Kartlar yeniden dağıtılıyor: Scott Pilgrim Takes Off

Yazı: Meltem Demiraran

Wakfu, Adventure Time, Devilman: Crybaby ve Star Wars: Visions gibi yapımlardan adına aşina olduğumuz Abel Góngora, Bryan Lee O’Malley’nin çizgi roman serisi Scott Pilgrim uyarlamasıyla karşımızda. Science SARU ekibinin elinden çıkan anime Scott Pilgrim Takes Off, Netflix’te izlenebilir.

*Bu yazı, Scott Pilgrim Takes Off’u henüz izlememiş olanlar için bazı sürprizleri bozabilir.

Zaman dilimi ve mekân

Toronto, Kanada. Pek de uzun bir zaman önce değil.

Konu nedir?

Romantizm ve video oyunu mantığının bol kafeinli bir Mario Kart yarışı gibi çarpıştığı Scott Pilgrim Takes Off, neon ışıklarıyla aydınlatılmış büyülü gerçekçi bir Toronto’da baş karakterimiz Scott Pilgrim ile tanıştırıyor bizi. 

23 yaşındaki müthiş derecede bahtsız basçı Scott, aşkın ve üzerine atılan sorumlulukların çalkantılı sularında yol alıyor. Grubu Sex Bob-omb ile tıngırdattığı garaj rock marşları bir yana, gökkuşağı saçlı ve patenli bir kurye olan esrarengiz Ramona Flowers’a olan aşkı bir yana. Ramona’nın öyle sıradan bir kurye olmadığına emin olabilirsiniz, tabii eğer kafanızın içinden geçen bir alt uzay otoyolunu kullanan bir başka kurye tanımıyorsanız. 

İzlemeden önce bilmemiz gerekenler

*Çizgi romanın film uyarlaması da Edgar Wright’tan gelmişti. Wright aynı zamanda anime uyarlamasının kalabalık yapım ekibinin bir parçası. Filmin oyuncu kadrosu da eksiksiz hâlde animenin seslendirme kadrosu olarak karşımızda. Üstelik filmin setine de yer veriliyor animenin paralel evreninde. Yönetmenin adı ise Edgar Wrong. Edgar Wright denince otomatik olarak aklımıza gelen iki isim, Simon Pegg ve Nick Frost da film setinin güvenlik görevlileri olarak animede kendilerine yer edinmiş.

*Çizgi romanın film ile aynı yıl çıkan oyun uyarlaması Scott Pilgrim vs. the World: The Game’in ise 2021’de bütünsel bir versiyonu yeniden piyasaya sürülmüştü. Retro pikselli görselleri ve akılda kalıcı müzikleriyle Scott Pilgrim evreninin müthiş bir nostaljisini sunuyor oyun.

İzlemeden önce bilmemize hiç gerek olmayan bazı şeyler

Hiçbir zaman “girly” bir kız çocuğu olmadım. İki yandan kuyruk yapılmış zencefil rengi saçlarım, kocaman burnum ve olmayan memelerime kadar çekilmiş renkli kadife pantolonlarımla oğlanlarla taso köküyordum çoğu zaman. En yakın arkadaşım üst katta oturan komşunun oğluydu. 

Ortaokul hayatıma dair en net hatırladığım şeyler: her gün sıra arkadaşımla Knight’ta düşürdüğümüz itemlerden bahsetmemiz ve başka bir arkadaşımla değiş-tokuş yaptığımız bilim kurgu ve fantezi kitapları. Ergenliğim boyunca hoşlandığım çocuklar hep “girly” olan başka kızlardan hoşlanıp beni yakın arkadaşları olarak görmüşlerdir. Mesele de işte böyle başladı.

Hoşlandığım çocuk Scott Pilgrim’den bahsetmişti. Bir an evvel öğrenmeliydim tabii bu Scott Pilgrim kim. Anlayacağınız bu hikâyedeki The Game is Over 2, Scott Pilgrim çizgi romanlarıydı. Scott da bendim.

Lisenin son yıllarını ve üniversitenin ilk yıllarını takip eden dönemde ise parmakla gösterilen saçım, bitki çaylarına düşkünlüğüm, okuduğum okul ve meslek seçimim sebebiyle de gerçeklikten kopuk ve yaşamına dair net bir amacı olmayan tek boyutlu bir manic pixie dream girl olarak insanların (özellikle oğlanların) kafalarına kodlandığımı fark etmiştim. Yani artık Ramona da bendim.

Feminist teori 101 ile aklımı yediğim, zihinlerinden geçenleri tutamayan akranlarıma “Biraz da şurama doğru nesneleştirin bakayım. Oh!” gibi serzenişlerde bulunduğum ergenliğimin son yıllarında; Shaun of the Dead, Hot Fuzz gibi filmleri ile gönlümde taht kuran Edgar Wright’ın o dönemki son harikası The World’s End’i izleyişimizin ardından, serinin bir hayranı olduğum hâlde gözden kaçırdığım Scott Pilgrim vs The World ile tanıştırılmıştım. Yaptığım yorum ise şuydu: “Elbette büyülü gerçekçi bir dünyada geçen bir çizgi roman uyarlamasını izlemek eğlenceli. Ancak Ramona da yine bir manic pixie dream girl olmaktan öteye gidememiş!” Ve sen, sen “yanlışsın” Edgar Wright.

Asıl mesele, oğlan çocukları bu konuları rahatlıkla anlatılara dönüştürürken biz “kızlar”ın ilk gençlik hikâyelerimizi hep bir utanç kaynağı olarak görmeye itilmemiz galiba. Demem o ki sorun Edgar’da değil. Modern ve özgür kadın anlatılarına yer verip bunun da var olabileceğini göstermek yerine; topluma bir eleştiri sunmak adı altında ajite dolu ve yine toplumun baskıladığı kadın hikâyelerini göze sokup hep birlikte ağlamayı tercih etmemiz. 

Bugün, yetişkin bir siborg olarak, aslında her bireyin birbirine bakışına dayalı bir biçimde Scott veya Ramona olabileceğini düşünüyorum. Günün sonunda çok da farklı değiliz yani.

İlk intiba?

Toronto’da kartlar yeniden dağıtılıyor diyebiliriz. Scott, Matthew Pattel’in bir yumruğuyla tahtalı köyü boylayınca (!?!?!?) dümeni Ramona devralıyor. Scott’ın cenazesine arzıendam eden Envy Adams’ın belli ki Scott Pilgrim uyarlamalarının geleneği hâline gelen bir Metric parçasıyla ağızları açık bıraktığı, Knives’ın müzikal dehasına vakıf olduğumuz, League of Evil Exes’in bazı iç meselelerle uğraştığı ve Young Neil’ın gizem dolu senaryosunun her şeyin fitilini ateşlediği bir olaylar silsilesinin ortasındayız. 

Ramona, “ex”leri ile bir bir yüzleşip Scott’ın izini sürerken biz de Science SARU’nun O’Malley’nin statik çizgilerini dinamik bir gösteriye dönüştürüşünün keyfini sürüyoruz. Eskimiş bir tabloya cila çekercesine orijinal anlatıya duyulan özlemi doyuran ve mizahi dokunuşuyla klişelerle hesaplaşan bir öz farkındalık ziyafeti var karşımızda.

En çok neyi sevdin?

Ramona’nın Scott’ın exlerini alt etmesini bekleyen bir mpdg’den çıkıp ipleri eline almasını sevdim hâliyle. Anime; ilişki yazılımını eski bir sürümden güncel, hata içermeyen bir sürüme yükseltmiş âdeta. Bu ters köşe, bilinen hikâyeye yeni bir soluk getirmesinin yanı sıra ilişkilerin ve karakterlerin gelişimi meselelerinde de daha nüanslı bir keşfe olanak tanıyor şüphesiz. 

Serinin en sevdiğim karakteri Wallace, nihayet ekran süresi alıyor -galiba MVP’ın kim olduğu sonunda anlaşıldı. Kim, Knives, Envy, Gideon ve ligin diğer üyeleri de dâhil olmak üzere karakterlerin iç dünyalarına daha derinlemesine bir bakış sunulması kalbimi çaldı. Film setinde atılan her taş gerekli kuşları ürküttüğü gibi, hikâyenin bir zaman yolculuğuyla çözümlenmesi “Bundan daha yok mu?” diye sorduran lezzetli bir ikram gibi tadını damakta bırakıyor. 

En az neyi sevdin?

Denedim de, hiçbir şey bulamadım.

Bunu seven şunları da sever 

Bryan Lee O’Malley’nin ikinci şansları ele aldığı bir başka büyülü gerçekçi işi Seconds, iki dost Simon ve Kamina’nın insanlığı yeraltı köylerine iten Spiral King’e karşı başlattığı isyanı anlatan aksiyon dolu anime Gurren Lagann ve Edgar Wright’ın bir soygunu konu edinen filmi Baby Driver (2017) ilginizi çekebilir.