyor: Barış Manço, Cem Karaca, Fikret Kızılok, Erkin Koray ilk akla gelenler. Sonrasında Edip Akbayram, Selda Bağcan gibi isimler ekleniyor bunlara. Burada dikkat çeken şey, diğerlerinin aksine Erkin Koray’ın Mahzuni’den hiç beslenmemiş olması. Neşet Ertaş’tan beslenmiş mesela…

Bu enteresan elbette ama Erkin Koray’ın onun farkına varmamasına imkân yok. Batılı bulmuyor olamaz çünkü Doğu’dan da etkileniyor. Batı bir yana Mısır’dan Hindistan’a uzanıyor. Vardır bir bildiği. Karakterini de seviyoruz. Nettir, kapalıdır. Kimseye eyvallahı yoktur.

O dönem net bir ayrım da var: Solcu olanlar ya da kendilerini öyle tanımlayanlar doğrudan Âşık Mahzuni Şerif türküleri söylüyorlar ama sola pek yaklaşmayanlar Neşet Ertaş türkülerine yöneliyor. Bugün ikisi artık yan yana geldi sanki…

Onları solcu-sağcı diye ayırmak çok doğru değil. Hepsini kapsayan bir zihne sahip kafaları, dünyaya öyle bakıyorlar. Mahzuni’de sağ-sol ayrımından çok Alevilik üzerinden bir kendini tanımlama hali var. Buradan gelen bariz bir ezilme var ve türkülerinde onu dillendiriyor.

Etkilendiğin ilk Mahzuni türküsünü hatırlıyor musun? Hangisi seni vurmuştu?

Muhtemelen bu yaptıklarımdan bir tanesi. Albümde sırasıyla hepsi tokat gibi geliyor zaten. Sözlere bakarsan, ilk etkilendiklerimden biri, “Gizli Gizli”nin sonundaki “dakikam içinde yıl gizli” dizesi. Onu duyunca bir durup düşünüyorsun.

“Deprem yok da neden evim yıkıldı / Bu işte bir yaman el gizli gizli” dizesi de orada… Bu da beni çok etkilemişti.

Hepimizin hayatını özetliyor işte.

Bir yanda da “Boşu Boşuna”daki o yalnızlık, çaresizlik hâli var.

Oradaki, hiçlik. Koskoca hiçlik felsefesini almış şarkıya oturtmuş. Daha ne olsun?

Sona geldik, kritik soruyu sorayım. Önümüzü nasıl görüyorsun? Müzikal durum, memleket hâlleri, aklına ne gelirse… Şöyle sorayım ya da: Ne olacak bu memleketin hâli?

Çetin Altan’ın dediği gibi, enseyi karartmamak lazım. Bu felsefeden yola çıkarak ilerlersek, 2023’te artık bir değişim olacak ve bu pozitif olacak diye hissediyorum ben. Öyle düşünmek istiyorum. Fenerbahçeliyim, Fenerbahçe konusunda da pozitif düşünmeye çalışıyorum. 

Bir Fenerbahçeli olarak şunu söyleyeyim: Takım çok yoruyor son zamanlarda bizi…

Matematiksel devam ediyorsa, bir gün olacak. Ben her zaman oradayım, o felsefede ilerliyorum. İyi olacak diye bakmak lazım. Pesimist olmamalıyız. Gerçekten bence bu seçimlerde bir değişim olacak diye hissediyorum. Olmazsa zaten durum fena. 

  1. Batı’nın alıştığından farklı: Deadly Prey Gallery

    80’lerden bugüne; göz alıcı, abartılı imgeler ve capcanlı renkleriyle büyülü Gana film posteri geleneği.

  2. Rajab Eryiğit’in öz vatanı olarak Amerika

    “Amerika’ya gitsem bile Amerika’da olduğumu hissetmem.”

  3. Aklımdakiler: mor ve ötesi

    Merve Dizdar, Can Öz, Mabel Matiz, Simge Pınar, Can Karadoğan, Nisan Ak, Kanat Atkaya ve Cem Kayıran’dan mor ve ötesi’ne sorular var.

  4. Bir zorunluluk olarak yaratmak: Planningtorock ve dünyasını anlama biçimleri

    Planningtorock ile üretim motivasyonundan bedeniyle kurduğu ilişkiye, aidiyet özleminden turne planlarına varan bir sohbet.

  5. Mahzuni’yle her seferinde yeniden tanışma: Anlat bize Kaan Tangöze

    “Mahzuni, ‘Haşlayın Beni’nin sonunda ‘işleyin beni’ der. Bu bir vasiyet bence. Aldım, yürütüyorum.”

  6. Modern Japon müziğinin mimarı Makoto Kubota neler neler anlatıyor

    Bir yaşayan efsane, yeniden canlanan kayıtlar ve onlarca hatıra.

  7. 8 yazarın zihnini kurcaladık

    2020’nin son çeyreği ve 2021 içerisinde kimi ilk kimi yeni kitabını yayımlamış sekiz yazar, heyecan duyduğumuz yaratım dünyalarına dair merakımızı cömertçe giderdi. Burçin Tetik, Deniz Poyraz, Derya Sönmez, Emirhan Burak Aydın, Hande Ortaç, M. Özgür Mutlu, Sinem Sal ve Yiğit Karaahmet’e sorduk.

  8. İyi dost her şeydir: Bora Akkaş ve Emir Çubukçu sohbeti

    Tiyatro, diziler, halı saha WhatsApp grupları, öykü yazarlığı ve dahası.

  9. İnternetin geleceği ve Web 3.0: Umut mu, hayal mi, zırvalık mı?

    Okuduklarımız, gördüklerimiz, duyduklarımızdan derlediğimiz bir beraber düşünme pratiği.

  10. Sorularla, cevaplarla NFT âleminde geçen bir yılın ardından

    Türkiye parantezinde farklı disiplinlerden isimler, NFT’ye dair aklımızda dolananları cevaplıyor, deneyimlerini paylaşıyor.

  11. Butik olsun, küçük olsun ve keyif alınsın: Esra Muslu ve Selim Cenkel sohbeti

    Zahter London ve Marsel Lokumları’nın yaratıcıları, geleneksel lezzetleri korumak ve farklı şekillerde ortaya çıkarmak üzerine zihin açıcı bir muhabbete oturdu.

  12. Michel Franco seyirciyle diyalog kurabilmeye inanıyor

    Meksikalı yönetmen Michel Franco ile geçtiğimiz aylarda vizyona giren filmi “Nuevo orden”, ödül sistemine dair hisleri ve daha fazlası üzerine konuştuk.

  13. Ingvar Sigurðsson için her şeyin başı senaryo

    Ingvar Sigurðsson ile ödüllü “A White, White Day” performansının hazırlık sürecinden, konuk oyuncu olarak rol aldığı “Succession”a dair hislerine uzanan bir sohbet.

  14. Yakın dönemde radarımıza girmiş 16 yerli tasarımcı ve üretici

    Geçtiğimiz sene yola çıkan ya da yeni takibe aldığımız; kimi bireysel kimi ise ekip hâlinde çalışan yerli tasarımcı ve üreticilerle konuştuk.

  15. 2021: En iyi 100 yabancı albüm

    Yıl sonu albüm listelerini hazırlamak zevkli olduğu kadar her zaman zorlu bir süreç. 2021 de bereketli bir katalogla bu işi hiiiç kolaylaştırmadı doğrusu.

  16. 2021: Yerli sahneden 65 kayıt

    Uzunçalarlar ve EP’lerden karışık 65 kayıtla, 2021’de yerli sahneden neler dinledik, hatırlayalım.

  17. 2021: En iyi 10 toplama albümü

    Meksika'dan Güney Afrika'ya, Hollanda'dan Kolombiya'ya, 2021’den favori toplama albümlerimiz burada.

  18. 2021: En iyi soundtrack albümler

    Mark Mothersbaugh, Hans Zimmer gibi soundtrack denince akla gelen ilk isimler ile Mica Levi, Dan Deacon gibi kalıplar ötesi üretenler...

  19. 2021: En iyi 75 film

    Geniş havuzdan seçim yapmak hiç kolay olmasa da bir o kadar geniş jürimizle güçleri birleştirdik, 75 filmlik bir kayıt tuttuk.

  20. 2021: Türkiye sinemasından 15 film

    Özellikle ilk uzun metrajını çekmiş yönetmenlerin ve çıtayı yükselten belgesellerin iz bıraktığı bir senenin ardından.

  21. 2021: En iyi 40 yabancı belgesel / belgesel serisi

    Farklı coğrafyalara kamerayı çevirirken sorgulatan, ilham veren, gündem belirleyen veya sadece iyi vakit geçirten 40 belgesel.

  22. 2021: En iyi 10 dram dizisi

    Seyir zevki yüksek, sarsıcı, içerik ve biçimiyle çıtayı yükseğe çıkaran hangi yapımlar gündemimizdeydi? İşte 2021’in bizce en iyi 10 dram dizisi.

  23. 2021: En iyi 10 suç dizisi

    İlkeleri ve sevdikleri arasında kalan dedektifler, ne olursa olsun izini kaybettiren seri katiller, adalet düzenindeki sistematik ırkçılığın kurbanları ve dahası. İşte 2021’den favori suç dizilerimiz!

  24. 2021’in en iyi 10 komedi dizisi

    Dikkat! Yine sadece ekran macerasına 2021’de başlamış komedi dizilerinden bir seçki yaptık.

  25. 2021: En iyi 10 bilim kurgu / fantastik dizi

    Bilim kurgu ve fantastik dizi seçkimize edebiyat klasikleri ağırlığını koydu, animasyonlar yine eksik kalmadı.

  26. 2021: Türkiye yapımı 10 dizi

    Psikolojik gerilimden dönem hikâyesine, absürt komediden seri katil anlatısına 2021'den Türkiye yapımı diziler.

  27. 2021: Gündemimizden 50 kitap

    Gündemimizden 50 kitap seçkimiz 2021’de Türkçede basılmış kitaplardan oluşuyor. Kurmacalar ve kurmaca olmayanlar bir arada.

  28. 2021: En iyi 10 tiyatro oyunu

    2021'in en iyi tiyatro oyunları seçkimiz, prömiyerini 2021'de yapmış işlerden oluşuyor ama bir de bonus var.

  29. 2021: En iyi 30 podcast

    Bu sefer Ne Dinlesek? sorunuza podcastlerle cevap veriyoruz. İlk bölümü 2021’de yayımlanmış podcastlerden Türkçe ve İngilizce karışık, 30’luk bir seçki yaptık.

  30. Künye