“I’m afraid of Americans”: John Lennon - Murder Without a Trial

Yazı: Utkan Çınar

8 Aralık 1980 akşamı, yani bundan tam 43 yıl önce gerçekleşen bir cinayet. Kurbanı John Lennon. 

Yaşananları olayın tanıklarından taksi şoförü Richard Peterson ve Jay Hastings’in yanı sıra katil Mark David Chapman’ın avukatı Elliot Mintz ve nice isimle yapılmış röportajlar ve arşiv görüntüleriyle tekrar masaya yatıran üç bölümlük Apple TV+ serisi John Lennon: Murder Without a Trial’ı izledik. Anlatıcı olarak Kiefer Sutherland’in mikrofon başına geçtiği yapım, daha önce pek çok true crime belgeselinde imzası olan Nick Holt tarafından yönetilmiş.

Bu yazı, henüz John Lennon: Murder Without a Trial belgeselini izlememiş olanlar için bazı sürprizleri bozabilir.

Ne hakkında?

Üç bölüme ayrılmış bu seride; 8 Aralık 1980 akşamı John Lennon’un apartmanının önünde 25 yaşındaki Mark David Chapman tarafından öldürülüşü ve sonrasında yaşananları izliyoruz.

Zaman dilimi ve mekân

İlk bölüm cinayetin işlendiği güne odaklanırken; devamında soruşturma, dava süreci, Chapman’ın geçmişi ve sonunda da günümüze kadarki gelişmeler ele alınıyor.

İlk intiba?

Bu son derece berbat cinayeti hatırlamak çok iyi bir tecrübe olmasa da özellikle “Son Gün” adını taşıyan ilk bölümde tüm tanıkların bugünden bakarak gördüklerini anlatmaları oldukça ilgi çekici.

İzlemeden önce bilinmesi gerekenler

1980 yılının sonbaharı hakikaten bayağı depresif bir zaman. Eylülde yaşadığımız ülkeyi düşürdüğü karanlık kuyudan hâlâ çıkamadığımız askerî darbe, ekimde zatıalinizin doğumu (!!), kasımda Reagan’ın ABD başkanı seçilişiyle neoliberalizmin azgın döneminin başlangıcı ve aralıkta da Lennon’ın ölümü. 1975’ten sonra New York’ta bir nevi inzivaya çekilen ve Yoko Ono ile oğulları Sean’la ilgilenen John Lennon (bazı kaynaklar Lennon’ın tembel ve boşvermiş bir dönem; yani evcil hayatın keyfinden çok, depresif zamanlar yaşadığını da söyler) ölümünden iki hafta önce ve altı yıl aradan sonra bir solo albüm yayımlar. Double Fantasy gayet de güzel bir albümdür. Müziğin heyecanını tekrar hissetmeye başladığını hissederiz.

Belgesel nasıl yöntemler/malzemeler kullanıyor? 

Yapımın en kuvvetli yanı konuyla ilgili herkesin aranıp bulunup fikirlerinin alınabilmiş olması. Chapman’ı suç mahaline götüren taksiciden; apartman görevlisine, savunma takımı üyelerinden Chapman’ı muayene eden sağlık görevlilerine herkes konuya dâhil olmuş. Bugüne kadar bahsi geçmeyen kayıtlar, zengin arşiv görüntüleri de artı puan. Lennon veya The Beatles müziklerinin kullanılmamış olması da mantıklı olmuş, dikkat dağıtmıyor. Anlatıcı Kiefer Sutherland de basit ve açıklayıcı mevcudiyetiyle görevini iyi yapıyor.

En çok neyi sevdin?

Böyle bir konuda “sevmek” tabirini kullanmak güç. Aslen true crime janrında sayabileceğimiz belgeselin sansasyona dalmaması, sadece odaklandığı ögelere bağlı kalması iyi olmuş. Chapman’ı bir psikopat olarak şeytanlaştırma yoluna gitmiyorlar, yeterince objektif.

En az neyi sevdin?

Yapımın 35 dakika civarı üç bölüme ayrılması gerekli miydi, bilemedim. Tek bir film olarak sunulabilir ya da Chapman’ın geçmişi, Lennon’ın o dönem yayımladığı albüm ve dünyanın sosyal, politik ve kültürel ortamındaki ağırlığından daha çok bahsedilebilir ve süresi uzatılabilirmiş. MK Ultra muhabbetine dalıp çıkması ise biraz sorunlu bence. Ya o konuyu daha açmalı ya da hiç girmemelilerdi. Son olarak da Paul McCartney’nin, bildiğimiz üzere, olaya “tepkisiz” tepkisi de ilk defa tanık olanlar için hiç iyi gözükmeyecektir.

Modunu nasıl etkiledi?

Özellikle ilk bölümde, cinayetin tanıkları tarafından gayet canlı bir şekilde anlatılması, hatta tanıkların 43 yıl aradan sonra bile bariz şekilde bunun travmasını yaşıyor olmasını görmek; kanımca müzik tarihinin en içli ve güçlü seslerinden birinin kaybını tekrar tecrübe etmek çok keyifli değil takdir edersiniz. Sadece müzik olarak bile 80’lerde, 90’larda yapabileceği işlerden mahrum kalmış olmak çok can sıkıcı.

Bunu seven şunları da sever

John Lennon üzerine bolca belgesel yayımlandı hâliyle. Bu belgeselde de kısa da olsa bahsi geçen ve Lennon’ın Amerikan hükümetiyle husumetini gayet enerjik bir şekilde anlatan 2006 tarihli The US ve John Lennon belgeselini önerebiliriz. 2018’den John and Yoko: Above Us Only Sky çok beğendiğim bir işti. Özellikle “dengesiz” hayran konusunun o zamandan bir sorun olduğunu görebiliyorduk. Benim de çocuk yaşta Lennon’la tanışmamı sağlayan 1988 tarihli Imagine’in de bahsini geçirmek isterim. Müzikleri albüm olarak da yayımlanmıştı. Kasetin bir yüzü The Beatles diğer yüzü Lennon’ın solo kariyerine ayrılmıştı. İtiraf edeyim solo tarafını daha çok beğenmiştim o zamanlar!

Soru işaretleri / varsa açtığı tartışmalar

Aslında soru işaretlerini Yoko Ono gayet iyi özetliyor sonda. Bu gerçekten, afedersiniz, b.k yoluna bir ölüm. Ne aşırı doz, ne psikolojik sorunlar veya intihar ne de sağlık problemleri. Mesele ABD’nin bireysel silahlanma konusundaki kontrol problemi, nitekim günümüzde maalesef okullardaki silahlı saldırılarla hâlâ aktif bir konu. Hatta bu yazıyı yazarken bile UNLV’de üç kişinin öldürüldüğü haberi geçiyordu. O dönem Lennon kalibresinde birinin korumasız gezmesi aslında her şeyin ne kadar değiştiğini de gösteriyor. En başta parçalar dinlediğimiz son röportajında Lennon’ın daha iyi bir dünyaya inancı, oradaki umudu ve “Hadi 80’leri daha iyi kılalım” sözleri de ağızda buruk bir tat bırakıyor. Sinizmin o günden beri hepimizin üzerine çökmesi de.