Snarky Puppy klavyecisi Bill Laurance, 24. İstanbul Caz Festivali öncesinde sorularımızı yanıtladı.


Son dönemde yeni bir altın çağ yaşayan caz sahnesinin en nitelikli ve heyecan verici ekiplerinden Snarky Puppy’nin kurucu üyelerinden Bill Laurance, solo projesiyle 24. Caz Festivali kapsamında Beykoz Kundura’da sahne alacak. Şimdiye dek üç stüdyo albümü ve geçtiğimiz kasım ayında da Union Chapel’d gerçekleşen konserin kayıtlarını hem albüm hem de DVD formatında yayınlayan Bill Laurance’la İstanbul ziyareti öncesinde ilham kaynakları ve günümüz caz sahnesi üzerine konuştuk.

Londra tonlarca farklı müzikal etkileşimi bir araya getirebilen şehirlerden biri. Senin müzikle ve özellikle enstrümanınla ilk temasın ne zaman ve nerede olmuştu? Londra’da bir müzisyen olmanın avantajları neler?

İlk öğretmenim bir ragtime piyanistiydi ve bana henüz yedi yaşındayken müziğin Verdi zevki aşılamıştı. O zamanlar yalnızca ragtime çalmak istiyordum ama bu nihayetinde beni diğer aşamalara taşıdı. Sonrasında da eğer gerçekten istediğim müziği çalmak istiyorsam tekniğe ihtiyacım olduğunu fark ettim ve bu klasik müzik konusunda daha derin bir anlayış geliştirme konusunda benim için itici güç oldu. İlk kez Londra’daki Soho’da bir restoranda standartları çalıyordum. Çalmayı öğrendiğim yerin burası olduğuna inanıyorum. Her gece, bu hafifçe ilgi gösteren kalabalığa çalıyordum ve yeni bir repertuvar geliştiriyordum. Ders verdiğim kişilere her zaman çalışlarını hızlı şekilde geliştirmek istiyorlarsa sürekli çalabilecekleri bir yerlerde bir süre geçirmelerini tavsiye ediyorum. Londra bunun için harika bir yer. Sürekli çalmak için, doğaçlama seansları için birçok imkân var. Ayrıca hayatın içinde kendi kahramanlarımı çalarken gidip görebilmek benim için önemli bir ilham kaynağıydı. Bu yüzden Londra, büyümek ve ilham almak için benim için muhteşemdi.

İlk solo albümünü Snarky Puppy kurulduktan on yıl kadar sonra yayınladın. Bu kadar beklemendeki temel sebep neydi? Solo albümlerin ve Snarky Puppy kayıtlarını karşılaştırdığın zaman, yaklaşımlarınızda ne gibi ortak noktalar görüyorsun?

Neredeyse bu sürenin tamamında ilk albümüm için çalışıyordum. En azından farklı projelerle birlikte onu inşa ediyordum. Flint’ten önce üç albüm yapmıştım. Bir piyano trio albümü, bir vokal albümü ve bir de elektronik duo albümü. Hepsi müzikal kişiliğimin belli bölümlerini yansıtıyor ama bu albümlerin her birinde hâlâ arayıştaydım ve bir sanatçı olarak büyüyordum. Flint, bu üç albümün de bir araya gelmesiydi bir anlamda. Kendimi tek bir janrla sınırlamaya çalışmaktansa, sevdiğim her şeyi tek bir tür içine sıkıştıracaktım. Caz, klasik, pop ve elektronika elementleri. Bir anda artık bir ses bulduğumu hissettim. Tabii ki Snarky Puppy’nin yükselişini görmek ilham vericiydi ve Michael League ve Robert ‘Sput’ Searight’la birlikte çalma geçmişine sahip olduğum için çok şanslıydım. Stüdyoya girdiğimiz anda albümün nasıl bir şey olabileceğini biliyorduk. Birlikte çalarak geçirdiğimiz o yılların hepsi çok değerliydi ve bize bu albümün tüm potansiyelini gerçekten ortaya koyabilmeme olanağı yarattı.

Hem kayıtlarda hem de konserlerinde birlikte çaldığın Robert ‘Sput’ Seawright ve Michael League’le aranızdaki müzikal bağı nasıl tanımlarsın?

Söylediğim gibi, hem sahnede hem sahne dışında birlikte geçirdiğimiz zamanlara eşdeğer bir şey bulmak imkansız. Üç stüdyo albümümde de belli bölümleri, Mike ve Sput’ı ve onların doğru fırsat sunulması durumunda parlatabileceklerini düşünerek yazdım. Bu şekilde birbirimizin güçlerinden faydalanabiliyor ve onları ön plana çıkarabiliyoruz. Mike ve Sput aynı zamanda prodüktörler ve ikisi de her albümün nasıl oluşturulması gerektiği konusunda önemli roller üstleniyor. Ama en önemli şey güven. Birbirimize tamamen güveniyoruz ve bu şekilde yaratıcı riskler alabiliyoruz. Her şey güvenle ilgili.

Kariyerin boyunca Laura Mvula’dan Bobby McFerrin’e çok yetenekli ve önemli müzisyenlerle birlikte çalıştın. Bu tür ortak çalışmalardan önce ne gibi şeyleri göz önünde bulunduruyorsun? Müzik tarihinden biriyle birlikte çalışabilecek olsaydın bu kim olurdu?

Kahramanlarımla tanışabilmiş olmanın en güzel yanı onların ne kadar iyi niyetli ve rahat insanlar olduklarını görebilmek. Size iyi şeylerin genellikle iyi insanların başına geldiğini hatırlatıyor. Geçtiğimiz yıl Quincy Jones ve Stevie Wonder’la tanışma şansımız oldu ve ikisi de son derece güzel ve alçak gönüllü insanlar. Herbie Hancock ve Ahmad Jamal de öyle. Kahramanım olan insanların günün sonunda sanatlarına bağlı kalan ve asla vazgeçmeyen, iyi ve dürüst insanlar olduğunu bilmeyi çok ilham verici buluyorum. Eğer birini seçebiliyorsam da bir numaram Michael Jackson olurdu.

Twenty Thousand isimli firmanla reklamlar, televizyon yapımları ve filmler için müzikler üzerine çalışıyorsun. Aynı zamanda dans dünyasıyla da fazlasıyla içli dışlısın. Bu işlerin yaratım sürecinde farklı bir açıdan bakmayı gerektirdiğini düşünüyorum. Bu tür farklı alanlarda çalışmak için seni motive eden şey nedir? Müşteriler ve firmalarla çalışırken özgürlüğünü koruyabilmek senin için bir tür meydan okuma mı?

Kesinlikle tam anlamıyla farklı bir şey. Odak bütünde olmalı ki müzikten bir adım uzaklaşıp resmin bütününe bakabilmelisin. İlk başlarda dans alanındaki işlerimi orijinal materyaller için ilham kaynağı olarak kullanırdım. Dans için çalmak, müziğinizin hiç beklemediğiniz şekillerde hayata geldiğini görmek için inanılmaz bir yol. Şu sıralar ilk uzun metraj film müziğim için çalışıyorum. Çernobil felaketi hakkında bir film ve bu yüzden de müzikler olayın neredeyse post-apokaliptik tonunu yansıtmalı. Müziğinizin farklı bir içerikle birlikte kullanıldığını görmek gerçekten çarpıcı bir deneyim. Bunun yalnızca kale direklerini değiştirmek ve bir anda aklına gelebileceğini bilmediğin yeni fikirler bulmakla alakalı olduğunu düşünüyorum. İçeriği ve ortamı değiştirmekle alakalı. Bahsettiğin gibi, müziğin başka bir şeyi desteklemesi gerektiği noktada tabii k bazı sınırların var ve beklentilerini doğru şekilde yönlendirebilmek için disiplinli olman gerekiyor. Eğer bunu yapmaya hazırsan, bu yönlendirme aradığın yaratıcı ilham kaynağına dönüşebilir.

Son yıllarda dünyanın dört bir yanında yeni ve taze bir caz hareketi söz konusu ve siz de bu akımın öncülerindensiniz. Cazın “yeni dönemi” hakkında senin düşüncelerin neler?

Caz kesinlikle yolunu kaybetti. Miles Davis’i kaybettiğimizde yol göstericimizi de kaybettiğimizi düşünüyorum. Standardı o belirledi ve geri kalan caz dünyası da istekli bir şekilde onu takip etti. Miles’ı kaybettiğimizde caz yönünü kaybetti ve yavaşça fazla kurumsallaştı, orijinal kaynağı olan ve köleliğe kadar uzanan köklerinden çok uzak bir yere gitti. Caz, aksi takdirde başkalarından mahrum kalacak olan insanlar için bir sesti. Caza orijinal önemini ve gücünü veren nihai şey buydu. Zamanla janrın kimliği daha güvenli olan ve aşama aşama duyguları yansıtmak yerine teknik kapasiteyle ilgili olmaya başlayan bir şeye dönüştü. Daha az güçlü ve daha çok beyinsel bir şeye; içgüdülerle ilgili olmaktan ziyade ayrıcalıklı olan bir şeye dönüştü. Ama şimdi cazın gerçekliği ve gücüyle ilgili bir dirilme söz konusu ve dünyanın dört bir yanında tüm insanlar da bunun için heyecanlı gözüküyor. Hem Snarky Puppy hem de kendi müziğimde, her zaman anın içinde olmayı ve beraber doğaçlama çalmanın verdiği keyfi saf bir şekilde paylaşmayı amaçlıyoruz. Bence bu keyif, şu anda çoğu doğaçlama müzikte eksik olan şey. Bu sebeple insanlar eğlenceyi müziğe geri yerleştirildiği zaman tepki veriyor.

Snarky Puppy’yle daha önce İstanbul’da çalmıştınız. Bu ziyaretlerden aklında kalan ilk şeyler neler? İstanbul Caz Festivali kapsamında vereceğiniz konser için ne gibi ipuçları verebilirsin?

İnsanlar. İstanbul’a son gelişimizde bize bendir çalan müzisyenlerden oluşan bir orkestra eşlik etmişti. Muhteşem güzellikteki antik askeri davul… Harika bir kültür alışverişiydi ve dinleyiciler de inanılmazdı. Konserden sonra onlarla epey vakit geçirdik ve her birimize bendirin nasıl çalınacağı konusunda ders verdiler. Şimdi turnemizde Michael League’de bir tane var ve bulduğu her fırsatta bendir çalışıyor. Orada bugüne kadar tanıştığım en sıcak insanlarla tanıştım. Festivalde bir perküsyon ekibi bize eşlik edecek ve müziğimdeki ritimlerin büyük kısmı da dünyanın bu kısmından ilham alan ritimler. Bazı sürpriz konuk müzisyenler için de çalışıyoruz. Davul ve perküsyonların öne çıkacağını bekleyebilirsiniz!

İstanbul Caz Festivali’nin programına bakma şansın oldu mu? Sen bir festival düzenleyecek olsaydın hangi müzisyenler ya da gruplar çalardı?

Joshua Redman ve Christian McBride için ve Bokante’deki kardeşlerimle aynı sahneyi paylaşacağım için çok heyecanlıyım. Eğer bir festival organize etseydim, bu muhtemelen olabildiğince farklı janrın olduğu koca bir parti olurdu. Önce Philip Glass’ı, ardından Stevie Wonder’ı ve sonrasında da Radiohead’i ağırlayan bir festival görmek isterdim.

Son üç yılda üç stüdyo albümü ve bir konser albümü yayınladın. Bill Laurance için sırada ne var? Bu yıl senden yeni bir şeyler duymayı beklemeli miyiz?

Bahsettiğim film müziğini bitirdikten sonraki projem, bir kez daha her şeyi köklerine döndüreceğim bir solo piyano albümü olacak. Temelde yalnızca piyano ama bazı diğer klavyeler ve kimi elektronik eklemeler / efektlerle birlikte. Bunların dışında ilk senfonimin de yazım sürecindeyim ama onun için biraz daha zaman var gibi gözüküyor.

Image
  1. Geçmiş ve geleneğin modern gerçeklikle imtihanı: Awazu Kiyoshi

    Los Angeles County Museum of Art’da geçtiğimiz 2016-2017 mayıs arasında gerçekleşen Awazu Kiyoshi, Graphic Design: Summoning the Outdated sergisinden yola çıkarak Japon grafik tasarım tarihinin önemli figürlerinden olan Awazu Kiyoshi’nin hayatına göz atıyoruz.

  2. Parıldayan dünya ve onun büyülü mensupları: Jonah Samson

    Kanadalı fotoğraf sanatçısı ve yazar Jonah Samson’la traji-komik yaşamdan, favori yazarı Beckett’tan ve geçmişin hazinelerinden bahsettik.

  3. Davul, hafıza ve doğaçlama: Cevdet Erek ve Murat Ertel

    Cevdet Erek ve Murat Ertel’den, Subtext etiketiyle yayınlanan Davul albümünden yola çıkarak enstrümana, geleneğe ve özgür çalıma dair nefis bir sohbet.

  4. A’dan Z’ye: Chris Cornell

    Bir başka efsanenin ardından...

  5. Takibe alın: Yakın ve uzak diyarlardan etkileyici plak şirketleri

    Kahire’den Buenos Aires’e, Bant Mag. ekibinin favori plak şirketlerinden bir seçki.

  6. Görkemli bir ses bahçesi ve onun usta bahçıvanları: Nik Bärtsch’s Ronin

    13 Temmuz’da İstanbul Caz Festivali kapsamında Zorlu PSM sahnesinde izleme fırsatı yakalayacağımız Ronin’in kurucu üyesi Nik Bärtsch’la zen-funk, empatik müzik üretimi ve yaklaşan İstanbul konseri üzerine sohbet ettik.

  7. “İstanbul’a âşık olmayacak bir sanatçı düşünemiyorum bile!”: Christian McBride

    24. İstanbul Caz Festivali kapsamında 10 Temmuz’da yeni projesi New Jawn Quartet’la Sultan Park’ta, 11 Temmuz’daysa Joshua Redman, Kandace Springs ve TRT Hafif Müzik ve Caz Orkestrası’yla aynı sahneyi paylaşarak Zorlu PSM’de izleyeceğimiz usta caz basçısıyla, İstanbul ziyareti öncesi ufak bir sohbet ettik.

  8. Yaratıcı riskler almak: Bill Laurance

    Snarky Puppy klavyecisi Bill Laurance, 24. İstanbul Caz Festivali öncesinde sorularımızı yanıtladı.

  9. Pişmanlıklar, deneyimler, hikâyeler: Talihsiz grup isimleri

    Anlam ya da yazılışlarıyla müzisyenlerin başlarını ağrıtmış isim tercihleri...

  10. Eskiye özlem: Altın Gün

    3 Hürel, Barış Manço, Zafer Dilek ve nicesinin şarkılarını yorumlayarak “Altın Gün’leştiren” Hollandalı grupla tanışın.

  11. Teftiş: Bu ay ne dinlesem?

    Yakın zamanda keşfettiğimiz, etkilendiğimiz ve paylaşmak istediğimiz müziklerden bir seçki.

  12. 70. Cannes Film Festivali’nden yıl boyu konuşulacak 40 film (40-21)

    Karşınızda en zayıftan en iyiye, bu yılki Cannes’ın tüm yarışma filmleri ve yan bölümlerden seçmece lezzetler.

  13. 70. Cannes Film Festivali’nden yıl boyu konuşulacak 40 film (20-1)

    Karşınızda en zayıftan en iyiye, bu yılki Cannes’ın tüm yarışma filmleri ve yan bölümlerden seçmece lezzetler.

  14. Kameranın netlemediği kahramanların sineması: Josh ve Benny Safdie kardeşler

    Geçtiğimiz mayıs ayında Cannes Film Festivali’nin ana yarışmasında son filmleri Good Time’la fırtına gibi esen New Yorklu yönetmen kardeşler Josh ve Benny Safdie, beyaz perdede yoksunluğun resmini çizmeye devam ediyor.

  15. Duyan duymayana anlatsın: Hangi podcaste nereden başlamalı?

    Radyo programının dijital kardeşi podcast 2000’li yılların ortalarından bu yana giderek artan bir kitle tarafından hem tüketiliyor hem üretiliyor. Çoğu yayın internet okyanusunda akıntılara kapılıp hızla kaybolsa da bazıları kısa sürede kült efsaneler haline geliyor. Son yılların öne çıkan podcastlerinden bir seçki karşınızda.

  16. Müzik, aşk ve cinayete bandırılmış bir roman: Kan ve Gül

    Alper Canıgüz ile beşinci kitabı Kan ve Gül, 1990’lar, Nirvana ve romanın detayları üzerine.

  17. Futbol sahası karaborsalarından global kültür kalesine: Rusya Streetwear

    Streetwear kültürünün en başından, şu anda kazanmış olduğu popülerliğe kadar uzanan bir yol haritası.

  18. Sporun tasarım kupasını gururla kaldırmak: Tiempo Legend 7

    Rusya'nın başkenti Moskova'da lansmanı yapılan Tiempo Legend 7, hem sporcu ihtiyaçlarına getirdiği yenilikçi bakış hem de gündelik hayatımıza kazandıracağı yenilikler bakımından fazlasıyla heyecan ve merak uyandırdı.

  19. Künye

    yayın imtiyaz sahiplerive etkinlik direktörleri Aylin Güngö[email protected] J. Hakan Dedeoğ[email protected] genel yayın yönetmeni Ekin Sanaç[email protected] kreatif direktör Aylin Güngö[email protected] editörler