Eren Alıcı belirsizlikten keyif alıyor, akıntıyı takip ediyor

Röportaj: İlayda Güler

Arkanıza yaslanın, gözlerinizi kapatın ve dinleyin; bırakın, o’na dair her şey akıp geçsin. Aşkın bedeni kıpırdatan, ruhu aydınlatan o sıcak, büyülü hissi ile korkutan, yaprak gibi savuran ikilemlerini dört dakikada deneyimleyeceksiniz. Tüy hafifliğindeki düzenlemesiyle etrafınıza, bu acı-tatlı duyguları nefessiz kalmadan hatırlatacak bir ses kozası ören “Kördüğüm”, Eren Alıcı’nın kendi adıyla yayımladığı ilk şarkı aynı zamanda. Bir özgürleşme döneminin yansıması, yeni bir sayfanın ilk satırı anlayacağınız. 

Uzun yıllardır üretimlerini Evdeki Saat çatısı altında sürdüren Eren Alıcı’yla “Kördüğüm”ün açtığı yolu, müzik yapmaya dair güncel tavrını, toksik ilişkileri ve oyunculuk deneyimini konuştuk.

Evdeki Saat şarkıları benim için hâlâ içinden geçmekte olduğum 20’lerin; bitmeyen sorgularını, kaygılarını, kaybolmalarını, büyük yaşanan duygularını okuyabildiğim bir günlük etkisinde. Senin için ne ifade ediyor? Üretimlerine yeni bir personayla, kendi adınla devam etmek istemenin sebeplerine dair neler söylersin? Evdeki Saat’i rafa kaldırıyor muyuz yoksa devam mı?

Öncelikle Evdeki Saat kesinlikle çok değerli bir günlük benim için. 2014 yılından beri ne kadar büyüdüğümü; problemlerimin, bakış açımın nereden nereye geldiğini gösteren bir hatırlatıcı. Ömrümün sonuna kadar bakıp duracağım bir günlük. Ne var ki Evdeki Saat’le olan iletişimimin bir biçimi var ve bu biçim beni doyurmamaya başladı. Dışarıda kocaman bir dünya var ve kendimi hayatımın sonuna kadar bir biçimle sınırlı tutamayacağımın farkına vardım. En azından bu yaşımdayken. 

Sadece kendi adımla da üretim yapmayacağım. Başka personalar da eklenecek yavaş yavaş. Tıpkı aile evindeki davranışlarınla gece dışarı çıktığın arkadaşların, lise arkadaşlarınla bir araya geldiğindeki davranışlarının aynı olamaması gibi; müzik üretimi de böyle sanırım. O yüzden rafa kaldırmıyoruz. Başka bir şehre taşınmak gibi. Evdeki Saat devam edecek.

Eren Alici olarak paylaşacağın üretimlerin daha farklı bir yaklaşımın ya da ruh hâlinin çıktısı mı; öyleyse nasıl? Eren Alici’nin müziğinden bahsedebilir misin biraz?

Eren Alici, Evdeki Saat’e göre biraz daha ne yaptığını bilmeyen ve bu durumdan daha az ödün veren bir karakter. “Beni beğenin.” diyen birisi değil. İnsanlarla bir şeyler paylaşmak istiyor ve bunu belirli bir biçim içinde yapmak istemiyor. Türkçe indie pop, synth pop çerçevesinin içinde değil mesela. Belirsizlikten keyif alan biri. Akıntıyı takip ediyor.

Geçmişteki şarkılarına göre daha akustik seyreden “Kördüğüm” kas gevşetici, efsunlu titreşimler yayıyor etrafa. Duygular prodüksiyona nasıl, ne tür kararlarla yansıdı? O dönem kulağına dolan, fikir veren neler vardı? 

Bu şarkıyı tam olarak bu titreşimleri yayması amacıyla bu şekilde düzenledim diyebilirim. Anlattığım şeyi yaşarken hissettiğim şey bu yoğunluktaydı çünkü. Bazı küçük “kitch” diye tanımlanabilecek sesler var ve tamamen bilerek koydum. Biraz ASMR da olsun istedim parçanın içinde. 

Çok eskiden yaptığım Seksüel Liste isminde bir Spotify listesi vardı. Tam olarak bu enerjileri veriyordu. Sanırım düzenlerken kulağımda bu liste yer edinmişti. Aynı zamanda Smoke City’nin Flying Away albümündeki birçok şarkı da ilham oldu bana. Özellikle “Giulietta” şarkısı bu bahsettiğim sesler için ilham oldu.

“Kördüğüm”, zehirli olduğu fark edilmiş bir aşktan vazgeçememek hakkında. Son yıllarda sinemada da müzikte de çokça tema ediniliyor ilişkilerdeki “toksik”lik. Güçlü anlatılara zemin oluşturuyor, öte yandan popülerleşen pek çok şey gibi onun da içi boşaltılıyor sanki. Bu kavram ve bu gidişat hakkında ne düşünüyorsun?

Şimdiye kadar duyduğumuz bütün büyük hikâyeler toksik diye düşünüyorum. Dinlemeye, izlemeye değer bir hikâye oluşması için iki zıt kavram arasındaki zehirli anlaşmazlığı görmemiz gerekir her zaman. Bu; iki âşık, ebeveyn-çocuk şeklinde farklı farklı hikâyelerle karşımıza çıkabilir. Belki kelime olarak “toksik” hayatımıza yeni girmiş olabilir ama toksiklik insanlığın en başından beri etrafımızda dolanan bir olguydu. Bence içi boşaltılamayacak kadar hayatımızın merkezinde ve öyle olmaya devam edecek. O yüzden farklı bir şeye dönüşeceğini veya içinin boşaltılabileceğini düşünmüyorum.

Bu sene Tribeca Film Festivali’nin resmî seçkisinde yer alan Öte filminde de varsın. Yollar nasıl kesişti, oyunculuk serüveni nasıl geçti? Farklı disiplinleri deneyimlemeye açık birisin. Gelecek planların arasında bu gibi başka sürprizler de var mı?

Ciddi anlamda ilk defa oyunculuk yaptım. Filmin yapım ekibinden Eda (Çarıkçı), Bursa Anadolu Lisesi’nden arkadaşımdı. Böyle bir rol olduğunu, oynamak isteyip istemediğimi sordu. Ben de istediğimi ama becerip beceremeyeceğimi bilmediğimi söyledim. Audition yaptık ve yönetmenler memnun kaldı. Böylece bir serüven başlamış oldu. 

Filmi tamamen izlemeye korkuyorum hâlâ, izlemek oynamaktan daha zormuş sanırım. Bir de filmin yarısından fazlası İngilizce repliklerden oluşuyordu. O da ayrı bir deneyimdi benim için. İleride oyunculuk da yapmak isterim tabii ki; neden olmasın. Kafamda başka bir kapı açtı kendimle alakalı. Hiç bilmediğim yönlerimi, özelliklerimi keşfettim oynarken. Gelecek planlarımda sürprizler var, daha çok müzikle alakalı. 2025 yılını beklemekteyim hayata geçirmek için.