Cannes’dan çıktığı yolda tüm yıl festival festival dolaşan, vizyona girdiğinde üzerine en çok yazılıp çizilen, özetle tüm bir sene gündemimizi meşgul edecek filmlerden 40 tanesinin kısaca ya da uzun uzun yorumlandığı bu listenin yıl boyu işinize yaraması ya da izleme listelerinizi coşturması dileğiyle… Karşınızda en zayıftan en iyiye, bu yılki Cannes’ın tüm yarışma filmleri ve yan bölümlerden seçmece lezzetler.


Image

40. RODIN
Ana Yarışma
Yön: Jacques Doillon

Filmlerle ilgili soğukkanlılığımı yitirip yarışma filmlerini kendi içlerinde kıyaslamayı sevmiyorum aslında. Ancak Rodin gibi örnekler insanın karşısına çıkınca gerçekten bunalıma girmemek ve köpürmemek mümkün değil. 120 dakikalık süresi boyunca ne sanat tarihinin en acayip ustalarından Rodin’e, ne Camille Claudel’le olan sancılı ilişkisine, ne de işlerini meydana getirirkenki motivasyonuna doğru düzgün odaklanabilen, hikâyesiz, tatsız tuzsuz bir nostaljik TRT dökü-draması tadındaki Rodin, tam bir ömür törpüsü. Yönetmen Doillon’un da projeye önce Rodin hakkında bir belgesel çekmek için yola çıkmış olduğu da kendini, sığ diyaloglar ve yapay mizansenlerle o kadar hissettiriyor ki, insanın sıkıntıdan sol koluna uyuşma gelmemesi işten değil.

İki yıl önce festivalden erkek oyuncu ödülü kazanmış olan Vincent Lindon’un kendini aşırı ciddiye almış, abartılı performansı, mekânlar içerisinde bitmeyen konuşmalar ve neredeyse hiçbir sinemasal an barındırmayan teatral atmosferiyle Rodin, ancak sanat tarihi öğrencilerine Rodin’i işledikleri derste izletilebilecek bir filmken ana yarışmada Haneke’lerle Zvyagintsev’lerle top koşturmaya değer görülmüş olmasıyla dahi yarışmadaki Fransız filmlerine tanınan örtük iltiması akla getiriyor elbette.

Image

39. HIKARI / RADIANCE
Ana Yarışma
Yön: Naomi Kawase

Yarışmanın bir başka fena filmi de Cannes gediklilerinden Naomi Kawase’nin son filmi Radiance. İlginç denebilecek bir hikâyeden, Yeşilçam tadında özelliksiz ve son derece aksak bir romantik melodram çıkarmayı bir şekilde başarmış olan Kawase, gözleri görmeyen bir adamla, görme engelliler için filmleri sesli olarak anlatan bir genç kızın romantik “aydınlanma”larının hikayesine odaklanıyor. Kawase’nin ilk akla gelen simge ve sembollere buladığı filmi, dağınık rejisi, kör göze parmak senaryo hamleleri, gösteriş peşinde koşan sinematografisi ve gerçekten kulak tırmalayan müzikleriyle bu yılki Cannes’ın en zayıf filmlerinden.

Image

38. JUPITER’S MOON
Ana Yarışma
Yön: Kornel Mundruczo

Üç yıl önce Cannes’da Belirli Bir Bakış bölümünün En İyi Film’i seçilen ve Hallmark filmi tadında bir köpek istismarı hikâyesi anlatan White God’ın yönetmeni Kornel Mundruczo’nun bu kez Ana Yarışma’da karşımıza çıkan son gariplik abidesi Jupiter’s Moon, her şeyden önce hadsiz bir film. Kulağa bir filmle ilgili yapılabilecek bir tanım gibi gelmediğinin farkındayım ama maksadını aşmanın ve anlattığı hikâyenin ne anlama geldiğini hesaplayamamanın karşılığını, ben bu filmde gördüm.

Macaristan sınırından kaçarken polis tarafından vurulan Suriyeli bir mültecinin insanüstü yetenekler (kendisi alenen melek oluyor) kazanarak, onu bulan doktorun ihtirasıyla örtük bir baba oğul ilişkisi kurması ve güvenlik güçlerinden kaçma macerasına dönüşen film, kelimenin tam anlamıyla “ayarsız” bir ana hikâye izliyor. Tüm dünyanın gündeminde olan, son derece hassas bir konuyu, gelişigüzel dizilmiş gülünç metaforlar ve şuursuz diyaloglarla alelade bir ajite aksiyon malzemesine dönüştüren Jupiter’s Moon, yazıldıktan sonra kimse tarafından okunmamış ve çekilip tamamlanana kadar ne demek istediği tam anlaşılmamış bir senaryoya sahip gibi. Aklıselim bir danışman en azından biraz hassasiyet ve özenle eldeki malzemeyi insani bir çizgiye çekmeyi başarırdı sanıyorum. Ne yazık ki Jupiter’s Moon‘la aklıselim arasında dağlar var.

İlk sahnesinden itibaren ne idüğü belirsiz bir senkron sorunuyla ana karakterlerinden birinin ağzı ve sesinin Yeşilçamvari bir uyumsuzluk gösterdiği filmde eğer bu senkron sorununa da takılırsanız sizi epey zorlu bir seyir tecrübesi bekliyor… Kimilerinin şimdiden yeni Alfonso Cuaron (filmin uzun ve karmaşık plan sekans aksiyon sahneleri Children of Men’i akla getiriyor) ve Steven Spielberg ilan ettiği Mundruczo, en iyi ihtimalle The Fast and the Furious 9‘un yönetmen künyesinde varlık gösterebilecek bir sağduyuya sahip ne yazık ki. Ve bu malum seriyi küçümsemekten çok, Mundruczo’ya düzgün diyaloglarla dolu iyi bir hikâye anlatma konusunda güvensizlikten kaynaklı bir örnek.

Macar yönetmenin Hollywood’a sıçrayıp sığ aksiyonlar çekmek için Cannes ana yarışmasını meşgul etmesine gerek yok cidden. Zira teknik rejisi son derece parlak ancak film bütünselliği kurma noktasında deterjan reklamı kadar sürede hüner sergileyebilecek bir yönetmen kendisi.

Image

37. CLAIRE’S CAMERA
Yarışma Dışı
Yön: Hong Sang-soo

Hong Sang-soo’nun bu yılki programda Yarışma Dışı gösterilen bir diğer yeni filmi Claire’s Camera da önceki gün başrol oyuncusu Isabelle Huppert dahil tüm ekibin ve ünlü yönetmen Claire Denis’nin katılımıyla prömiyer yaptı. Sang-soo’nun Cannes’da çektiği ve festival zamanı tanışan karakterleri arasında gezindiği bu küçücük ve açıkçası pek etkisiz komedisi, yalnızca Huppert’in varlığıyla ilginç hale gelebiliyor. Onun dışında, yönetmenin alışılageldik sabit planlarında oturup konuşan karakterlerinden çok daha fazlasından söz etmek güç.

Image

36. BUSHWICK
Yönetmenlerin On Beş Günü
Yön: Cary Murnion & Jonathan Milott

Upuzun ve şaşırtıcı bir plan sekansla açılan film, aslında sürükleyici bir dünyanın sonu filmi atmosferinde başlıyor ve izleyicisini içine çekmek konusunda bir an bile zorlanmıyor. Esas zorlandığı kısım izleyicisini içeride tutmak. Birbirini tekrar eden mizansenler, inandırıcılıktan uzak durumlar ve başroldeki Brittany Snow’un tahammülfersah oyunculuğuyla çekilmez bir aksiyona dönüşen Bushwick, bu yıl Netflix yapımı tek Yönetmenlerin On Beş Günü filmiydi.

Image

35. OTEZ-MOI D’UN DOUTE / JUST TO BE SURE
Yönetmenlerin On Beş Günü
Yön: Carine Tardeiu

Cecile De France’ın da aralarında bulunduğu sevimli bir oyuncu kadrosuna sahip duygusal komedi Just to Be Sure ise yerli dizi tadındaki akıcı hikâyesi sayesinde izlenebilen ancak ne reji ne sinema sanatı adına heyecan verici bir özellik taşımayan, ortalama bir Quinzaine filmi. İç içe geçen ebeveyn öyküleriyle seyri kolay bir izlek takip eden film, ikna edici oyunculukları ve bazı duygusal anlarıyla belli bir ortalamanın üstünde olsa da, Cannes programı içerisindeki etkisiz filmlerden birine dönüşüyor.

Image

34. THEY
Yarışma Dışı
Yön: Anahita Ghazvinizadeh

İran asıllı Amerikalı kadın yönetmen Anahita Ghazvinizadeh’in sade bir anlatıma sahip büyüme hikayesi They, Yarışma Dışı bölümün prömiyerlerinden biri. Adını, ergenlik dönemindeki transgender kahramanı J’in film boyunca kendisi için kullanılan isminden alan They, psikolojik açıdan bir hayli hassas ve karmaşık bir dönemi, sakin bir hikâye üzerinden anlatmayı seçerek büyük cümleler kurmaktan kaçınıyor.

Karakterinin duygu dünyasını aydınlatan beylik sahneler yerine kahramanını gündelik ve alelade olaylar içine yerleştiren Ghazvinizadeh, süreci J’in etrafındakilerin davranış biçimleri üzerinden de tanımlıyor. Başarıya ulaşma konusunda yer yer tökezlese de önemli ölçüde baş koyduğu yaklaşımın faydasını gören Ghazvinizadeh’in, sonraki işleri merak konusu.

Image

33. LES FANTOMES D’ISMAEL / ISMAEL’S GHOSTS
Açılış Filmi
Yön: Arnaud Desplechin

Öldü sandığı kayıp eşi yirmi bir yıl sonra geri dönen, gelgit akıllı bir yönetmenin karmaşık hayatı ve çekmekte olduğu film arasında gidip gelen paralel hikâyesiyle Ismael’s Ghost, içinde keyifli anlar barındıran ancak ortalamanın üstüne çıkamayan bir dramedi. Yer yer teatral mizansenlerden kaçamayan Desplechin’in karakterlerine de yeterli vakti ayırmaması, film boyunca telaşlı ve dağınık bir anlatıma hapsolmamıza neden oluyor. Film içinde film numarasını başarılı kurgu hamleleriyle gerçekleştirse de tam neye hizmet ettiği anlaşılmayan bu bölümler, filmin genel atmosferinden sıkça kopmamıza yol açıyor.

Charlotte Gainsbourg’un özellikle parladığı oyuncu kadrosunda herkes elinden geleni yapmış görünse de Amalric’in kimi zaman fazla abartılı kaçan performansı belli ölçüde yoruyor. Cannes’da yarışma filmleri arasına alınmamış hemen her açılış filminin makus kaderi olan yıldız oyuncularla arada kaynayıp giden ama pek de tat vermeyen bir film Ismael’s Ghosts. 

Image

32. UNE FEMME DOUCE / A GENTLE CREATURE
Ana Yarışma
Yön: Sergei Loznitsa

Bu yılki ana yarışmadaki on dokuz film arasında seveni ve nefret edeni en net ayıran filmlerin başında gelen A Gentle Creature, hiçbir heyecan verici tarafı olmayan, alışılageldik halinden gösterişçilikle sıyrılmaya çalışan, yapay ve bunaltıcı bir film. Loznitsa’nın insanın üstüne üstüne gelen hesaplı rejisi, her anını öylesine ciddiye alan bir anlatımla izleyicisini tutsak etmeye çalışıyor ki, neredeyse dışında kalan izleyici kendini ahmak hissetmek zorunda kalıyor.

Bürokrasi kurbanı kahramanını birbirini tekrar eden bunaltıcı süreçlerin içine bırakırken, finale doğru hepten bir istismar filmine dönüşmekte de hiçbir çekince görmeyen Loznitsa, her anında gözümüze soktuğu sönük reji fikirleri, final bloğundaki sürpriz kopuşla birlikte tamamen sinir sistemi zedeleyen bir tecrübeye dönüşüyor ve o zamana kadar yarattığı bazı özel anların büyüsünü de söküp götürüyor.

Image

31. D’APRES UNE HISTOIRE VRAIE / BASED ON A TRUE STORY
Yarışma Dışı
Yön: Roman Polanski

Usta yönetmen Roman Polanski’nin başrole eşi Emmanuelle Seigner ve Eva Green’i taşıdığı nostaljik ve erotik tandanslı psikolojik gerilimi, kendisini bir an bile ciddiye almayan ve tam da bu nedenle sıkça minik kahkahalar attıran eğlenceli bir seyirlik. Polanski’nin 1960’lı ve 1970’li yıllardaki klasik gerilimlerinden birini bekleyenlerin elbette ki avucunu yalayacağı film, usta yönetmenin türe bugünden bakarak esprili bir yerden yaklaşmayı ve karakterlerini götürdüğü uç yollarda grotesk damarlar açmayı uygun görmüş. Sıfır beklentiyle izlendiğinde keyif alınabilecek bir film olması da tam bu yüzden.

Image

30. MUGEN NO JUNIN / BLADE OF THE IMMORTAL
Geceyarısı Gösterimleri
Yön: Takashi Miike

Tür sinemasının Japon ustası Takashi Miike’nin Geceyarısı Gösterimleri’nde karşımıza çıkan son filmi (ve aynı zamanda üretken sinemacı Miike’nin 100. filmi de olan) Blade of the Immortal ise seyir zevki epey yüksek bir intkam hikâyesi. Hem Miike’den uzun zaman sonra kalburüstü sayılabilecek bir eğlencelik görebilmek, hem de samuray filmleri nostaljisi yapmak için izlenebilir.

Image

29. DOPO LA GUERRA / AFTER THE WAR
Belirli Bir Bakış
Yön: Annarita Zambrano

Belirli Bir Bakış bölümünün nitelikli ilk filmlerinden After the War, İtalya ve Fransa arasındaki, yıllara yayılan bir politik gerilimin mahvettiği hayatları takip ediyor. Olgun anlatımına rağmen epey yayılan hikayesini anlatmaya çalışırken oldukça vakit harcayan film yine de dikkate değer. Başarılı oyuncu performansları ve birkaç çok güçlü an ise Annarita Zambrano’nun sonraki işlerini nezdimizde merak ettirecek nitelikler arasında.

Image

28. GEU-HU / THE DAY AFTER
Ana Yarışma
Yön: Hong Sang-soo

Güney Kore sinemasının en ünlü ve en üretken yönetmenlerinden Hong Sang-soo, 2017’nin başından beri izlediğimiz üçüncü filmi The Day After ile yarışma filmleri arasında yerini aldı. Kendine özgü sade ve gösterişsiz sinemasını seven kadar sevmeyenin de olduğu Hong Sangsoo’nun bu hafif komedisi, yönetmenin hemen her filminde karşımıza çıkan aynı oyuncuları, benzer ilişki ağları ve tanıdık rejisiyle karşımızda.

Karısı, metresi ve yeni metresi arasında mekik dokuyan bir adamı merkez alan The Day After’da Sangsoo yine karakterlerini çeşitli mekânlara oturtup bolca konuşturuyor. Bazen tartışma çıkıyor, bazen romantik anlar yaşanıyor ama pek de çarpıcı cümleler kurulmayan konuşmalar sürüp gidiyor.

Açıkçası yönetmenin büyük hayranı sayılmamakla birlikte yapmaya çalıştığı sinemayı da anlamaya uğraşan bir izleyici olarak Hong Sangsoo’nun neden bu kadar büyütüldüğünü hâlâ anlamış değilim. Umarım günün birinde ben de bu sırra vakıf olurum. O zamana kadar filmlerindeki bazı sevdiğim sahneleri zihnimde biriktirmeye devam.

Image

27. L’AMANT D’UN JOUR / LOVER FOR A DAY
Yönetmenlerin On Beş Günü
Yön: Philippe Garrel

Claire Denis gibi Yönetmenlerin On Beş Günü / Quinzaine des realisateurs bölümünde karşımızda çıkan Philippe Garrel de her zaman olduğu gibi kadın erkek ilişkilerindeki kaos ve duygu karmaşasını merkez alan son filmi Lover for a Day ile alışıldık romantik komedilerinden birine imza atıyor.

Yönetmenin yine 35 mm ve siyah beyaz çektiği film, sakin bir ilişki isterken çapkın kız arkadaşıyla sınanan olgun bir adamla sevgilisinden ayrılıp histeri krizleri içinde kendisinin yanına taşınan kızının hikâyesini anlatıyor. Pek de taze ve heyecan verici sayılmayan Lover for a Day, yalnızca Garrel’in olgunluk döneminde hâlâ böyle hafif ama eğlenceli hikâyeler peşinde koşuyor olması nedeniyle belli bir tat veriyor.

Image

26. HOW TO TALK TO GIRLS AT PARTIES
Yarışma Dışı
Yön: John Cameron Mitchell

Neil Gaiman’ın kısa öyküsünden uyarlanmış, Nicole Kidman ve Elle Fanning’li ve John Cameron Mitchell imzalı bir fantastik dönem filminden insan çok şey bekliyor. Paket öylesine cilalı ki, karşı karşıya olduğumuz filmin birilerinin başucu filmi olacağı kaçınılmaz görünüyor. Ne yazık ki How to Talk to Girls at the Parties’den zevk almanın tek yolu, bu türde beklentilerden olabildiğince uzaklaşıp rahat bir seyir için derin bir nefes almak.

İngiltere’nin kenar mahallelerinden birinde, punk’a gönül vermiş bir grup ergen irisinin, uzaylı klanlarla tanışıp birbirlerinin dünyalarının iç içe geçişine odaklanan film, rengârenk ve özgün bir fantezi. İşleyen ve işlemeyen tarafları birbirine epey yakın olan filmde, farklılıkların kabulü ve hoşgörünün kaçınılmazlığına dair verilen naif mesajlar seyircisinde kolaylıkla karşılık buluyor. Ancak yine de insan böylesine görkemli bir paketten, filmin sahip olduğu kadar suni bir atmosferden fazlasını bekliyor.

Image

25. LE REDOUTABLE / REDOUBTABLE
Ana Yarışma
Yön: Michel Hazanavicius

Elinizde 1968 yılı Fransa’sı, merkezinizde Yeni Dalga’nın babası Jean-Luc Godard ve sorunlu evliliği var ve yine de bu malzemeden sönük bir seyirlik çıkarabiliyorsunuz. The Artist ile kariyerinde beklenmedik bir zirve yaşadıktan sonra bir daha zirveye yaklaşamayan Michel Hazanavicious’ın son filmi Redoubtable, Godard ile genç eşi Anna Wiazemsky’nin ilişkisini epizodik bir anlatımla masaya yatırıyor.

Başarılı performanslarıyla Louis Garrel ve Stacy Martin’in canlandırdığı ikilinin hikâyesi, Wiazemsky’nin kaleme aldığı kitaptan uyarlanmış. Godard ise Hazanavicious’un senaryosunu okumuş ancak ne yönetmene dönüş yapmış, ne de film tamamlanınca davet edildiği gösterime katılmış. Yani aslında pek de gönüllü bir uyarlama da sayılmaz karşımızdaki. İşin etik kısmını bir kenara bırakırsak da Redoubtable’ın en basit tabirle ultra sığ olduğunu söylemek mümkün.

Godard’ın kariyerindeki ve sinemaya bakışındaki değişim açısından son derece önemli bir dönemi anlatırken, bu değişimin ardındaki motivasyonları didiklemektense süslü bir anlatım ve reklam filmi mizansenlerinin peşinde koşmuş görünen Hazanavicious, ne yazık ki tüm malzemesini de yavan bir filmle harcıyor. Kör göze parmak bazı diyaloglar ve gerçek hayattaki karşılıklarına hâkim olmadığınız takdirde size pek de bir şey ifade edemeyecek yorucu detaylarıyla Redoubtable, tam manasıyla kaçırılmış bir fırsat.

Image

24. A PRAYER BEFORE DAWN
Geceyarısı Gösterimleri
Yön: Jean-Stephane Sauvaire

A Prophet ile Rocky buluşması gibi bir hikâyeye sahip olan A Prayer Before Dawn, kahramanı Billy Moore’un gerçek yaşam öyküsüne dayanıyor. Gala gecesinde de ekiple birlikte yerini alan ve film sonrası kendisini canlandıran Joe Cole’a sarılıp göz yaşlarını tutamayan Moore, gençlik yıllarında Tayland’da girdiği belalı ve açıkçası çok korkunç bir hapishanede, birbiri ardına katıldığı boks müsabakalarıyla hayatta kalabilmiş. Film de bu zorlu süreci nefis bir görüntü yönetimi ve kurguyla filmin ruhunu bütünleyen müziklerle, başarıyla anlatıyor. Yönetmen Jean-Stephane Sauvaire’in üzerine düşeni fazlasıyla yaptığı A Prayer Before Dawn, başrol oyuncusu Joe Cole’un da parlak performansıyla hedefini vuran, kalburüstü bir dram.

Image

23. LOS PERROS
Eleştirmenler Haftası
Yön: Marcela Said

Yan bölümlerden Eleştirmenler Haftası / Semaine de la critique’in bu yılki eli yüzü düzgün filmlerinden Los Perros, üst orta sınıfa mensup bir kadının, yasak ilişkisi ve aile geçmişlerine ait bazı çıplak gerçeklerle yüzleşerek hayatının en zorlu sınavından geçmeye çalışmasını konu alıyor. Şili sinemasından yetenekli kadın yönetmen Marcela Said’in imzasını taşıyan film, Said’in ismini önümüzdeki yıllarda sıkça duymamıza neden olacak kadar etkileyici bir çıkış filmi.

Image

22. A CIAMBRA
Yönetmenlerin On Beş Günü
Yön: Jonas Carpignano

Bir çocuğun gözünden yoksunluk ve suçla örülmüş bir mahallede varoluş çabası olarak özetlenebilecek hikâyesinin bugüne dek sayısız benzerini izlemiş olmamıza rağmen yine de çalışan tarafları bir hayli fazla A Ciambra’nın. Belki bu yılki Quinzaine’in en iyisi değil ama kesinlikle dikkate değer birkaç büyüme öyküsünden biri.

Image

21. AUS DEM NICHTS / IN THE FADE
Ana Yarışma
Yön: Fatih Akın

En son The Edge of Heaven‘la katıldığı Cannes Film Festivali’nden En İyi Senaryo ödülüyle dönen Fatih Akın, on yıl sonra Ana Yarışma’da sıkı bir polisiye dramla karşımıza çıkıyor. Diane Kruger’in baştan sona çok iyi bir performansla canlandırdığı Katja Şekerci’nin kocası ve çocuğunun bir bombalama olayında ölmesi sonucu içine düştüğü iç tüketen adalet girdabına odaklanan Akın, ele aldığı hikâyeyi hiçbir anında ajite etmeden soğuk ve mesafeli bir tavırla anlatıyor. Başkasının elinde salya sümük bir melodrama dönüşebileceği gibi, daha uçuk bir intikam filmine de evrilebilecek In the Fade’den metanetli ve puslu bir seyirlik çıkaran Akın’ın en büyük başarısı da baştan sona uzaklaşmadığı bu tavrının tutarlı bir anlatıma kavuşması.

Aile, adalet ve deniz adlarını taşıyan üç bölümden oluşan epizodik bir anlatım takip eden Akın, filmine gayet sıkı bir biçimde başlıyor. Tıpkı giriş sahnesinde olduğu gibi film boyunca da aralara giren pek çok (telefon kamerasıyla çekilmiş gibi duran) karakterlere ait anı videolarıyla, hikâye örgüsünü destekleyen Akın, “adalet” başlıklı bölümdeki bazı klişe senaryo hamleleri ve karikatür karakterlerle, alışılageldik bir hukuk dizisi hissiyatı uyandırmaktan kurtulamıyor. Filmin de en zayıf noktası olarak bu orta kısmı işaret etmek mümkün.

Çözüm bölümünde yeniden toparlansa da film, ortadaki bu mahkeme sahnelerinde epey kan kaybediyor. Bununla beraber karakterine gösterdiği özenin de etkisiyle finalde, baştan itibaren tutturduğu mesafeli anlatımı makul bir finale ulaştırıyor Akın… Theatre Lumiere’deki ilk gösteriminde uzun uzun alkışlanan ve başka bir jüri olsa yönetmen ödülü ihtimali dahi yüksek olan In the Fade‘in tek ödül kozu Diane Kruger de ödüle ulaşmayı başardı.

  1. Geçmiş ve geleneğin modern gerçeklikle imtihanı: Awazu Kiyoshi

    Los Angeles County Museum of Art’da geçtiğimiz 2016-2017 mayıs arasında gerçekleşen Awazu Kiyoshi, Graphic Design: Summoning the Outdated sergisinden yola çıkarak Japon grafik tasarım tarihinin önemli figürlerinden olan Awazu Kiyoshi’nin hayatına göz atıyoruz.

  2. Parıldayan dünya ve onun büyülü mensupları: Jonah Samson

    Kanadalı fotoğraf sanatçısı ve yazar Jonah Samson’la traji-komik yaşamdan, favori yazarı Beckett’tan ve geçmişin hazinelerinden bahsettik.

  3. Davul, hafıza ve doğaçlama: Cevdet Erek ve Murat Ertel

    Cevdet Erek ve Murat Ertel’den, Subtext etiketiyle yayınlanan Davul albümünden yola çıkarak enstrümana, geleneğe ve özgür çalıma dair nefis bir sohbet.

  4. A’dan Z’ye: Chris Cornell

    Bir başka efsanenin ardından...

  5. Takibe alın: Yakın ve uzak diyarlardan etkileyici plak şirketleri

    Kahire’den Buenos Aires’e, Bant Mag. ekibinin favori plak şirketlerinden bir seçki.

  6. Görkemli bir ses bahçesi ve onun usta bahçıvanları: Nik Bärtsch’s Ronin

    13 Temmuz’da İstanbul Caz Festivali kapsamında Zorlu PSM sahnesinde izleme fırsatı yakalayacağımız Ronin’in kurucu üyesi Nik Bärtsch’la zen-funk, empatik müzik üretimi ve yaklaşan İstanbul konseri üzerine sohbet ettik.

  7. “İstanbul’a âşık olmayacak bir sanatçı düşünemiyorum bile!”: Christian McBride

    24. İstanbul Caz Festivali kapsamında 10 Temmuz’da yeni projesi New Jawn Quartet’la Sultan Park’ta, 11 Temmuz’daysa Joshua Redman, Kandace Springs ve TRT Hafif Müzik ve Caz Orkestrası’yla aynı sahneyi paylaşarak Zorlu PSM’de izleyeceğimiz usta caz basçısıyla, İstanbul ziyareti öncesi ufak bir sohbet ettik.

  8. Yaratıcı riskler almak: Bill Laurance

    Snarky Puppy klavyecisi Bill Laurance, 24. İstanbul Caz Festivali öncesinde sorularımızı yanıtladı.

  9. Pişmanlıklar, deneyimler, hikâyeler: Talihsiz grup isimleri

    Anlam ya da yazılışlarıyla müzisyenlerin başlarını ağrıtmış isim tercihleri...

  10. Eskiye özlem: Altın Gün

    3 Hürel, Barış Manço, Zafer Dilek ve nicesinin şarkılarını yorumlayarak “Altın Gün’leştiren” Hollandalı grupla tanışın.

  11. Teftiş: Bu ay ne dinlesem?

    Yakın zamanda keşfettiğimiz, etkilendiğimiz ve paylaşmak istediğimiz müziklerden bir seçki.

  12. 70. Cannes Film Festivali’nden yıl boyu konuşulacak 40 film (40-21)

    Karşınızda en zayıftan en iyiye, bu yılki Cannes’ın tüm yarışma filmleri ve yan bölümlerden seçmece lezzetler.

  13. 70. Cannes Film Festivali’nden yıl boyu konuşulacak 40 film (20-1)

    Karşınızda en zayıftan en iyiye, bu yılki Cannes’ın tüm yarışma filmleri ve yan bölümlerden seçmece lezzetler.

  14. Kameranın netlemediği kahramanların sineması: Josh ve Benny Safdie kardeşler

    Geçtiğimiz mayıs ayında Cannes Film Festivali’nin ana yarışmasında son filmleri Good Time’la fırtına gibi esen New Yorklu yönetmen kardeşler Josh ve Benny Safdie, beyaz perdede yoksunluğun resmini çizmeye devam ediyor.

  15. Duyan duymayana anlatsın: Hangi podcaste nereden başlamalı?

    Radyo programının dijital kardeşi podcast 2000’li yılların ortalarından bu yana giderek artan bir kitle tarafından hem tüketiliyor hem üretiliyor. Çoğu yayın internet okyanusunda akıntılara kapılıp hızla kaybolsa da bazıları kısa sürede kült efsaneler haline geliyor. Son yılların öne çıkan podcastlerinden bir seçki karşınızda.

  16. Müzik, aşk ve cinayete bandırılmış bir roman: Kan ve Gül

    Alper Canıgüz ile beşinci kitabı Kan ve Gül, 1990’lar, Nirvana ve romanın detayları üzerine.

  17. Futbol sahası karaborsalarından global kültür kalesine: Rusya Streetwear

    Streetwear kültürünün en başından, şu anda kazanmış olduğu popülerliğe kadar uzanan bir yol haritası.

  18. Sporun tasarım kupasını gururla kaldırmak: Tiempo Legend 7

    Rusya'nın başkenti Moskova'da lansmanı yapılan Tiempo Legend 7, hem sporcu ihtiyaçlarına getirdiği yenilikçi bakış hem de gündelik hayatımıza kazandıracağı yenilikler bakımından fazlasıyla heyecan ve merak uyandırdı.

  19. Künye

    yayın imtiyaz sahiplerive etkinlik direktörleri Aylin Güngö[email protected] J. Hakan Dedeoğ[email protected] genel yayın yönetmeni Ekin Sanaç[email protected] kreatif direktör Aylin Güngö[email protected] editörler