13 Temmuz’da İstanbul Caz Festivali kapsamında Zorlu PSM sahnesinde izleme fırsatı yakalayacağımız RONIN’in kurucu üyesi Nik Bärtsch’la zen-funk, empatik müzik üretimi ve yaklaşan İstanbul konseri üzerine sohbet ettik. 


https://www.youtube.com/embed/YnU1rEKgkUI

Sekiz yaşında piyano ve perküsyon dersleri almaya başladın. Çocukluğuna geri döndüğünde, piyanonun senin yaratıcı enerjinin odaklanacağı enstrüman olduğunu hep biliyor muydun? Piyanoyla birbirinizi bulmanızı nasıl hatırlıyorsun?

Aslında yedi yaşında davul çalarak başladım, bulabildiğim her şeyi bir davul gibi kullanıyordum ve sesimle de davul ritimleri söylüyordum. Sekiz yaşındayken bir çocuğun piyano çalışına denk geldim ve o an enstrümanla aramda bir bağlantı oldu. Yani içgüdüsel bir çekimdi, doğal olarak gelişti, bir baskı sonucu piyanoya yönlenmedim. Piyanoyla en başından beri oyunlar oynayabiliyor, müzik yazabiliyor ve doğaçlama denemeler yapabiliyordum. Hislerimi şöyle tarif edebilirim: Güzel bir bahçeye ilk defa girdiğinizi düşünün, ilk başta orada bulunan bitkiler, yapılar ve hayvanların hepsi sizi etkiliyor. Sonra kendiniz deneyler yaparak ve usta bahçıvanlardan öğrenerek bir bahçıvan haline geliyorsunuz. Bu o kadar ilham veren, ilginç ve insanı besleyen bir deneyim ki o bahçeyi hiç terk etmek istemiyorsunuz. İşte ben de böyle bir süreçle piyanoyla çalışan bir ritim bahçıvanı haline geldim. Piyano benim bu bahçeyi üzerinde gezdiğim atım ve partnerim.

“MÜZİKTE TÜMDEN ÖZGÜRLÜK YOK EDİCİ BİR PRATİK.”

Ronin’le İstanbul’a geliyorsun ve bu şehre ilk gelişin değil. Daha önceki ziyaretlerinden aklında neler kaldı, bu ziyaretinde tekrar deneyimlemeyi dört gözle beklediğin şeyler var mı?

Daha önce bir kez Borusan Müzik Evi’nde bir kez de Babylon’da çaldık. Her iki sefer de inanılmaz ilham verici, en iyi anlamıyla çılgın deneyimlerdi. Bir seferinde seyahatimi uzatıp şehrin görmediğim yerlerini gördüm, efsanevi Lale Plak’a uğradım ve İstanbul’daki yaratıcı insanlarla tanıştım. İstanbul zengin tarihi ve yaratıcı insanlarıyla çok etkileyici bir şehir. Elbette her şehrin kendine ait zorlukları var ama bizim için tekrar çağrılmak, müziğimizi ve enerjimizi dinleyicilerle paylaşmak büyük bir keyif ve onur. Dört gözle bekliyorum!

Ronin (yalnız bir samuray) yaptırımları olan bir özgürlük, sosyal bağların koparılması sonucu ortaya çıkan bir özgürleşme kavramına dayanıyor. Ancak senin grubun aslında bu durumun tersini gerçekleştiriyor: bir grup bağımsız müzisyenin beraber üretmek için bir araya gelmesi, aralarındaki bağları Monday Sessions gibi ritüel yapıda provalarla aralarındaki bağı kuvvetlendirmesi gibi pratikler söz konusu. Bireysel ifadenin, emprovizasyonun ve özgürlüğün, empatik birlikteliğin ve iş birliğinin birbirlerini nasıl beslediğini düşünüyorsun?

Toplum kişilerin belirli kurallar üzerinde uzlaşması ve daha sonra bu kurallar içinden özgürlük alanları bulması veya yaratması anlamına geliyor. Müzikte tümden özgürlük yok edici bir pratik. Eğer müzikte beraber ama aynı zamanda esnek ve sürprizlere açık olmak istiyorsanız antrenmana ve empatik birlikteliğe ihtiyacınız var. Bunu bir spor takımına da benzetebilirsiniz aslında: İyi bir maç için net takım mekanikleri ve şaşırtan bir yaratıcılığın doğru karışımına ihtiyacınız var. Sadece bireysel yaratıcılık değil, aynı zamanda grubun bir organizma olarak yaratıcılığından da bahsediyorum. Bu şekilde uzun bir zamana yayılan bir evrim süreci oluşturabilirsiniz ve bu bir devrimden daha etkili olur. Empati, ruh ve yaratıcılık, disiplin ve takım birlikteliği kadar önemli.

Ronin’in müziğini “zen-funk” terimiyle ifade ediyorsun. Bu tanım bana paradoksal bir izlenim veriyor: Kaotik bir müziksel üretim ve sakin, toplu ve net bir yaklaşımla el ele… Yanlış mıyım? Sen Ronin’in müziğini üretim haritanda nereye oturtuyorsun?

Zen ve funk aynı “bireysel üretim” ile “topluluk ruhu” gibi paradoksal bir ilişki içindeymiş gibi algılanabilir ama belki de aynı dünyanın farklı kutuplarıdır… Ben funk müziğin o pürüzsüz akışını sağlamak için kaosun tam tersine, organizasyona ve titizliğe ihtiyacınız olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle aslında Zen ve Funk için gereken disiplin benzer bile olabilir. Ancak iki pratikte de bir noktadan sonra o doğal, egosantrik olmayan akışı bulmanız için kendinizi bırakmanız gerekiyor. Belki esas paradoks Zen’in durgun, meditatif enerjisiyle Funk’ın güçlü, fiziksel ritmik yapısı arasındadır. Her durumda ben ikisini de seviyorum ve ikisi de bana devam edebilmem için gerekli enerjiyi veriyor. Bu nedenle bu iki pratiği müziğimde bir araya getirmek istedim, her ne kadar aralarında paradoksal bir potansiyel olsa da. Sanırım hayatım boyunca kendi müzikal bilmecemin üzerinde uğraşmam, üretim haritamı çizmeye sürekli devam etmem gerekiyor.

Llyrìa albümü 2010’da piyasaya çıkmıştı ve daha sonra 2012’de çıkardığınız konser albümünü saymazsak Ronin diskografisinin son halkası bu albümdü. Aradan geçen yedi yıldan sonra Ronin’le tekrar stüdyoya girmenin ve yeni kayıtlar yaratmanın zamanı geldi mi? Yakında dinleyebileceğimiz yeni kayıtlara dair ufak ipuçları verebilir misin?

Evet! Yeni bir albüm üzerinde çalışıyoruz. Bu aralıkta 2016’da ritüel müzik grubum Mobile’la Continuum albümünü çıkardık. İstanbul’daki konser Ronin’in yeni kayıtlarının çoğunu çalacağımız ilk performans olacak ve izleyicilerin tepkilerini görmek için sabırsızlanıyorum!

2014’ten bu yana gerçekleşen, hem klasik hem de yeni, taze bağımsız müziğin bir arada olduğu Apples and Olives Festival’ın kurucularından birisin. Senin için sağlam bir programa sahip, özgün ve ilham veren bir festival yaratmanın esasları neler?

Ben her zaman kendi müziğimi çalmanın yanı sıra bu müziğin etrafında bir araya gelen topluluğu desteklemek ve başka sanatçıların müziklerini çalabilmeleri için olanaklar yaratmayı istiyordum. Bu nedenle 2014’te Zürich’te hem EXIL müzik kulübünün hem de Apples and Olives Festival’ın kurucuları arasında yer aldım. Bu iki oluşum saf bir merak ve saygılı bir ilgiyle yaklaştığım yeni fikirler, gruplar ve sanatçıların bir araya geldiği, müzikal gelişim için yeni olasılıkların yaratıldığı yerler. Aynı zamanda değişik rollere girerek müzik endüstrisinin farklı yönleri hakkında çok fazla şey öğreniyorsunuz ve müzik evrenini gerçekten deneyimliyorsunuz. Bazen zor ama çok tatmin edici bir durum bu.

Son zamanlarda nelere kafayı taktın? Kitaplar, müzik, sanat veya herhangi bir konuda bizimle paylaşmak istediğin yeni keşiflerin var mı?

Bizim müzik çevremizde şekillenen birkaç yeni genç grubu önermek isterim: Ikarus, Kali ve Ronin’de üflemelileri çalan Sha’nın grubu Fendel. Her birinin kendi fikirleri var ve bu fikirlerden çok keyifli ve kuvvetli sonuçlar alıyorlar.

Bu aralar Pankaj Mishra’nın From the Ruins of Empire, The Revolt Against the West and the Remaking of Asia isimli kitabını okuyorum. Kendi politik tarihimin geçmişini daha iyi anlamak istiyorum ve bu anlamda farklı bir perspektiften yazılmış bir kitap okumak çoğu zaman yararlı oluyor. Ancak güzel sanatlar kadar önemli olan başka bir takıntım da hareket sanatları, özellikle Aikido, şiddet içermeyen ve partnerliğe dayanan bir uzak Doğu dövüş sanatı. Aikido eğitimim pozitif bakış açımı korumama ve evrenle iletişim içinde kalmama çok yardımcı oluyor.

Image
  1. Geçmiş ve geleneğin modern gerçeklikle imtihanı: Awazu Kiyoshi

    Los Angeles County Museum of Art’da geçtiğimiz 2016-2017 mayıs arasında gerçekleşen Awazu Kiyoshi, Graphic Design: Summoning the Outdated sergisinden yola çıkarak Japon grafik tasarım tarihinin önemli figürlerinden olan Awazu Kiyoshi’nin hayatına göz atıyoruz.

  2. Parıldayan dünya ve onun büyülü mensupları: Jonah Samson

    Kanadalı fotoğraf sanatçısı ve yazar Jonah Samson’la traji-komik yaşamdan, favori yazarı Beckett’tan ve geçmişin hazinelerinden bahsettik.

  3. Davul, hafıza ve doğaçlama: Cevdet Erek ve Murat Ertel

    Cevdet Erek ve Murat Ertel’den, Subtext etiketiyle yayınlanan Davul albümünden yola çıkarak enstrümana, geleneğe ve özgür çalıma dair nefis bir sohbet.

  4. A’dan Z’ye: Chris Cornell

    Bir başka efsanenin ardından...

  5. Takibe alın: Yakın ve uzak diyarlardan etkileyici plak şirketleri

    Kahire’den Buenos Aires’e, Bant Mag. ekibinin favori plak şirketlerinden bir seçki.

  6. Görkemli bir ses bahçesi ve onun usta bahçıvanları: Nik Bärtsch’s Ronin

    13 Temmuz’da İstanbul Caz Festivali kapsamında Zorlu PSM sahnesinde izleme fırsatı yakalayacağımız Ronin’in kurucu üyesi Nik Bärtsch’la zen-funk, empatik müzik üretimi ve yaklaşan İstanbul konseri üzerine sohbet ettik.

  7. “İstanbul’a âşık olmayacak bir sanatçı düşünemiyorum bile!”: Christian McBride

    24. İstanbul Caz Festivali kapsamında 10 Temmuz’da yeni projesi New Jawn Quartet’la Sultan Park’ta, 11 Temmuz’daysa Joshua Redman, Kandace Springs ve TRT Hafif Müzik ve Caz Orkestrası’yla aynı sahneyi paylaşarak Zorlu PSM’de izleyeceğimiz usta caz basçısıyla, İstanbul ziyareti öncesi ufak bir sohbet ettik.

  8. Yaratıcı riskler almak: Bill Laurance

    Snarky Puppy klavyecisi Bill Laurance, 24. İstanbul Caz Festivali öncesinde sorularımızı yanıtladı.

  9. Pişmanlıklar, deneyimler, hikâyeler: Talihsiz grup isimleri

    Anlam ya da yazılışlarıyla müzisyenlerin başlarını ağrıtmış isim tercihleri...

  10. Eskiye özlem: Altın Gün

    3 Hürel, Barış Manço, Zafer Dilek ve nicesinin şarkılarını yorumlayarak “Altın Gün’leştiren” Hollandalı grupla tanışın.

  11. Teftiş: Bu ay ne dinlesem?

    Yakın zamanda keşfettiğimiz, etkilendiğimiz ve paylaşmak istediğimiz müziklerden bir seçki.

  12. 70. Cannes Film Festivali’nden yıl boyu konuşulacak 40 film (40-21)

    Karşınızda en zayıftan en iyiye, bu yılki Cannes’ın tüm yarışma filmleri ve yan bölümlerden seçmece lezzetler.

  13. 70. Cannes Film Festivali’nden yıl boyu konuşulacak 40 film (20-1)

    Karşınızda en zayıftan en iyiye, bu yılki Cannes’ın tüm yarışma filmleri ve yan bölümlerden seçmece lezzetler.

  14. Kameranın netlemediği kahramanların sineması: Josh ve Benny Safdie kardeşler

    Geçtiğimiz mayıs ayında Cannes Film Festivali’nin ana yarışmasında son filmleri Good Time’la fırtına gibi esen New Yorklu yönetmen kardeşler Josh ve Benny Safdie, beyaz perdede yoksunluğun resmini çizmeye devam ediyor.

  15. Duyan duymayana anlatsın: Hangi podcaste nereden başlamalı?

    Radyo programının dijital kardeşi podcast 2000’li yılların ortalarından bu yana giderek artan bir kitle tarafından hem tüketiliyor hem üretiliyor. Çoğu yayın internet okyanusunda akıntılara kapılıp hızla kaybolsa da bazıları kısa sürede kült efsaneler haline geliyor. Son yılların öne çıkan podcastlerinden bir seçki karşınızda.

  16. Müzik, aşk ve cinayete bandırılmış bir roman: Kan ve Gül

    Alper Canıgüz ile beşinci kitabı Kan ve Gül, 1990’lar, Nirvana ve romanın detayları üzerine.

  17. Futbol sahası karaborsalarından global kültür kalesine: Rusya Streetwear

    Streetwear kültürünün en başından, şu anda kazanmış olduğu popülerliğe kadar uzanan bir yol haritası.

  18. Sporun tasarım kupasını gururla kaldırmak: Tiempo Legend 7

    Rusya'nın başkenti Moskova'da lansmanı yapılan Tiempo Legend 7, hem sporcu ihtiyaçlarına getirdiği yenilikçi bakış hem de gündelik hayatımıza kazandıracağı yenilikler bakımından fazlasıyla heyecan ve merak uyandırdı.

  19. Künye

    yayın imtiyaz sahiplerive etkinlik direktörleri Aylin Güngö[email protected] J. Hakan Dedeoğ[email protected] genel yayın yönetmeni Ekin Sanaç[email protected] kreatif direktör Aylin Güngö[email protected] editörler