Söz konusu, her zaman dediklerine kulak kesilmenin icap ettiği mor ve ötesi gibi bir grup olunca; 10 yılın ardından yeni bir stüdyo albümüne kavuşmanın yarattığı heyecan bir başka oluyor. 2022’nin ilk günlerinde yayımlanan Sirenler de 10 yıldır gün sayan dinleyiciler gibi zamanı kurcalıyor. Geçmiş, Şimdi ve Gelecek olmak üzere üç bölüme ayrılan yeni mor ve ötesi albümü, kolektif hafızalarda yer edinmiş sahnelere birlikte bakarken aynayı da kendimize doğrultmanın önemini vurgular nitelikte.
Sirenler’den hareketle mor ve ötesine sorular topladık. Grubun tınısı nedir? Sirenler ve Gül Kendine aynı teknede yoğrulmuş olabilir mi? Albüm onlarda nasıl hisler uyandırdı? Harun Tekin ve Kerem Kabadayı’nın yanıtlarına mvö arşivinden fotoğraflar eşlikçi.
Merve Dizdar sordu:
Ben mor ve ötesi’nin hangi şarkısını dinlersem dinleyeyim hep aynı şeyleri düşünüyorum. Bu şarkıların hayatımın her döneminde bir karşılığı var sanki. 10 yıl önce dinlediğimde yine çok etkilendiğim bir şarkı, şimdi dinlediğimde başka bir yerden yine etkiliyor. Benim için her zaman bir duygusal karşılığı var şarkılarının. O yüzden bu şarkıların nasıl yazıldığını merak ediyorum. Yani bir şarkı üretirken o günlerde yaşadığınız şeyleri mi düşünüyorsunuz, yoksa daha zamansız ve daha genel mi düşünmeye çalışıyorsunuz? Çünkü siz aşktan söz ettiğinizde, ben iş hayatımdan bile etkisini hissedebiliyorum.
Onlarca şarkı, onlarca farklı ortaya çıkış hikâyesi demek. Ancak zamanla giderek oturan bazı yaklaşımlarımız da var galiba. Mesela çok fazla güncele/gündeme odaklanmamaya çalışıyoruz. Size sunmaya hazırlandığımız şeylerin hepsinden dinleyici ve okuyucu olarak bizim çok memnun olmamız gerekiyor. Çok memnun değilsek paylaşmamaya, ve konu olarak da tavır olarak da güncel olanla sınırlı kalmamaya gayret ediyoruz. Tabii ülkemizin herkesi olduğu gibi bizi de sürekli tam olarak şu anda yaşanana doğru çekme gibi bir huyu var. Belki o yüzden daha da fazla çaba harcamak gerekiyor. Şarkıların dinlediğiniz zamana göre farklı hisler ve anlamlar oluşturabilmesi ise bize söyleyebileceğiniz en güzel şeylerden biri. Hem anlamların zamanla değişip genişleyebilmesi çok güzel, hem de bu şekilde onlar bir süre sonra sizin de şarkılarınız oluyorlar ki bu “biz” duygusu da çok sevdiğimiz bir şey.
Cem Kayıran sordu:
Formüller ve algoritmalar çağında bir grubun doğrudan dinleyiciye seslenebilmeyi mesele etmesi, mesajı önceliklendirmesi, “Yüzümü gördüğünde gül artık. Biz, bir kabusu yendik.” diyebilmesinin değeri hafife alınmamalı. Sirenler için ilk adımları attığınız zamanlarda, sektöre yönelik pratiklerinizde herhangi bir değişiklik, güncelleme ya da bir şeylerden ödün verme gereksinimi veya endişesi yaşandı mı? mor ve ötesi bu tür nüanslar üzerine kafa yoruyor mu?
Ürettiğimiz müziğin/sözlerin/şarkıların kendileriyle ilgili olarak her zaman aynı kriter geçerli: “bizim için sanat.” Yani kendi yaptığımız şeyi beğenmemiz en önemli ve vazgeçilmez kriter. Bu yüzden; müziğin/sözlerin/şarkıların üretim aşamasında yayının hangi zamanda gerçekleşip hangi mecralar üzerinden paylaşılacağı herhangi bir önem arz etmiyor. Ama iş onları paylaşma ve duyurma aşamasına gelince, hangi çağda yaşadığımıza dikkat etmek bir tercih değil zorunluluk. Tamamen kendi doğrularımıza göre oluşturduğumuz Sirenler’in de tıpkı diğer albümlerimiz gibi, “duysa hoşlanacak olan herkes” tarafından bilinmesini ve dinlenmesini isteriz. Bunun içinse sürekli bir öğrenme hâli içinde olmak şart ve bundan da çok şikayetçi değiliz. Bütün bunlara kafa yormanın galiba en zorlayıcı yanı, sosyal medyada kendi yaptıklarımızdan biraz fazlaca bahsetmek durumunda kalmak. İletişimin bu yönünün bütün sanatçıları şu ya da bu düzeyde zorladığını da tahmin ediyoruz.
Nisan Ak sordu:
mor ve ötesi’nin tınısı nedir? Ne öğeler barındırır?
Çok başarılı bir orkestra şefine bunu anlatmaya çalışmanın riskleri var ama deneyelim! Temel elementleri saymak gerekirse: Müziğin diğer öğeleriyle çok özgün ve organik biçimde ilişki kuran bir davul; olağanüstü melodik, zarif ve dominant bir bas, sürprizlerle tanıdıklıkları dengelemeyi seven iddialı gitarlar ve ne söylediğinin anlaşılmasını önemseyen bir şarkıcı. Ve bu elementlerin arasındaki bizim de zaman zaman anlam vermekte güçlük çektiğimiz kadar kuvvetli bir “grup kimyası”. Tabii ki çok başka biçimlerde de anlatılabilir, hatta şefimiz belki bizden de iyi anlatacaktır, ama ilk akla gelen anlatımlardan biri böyle olurdu herhalde.
Can Karadoğan (İTÜ Miam) sordu:
Gül Kendine albümü yayımlandıktan sonra, sanırım 2003 yazında Harun Tekin ile görüşmüştük. “Bazı şeyleri şimdi çözdüm” demişti bana. Sonra Dünya Yalan Söylüyor yayımlandı. O geçiş döneminde grupça yaşadığınız değişim neydi? O ivmeyi yakalayacak gücün kaynağını hep merak ettim.
Galiba ölçekler büyüdü. Çıkardığımız ses, konserlerde karşılaştığımız seyirci sayısı, müziğin toplumla kurabileceği ilişkilere dair fikirlerimizin gücü, hayatın/dünyanın değiştirilebilirliğine olan inancımız… Bunların hepsi 2002-2003 döneminde hissedilir biçimde büyüdü. Bunların albüme yansımaması da mümkün olamazdı herhalde. Dünya Yalan Söylüyor öncesinde “bu sefer” büyük bir ses çıkartmak istediğimizi net bir şekilde hatırlıyoruz. Fakat bunun içinde, eğer “bu sefer de” büyük bir ses çıkaramazsak, belki de sesimizin tükenmeye yüz tutacağına dair bir sezgi vardı galiba.
Mabel Matiz sordu:
Yıllar sonra yeni bir mvö albümü dinlemek harika! Umutla, iyilikle doldum Sirenler’i dinlerken. Yaparken sizde neler uyandırdı, neler hissettirdi? Yaratıcı süreç hakkında daha fazla içerden bilgi, varsa bir anekdot alabilir miyiz?
Bunları senden duymak çok değerli, teşekkürler Mabel! Senin de tahmin edebileceğin gibi anekdotlar anlat anlat bitmez. Ancak bize en ilginç gelen anlardan biri, henüz bu çalışmanın bir albüme evrilmesinin ne kadar zaman alacağını henüz bilmez ama birkaç şarkı kaydedebileceğimizi bilirken, Babajim’deki ilk kayıt seansımızın ilk gününde Harun ve Melisa’dan gelen Covid haberiydi. Bu sebeple 5 Nisan 2021 sabahı, ekipmanı taşıyan araç eşya indirmeye başlamadan hemen önce bu seans iptal oldu. Ve belki de bu zorunlu arada yazılan sözler ve melodiler sayesinde, birkaç hafta sonra bütün bir albümü kaydetmek üzere stüdyoya girebildik. Albüm süreci böyle irili ufaklı anlarla dolu. Önce planlandığı gibi gitmeyip sonra planlanandan çok daha büyülü bir hâle evrilen şeylerle. Belki de sirenlerin etkisidir!
Kanat Atkaya sordu:
Sirenler için mvö diskografisinde hep favorim olan Gül Kendine ile, o dönemin ruhu ile aynı teknede yoğrulmuş diyebilir miyiz? Dünya Yalan Söylüyor gibi bir artçı beklemeli miyiz? “İstiklal” için ayrıca teşekkür ederken, bir yandan da “Gül Kendine plağı gelecek mi?” diye bıktırarak sorabilir miyiz?
“İstiklal” diye bir şarkımız varsa onun için bütün ortak anılarımıza, hayallerimize ve yaşadığı yere değer vermeyi bilen eski dostlarımıza teşekkür etmeliyiz ve tabii sana da Kanat! Gül Kendine ile Sirenler arasında duygudaşlık hisseden başka dinleyicilerimiz de var ve bu fikir şöyle okuyunca bize de anlaşılır geliyor: Her iki albüm de bağırmamaya çalışıyor, umut arıyor, dinleyiciye yer bırakmak istiyor ve zaman kavramıyla uğraşıyor. Fakat müzikal ve sözel olarak da epey farklılar. Artçılar, malum, her zaman tahmin edilemiyor ama genelde geliyorlar. Plaklar ise daha tahmin edilemez şeyler!
Can Öz sordu:
2005’te Rakun Müzik’i kurdunuz ve bildiğim kadarıyla o günden beridir tüm albümlerinizi ve parçalarınızı buradan yayımladınız. Hatta eski albüm haklarınızı da alıp buraya aktardınız. Bu kurulumu tetikleyen tam olarak neydi veya nelerdi? Ayrıca son olarak, Rakun ismi nereden geliyor?
Rakun’un kuruluşuna ve bugüne dek varoluşunu sürdürmesine yol açan en önemli motivasyon kaynağı elimizdeki olanaklarla sevdiğimiz müziğin üretimine katkıda bulunacak bağımsız bir yer yaratma isteğiydi. Bu müzik elbette mor ve ötesi’nin müziğiyle de sınırlı değildi; 2008 civarında Sakin ve Gren’le başlayıp bugün Başka Yer ve birçok başka müzisyen dostumuzla büyüyen bir çevresi var Rakun’un. Klasik bir plak şirketinden çok, sevdiğimiz müzisyenlerle paylaştığımız bir yapım evi aslında; aynı zamanda mor ve ötesi olarak Dünya Yalan Söylüyor albümünden bu yana yayımladığımız her şeyin yasal haklarına sahip olmamızı sağlayan kurumsal bir kıyafet gibi. Plak şirketimizin adının niye Rakun olduğunun en basit açıklaması da aslında üstünde çok fazla düşünmemiş olmamız. Adı öneren Kerem (Kabadayı) oldu ve Beavis & Butt-head‘in 3. sezon 3. bölümünde geçen “Killer Racoon Fish” ifadesiyle bir alakası var sanırız!
Simge Pınar sordu:
Sirenler’i bir bütün olarak ilk kez çıktığı gün, albümünüzün lansmanının gerçekleştiği Çiçek Pasajı’na doğru yağmur altında yürürken dinledim. Çok sevdiğim albümleri dinlediğim ilk ânı hiç unutamam. Albümün son üçlüsü “Tünel”, “İstiklal” ve “Park” ile Beyoğlu’nda tanışmak ve hemen sonrasında konserinize girmek büyüleyiciydi. Sirenler’i dinlerken Beyoğlu’na derin bir özlem duydum; özlem yerini çok geçmeden şefkate bıraktı. Oranın evimiz olduğu zamanları hatırladım, evimize bir gün yeniden döneceğimize dair umuda kapıldım. İyi ki varsınız. Sizin de karşılaştığınız ânı hiç unutamadığınız albümleri merak ediyorum.
Sen de iyi ki varsın Simge! Beyoğlu’ndaki müzik dükkânlarında karşılaşıp bir hazine bulmuş gibi hissettiğimiz o kadar çok albüm var ki her birimiz kendi definelerimizi saymaya kalksak koca bir liste çıkar. Ancak dördümüzün de hayatında yer etmiş bir tane albümü anmak yeterli olur herhalde. 1996 yılı, mayıs ayının sonları, lise mezuniyetine ramak kala çıkan Everything Must Go. Bu albümün çıkışıyla ilgili hikâyelerimizi bir araya getirdiğimizde aslında ortaya neredeyse tek bir hikâye çıkıyor: Dördümüz de önce “A Design for Life” single’ını televizyondan görüp önce kamyon çarpmışa dönmüşüz; ardından albüm çıktı – çıkacak beklentisiyle kasetçileri gezmişiz haftalarca. En nihayetinde albümü vitrine ilk koymayı başaran İstiklal Caddesi’ndeki Megavizyon olmuş; dördümüz de albümü ilk gördüğümüz yerde kapıp walkmanlerimizde döndürmeye başlamışız hemen. Manic Street Preachers’ın başyapıtı sayılabilecek bu albümün her bir şarkısı hâlâ ilk günkü etkisini koruyor.